26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Necmi Selamet'le 'Nâzım Hikmet ve Makinalaşmak' üzerine Yazdığı makalelerle şiir eleştirisi konusunda etkin bir ad olan Necmi Selamet, yeni bir kitap yayımladı; Kanguru Yayınları tarafından çıkan "Nâzım Hikmet ve Makinlaşmak" adlı yapıtında Selamet, Nâzım’ın yıllar önce yazdığı, fakat günümüze değin değerini ve anlamını bir an olsun yitirmeyen "Makinalaşmak" şiiri üzerine kapsamlı eleştirel metinler yazmış. Kitabın son bölümünde ise bugüne kadar pek rastlamadığımız bir yöntemle; Mehmet Kaplan’ın Nâzım’ın bu şiiri üzerine yazdığı eleştirisine karşı geliştirdiği bir eleştirel metinle yanıt veriyor. Necmi Selamet’le Eskişehir’de, makina seslerinin yoğun bulunduğu, "trrrrum, trrrrum, trrrrum! trak tiki tak" sesleri arasında Eskişehir Garı’nın çayhanesinde söyleştik. ‘Nâzım’ı okumadan onun hakkında bir tümce bile kurulmamalı’ birlikte yol almamalı. Şiirin kuramı ve poetikası gibi, eleştirinin de kuramı ve poetikası vardır ki; elliden fazla inceleme ve eleştiri yöntemi vardır. Eleştirmen, şiirin kuram ve poetikası konusunda kendisini biriktirdiği kadar, eleştiri yöntemleri konusunda da kültürel birikim edinir. Olmaz demiyorum, ama olmamalıdır. Eleştiriye nesnellik konusunda kuşkular getirir. Şairin kendi özgünlüğü ile nesnel eleştiri çatışmaya çok yakın durur; nesnel ya da diğer yöntemlerde şairin özgünlüğü bir tür eleştirel daralmaya neden olabilir ki bundan özgünlüğünü kazanmış bir şairin kaçınabilmesi oldukça zordur; kolayca yanlılık oluşur. Deneysel, görsel ve somut şiire bakış açımız bu nedenle oldukça dardır. Bazı şairler ve hatta eleştirmenler kendi şiir anlayışlarını merkeze koyup, bu türe, bu biçimde yaklaşmaya yeltenirler; özgünlük tetikleyicidir bu anlamda. Oysa yukarıda da söylemiştim: Çok zengin bir şiirimiz var. Aynı dönem içinde çok sayıda poetik anlayışı içeren şiirler yayımlanıyor dergilerde, ki; bu zenginlik Tanzimat döneminden bugüne dek sürmektedir. kasına ilişkin kitaplar, şiir kitaplarına göre daha az sayıda basılıyor; eleştiri de bunun içinde. Böyle olunca, eleştiri üzerine yazılmış kitapların çok olmasına rağmen, baskı adedinin azlığı; görece bir yok oluş sinyali veriyor. Şiir kitapları için de geçerlidir bu saptama. Bizi yanıltan bu görecelik... ÖZEL BİR SÜREÇ Yazınsal alanda on yedinci yüzyıldan sonra etkisini göstermeye başlayan roman ve öyküye gelelim: Geçtiğimiz yüzyıldan başlayarak roman ve öykünün daha çok yazıldığını ve okunduğunu biliyoruz. Bundan kuşkumuz yok. Demek ki, toplum kendini eskiye göre daha çok ifade edebilme gereksinimi duyuyor. Bu aynı zamanda toplumun kendini ifade edebilme zorluğu içinde olduğunun da bir göstergesidir. Matbaanın Türkiye’ye üç yüz yıllık geç girişini de hesaba katacak olursak bunun bizde özel bir süreç olduğunu söylemek olasıdır. Çünkü diğer toplumlara ve uluslara göre o kadar yıllık bir birikimden mahrumiyetimiz söz konusudur. Kendini ifade edebilme zorluğu çeken bir toplumda roman ve öykünün hızla gelişmesi beklenemez; buna bağlı olarak roman ve öykü eleştirisinin de... Örneğin ilginçtir; roman, on dokuzuncu yüzyılda bir altın çağ yaşamıştır. Kısa bir süre etkisini yitirdikten sonra yirminci yüzyılın ilk yarısında yazınsal alanda yeniden etkili olmuştur. Bunun nedenleri, Mary McCarthy’in deyişiyle romanın ancak gerçeklikle çok yakın bir bağ içinde var olabilmesi ile açıklanabilir. Hep bu iniş çıkışlarda "Roman öldü, ölüyor!" gibi feryatlar atılmış... Şiirin de bugünkü durumu budur. 