Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? cı bulunur. Ne var ki, yılların düzensiz yaşamı ve Rusya’daki ağır yaşam koşulları Haşek’in sağlığını ciddi bir biçimde bozmuştur. Aslan Asker Şvayk’ın ilk üç cildini tamamladıktan sonra dördüncü cildin ortalarına gelebilen Haşek, 3 Ocak 1923 günü öldüğünde yalnızca kırk yaşındadır. Yaroslav Haşek’in Aslan Asker Şvayk ve Dünya Savaşı’nda Başından Geçenler adlı romanını yerli yerine oturtabilmek için, Birinci Dünya Savaşı’nı, eskilerin deyişiyle Cihan Harbi ya da Harbi Umumî’yi şöyle bir anımsamakta yarar olduğu kanısındayım. 19141918 yılları arasında meydana gelen bu uluslararası savaşta Almanya, AvusturyaMacaristan, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti’nin oluşturduğu İttifak Devletleri ile Fransa, İngiltere, Rusya, İtalya, Japonya ve sonradan ABD’nin oluşturduğu İtilâf Devletleri karşı karşıya gelmişti. Bu evrensel boğazlaşmanın nedenleri 19. yüzyılın sonlarına uzanıyordu. Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirmiş ilk ülke olarak bir dünya imparatorluğu kurmuş olan İngiltere, üstünlüğünü korumakla birlikte, yükselen genç devletlerin tehdidiyle karşılaşıyordu. Bu devletlerin başında, hızla büyüyen ekonomisine yeni pazarlar arayan Almanya yer alıyordu. 19. yüzyılın son çeyreğinde büyük devletlerin dünyanın çeşitli yerlerindeki çıkar çatışmaları da alevlenmeye hazır bir dizi sıcak bölge yaratmış bulunuyordu. AvusturyaMacaristan ile Rusya’nın, Avrupa’da yıllardır süren uyumu bozarak Balkanlar’da egemenlik kurma çabaları; İngiltere ile Fransa’nın Asya’nın güneyinde bir dizi sömürge edinerek Çin’e sızmaları; Rusya’nın Orta Asya’ya doğru yayılması; Afrika’yı paylaşma savaşımının hızlı bir tırmanışa geçmesi... Tüm bu gelişmeler, Avrupa’daki ittifak sistemlerinde çeşitli değişiklikler yaratmıştı. Antalya Devlet Tiyatrosu’nda da sahnelenen ‘Aslan Asker Şvayk’tan bir görüntü. AVRUPA’NIN BARUT FIÇISI Bismarck sonrasında Weltpolitik (dünya politikası) izlemeye başlayan Almanya’nın AvusturyaMacaristan’la sıkı bir yakınlaşmaya girmesi, Rusya’nın Fransa’yla giderek bir askerî ittifak kurmasına yol açtı. İngiltere, Asya’nın yeni bir emperyalist gücü olan Japonya’yla anlaştı. Almanya’nın gittikçe güçlenen donanmasından ürken İngiltere, Japonya karşısındaki yenilgiyle güç duruma düşen Rusya’yla Asya’daki rekabete son veren bir anlaşma yapma olanağı buldu. Böylece Fransa, İngiltere ve Rusya arasındaki Üçlü İttifak kurulmuş oldu. Rusya’nın 1905 yenilgisini ve Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet’in ilânının yarattığı iktidar boşluğunu fırsat bilen AvusturyaMacaristan, çatışmanın dondurulmuş olduğu Balkanlar’da harekete geçti. Almanya’nın bu ülkeye verdiği destek karşısında gerilemek zorunda kalan Rusya, 1912’de Balkan ülkelerinin birleşerek Osmanlı Devleti’ne savaş açmasını sağladı ve böylece bölgede yeniden inisiyatifi ele geçirdi. Osmanlıların ağır yenilgisinin ardından Balkan ülkelerinin birbirleriyle savaşa tutuşması, Avrupa’nın büyük devletlerini duruma el koymaya yöneltti. Gerçekleştirilen bir dizi antlaşma görünüşte bir barış havası yaratır gibi olduysa da, Güney Slav milliyetçiliğinin odağı durumuna gelen Sırbistan ile AvusturyaMacaristan arasında keskin bir düşmanlığın