22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler Anılarını yazanlar arasında bilim insanları, siyasetçiler, yazarlar var. Belli bir üne kavuşmaları; yaşama deneyimlerini değerlendirmeyi gerektirir. Böylece kişiliğini oluşturan koşulların çalışmasına nasıl yansıdığını öğreniriz. Yaşamak anımsamak mıdır? meyebilir. Biçem özelliği gösteremeyen yazı kalıcı değildir. Saman alevi gibi parlayıp söner. Geride külü bile kalmaz. Oysa Ayla Kutlu’nun anılarını okurken bizi tâ içimizden kavrayan bir duyarlık, görünmeyeni anlatan bir düşünme derinliği, insan sıcağını gösteren bir içtenlikle karşılaşırız. Anılardan öykülerine, romanlarına yansıyan özellikleri tanımaya çalıştırırız. Ama asıl önemlisi bu anılar bize, kendimizi tanımayı öğretecektir. Hatay gibi bir kentin kurtuluşunda kendi kurtuluşumuzu arayacağız. Çünkü çağdaş toplumun batağında kurtarılmamış insanlar olduğumuzun bilincine varmalıyız. ÇOCUKLUK İZLENİMLERİ Ayla Kutlu’nun anılarında yoksul bir aile içinde yetişen bir çocuğun kişilik arayışları var. Kişilik arayışı anılara nesnel açıdan bakmayı zorlaştırıyor. Ayla Kutlu diyor ki: “Anıların içine daldıkça unuttuğunuz gerçekleri, değiştirdiğiniz olayları ve asıl önemlisi, hiçbir zaman çözemediğiniz tavırları, apaçık, düpedüz anlıyorsunuz. Ama yazamadıklarınız ve unuttuklarınız(!) oluyor. Bazı kişileri unutmuştan, bazılarını önemsememişten geliyorsunuz.” Eskilerin “tecahülü arifane” dedikleri; bilinen gerçekleri, ince bir alaysamayla, bilmez görünerek anlatma sanatını da kullanıyor Ayla Kutlu. Çünkü o yalnızca anımsamakla yetinmiyor; içinde bulunduğu gerçekleri yorumluyor, ruhsal derinliklerine iniyor. İşitsel tanıklıkla gördüğünü varsaydığını olayların ince duyarlıklarını da anlatıyor. Çünkü Ayla Kutlu; “Bir yazar için gördüğüyle gördüğünü varsaydığı arasında öznel doğruluk yönünden fark olmamasının doğal olduğu”na inanıyor. Anılara şiirsel bir derinlik kazandırırken “Edebiyatın doğruları söylemek zorundaki bir sanat olmadığını da unutmayalım” demek gereğini duyuyor. Yaşadıklarına eleştirel bir gözle bakan yazarın, daha çocuk yaşta bir kişilik savaşımına girerken, eskiyen zamanı yorumlaması diye okumak gerekir bu anıları. Gaziantep, Maraş, Hatay dolaylarında geçen çocukluk izlenimleri... Bir ağabeyin, bir amcanın baskısı altında ruhsal çökkünlüğü düşündüren bunalımlar... Çoğu zaman içkiye sığınan anlayışlı bir baba ile arı gibi çalışan, sevecen bir anne... Üç kardeş arasında tek kız olmanın sorumlulukları... Bu kalın çizgiler ayrıntılarda kalan gerçekleri anlatmaya yetmez. Kimi zaman olaylar, kimi zaman insanlar Ayla Kutlu’nun kendini tanımasına da yardımcı oluyor. HATAY ÇEVRESİ Hatay, nice kültürlerin bir arada yaşadığı, nice söylencelerin gerçekle karıştığı, gizemli bir coğrafya. Bir yandan uyuz, verem, tifüs, sıtma, dizanteri, trahom gibi hastalıkların kol gezdiği yoksul yaşama koşulları; öte yandan Hassa’nın bir köyünde “Yaşlı Yörük Şaman” bir kadının yanığı iyileştiren gizemli eli... Öğretmen bir babayla Hatay’ın başka ilçelerini dolaşırken Hızır ile Musa Peygamber’in buluştuğu Suveydiye’de (Samandağı) geçen zaman. Antakya’daki Kantara Mahallesi. Karyola altındaki sandıkların gizemi. Bir rüzgâr gibi içinden geçen, yitip giden kötülüğün tadı. Daha ilkokula başlarken kazanılan kişilik. Sonda da İskenderun’da sokağa taşan yaşama coşkusu... Kırklı yılların İskenderun’u “tango zamanı” diye anımsanabilir. (“Papatya” tangosunu Celal İnce mi bestelemişti, Necdet Koyutürk mü? O tangoyu üne kavuşturan Şecaattin Tanyeri değil miydi?) Savaş