22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

? daha yüzüne vurur üstünde odaklanan bakışlar. Her şeyleriyle birbirlerine çok yabancıdırlar. İçlerinden birinin yanına sokulup, “ Zavallı Piaf'çığım, koruyucunu kaybetmen büyük talihsizlik. Ondan başka sana inanan yoktu. Yine kaldırım taşlarına döneceksin.” demesi yüzünde tokat etkisi yaratır. Hayattan çok insanların ne denli acımasız olduğunu kendine itiraf edemese bile, içinde kabaran azınlık duygusunun en keskin olduğu anlarda bir kez daha görür… Sokaklardan neon ışıklarıyla renklenen sahnelere geçişi yaşamındaki dönüm noktalarından biridir. Raymond'un Nice'te bir aylık iş bağlantısı yapması yeni bir hayatın başlangıcı olur. Hareketleri, sahneye girişi, sahnede yürümesi, iki şarkı arasındaki boşluğu ayarlaması, sokak şarkıcısı Edith'i kapı dışında bırakmasını sağlar ve bunu da sadece Marie'ye borçludur. Edindiği bütün deneyimleri bir gün; en büyük aşkı, en büyük dostu olacak Yves Montand'ın elinden tutup onu sahnelere, sanat yaşamına hazırlamak için kullanacaktır!.. Yves'in varlığı belki de ilk kez zamanla yüzleşmesine neden olmuştur. İlk kez zamanı geriye almak istemiş, ilk kez bakir bir genç kız, dahası yepyeni bir insan olmayı düşlemişti. Hiçbir erkek için böyle bir düşü olmamıştı oysa. Yves'in de sürekli evlenme isteği iki güçlü insanın birbirine beslediği sevgiyi sonsuz kılma isteğiydi. Ancak düşledikleri gibi gelişmez olaylar. Yves'in başarısının Edith'i mutlu etmesi gerekirken tam aksine alacakaranlık gölgeleri gibi düşmüştü ilişkilerinin üstüne. Edith üstüne titremesini beklerken Yves, geçmişteki başarılarını anlatıp duruyor, aynı zamanda da, deyim yerindeyse başkalarıyla kırıştırıyordu. Bu durum Edith'in alkole sığınmasından, kavga çıkarmasından öte bir işe yaramıyordu. Hayatın diğer alanlarında gösterdiği kararlılığı aşkta gösteremiyordu. 1942 yılında işgalci Almanların karşısında ışıklı Fransız bayrağıyla şarkı olarak akıllara “Tanrı ile kul arasına girilmez!” yargısını getirse de bu yeterli olamıyor. Avrupa Tarihinde Kadınlar adlı kitabın yazarı Gisela Bock'ın belge niteliğindeki anlatısını bir yerlere sunmak gerekiyor. Eğer Edith günahkârsa, İkinci Dünya Savaşı'na kadınların penceresinden baktığında gördükleri nasıl ve hangi dünya diliyle anlatılacaktı peki? Hangi 'günah'la, hangi ahlak öğretisiyle, hangi namusla açıklanacaktı? Savaşın başladığı yıllarda Almanya'nın pezevenklik rolüne büyük bir hevesle ısınmış olması, işgal altındaki Fransa'da 1940'tan itibaren, ayrıca Vichy Hükümeti döneminde, genelevler açılması, baskınlar sırasında ya da tutuklu kamplarından seçtikleri Fransız kadınları Alman askerlerle fuhşa zorlaması, subaylara ve erlere hizmet eden kadınların ayrılması hangi insanlığın ayıbı, hangi dinin günahı? Başka Tanrı'nın, başka dünyanın çocukları mıydı bu akıllara durgunluk veren ayıbı işleyen? Savaşın kurmaylarının baştan sona 'erkek' olduğu göz önüne alınırsa; kadın mı günahkâr olmalıydı, erkek mi? Vatikan merakımı bağışlarsa bu sorunun yanıtını kimden alacağımızı öğrenmek isterdim!.. TANRININ SEVGİLİ KULU... Ayrıca da işlerini kolaylaştırmak adına bu kadarla kalınmadığını, sistemin ikinci ayağının toplama kamplarıyla çalışma kampları olduğunu, 1941'den itibaren bunların çoğunda genelevler kurulduğu, bu genelevlerde genellikle Fransız, Polonyalı ve Çek kadınların çalıştırıldığı unutulmalı mıydı? Yukarıda sözünü ettiğim dönem Edith'in tanıklık ettiği dönemdi. Edith'in korkusuzca meydan okuduğu dönemdi. Aklının sınırlarını zorlayan güçlükler karşısında uyuşturucu ile tanışmasına zemin hazırlayan dönemdi… Edith gerçekten günahkâr mıydı? Ya da eğer gerçekten Tanrı indinde günahsa; tek günahkâr Edith miydi?.. Kadını erkeğin metası haline getiren düşünceyi kim hangi gerekçeyle meşru ve masum gösterebilirdi?.. Ben yine de onu Tanrı'nın 'sevgili kulu' olduğuna inanıyorum. Yaşamının son demlerinde karşısına, ona özlediği ilgiyi, şefkati, sevgiyi gösteren, hastalığında bile hiçbir şeyinden tiksinmeyen, anası/ çocuğu/ karısı gibi bakan Theo'yu çıkarması başka nasıl açıklanabilir ki? 1951'den 1963'e kadar dört otomobil kazası, bir intihar teşebbüsü, dört uyuşturucu madde kürü, bir uyku kürü, üç karaciğer koması, bir sinir krizi, iki delilik nöbeti, yedi ameliyat, iki zatürree geçiren Edith'in hızlı yaşamının bir fotoğrafı istense ancak böyle çekilebilirdi. Bütün bunları yaşadıktan sonra Theo için, “ Son ve en büyük aşkım olarak kalacak!” demesi bir rastlantı değildi. Ölümünde, cenazesinde bütün Paris'in sokaklara dökülmesi ise hiç değildi... ? Kaldırım SerçesiEdith Piaf / Simone Berteaut / Çev: Aydın Emeç / Agora Kitaplığı / 496 s. 913 SAYFA 19 Edith Piaf güç koşullardan özbenliğini yitirmeden çıkabilen bir kadın, bir efsane. söylemeyi göze alan, sonra da sorguya çekilen korkusuz kadınla aşka yenik düşen kadın arasında uçurum vardı. İkinci Dünya Savaşı’ndaki kadının durumunu anlatan pek çok bölüm var kitapta. Ancak finalde, yani Edith'in ölümünde Vatikan tarafından yapılan bir açıklama var ki; insanın tüylerini diken diken etmekle kalmıyor, o dönemin; savaşlarla birlikte yerle bir olan ahlak ve namus anlayışına bir kez daha bakmayı gerektiriyor. Vatikan'ın Edith'in ölümü üzerine ‘günahkâr yaşadı’ söylemi, ilk tepki CUMHURİYET KİTAP SAYI
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear