Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
“Öykünün Şimdiki Zamanı” üzerine… Dün’den bugün’e öyküler, öykücüler “Öykünün Şimdiki Zamanı”, 1980'lerden sonra Türk edebiyatına girmiş, neden sonra bu döneme damgasını vurmuş yirmi beş öykücünün seçilmiş öykülerini bir araya topluyor. Memet Baydur, Cemil Kavukçu, Feride Çiçekoğlu, Mahir Öztaş, Hasan Özkılıç, Kadri Öztopçu, Mehmet Günsür, Murathan Mungan, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Mario Levi, Faruk Ulay, Özcan Karabulut, Hasan Ali Toptaş, Hakan Şenocak, Ayfer Tunç, Müge İplikçi, Barış Bıçakçı, İnan Çetin, Doğan Yarıcı, Aslı Erdoğan, Behçet Çelik, Sibel K. Türker, Murat Yalçın, Sema Kaygusuz, Faruk Duman kitapta imzası bulunan öykücüler… ? Melike KOÇAK “Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpâre geniş bir ânın Parçalanmaz akışında” * Dünbugün, ben ve öykü: kumaya ne zaman gönül verdim, elimden neler düşmezdi, ne kadar okurdum, beni en çok kimler etkilemiştir; belleğimde bu soruların yanıtlarını tam olarak bulamıyorum. Çetelemde eksikler var ya da henüz o vakitler çetele tutmuyordum. Okurken yaşadığımı, düşündüğümü, seyahat ettiğimi, tartıştığımı, hayaller kurduğumu, başka başka insanlarla tanıştığımı... bunları pek iyi hatırlıyorum. Okullarda okutulan soğuk, asık suratlı, didaktik metinlerin arasında boğulmaktayken Sait Faik'in “Karanfiller ve Domates Suyu” boğulacakken nefes almak demekti. “Gözlerinle oku, parmağınla takip etme, kitapla aranda iki karış mesafe olsun, hadi sen devam et...” uyarıları, emirleri arasında, aynı öyküyü tekrar tekrar okurken öyküyle ilgili soruları yanıtlamak yerine, zihnimde kendi öykümü kurmaktaydım. Refik Halit'in “Eskici”, Memduh Şevket Esendal'ın “Mendil Altında”, Orhan Kemal'in “Çamaşırcının Kızı” hikâyeleri ve tekrar tekrar Sait Faik; “Hişt, Hişt!..”, “Semaver”, “Havuz Başı”, soğuk duvarların ve sert emirlerin arasından sıcacık gülümsüyorlardı bitmeyen kırk dakikalarda. Bu tanışıklıkların her biri başka kapılar aralamaktaydı. Sait Faik, ilk sığınağım olduğunda, bunun ne büyük bir lütuf olduğunu bilecek yaşta değildim. Şimdiden düne baktığımda o ânı epeyce bir yüceltir, kutsarım kendi kendime. Öyküler, öykücüler arasında dolanır, oradan oraya atlaya zıplaya okurken yönsüz yolsuz kaldığım dönemlerde, Semih Gümüş'ün Adam Yayınları'ndan yayımlanan “Kısa Öykü Antolojisi” yardımcılarımdan biri olmuştu. Yeni yazarlar, öyküler... “Gül Yaprağının Pembe Sesi”yle Nezihe Meriç, “İlki”yle Vüs'at O. Bener, “Nehir”le Füruzan, “Unutulan”la Oğuz Atay, “AnSAYFA 10 O Soğuk duvarların arasında, Fuzuli'nin “Leylâ ile Mecnun”unda, Şeyh Galip'in “Hüsn ü Aşk”ında, “Dede Korkut Hikâyeleri”nde, destanlarda, “Tahir ile Zühre”de gösterilmeyenleri görmeye, keşfetmeye, zihnimdekilerle birleştirmeye, karşılaştırmaya çalışırken damarları ayrıştırıyordum. Bu sıralarda dünyama Çehov girdi, Mauppsant, Hemingway, Faulkner; derken derken Kafka, Dostoyevski, Kathrine Mansfield, Cortazar, Borges... Kışkırtıcı okumalardı, biri öbürünü tetikliyordu, biri öbürüne sürüklüyordu. Sonrası karışık, ayrıştırılamaz bir hale büründü. Hızla kitaplar basıldı, basılmakta; antolojiler, dergiler çıktı, çıkmakta... Yine, yeni, tekrar... Güzel, nitelikli, etkili, işlevsel, farklı ya da tam tersi. Dün, Öykü: İçinden çıkılamayan 'sonra'ya geçmeden, 'önce'sine bakılmalı. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın peşi sıra giderken öncesini bırakıp da koşulsuzca sonraya koşmak, pek mümkün olmasa gerek. Doğu'dan dün'e bakıldığında, daha da Doğu'ya uzanıldığında, hikâye, tahkiye nehrinin güçlü, zengin, geniş akan kolları görülür. Destanlar, halk hikâyeleri, mesneviler, masallar, hatta meddah hikâyeleri bunun kanıtlarındandır. Maddeden, zamandan, analitik bakıştan uzaklık mıdır tahkiye gücünü bu denli diri tutan; yoksa coğrafya mıdır, iklim midir, toprağın, topraktaki kültürün gücü müdür; hepsi midir; tek yanıtı yoktur belki; ama hepsinin bileşkesi olduğu, bütün olduğu, parçalanmamış olduğu söylenebilir. Sırlarla dolu, gizemli bu atmosferde; içte ve dışta acıların hep yaşandığı bu coğrafyada; bireyle topluluk; modernle gelenek, hatta Doğu ile Batı arasında kalınmış bu yapıda anlatılmış ve anlatılacak pek çok hikâye olduğu aşikârdır. Bütün hikâyelerin Shakespeare tarafından anlatılıp bittiği yargısı, bir önyargı değilse nedir insan varolduğu müddetçe? Türkçe yazılan, çizilen edebiyatın şimdi'sine değil de önce'sine bakıldı lat Bana” ile Tomris Uyar, “Geyikler, Annem ve Almanya” ile Nursel Duruel buluşmaları, antolojiden kitaplara uzanan uzun soluklu okuma dönemlerini başlatmıştı. Kesintisiz okumalar sırasında, Bilge Karasu, Tahsin Yücel, Leylâ Erbil, Feride Çiçekoğlu... Her biri birbirinden farklı keyifli derslerdi. Ve üniversitedeydi; beklenenle bulunanın arasında uçurumların olduğu mekân. Gri kapıların, uzun amfilerin dışında bir dünyada soluk alıp veriyordu edebiyat, burada değil. “Adam Öykü” dışarıdaki öykü okullarından biri idi. Kısa öykü, kısa kısa öykü, eleştirel, çözümleyici okumalarla şekillenen eleştiri yazıları; farklı dillerden çevrilen öyküler, Doğu Edebiyatı, İskoç Kısa Öyküsü, İspanyolca'dan Sesler, kadın yazarlar, Edgar Allan Poe özel sayısı; dünden bugüne unutulanlar, bugün kimler var; söyleşiler, soruşturmalar; edebiyatta kuşak, dönem 1950 kuşağı, öncesi, 1980 sonrasıyla ilk karşılaşmalar... Ve yeni tanışıklıklar, izi sürülecek yazarların keşfi: Cemil Kavukçu, Ayfer Tunç, Murat Gülsoy, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Müge İplikçi, Aslı Erdoğan, Sema Kaygusuz... ğında, Tanzimat'la hatta öncesinde başlayan Batlılaşma hareketinin edebiyattaki karşılığının, Samipaşazade Sezai'de, Nabizâde Nâzım'da, Ahmet Mithat Efendi'de; sonraları Hüseyin Rahmi Gürpınar'da, Halit Ziya Uşaklıgil'de vücut bulduğu ve hatta buradan Halit Ziya Uşaklıgil'in güçlü bir ses olarak yükseldiği görülür. Batılı anlamda ürünler verilmeye başlanmışken, millileşme arzularıyla şekillenen dönemde izleklerin birbirini yinelemesi söz konusuyken Memduh Şevket Esendal, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık, edebiyat yatağında öykü kanalını farklı hikâyeler, dil kurguları, biçemlerle genişletmiş, derinleştirmiştir. Batılı anlamda öykü türünün ilk örneklerinin verilmesi Tanzimat Dönemi Edebiyatı'yla başlayıp Serveti Fünun'la devam etmiş; Milli Edebiyat ve Cumhuriyet sonrası ile yeni yeni açılan kanallardan akmaya başlamıştır. Öznel bir bakışla; Ahmet Mithat Efendi, Halit Ziya Uşaklıgil, hatta Hüseyin Rahmi Gürpınar bir rafa; ikincisine Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay; Ahmet Hamdi Tanpınar Abdullah Efendi'nin Rüyaları'yla ayrı bir rafa; Memduh Şevket Esendal, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık da ayrı ayrı raflara yerleştirilebilir gibi. Yanlarına başkaları dahil edilebilir, yer değiştirilir zaman içerisinde. 1950'lere gelindiğinde, değeri dönemi içerisinde bilinmiş olsa da olmasa da bugün bakıldığında toplumsal, siyasal, ekonomik koşulların da şekillendirdiği hareketli, zengin, güçlü bir öyküden, öykücüler kuşağından söz edilebilir. Bütün bunlardan hangisi hakkıyla eleştirilmiş, değerlendirilmiş, çözümlenmiş, irdelenmiş ve hatta anlaşılmıştır diye sorulduğunda; cevap vermek kolay değil; biraz da verilecek cevap ağır olacağından, yüz kızartacağından, mahcup edeceğinden olsa gerek. 1980 sonrası yazanlar için, “Öykünün Şimdiki Zamanı” için durum nasıldır? Farklı zaman ve mekânlarda, zeminlerde, oturumlarda, söyleşilerde parça parça sözler hatta zaman zaman yergilerin dozunun, şiddetinin iyiden iyiye arttığı, sertleştiği sözler üretilmiştir. Şimdi'yi gelecekte dün olarak konuşmak daha çok sevilir, tercih edilir. Bir çırpıda sayılabilecek Oğuz Atay'ın, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, Yusuf Atılgan'ın kıymetinin de anlaşılamaması gibi. Geç kalmış konuşmalar, sözler havada asılı kalır çoğu zaman. Şimdi'nin konuşulması geleceğe kalmamalıdır oysa. Semih Gümüş'ün hazırladığı “Öykünün Şimdiki Zamanı/Bugünün Ustaları” adlı Notos Kitap'tan çıkmış antoloji ilkin şimdi'nin şimdi içinde konuşulması açısından önem taşımakta. Bugün, öykü: “Yekpâre, geniş bir ânın parçalanmaz akışında” değiliz uzun zamandır; lakin bunu bugün daha acı, daha derinden yaşamaktayız. “Yekpâre” değil de “pâre pâre” hayatlar. Parçalanmış zamanları yaşarken, bulduğumuz parçalarda yaşamaya başladık. Öykü, ruhunda devamlılığı taşısa; dili, anlamları, beslendiği damarları devamlılıktan koptukça zayıflayacak olsa da parçalardan, parçadan kurulmuş bütünlüklü yapısı, kuruluşu/kurgusu gereği devamlılığı olmayan zamanlara denk düşer. İnsanın ve hayatının bir KİTAP SAYI ? CUMHURİYET 931