yıllarından sonraki dinginlik yoksulluğa engel olamıyordu. Baba; öğretmenliğin yanı sıra gazetecilik, tabelacılık yapar. Ayla Kutlu terzi çıraklığına soyunur. Bunlar yoksulluğa engel olan uğraşlar değildir. Kabak saplarını sigara gibi tüttürmek, Viski adındaki sevimli bir köpekle oynamak. İrfan Bey adındaki bir kaplumbağa ile oyalanmak çocukluk anılarının edebiyata yansıyan izleri olarak yurumlanabilir. ANILARDAN EDEBİYATA Ayla Kutlu tanıdığı insanları düşlem gücünde yaşayan roman kahramanlarına dönüştürürken yazarın inandığı gerçeğin ne olduğunu açıklıyor: “Onların gerçek hikâyelerini hiç bilmemenin ne önemi vardı: Hikâyeleri yazarlar yaratırlar!” Kafkasya’dan göçen, Osmanlı zamanında Antep’e, Maraş’a, Hatay’a yerleşen geniş bir Çeçen ailesinden gelen kişilikli bir yazardı o! “Zaman da Eskir” ama, anılarda kalmış nice insanlar romanlarda, öykülerde yaşamasını sürdürüyor. Bir doğa parçası, bir ırmağın akışı, değişik çağrışımlara yol açıyor. Maraş’ın Çardak’ında, yaylaya çıkıldığı zaman, “dar yatakta akan yıldırım hızındaki deli su”yu düşünen Ayla Kutlu, orada, romanına uzanan bir yol görür: “O su... Bir kanaldan akar gibi derin yatağında akan su, ‘Bir Göçmen Kuştu O’da, Cevahir’in Batu’dan kurtulmak için kendini ölüme bırakmaya kalkıştığı sudur.” İstanbul’da, bir ahşap konaktaki Yaşlı Kadın “Bir Göçmen Kuştu O”da, “Emir Bey’in Kızları”nda Nevnihal’in annesi Yeşil Hanım olarak yaşıyor. Anneanne Pilke’den MEKRUH KADINLAR MEZARLIĞI’ndaki “Bir Varmış” öyküsüne, ZEHİR ZIKKIM HİKÂYELERİ’ndeki “Tanıklar” öyküsüne geçen bir duyarlık var. Düşlem gücümüzde, körfeze sıkışan balina, zehirlenerek öldürülen Viski adındaki duygulu köpek ISLAK GÜNEŞ romanında yaşamayı sürdürüyor. Antakya günlerinde ağabeye kırgın olduğu zaman, kuyularda yitip gitmek isteği vardı. ZEHİR ZIKKIM HİKÂYELERİ o ölümcül yalnızlığın izlerini taşır. Triandifilis ile Nevnihal düşlem gücünde biçimlenen roman kahramanları. Belki “Yarım Pabuç”tan da onlara geçen bir şey var. Ama “Yarım Pabuç”taki izleri daha çok BÜTÜN YEŞİLLER BÜTÜN MAVİLER’de aramalı. Ayla Kutlu anılarından yola çıkarak romana, öyküye yönelmenin; görmesini bilen bir yazara özgü ustalık olduğunu düşündürüyor. ANILARDA YAŞAYAN DİLİN GÜCÜ Önemli olan gördüğünü, yaşadığını yazıda yaşatmasını bilmektir. Ayla Kutlu bölge dili özellikleriyle ortam hazırlamanın gerçeklere bakmayı kolaylaştıracağı kanısındadır. Antakya çevresine özgü sözcüklerle, deyimler arasında şu sözleri anımsamakla yetinelim: Karsambaç (karlı pekmez), antızlama (verilen bir emre karşı çıkmak), zarzık (tek kollu tahterevalli), cardun (iri sıçan)... Çâlak yürüyüş, yeldir yepelek gibi genel dile karışan sözler de var. Düzyazıdaki “şiirli dil”, parıltılı imgelerle “mensur şiir” söyleme özentisi değildir. “Şiirli dil”, dilin doğal akışına söyleyiş derinliği kazandırmak, biçem oluşturmaktır. Anılardaki “şiirli dil” anlatımından birkaç örnek: “Yılan daldan ipek mendil gibi kayıverdi, kendini toprağa atıp kayboldu.” “Gara girmekte olduğu için bir çocuk gibi çığlık atan trenler...” “Karın insanı taşıması... Avucuna dolması, doğayı, şehrin görüntüsünü, havasını değiştirmesi... asıl önemlisi yağdığı sırada yarattığı; biraz hüzünle, biraz hışırtıyla, biraz pusla karışan özgün müzik. Âşık olmaya benziyordu. İnsanı hem yalnız, hem dopdolu duyumsatan incelikler katarak.” “Gamlı ve yalnızlığımla beslenen hoşnutluğum, dış dünyaya gitgide kapatıyordu beni. Kaçıyordum. Daha içime, daha derine...” ÇÖZÜLEN TOPLUMA DOĞRU Ayla Kutlu’nun anılarını okurken olayların