tohumu da atılmış oldu. İmparatorluk içindeki öteki milliyetlerin ayaklanmasından çekinen Avusturya’nın Sırbistan’a baskı uygulamaya yönelmesi, Avrupa’nın barut fıçısı olarak kabul edilen Balkanlar’da Birinci Dünya Savaşı’na yol açacak kıvılcımın parlamasına yol açtı. Gavrilo Printsip adlı bir Sırp milliyetçisinin, askerî manevraları denetlemek için Bosna’da bulunan Avusturya Veliaht Prensi Franz Ferdinand’la karısını 28 Haziran 1914’te öldürmesi, öteden beri Sırbistan’a gözdağı vermek isteyen Avusturya’ya gereken fırsatı yaratmış oldu. İşte bu temel üstünde gelişen süreçte, dünya devletleri birbirine girdi. Dört yıl süren kanlı savaşlar CUMHURİYET KİTAP SAYI İttifak Devletleri’nin yenilgisiyle sona erdi. 65 milyon askerin seferber edildiği savaşta İtilâf Devletleri 5 milyon, İttifak Devletleri de 4 milyon kayıp verirken, Avrupa haritasında önemli değişiklikler meydana geldi. İşte, Haşek’in kahramanı Şvayk, Prag’da bir yandan soysuz hilkat garibelerini millete soylu köpekler diye yutturmakla, bir yandan da dizlerindeki romatizma ağrılarıyla uğraşırken, kendini birden böylesi bir boğazlaşmanın içinde bulur. Ama Aslan Asker Şvayk romanında, bu uluslararası kapışmanın yanı sıra, Çek ulusunun Avusturya İmparatorluğu’na, Habsburgların egemen kılmaya çalıştığı Alman dili ve kültürüne karşı gösterdikleri direnişin, verdikleri bağımsızlık savaşımının gündelik yaşamdaki yansımalarını da izleriz; kuşkusuz, Haşek’in her zamanki ince alaycılığıyla. O yüzden, Aslan Asker Şvayk, savaşa karşı apaçık bir edebî manifesto olmasının yanı sıra, Avusturya ve Alman buyurganlığına karşı Çek kültürünün benzersiz bir kafa tutuşudur. Haşek’in romanının anahtarı, kuşku yok ki, Şvayk’ın kişiliğindedir. Şvayk, roman boyunca karşısına çıkan subayları, doktorları, yargıçları, polisleri olduğu kadar okurları da sürekli ikircikte bırakır. Akıllı mıdır, aptal mı? Saf mıdır, kurnaz mı? Çıkar gözetmez, kendi halinde biri midir, fırsatçının, çıkarcının teki mi? Gerçekten de karmaşık bir karakterdir Şvayk. Bana sorarsanız, önüne gelene övünçle anlattığı gibi bir zamanlar geri zekâlı raporu verilerek ordudan uzaklaştırılmış olan Şvayk’ın ahmağın teki olduğunu söylemek biraz zordur. Ama kimi zor durumlardan sıyrılmak için aptal görünmeyi başardığı söylenebilir; ordudan atılmasını da bu yeteneğine borçludur belki de. Çoğu kez lastikli lâflar eder, bazen söylediği sözden birkaç anlam çıkabilir, bazen de hiçbir anlam çıkmaz. Hele karşısındaki omzu kalabalıklardan biriyse, hiç sesini çıkarmaz, boyun eğmiş görünür. Paçayı kurtarmak için şaklabanlık ettiği bile olur. Ama verdiği yanıtlarda ve davranışlarında her zaman bir alaycılık, olup bitenin ayırdında bir hınzırlık sezilir. Şvayk cahilin teki de değildir. Bir öğretmenin kardeşidir. Kimileyin öyle şeyler anlatır, öyle konulara değinir ki, hiç de göründüğü kadar cahil olmadığını sezeriz. Anlattıklarından, epeyce dergi ve gazete okumuş olduğu çıkar ortaya. Bazen ettiği lâflardan, karşısındakinin kişiliğini çok iyi çözümlediği anlaşılır. Üstlerinin karşısında gerçek düşüncelerini gizlemekle kalmaz, kendi ayarındakilerle konuşurken de gerçek görüşlerini pek az açığa vurur. Öte yandan, kendini üstün bulduğu durumlarda ya da astları karşısında hiç de o kadar uysal değildir. Açığını yakaladığı astını acı835 masızca ezme fırsatını hiç kaçırmadığı gibi, zor duruma düşen üstüyle dalgasını geçme fırsatını değerlendirmekten de hiç geri kalmaz. Şvayk bazen sessiz sakin, yüzü yerde dolaşır durur, etliye sütlüye karışmaz. Kimi zaman da gevezeliğinden geçilmez, her işe burnunu sokar, ortalığı birbirine katar. Biraz Sancho Panza’lık, biraz Keloğlan’lık vardır onda; ama biz hangi nitelemeleri yakıştırmaya çalışırsak çalışalım, Şvayk onu çok daha karmaşık, çok daha canlı kılan tüm çelişkileriyle her zaman Şvayk’tır. Birçok özelliğiyle sapına kadar Çek’tir; biraz daha geniş tutarsak, Orta Avrupalıdır. Ama onu hem dünya edebiyatının ortak belleğinin en kalıcı karakterlerinden biri, hem de bizden biri, çağdaşımız, hemşerimiz kılan, dev bürokrasi aygıtının çarklarından sıyrılmaya çabalayan "küçük insan"ı nerdeyse tüm özellikleri ve çelişkileriyle temsil etmesidir. Yanılmıyorsam, Şvayk’ın hiç değişmeyen özelliği, yaşadığı dünyanın hoyratlıklarına, gündelik yaşamın hoşgörüsüzlüklerine, irili ufaklı güç sahiplerinin zorbalıklarına, savaşın acımasızlıklarına karşı her zaman edilgin bir direniş içinde olması, kendince bir var olma uğraşı vermesidir. sı, belki de, romanın ana öyküsünü kesip duran sayısız kısa öyküyü araya sokmasına karşın, kitabın akıcılığını ve anlatının canlılığını koruyabilmiş olmasındadır. Haşek’in Aslan Asker Şvayk romanının büyüklüğünü ilk ortaya koyanlardan biri, Franz Kafka’nın dehasını da keşfetmiş olan Max Brod’dur. "Haşek büyük bir humour ustasıydı," der Brod. "İleride belki de Cervantes ve Rabelais’yle aynı düzeyde tutulacaktır..." Cervantes, Don Quijote’de, 17. yüzyılın hemen başında değişen bir çağın yıkıcı gücünün karşısına sonsuz bir mizahla dikiliyordu. Rabelais, Pantagruel ve Gargantua’da, skolastik düşüncenin 16. yüzyılda vardığı bağnazlığı erişilmez bir kara mizahla yermişti. Aslan Asker Şvayk’ın yazılışının üstünden yüz yıla yakın bir zaman geçti; Haşek bugün, klasikler arasındaki yerlerini çoktan almış olan Cervantes ve Rabelais’yle aynı düzeyde tutulur mu, bilmiyorum. Ama Kafka’nın yakın dostu Brod’un Haşek’e de böylesi bir yakınlık duymasının nedenlerinin, yalnızca ikisinin de Çek ve Praglı olmalarıyla açıklanabileceğini sanmıyorum. KAFKA’YLA HAŞEK... Kafka’yla Haşek arasında, kuşkusuz, dağlar kadar fark vardır. Dahası, aralarında gerek kişilikleri, gerek edebiyatları açısından en küçük yakınlık yoktur dense yeridir. Taşralı Çek proletaryasından gelip Prag’da zengin tüccar olarak toplumsal saygınlığa erişen bir babayla aydın, varlıklı Alman Yahudisi bir kentsoylu ailesinden gelen bir annenin çocuğu olan Kafka’nın, okuduklarımızdan bildiğimiz kadarıyla, tedirgin, alıngan, ürkek, çekingen, alçakgönüllü, çevresiyle zor ilişki kuran, duygulu bir kişiliği vardı. Yaşamı boyunca Prag’ın eski kent kesiminden pek az ayrılmıştı. Almanca yazıyordu. Kendine özgü bir dindarlığı vardı. Haşek ise yoksul düşmüş bir öğretmenin oğluydu; çok küçük yaşta handiyse ortada kalmış, yoksunluklar içinde büyümüştü. Yazılanlardan, Kafka gibi çevresiyle zor ilişki kuran, tedirgin biri değil, yetkeye açıkça başkaldıran, asi, nerde akşam orda sabah biri olduğu çıkıyor. Sonra, Prag’la sınırlı kalmamış, nerdeyse tüm Orta Avrupa’yı dolaşmış, yıllarını deyim yerindeyse "gezginci serserilik"le geçirmiş Haşek. Alman kültürüyle bir bağı yok, hep Çekçe yazmış. Dine gelince; belli ki yola gelmez bir Tanrıtanımaz; Katolik Kilisesi’nden nefret ediyor. Tüm bunların ötesinde, Kafka’yla Haşek’in yazdıkları, anlattıkları, anlatımları da birbirine hiç benzemiyor. Ama gene de, eskiden beri, aralarında açıklanması zor bir bağ olduğunu düşünmüşümdür. İkisi de aynı yıllarda Prag’da yaşadıklarına göre, birbirlerinden habersiz, belki birkaç kez birbirlerinin yanından geçmişlerdir, diye geçirmişimdir içimden. Kafka’nın Şato’sunda, Dava’sında, Dönüşüm’ünde ilkin düz görünen, inceliklerini okudukça ele veren bir üslupla, kendi içinde geçerliliği olan bir dünyayla karşılaştığımızı, buna karşılık Haşek’in Aslan Asker Şvayk’ında çok daha yalınkat bir anlatımla, dış dünyanın gerçekliğiyle yüz yüze geldiğimizi yadsıyamayız; ama gene de, bu iki Praglının yüzyıl başı Orta Avrupa’sındaki toplumsal yaşamın boğuculuğu, katlanılmazlığı, devlet ve bürokrasi aygıtının eziciliği karşısında ortak bir yazgıyı paylaştıklarını duyumsamaktan alamamışımdır kendimi. Yeniden Şvayk’ımıza dönersek, dünyanın büyük bir hızla değişmekte olduğu bir dönemin, yeryüzünün ilk büyük kanlı paylaşım savaşının gündelik yaşantılarından doğan bu yapıtı bir modern klasik saymak gerektiği kanısındayım. Haşek’in romanını 20. yüzyıla damgasını vurmuş iki büyük savaştan birini, Birinci Dünya Savaşı’nı tüm acımasızlığı, anlamsızlığı, gülünçlüğüyle yerden yere vuran bir yergi başyapıtı olarak görüyorum. Kızılca kıyametin koptuğu bir dönemde yalnızca savaş çığırtkanlığını, militarizmi, devlet buyurganlığını değil, insanın insana ettiği zulmü de kimileyin inceden inceye, kimileyin yabanılca eleştiren bir kara mizah klasiği. ? OLAĞANÜSTÜ BİR YAPIT Yaroslav Haşek’e gelince; onu benzerine az rastlanır, tümüyle kendine özgü bir yazar olarak görmek gerekir diye düşünüyorum. O yüzden, Haşek’in kısa yaşamındaki dağınıklık, ölçüsüzlük ve isyankârlığın, onun üslubuna da vurduğunu, Aslan Asker Şvayk’ta kimi yazınsal kusurlara da yol açtığını, ama bu denli olağanüstü bir yapıtı Haşek’ten başkasının yaratamayacağını da vurgulamak gerektiği kanısındayım. Aslan Asker Şvayk’ta kusursuz bir roman yapısı aramaya kalkarsak, belki hayal kırıklığına uğrayabiliriz. Ama Haşek’in karakter yaratmadaki ustalığı, diyaloglarının doğallığı karşısında şapka çıkarmadan da edemeyiz. Karakterlerini yaşamın bağrından kopup gelen, su gibi akıp giden diyaloglarla biçimlendiren bir ustadır Haşek. Nitekim, Şvayk’ın ve kitaptaki öteki karakterlerin anlattıkları öyküleri okurken Haşek’in gözlem gücü, yaratıcılığı ve hayal gücüne derin bir hayranlık duyarız, ama yazarın kendi yorumları ve betimlemelerinin aynı ölçüde başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Onun, yaşamının bir döneminde geçimini Prag meyhaneleri, birahaneleri ve şaraphanelerinde hikâyeler anlatarak sağladığını biliyoruz. Haşek, besbelli, yalnızca anlattıklarını değil, tanıdığı insanlardan dinlediklerini, içki sohbetlerinde anlatılan hikâyeleri, serüvenleri de çok iyi saptamış, belleğine kazımıştı. Aslan Asker Şvayk’taki öykü zenginliği ve diyalog ustalığının kaynağı da bu olsa gerek. Haşek’in asıl başarı ? SAYFA 21