1900’lerden başlayarak aynı feryatlar zaman zaman şiir için de atılmıştır; ama bu arada ne roman ne de şiir, ölüme gereği kadar hiç yaklaşmamışlardır... Bu soruyu önce sormalıydım ama… Peki, şiire ilgiyi nasıl görüyorsunuz? Gittikçe üvey evlat haline dönüştüğünü söylemek olası mı? Yukarıda söylediğim gibi, bu görecelik umutsuzluk aşılıyor. Ancak yineliyorum, niceliksel açıdan ideal okuma sürecini aşamamış bir toplumuz. Bütün sanatlar bundan payını alıyor. Bunun nedenlerini yalnız ekonomik olanaklara değil, bununla birlikte eğitim ve öğretimin yetersizliği konusuna da dayandırmak gerekir. E bir de yüzümüzü iktidarlara dönecek olursak, asıl neden kendiliğinden ortaya çıkar: Cumhuriyetin ilanından itibaren tek parti dönemi ve dahası 1960 ve sonrasında 20 yıllık bir dönem içinde üç defa askeri darbelerle demokrasinin kesintiye uğratılması asıl önemli sorundur. Düşünce özgürlüğünün olmadığı bir ülkede yazınsal alanın aldığı yaraları düşünmek içimi ürpertiyor. Bu yasaklar, kendini ifade edebilme zorluğunu aşmamıza engel oluyordu. 1980’lerde uluorta kitapların yakıldığını gördük. Her açıdan olduğu gibi, kültürel açıdan da gelişememiş bir toplum önünde kitap yakmanın etkileri küçümsenemez. Buna rağmen, şiirimizin, genel anlamda edebiyatımızın ve eleştirimizin bence "ölüyor" KİTAP SAYI ? Erdem ÖZTOP S ayın Necmi Selamet, ilk sorum genel anlamda olacak, sizi tanımaya yönelik; nereden doğdu şiirle olan ilişkiniz? Neden roman/öykü değil de, illaki şiir, biraz anlatır mısınız? Şiire olan ilgi küçük yaşlarda başlar; hep böyledir, çünkü, küçük yaşlarda etkiye açık bir yapımız vardır. Hemen Özdemir İnce’nin "Tabula Rasa" adlı kitabı ve yazısı aklıma geliverdi; Latince sözlük anlamı "boş levha" demektir bilirsiniz; yani "boş beyin", boş ve aç beyin. Şiir, kendine özgü dili, çarpıcılığı, uzun uzun anlatılması gereken birbirine bağlı pek çok unsuru, kavramı, düşünceyi tek bir dizeye sığdırabilme yeteneği sayesinde, o yaşlarda açık olan pencereden kolayca içeriye sızar. Hep de böyle olmuştur zaten. Bir biçimde sızmışsa da defalarca ara verseniz de yeniden dönersiniz. Roman ve öyküde böyle değildir. Küçük yaşlarda şiir gibi roman yazma hevesi de sürekli içinizde çiçek gibi açıktır ama, şiirin sözdizimi, ritmi diğerlerine göre her zaman daha baskındır. Roman ve öyküye göre, şiirin estetik değerleri daha kısa zaman içinde kendini ele verir, daha kısa zaman içinde algılanır; bu da etkileme konusunda sürekli bir biçimde diğer yazınsal metinlere göre onu ilk sırada tutar. Müzik, dans ve resim sanatının da buna benzer, algılama konusunda kendilerini önceleten nitelikleri vardır. Yürürken müzik dinleyebilirsiniz, ama roman, öykü gibi sanatlar sizi sabitler. Resim ve şiir içeride ya da dışarıda sürekli olarak sizinle olabilecek olanaklara sahiptir. Ona ilgi duymanız, yalnızca yazmak ya da çizmek anlamına gelmez. DAHA İYİ ŞİİR... Peki, neden bıraktınız şiir yazmayı da şiir eleştirisine yöneldiniz? İkisi aynı düzlükte yol alamıyor muydu? Soru, zorunlu bir biçimde böyle geliyor tabii... Şiiri bırakmadım, sürekli şiir okurum ve sürekli onun için düşünürüm. Yazmak anlamında da bıraktığım söyleneSAYFA 24 mez. Şiir yazarken yazdıklarımla okuduklarımı karşılaştırdığımda, doğal biçimde daha iyi şiir nasıl yazılabilir sorusunun yanıtını aradım; baktım ki sonu yok daha iyi şiirin. Üstelik sürekli tartışılan değişken bir yapıya da sahip. Özgünlük, bu değişkenliklerin iyi kavranmasıyla kazanılabilen bir durum. Bizim şiirimiz çok zengin. Bunca zenginliğin içinde bu zenginliğin oluşumu ve nasıllığı konusunda derinlere daldıkça şiirden uzaklaştığımı, giderek bu nasıllığın daha çok ilgimi çektiğini fark ettim. Bunun sonucu okuduklarıma eleştirel ve incelemeci gözü ile bakmaya başladım. Çünkü şiirin, kendinden başka, yazıldığı söylendiği sözcüklerin dışında da doğurgan bir anlam evreni vardır. Şiirin bu doğurgan yanlarını saptamak bence şiir yazmak kadar değerlidir. Eleştiri ya da inceleme metninin de şiirden pek farklı olmadığını düşünüyorum. Onun sürecini, anlam evrenini, yapısını, dilini, kısacası diğer tüm bireşimsel öğelerini açığa çıkarmak, şiiri incelemek, şiir yazmak gibi bir şey; tersine bir durum var burada, şair şiiri kurar; eleştirmen ya da incelemeci ise yapıbozum, dizge öğelerinin ayrıştırılması aracılığı ile onu çözümler ya da yargılar, yeniden yorumlar. Bu yüzden yazmak anlamında da bıraktığım söylenemez dedim gönül rahatlığı ile... Şiirin kuram ve poetikasına bu denli yakın olmak, ona eleştirel yaklaşımı zorunlu kılar. Bu yüzden bazı şairlerimiz hem şiir yazarlar ve hem de eleştirmen olduklarını iddia ederler; bu anlamda da metinler üretirler. Kuramsal ya da poetik metinlerin eleştiri metni olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım olmasa gerek. Şiir ya da şaire ilişkin genel saptamalar eleştiri alanına girseler bile, bunlar eleştiri metni değildir. Bana göre, bireyde, şiir ve eleştiri KÜÇÜMSENMEYECEK DEĞERLER Şiir eleştirisine nasıl bakıyorsunuz Türkiye’de? Roman ve öykü için, eleştirinin gittikçe yok olmaya yüz tuttuğu söyleniyor, bu, şiir için de geçerli mi örneğin? Toplumu, "Okumuyor!" diye nitelemek pek doğru bir yaklaşım değildir. Okuma alışkanlığının ideal biçimde yaygın olmadığını söylemek daha yerinde bir saptama olur. Okuyan bir kesim vardır, ancak her okuyan, sanatsal değer peşinde değildir. Sorunumuz bu bence. Böyle olunca da, üretilmiş sanatsal değerlere ilişkin eleştiri metinlerinin su yüzünde kalamaması doğaldır. Aslında her alanda eleştirimiz küçümsenmeyecek değerler üretmektedir. Bu açılardan bakınca şiirin payına düşen üzücüdür. Şiir okunmuyor ise şiir eleştirisi de gelişmeyecektir; bu doğaldır. Çünkü; şiir de, eleştiri de biraz olsun, okur gözüne, ilgisine gereksinim duyar. Şiir kitapları az satıyorsa şiir eleştirisine ilişkin kitapların daha az sattığını söylemek gerek. Toplumumuzda sanatsal anlamda iletişim ve etkileşim açısından, hatta sanatsal türler arasında da önemli kopukluklar var. Örneğin şiir, müzik ve dans birlikte doğmuşlardır. Bir şiir etkinliğinde müzisyenlerin şiire yakın kişiler kadar bir kitle oluşturması gerekir. Dans için de aynı şey söylenebilir. Herhangi bir türün kuram ya da poeti ? CUMHURİYET 889
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear