22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Agora Yayınları'nın yeni dizisi: Feminist Kitaplar Feminizm: Kadınlar Hakkında Feminizm sahasında kadınların bilinçleri sürekli yenilendi ve bilendi. Bunu tam da şimdi toplu halde görme fırsatına kavuştuk, çünkü Agora Kitaplığı yeni dizisi Feminist Kitaplar'da art arda kitaplar çıkardı. Bu çalışmalarda yazarlar farklı argümanlarıyla feminist mücadeleye katkıda bulunuyorlar. Mutlu olmak ve yaşama şansı devrimci mücadelenin içinde anlamını bulabilirdi ve bu bir süreçti, uzun bir yoldu. Emma Goldman bu uzun yolda asla taviz vermemiş örnek bir anarşisttir. Yaptığı konuşmalarda mülkiyeti yadsıyordu, insanın ne kadar tüketeceğini fiziksel ve ruhsal ihtiyaçları belirleyebilirdi, özgür komünizme dayanan bir toplum önerisiydi bu. Militarizm konusunda da gayet netti, dikkat edilecek husus, barış vaatlerinin savaşı körüklediğiydi, militarizmin gerçeği buydu. İnsanlar, ülke ve toprak için cinayet işlemeyeceğiz, savaşmayacağız dediklerinde militarizmin sonu gelecekti. Basın için düşündüğünü ise şöyle dile getiriyordu: "Ben ifade özgürlüğü ve özgür basının dilediği her şeyi söyleme ve yazma hakkının tanınması anlamına geldiğine inanıyorum." Kiliseye gelince, Tolstoy’un da işaret ettiği gibi kilise ‘Karanlığın Krallığı’dır, insan gelişiminin ve özgür düşüncenin bir numaralı düşmanıdır, din sadece hurafeleri besler, insan kafası için bir ağırlıktır. Evlilik ve aşk Emma Goldman’ın üstünde durduğu en önemli temalardır, özgür kadın için aşk gereklidir, fakat bunun yeri evlilik değildir. Kadınlar o ‘yuvalarda’ aşkı değil sıkıntıyı bulur ancak. Evlilik fiyaskodur ve aşk için uygun olmadığı gibi çocuk yetiştirmek için de uygun değildir. Üremek ve çocuk yetiştirmek için icat edilmiş bu kuruma veryansın eder. Juliet Mitchell, "Kadınlar: En Uzun Devrim"de, kadınların ezilmişliğini açıklayan yeni bir teoriye ihtiyaç olduğunun altını kuvvetle çizer, bunu yapacak olan bizzat kadınlardır. Meseleyi en başından ele alır, ideolojinin yarattığı ‘gerçek kadın’ ve ‘gerçek aile’ imgesi kadın kurtuluşunun alt etmesi gereken en önemli hususlardır. Bu imgeler kadın iyiliği için üretilmiş (muhtemelen hortlatılmış) en kötü hasımlardır. İşin en acıtıcı tarafı, kadını belli bir konuma hapseden bu imgeler doğal bir hal almış, öylece kabul edilmiştir, değişmeyen kader gibi. Marx’ın erken dönem yapıtlarında kadın antropolojik bir kendindelik, yani soyut bir ontolojik kategoridir, sonrasında ise analizlerini tamamen aileye kaydırmıştır. Bununla birlikte ortak çerçeve daima ekonomi ve mülkiyet evrimidir. Marx’ın takipçisi Engels de kadın konusunda bir yığın spekülasyona boğulmuş görünür. Simone de Beauvoir’ın de belirttiği gibi iki sosyalist yazında da asıl vurgu ekonomisttir. Sosyalist teorinin kadın konusundaki yetersizliği aşikârdır. De Beauvoir’ın sosyalist teoriye yadsınamayacak kadar önemli ve bağımsız katkıları olmuşsa da kadınların kurtuluşu açısından gelecek için inandırıcı bir tablo sunmaktan uzak kalmıştır. Çalışması tarihsel gelişmeden kopuktur çünkü. Kate Millett’in Cinsel Politikası da sosyalist yazına dahildir. Kendisi de kitabının en önemli bölümünün patriyarka (ataerkil) teorisini geliştirdiği birinci bölüm olduğunu dile getirmiştir. Patriyarka, erkeklerin iktidarlarını kurmalarını ve denetlemelerini sürdürmelerini sağlayan cinsel politikadır. Mitchell'e göre Kate Millett'in çalışması sezgiseldir, teorileşememiştir. Halbuki teorileşmesi gereken son derece önemli bir çalışmadır bu, patriyarka kavramını Millett, kendi başına siyasal bir sistem olarak ele almıştır. Mitchell buna itiraz eder, ona göre ‘genel sistem’ diye bir şey olamaz. Bütün bu çıkmaz noktalar klasik sosyalist teorinin eksikliklerinden doğmuştur. dürmüştür, kadınların erkekler için çalıştığını görmezden gelmiştir. Bu haliyle Kadınlık Durumu sadece Marksizmden etkilenmiş gibidir. Mitchell’in Psikanaliz ve Feminizm çalışması için de şöyle der Hartmann, "Mitchell ilk başta görmezden geldiği alanlara, yani üreme, cinsellik ve çocuk yetiştirmeye odaklanır, ama bunları ideolojik alana yerleştirerek daha önceki çözümlemesinin temel zayıflığını sürdürür." Heidi Hartmann analizinde patriyarka üstünde durur, bu örgütlenme biçiminin çözümlemesine girişir. Patriyarka tanımı şöyledir: "Yararlı bir biçimde, maddi temeli olan ve hiyerarşik olsa da erkekler arasında onların kadınlara egemen olmalarını sağlayan bir karşılıklı bağımlılık ve dayanışma kuran ya da yaratan erkekler arası toplumsal ilişkiler dizisidir." Yani, erkekler, kadınlar üzerinde egemenliklerini sürdürmek için birbirlerine bağımlıdırlar. Evlilik de patriyarka içinde kadını denetlemek için bulunmuş bir formüldür. Böylece kadınların maddi olarak emek gücü ve cinsellikleri denetlenmiş olur. Patriyarkanın öğelerine gelince, bunlar: heteroseksüel evlilik (bunun sonuncu homofobi), çocuk yetiştirme ve ev işinin kadının üstüne yıkılması, kadınların erkeklere ekonomik bağımlılığı, devlet, erkekler arasındaki ilişkilere dayanan çok sayıda kurum; kulüpler, spor tesisleri, sendikalar, meslekler, üniversiteler, kiliseler, şirketler, ordular vesairedir. Patriyarkal kapitalizm ancak bu öğeler incelendiğinde anlaşılabilecektir. ? Semra TOPAL eminizm şüphesiz hepimizin selameti açısından son derece önemlidir, kadınlar ezeli ve ebedi ‘ezilenler’ olduğu için bütün kadınları kapsar. Bu zaman zaman kurban kültürü diye yorumlansa da gerçek hayatta ‘ezilenler’ içine girmeyen tek bir kadın bile yoktur. Feminizm sahasında kadınların bilinçleri sürekli yenilendi ve bilendi. Bunu tam da şimdi toplu halde görme saadetine kavuştuk, çünkü Agora Kitaplığı bir inci dizisi gibi feminist serisinden art arda kitaplar çıkardı, bu çalışmalarda yazarlar farklı argümanlarıyla feminist mücadeleye katkıda bulunuyorlar. Bunlardan ilki Emma Goldman. Emma Goldman bilinen lakabıyla ‘Kızıl Emma’, Yahudi bir ailenin kızı olarak kız kardeşiyle birlikte Amerika’ya göç ettiğinde 17 yaşındaydı ve hayatının sonuna kadar bir feminist olarak devrim mücadelesinin içinde bulundu. Bir anarşistti ve hayatı tamamen devrime adanmıştı. Esasında en romantik devrimci oydu. Sekiz yaşlarında ufak bir kızken de idealistti, hep toplumu ve başkalarını kurtarmak istemişti, 15 yaşında aşk yüzünden sirke içerek intiharı denediğinde, mezarındaki uçuk ve şiirsel görüntüsünü düşlemişti. Bir daha intihara kalkışmadı, çünkü daha görkemli bir ölüme karar vermişti, kendi deyişiyle, ölüme kadar dans edecekti. MARKSİST CEVAPLAR... Geleceğin büyük teorik çarpışması, radikal feministlerle soyut sosyalistler (kurtuluşçular) arasında olacaktır. Mitchell kitabında bu iki kanadın analizlerini eleştirir. Radikal feminizm, ezilmişliğin somut deneyimini bir teori haline getirirken, sosyalistler kadınların özgül ezilmişliğini görmezden gelerek ezilenlerin rolünü idealleştirmişlerdir. Bu durumda yapılacak tek şeyin, tarihsel özgüllüğü gözden kaçırmadan ve feminist sorulara Marksist cevaplar bulmaya çalışarak radikal feministlerin teorilerini geliştirmek olduğunu söyler yazar. Kendi analizinde, tek bir bütün gibi duran (aslında olmayan) kadının durumunu ayrımlaştırır ve farklılaştırır. Bunları üretim, çocukların yeniden üretimi, cinsellik ve çocukların toplumsallaştırılması başlıklarında inceler. Kadınların kurtuluşu için bu dört yapının dönüştürülmesi gerektiğini belirtir. "Marksizm’le Feminizm’in Mutsuz Evliliği" çalışmasında Heidi Hartmann görüşlerini belirtirken Marksist feminist bir analiz geliştirir. Nasıl ki evlilik kocanın egemenliğine girmek demekse, Marksizmle feminizm ilişkisinde de bu egemenliği tıpkı bir koca gibi Marksizm eline geçirmiştir. En başta bu eşitsizliği bozmak gerekecektir. Hartmann sol politikada bu egemenlik ve tabiyetin yerini ittifakın almasını önerir. İlk Marksistlere göre, proletarya devrimi kadınları özgürlüklerine kavuşturacaktı, kadınlar erkeklerden ve sermayeden kurtulmuş olacaklardı. Bu yanlış bir hesaptı. Sermaye ve özel mülkiyet kadınları ‘kadın’ olarak ezilmelerinin sebebi olmadığından bunların ortadan kalkması kadınların ezilmelerini yok etmeyecekti. Marksist kategoriler neden kadınların erkeklere tabi oldukları konusunda ipucu vermezler, yani sermayenin kendisi gibi cinsiyetkörüdürler. Hartmann’a göre Marksizm boş yerleri kimin dolduracağını anlatmamıştır. Heidi Hartmann radikal feminist Juliet Mitchell’i, kadınların aile içi işlerinden ziyade üretim olarak piyasa işini ele aldığı için eleştirir. Mitchell’in analizinin büyük bir eksiğidir bu. Mitchell bu hatayı Kadınlık Durumu adlı kitabında da sür F İHTİYAÇLAR MÜCADELESİ Nancy Fraser "İhtiyaçlar Mücadelesi"nde, geç kapitalist siyasal kültürde, ihtiyaçlar hakkındaki söylemle, haklar ve çıkarlar hakkındaki söylemin çok garip bir şekilde yan yana geldiğini belirtir. Onun çalışması geç kapitalist kültüre sosyalist feminist açıdan yapılan bir eleştiridir. Feministler bu sisteme müdahil olmak zorundadırlar. Çalışmasını dört bölüme ayırır. Birinci bölümde, ihtiyaçlardan ziyade ihtiyaçlar hakkındaki ‘söylemler’i konu edinir. Yani söylemlerin ve yorumlamaların üzerinde durur. Yazara göre, ihtiyaçların yorumlanması siyasetinin üstüne gidilmesi gerekmektedir, zira bu alan epey ihtilaflıdır. Bu siyasetin içinde, ihtiyaçları kimin hangi perspektiften yorumlandığı önem kazanır. Hegemonik, yetkili ve resmi olarak onay gören sosyokültürel yorumlama ve iletişim araçlarının, hegemonik ve yetkili olmayan araçlardan ayırt edilmesi zorunludur. İkinci bölümde, bu söylem modelinin toplumsal ve yapısal gerekçelerle ilişkisini kurar. Geç kapitalist toplumlarda konu edilen siyasallaşmış ihtiyaçlar, ya ‘sızdıran’ ya da ‘kontrol dışı’ ihtiyaçlardır. Bu ihtiyaçların, özel kurumlar ile ekonomik sistemin resmi kurumları içinde ve çevresinde oluşturulan söylemsel alanların dışına çıkartılması gerektiğini söyler. Bu durumun gerçekleşmesi halinde, kontrol dışı ihtiyaçlar tarihsel bakımdan özgül ve gerekli olan yeni bir toplumsal alana kayacaktır. "Örneğin bugün ABD’de birçok çıkar grubu, hareket, mesleki birlik ve siyasal parti, muhtemel ‘sosyal güvenlik’ reformlarını belirlemek ve şekillendirmek için kuvvetli ittifaklar KİTAP SAYI ÖRNEK BİR ANARŞİST Emma Goldman’ın "Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir" kitabı görüşlerinin bir özetidir, o devrimin feminist ayağını inşa ediyordu hem de bizzat yaşayarak. İşçi olduğu kadar, bir konuşmacı ve polemikçiydi; anarşist düşüncelerini seslendirdiğinde insanların onu ‘cadı’ gibi gördüğü olmuştu, çünkü bu ‘cadı’ bildiğini söylüyordu. Toplumun genel görüşünde kadın mutlaka inek, hizmetçi, peri ya da cadıdır, toplum kadını daima bu gözlüklerle görmüştür ve işte bu ‘cadı’ bütün bunları değiştirmeye çalışıyordu, eğer bir devrim kadına özgürlükler getirmeyecekse, o devrim devrim değildir diyordu. Dans etmek özgürlüktü, kadının sadece kendisi olması demekti. Hayatının sonuna kadar tıpkı iyi bir anarşiste yakışacağı gibi inandığı şeylerden taviz vermedi, anarşistler toplumsal gelişmenin pasif seyircileri değildi, aksine en radikal bilinçleri gerektiriyordu. Anarşizmde şiddeti reddediyordu, ‘bombalanması’ gereken mevziler bilinçlerdi zira, maksat insanı uyandırmak, daha iyi yaşatmaktı. Bu minvalde sistemin tüm alanlarını, mülkiyetten hükümete, kiliseden evliliğe kadar kıyasıya eleştiriyor, inandıklarını (inanmak Emma Goldman için önemli bir kavramdı) ve düşündüklerini cesurca açıklıyordu. SAYFA 10 ? CUMHURİYET 892
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear