Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? mam gereken bir hikâye vardı ve bu mi”nin ilk bölümünü oluşturdu. Bihikâyeyi anlatmanın en doğru (hatta limkurgu yazarı Ursula K. LeGuin, “tek”) yolunun romandan geçtiğini “Romanlarınızı nasıl tasarladınız?” düşündüm. sorusuna “Ben bir şey tasarlamadım Nasıl oldu yazılma hikâyesi, bahki buldum. Ben mühendis değilim, seder misiniz biraz? Yazılan bir senarkâşifim” diye yanıt vermiş. Aynı şey yodan mı çıkageldi? birçok yazar gibi benim için de ge “Hikâye”den, “hikâye anlatçerli. “Anne, Tut Elimi”de, konuşmak”tan bu kadar bahsettikten sonmadığı için sözlerini kâğıda döken ra, sizin de bir “yazılma hikâyesi”ni Ceren’in nasıl yazdığını anlattığı bir gündeme getirmeniz isabetli oldu... bölüm var. “Sanki benim söyleyecek Hikâye şöyle başladı: Bundan 5 sene sözüm yok ama elimde bir kalem var. önce, o dönemde çalıştığım işyerinde Bir başkasının da söyleyecek sözü otururken aniden bir sayfalık bir mevar ama kalemi yok. Ben onun yerine tin yazdım. Bu metin “Ben konuşyazıyorum” diyor. Bu sözler, benim saydım, size konuşmanın nasıl bir roman yazma sürecimi de açıklıyor... şey olduğunu anlatırdım” cümlesiyle İkinci sorunuza da cevap vermiş olbaşlıyor, “Ben konuşsaydım, susardum böylelikle. “Anne, Tut Elimi”yi dım” cümlesiyle sona eriyordu. Bu hiçbir zaman senaryo olarak düşünmetnin nereden çıktığını ya da ne olmedim. İlk günden itibaren bir roduğunu kesinlikle bilmiyordum. Hiç mandı. düşünmeden yazmıştım. Bir arkadaAYDINLIK VE UMUTLU şıma okuttum. “Güzelmiş” dedi ve HİKÂYELER sordu: “Ne bu?” “Bilmiyorum” dedim, “olsa olsa bir romanın ilk bölü Ceren’in trajedilerinden kesitler müdür”. Aklımca espri yapıyorsunuyorsunuz bize bu ilk romanda! dum... Nereden çıktığı belirsiz bu Sahi trajedi denebilir mi? metinle birkaç hafta daha ilgilendim, Bence denemez. “Anne, Tut Eline olduğunu anlamaya çalıştım. Bimi”de, keza “Büyük Deniz Yükselirinci tekil şahısla yazılmıştı. Metni yor”da, acılar, korkular ve hüzün okuyunca iki şey anlaşılıyordu: Söz önemli bir yer tutuyorsa da, sonuçta konusu “şahıs” küçük bir çocuktu ikisi de aydınlık ve umutlu hikâyeler (bir kız çocuğu olduğuna karar veranlatıyor. Ceren’in “trajedi”si yaşadim) ve dilsiz olmamasına rağmen dıklarıyla değil, yaşadıklarını ve kenkonuşmuyordu. Bu sefer kendime disini nasıl algıladığıyla ilişkili. Ki“Peki bu kız kimin nesi?”, “Başıntaptan alıntı yaparak söyleyeyim: dan neler geçmiş?”, “Neden konuş“Ne olduğu hiç önemli değil. Neremuyor?” gibi sorular sormaya başladen baktığın önemli.” Yalnız, o söz dım. Bu sorular beraberinde çeşitli ettiğim aydınlığa çıkmak için bazen karakterler, yan öyküler ve cümleler karanlıklardan geçmek gerekiyor. İngetirdi. O birkaç hafta boyunca bunsanoğlu maalesef böyle bir tür. Böyle ları not aldım ve sonra bir kenara bıöğreniyor ve büyüyoruz. raktım. Yarım kalan işlerin arasına Bir söyleşinizde “Başka bir yere atıverdim... Aradan bir yıl geçti. İşçıkmak için de mutsuz olmak gerekiten ayrıldım. Bir süre sonra, yarım yor, mutlu mesutken kimse bir yere kalan bir senaryoyu tamamlama nigitmez, insanları değiştiren olaylar yetiyle bilgisayarın başına oturdum. hep trajedilerdir” diyorsunuz ve “İkinFakat içimden bir ses “O senaryoya ci romanda da buna benzer olaylar başlamadan önce, gel bilgisayarını tara, yarım kalan dosyalarına göz at” dedi. Sese uyup dosyaları karıştırmaya, okumaya, ayıklamaya başladım. Sıra “Ben konuşsaydım” diye başlayan metne gelince tuhaf bir şey oldu, birden o metnin devamı niteliğinde, iki sayfalık bir metin yazdım. Ve yazarken hüngür hüngür ağladım. Yazdıklarımda trajik bir taraf olmadığından, ağlamamın yazının içeriğiyle değil hikâyenin bütünüyle ilgili olduğunu anladım ve “Ben bu hikâyenin peşini bırakamam” diye düşündüm. Gerçekten bırakamadım. Bir yıl sonra ortaya “Anne, Tut Elimi” çıktı. Arkadaşıma şaka niyetine söylediğim şey de gerçek ol“ ‘Anne, Tut Elimi’ Ceren’in ve biraz da babasının hikâyesi. ‘Büyük du bu arada. O gün Deniz Yükseliyor’ daha ‘geniş’ bir roman. Merkezinde üç ana kayazdığım metin, rakter var ama eşeleyince arkadan önce yan karakterler, sonra bütün bir ülke çıkıyor” diyor Uygar Şirin. “Anne, Tut EliKİTAP SAYI 855 olacak”, hatta öyle ki bu durum “belli bir yaşa gelinceye kadar devam edecek” diyorsunuz. Peki bu hal yeni romanınızda da devam ediyor öyleyse, anlatır mısınız biraz geçen günlerde yayımlanan romanınız ‘Büyük Deniz Yükseliyor’u? Dediğim gibi, anlamak, öğrenmek ve büyümek iki romanımın ortak temaları. Buna karşılık “Anne, Tut Elimi” Ceren’in ve biraz da babasının hikâyesiyken, “Büyük Deniz Yükseliyor” daha “geniş” bir roman. Merkezinde üç ana karakter var ama eşeleyince arkadan önce yan karakterler, sonra bütün bir ülke çıkıyor... “Büyük Deniz Yükseliyor” temelde bir yol hikâyesi. Yaşadıkları yeri çevreleyen deniz günün birinde beklenmedik bir hızla yükselmeye başlayınca, ölümle burun buruna geldiklerini düşünen ama aslında yeni ve bambaşka bir hayata başlayan insanları anlatıyor. “Yol”, “öykü” ve “inanç” kavramları etrafında şekilleniyor. Üç farklı kimlik, Çağrı Kürşat ve Ada… Büyük Deniz’in yükselişine direnmeye çalışıyorlar… Ya da?.. Evet, tam olarak direnmeye çalıştıkları söylenemez. Aynı olaya birbirlerinden çok farklı tepkiler veriyorlar. Kürşat ne yapacağını bilmez bir haldeyken, karşısına Ada çıkıyor. Ada’nın önerdiği, önermek zorunda kaldığı çözüm yolu o kadar sıra dışı ve akıl almaz ki, Kürşat “Belki de kurtuluş bu yoldadır” diye düşünüyor. Halbuki çıktıkları yolculuğun sonunda, kurtuluş değil ölüm varmış gibi görünüyor... Çağrı’nın ilk tepkisi ise öfke oluyor. Hayata karşı beslediği temel his bu zaten; öfke. Ama hiçbir karakter roman boyunca olduğu gibi kalmıyor. Sürekli değişiyor, dönüşüyorlar. Bir yandan da ölüm kalım mücadelesi veriyorlar. İnsanın kendini keşfetmesine ve büyümesine uygun bir ortam yani... Denizin yükselmesini kelimenin gerçek anlamıyla algılamamız şart değil. Her birimizin başına gelen ve bizi hayatta yeni bir duruş almaya zorlayan, beklenmedik ve büyük bir olay diye düşünebiliriz. Yazarlık emelleri güden Ada’da Uygar Şirin ne kadar vardır peki? Bir parça var. İnsanın yazmayı çok isteyip, aynı zamanda yazmaktan çok korkması; masa başına oturmamak için binbir bahane uydurması; yazdıklarının dünyanın en berbat metni olduğunu düşünüp, bir süre sonra “Aslında fena değiller” demesi nasıl bir şeydir, bilirim. Her yazar bilir. Evde, çalışma masamın yanında Gustave Flaubert’in bir mektubundan yapılan bir alıntı durur. Flaubert orada, “Madame Bovary”yi yazarken nasıl bir an kendinden nefret ederken, bir an sonra kalbi sevinçten küt küt atarak yeniden yazmaya koyulduğunu anlatır. Flaubert’in böyle gelgitleri varsa, Ada’nın haydi haydi vardır. MİTOLOJİ VE EFSANE Romanınız masallardan, fantastik öğelerden ne kadar beslendi? Masallardan değil ama mitolojiden ve efsanelerden beslendi. Ve tabii dinlerden de. “Büyük Deniz Yükseliyor”u yazmadan önce zamanımın önemli bir bölümünü, bu konulara ilişkin yaptığım okumalara ayırdım. Dönüp dolaşıp “öykü” diyorum, yine oraya geleceğim. Mitler, efsaneler gibi, dinler de bize çeşitli öyküler anlatıyor aslında. Ben “Büyük Deniz Yükseliyor”da bütün bu öyküleri birbirinden ayıran unsurlara değil de, birleştiren unsurlara yoğunlaşmaya çalıştım. Çünkü bana öyle geliyor ki, farklılık öykülerde değil, bizim öyküleri nasıl anlayıp yorumladığımızda yatıyor. Bütün öyküler tek bir “öykü”yü anlatıyor ama biz dinlediğimizde, okuduğumuzda farklı şeyler görüyoruz. Uyu ülke! Uyurken güzelleşiyorsun, denir ama bir de bakarız, uyu ülke, sularda boğuluyorsun, bizi irkiltir! Ülke elden mi gidiyor Sevgili Uygar Şirin? Gelin son olarak, ülkeyi kurtarma operasyonu yapalım biz de... “Uyu Ülke! Uyurken güzelleşiyorsun!” cümlesi bildiğiniz gibi bana ait değil. Ben yazdım tabii ama “Büyük Deniz Yükseliyor”daki gazeteciyazar Atıl Yalçın’ın kalemine uygun gördüm.... Sizin bana sorduğunuz soruyu, ben romanın okurlarına ve karakterlerine soruyorum: Deniz yükselse ne yaparsınız? Kürşat gibi akışına mı bırakırsınız, yoksa Çağrı gibi savaşır mısınız? Yalan gibi “Bana bir şey olmaz” mı dersiniz, yoksa Engin gibi bir heykele sığınıp, onun sizi kurtaracağını mı umarsınız? Herkesin, hepimizin cevabı farklı. Bence çözüm içimizde yatıyor. Her şey kendini anlamakla ve kendini büyütmekle başlıyor. Bundan sonra çizgi nasıl bir gidişat gösterecek, neler sunacaksınız bize? Planlanmış/planlanmamış projelerinizden bahseder misiniz? “Anne, Tut Elimi”nin yazılış hikâyesini duyduktan sonra, gelecekle ilgili bir şey söylesem de bana inanmamanız lazım... Farklı yollar var önümde. Bunlara üçüncü romanın çok çok kaba bir taslağı da dahil. Her şey bugüne kadar olduğu gibi ilerlerse hikâyelerden biri, belki şu anda hiç aklımda olmayan bir tanesi çıkıp kendini, kendi istediği biçimde yazdıracaktır. ? eoztop@aof.anadolu.edu.tr Anne, Tut Elimi!/ Uygar Şirin/ Doğan Kitap/ 191 s. Büyük Deniz Yükseliyor/ Uygar Şirin/ Doğan Kitap/ 416 s. CUMHURİYET SAYFA 5