izini sürmekle yetinmiyor, gerçeğin öte yüzünü de görüyorsunuz. Kadın duyarlığına saygının ne demek olduğunu öğreniyorsunuz. Artık dingin bir toplumda değiliz. Önyargılı insanların öfkeli, acımasız davranışlar içinde bulunduğu bir toplumdayız. Çocukluk günlerine dayanan anıları örnek alan Ayla Kutlu diyor ki: “Toplumların birleşmeler değil, çözülmeler çağına girdiğinin acıklı bir örneğine tanık oluyorduk.” Günümüze doğru ivme kazanarak gelen bir çözülmedir bu! Ayla Kutlu değer yargılarının değişkenliğine bağlıyor bunu: “İnsanların değer yargılarının onları nereye götüreceğini, neler yaptıracağını, barış içinde ve birlikte yaşamanın nasıl da pamuk ipliğine bağlı olduğunu...” Ayla Kutlu 27 Mayıs’ın devrim olduğuna inanıyor ama devrime yüklenen aşırı dedikodulardan da yakınıyor. Kadro oluşturmak adına emeğin, gerçek değerlerin yok edilişine yazıklanıyor. Özellikle kadın olmanın tuzaklarına düşülmesine öfkelenmenin anılarıdır bu kitap. Ayla Kutlu’nun anılarından öğreneceğimiz çok şey var. O anıları okurken kendimize çekidüzen vermemiz gerekecek. Sözü gene Ayla Kutlu’ya bırakarak yazıya son verelim: “Bu ülkede emeğin değer taşıdığı ne zaman görülmüştür ki!” ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz. “A rjantin Hikâyeleri” diye bir film vardı. Oradaki yaşlı adam ölüme belleğiyle gideceğine inanıyordu. Oysa belleğin en önemli özelliği unutkan olmasıdır. Bu yüzden eskiler, unutkanlığı belleğin doğal bir hastalığı sayar: “Hafızai beşer nisyan ile maluldür.” Hocam Necmettin Polvan “dikkat”in sınırlarını belirtmek için olsa gerek, Hukuk Fakültesi’nde, bir derste geçen olayı anlatarak, nedenleri üzerinde durmuştu: Yağmurlu bir gün derse geç kalan öğrenci, üstünü çıkarıp askılığa asacağı zaman, askılık, arka sıralarda oturan öğrencilerin üzerine devrilir. Arka sıralarda bir kaynaşma olur. Tartışma sövmeye, sövme kavgaya dönüşür. Kürsüde ders anlatan hoca kaynaşmayı durdurur. Öğrencilerin bu olayı yazmasını ister. Zaten bu olay, görgü tanığının gerçeğe ne kadar yakın olduğunu göstermek için özellikle düzenlenmiştir. Anlatılanlar pek de birbirini benzemez. “Bir görgü tanığı gibi yalan söylüyor” Rus atasözünün gerçeğe bakışını anlatıyor bu olay. Ayla Kutlu’nun “Zaman da Eskir” demesi düşündürücüdür (ZAMAN DA ESKİR, Anılar, Bütün Eserleri 13, Bilgi Yayınevi, Aralık 2006). Eskiyen zamanın ardından uzak bir geçmişteki anılara bakarken ne kadar gerçekçiyiz? Önemli olan Ayla Kutlu’nun geçen zamana bakmasıdır. Onun inandığı gerçekten yola çıkarak yeni değerler kazanmaktır. ANILARIN ANLAMI Anılarını yazanlar arasında bilim insanları, siyasetçiler, yazarlar var. Belli bir üne kavuşmaları; yaşama deneyimlerini değerlendirmeyi gerektirir. Böylece kişiliğini oluşturan koşulların çalışmasına nasıl yansıdığını öğreniriz. Bilim insanları sözü biraz abartılmış gelebilir. Mesleğinde başarıya ulaşmış ünlü bir hekim, sanatçı olduğu kadar bilim insanı sayılır. Yaşaması boyunca giriştiği savaşım, insana nasıl bakılacağını gösterebilir. Hükümette sorumluluk almış, derin devleti tanımış, dürüst bir siyasetçinin anıları yakın dönemin gizli kalmış yönlerini açıklayabilir. Bir edebiyatçının yazdıklarıyla yaşadıkları arasında ne gibi etkileşimler olduğu, kişiliğini nasıl geliştirdiği de merak konusudur. Ama anıların izini sürerken bizi asıl ilgilendiren yazılış biçimidir. Çalakalem yazılmış önemli anılar bile ilgimizi çek MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 SAYFA 28 CUMHURİYET KİTAP SAYI 894
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear