Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Yakında başlayacağım. Pekı nedetf. teyp? Ertuğrul Özkök'ün gerekçesi, kendini denetlemcden ancak DÖyle uzak tutabilirmişim. Nasıl tanıştım, ilk neredc gördüm gibi didaktik bilgilere rastlamayacaksınız. Onlardan bende kalan izler, izlenimler. Onları mizahın bahçesinde bir fincan çayla ağırlayacağım. Onları yücelten zaafIarından da söz edeceğim. Kendimle de dalga geçtiğim, kendimi sarakaya ajdığım için bu hakkı kendime tanıyorum. Özkök, buna Insanlar Ansiklopedisi adını koydu. Anlatacaklannız arasında mutlaka ku\ağwızdan çok ad vardtr. Kuşaktaslarınızı koruyorsunuz galiba. Kendimi komyorum desem daha doğru. Kuşağını seven herkes kendini seviyor demektir. I ler akşam gördüğümüz/görüştüğümüz, birlikte dergi çıkardığımız arkadaşlarımı nasıl sevmem. Hem iyi insandırlar hem de iyi edebiyatçı. Kuşağını reddeden auam kendini inkâr ediyor gibi gelir bana. Saglam bır kusaktımz siz. Size benzer bir kuşak pek gelmedi. Ne bir kimseden iltifat bekledik. Ne bir kimseyi harcadık. Şöyle anlatmak isterim, edebi değerini, sırf bizden önceki kuşak diye görmezlikten g^elmedik. I Iırçın bir kuşak değıldik. Dergilerde çok uslu olduğunuz söylenemez. kadar modemliği de Hızlan'ın yargdarında bir arka plan oluşturur. Bunlar, Hızlan'ın eleştirıdeki 'nesnel izlenimciliğihi veya 'izlenimci nesneliiğinı güçlendıren öğeler olarak sivrilir. Aynı şekılde Türk şiirinde belki de en sevdigi şairin Behçet Necatigil olması, bu şainn gelenekgelecek bağlamına yaslanması, Eliot imgesiyle birlikte ele aîındığında Hızlan'ın söylemini temellendirmek açısından ilginç açılımlar sağlayacaktır. Hızlan, bu tercihleriyle, anlamaya çalışmaktan kaçınmamakla birlikte, 1980 sonrasında yaygınlık kazanan eleştirel söylemlere uzak durur. O dönemde ortaya çıkan Ahmet Altan, Latife Tekin, Menmet Eroğlu gibi isimlerden oluşan 'yeni' kuşağı dikkaüe ve ilgivle, destek vererek izler. Yeni eleştirel yatlaşım ve söylemin yapıta getireceği katkıyı da izler. Fakat, belki yapıtın kendisine ya da onu doğuran dışsaliçsel öğelere (bunu saptarken özellikle Derrida'nın oluşturduğu bağlamı düşünüyorum) aşırı derecedeyüklendigini varsaymaktadır. Belki, eleştirinin o niteliğini yitirerek kuramsal çözümlemelere donüştüğünü varsaymaktadır. Oysa, kendisi o dönemde, eleştiriyi de kapsayacak biçirnde, daha ziyade kültür adarnlığı kimliğini ortaya çıkaracaktır. 1990'larda ise, eleştiriyi daha çok bir iletişim olanağı olarak kullanacaktır. Bu, aynı dönemde içine girilen kitle kültürünün ikinci döneminin getirdiği genel toplumsal, kültürel yozlaşmaya karşı Hızlan'ın oluşturduğu bir yanıt gibidir. Bu amaçla 'gazete'yi kullanmasıysa ilginç bir tavırdır. Günlük yazılar yazmaya başlayacak, kültürgünlük ilişkisini kuracak, bir dönemi daha makro bir anlayışla ele alacaktır. Doğan Hızlan, Türk edebiyatında yeni bir edebiyat ve edebiyatçı kuşağının ortaya çıktığı bir dönemin doğurduğu eleştirmenlerdendir. O güne kadar gelen eleşrirmen anlayışına ve onlann nesnelöznel kutuplaşmasına bir yanıt oluşturur. Hızlan, edebiyatin ve kültürün toplumsallaşürılması meselesini kendisine sorun olarak almasıyla birçok eleştirmenden ayrışır. Yanı sıra, bu toplumsallaşma eyleminin 'nitelik' üstünden olması gerektiğini savunarak kendi içinde de önemli bir dönemeç alır. Türk eleştirel söyleminin estetik arayışlanna karşdık geniş ölçüde ihmal ettiğı 'değer' kavramı yükseltmesi ise, Hızlan'ı edebiyattan sanata, kültürden toplumsala taşımış en önemli özelliğidir. Bu yanıyla da Türk edebiyatının en kadir bilir isimlerinden birisi olmayı başarmıştır.B CUMHURİYET KİTAP SAYI 566 Başkaldırı vardı ama bilinçli ve gerekçeli. Yeniden yaztlanmza dnnmek isterim. Sıztn günlük yazılartmzdan ayrı olarak bir de televızyon programlanntz var. Günlük yazılar, televızyon neler getırdt, neler götürdü. Radyo programlarını hâlâ çok severim. Raayoculuğu banaOktay Arayıcı öğretti. Televizyonculuğu da Sedat Örsel. Televizyon, bir kitabın, bir kişinin daha çok kimseye ulaşmasını sağlıyor. Sevdiğım özellifii. Ne var ki, hemen okumayı düşünmediğin kitabı tanıtmak için okuma gündemine alıyorsun. Kitap tanıtmaları da bunun içine girer. Siz de DU işi yaptığınız için benim ne demek istediğimi çok iyi anlarsınız. Çeşitliliği yansıtmayı da unutmayacaksınız. Okuyor musun, kanştınyor musun? Kitabına göre, televizyonda karıştırarak soru hazırlayacağın kıtaplar olaDİlir. Yazıya gelince satır satır okumak zorundasın. Televizyonda güzel bir kitabı seyirciyle paylaşmak güzel doğrusu. Müzi$e sıra gelmedi.,. Bilirsıniz. müzik benim hobim. Bir zamanlar ut da çalardım, teyzemin ölümünden sonra ihmal ettim. Ama nota okumayı bırakmadım, hâlâ kitap gibi okurum. Pekı, güncellik mi size dayatıyor, yoksa, gundemi siz mi belirliyorsunuz? Zor bir soru. Her zaman cündemi ben belirliyorum diyebilmek çok zor. Önemli olan güncelde gündem yaratmak, farklı boyut getirmek. Bir de sizin bütün stirlerini hazırladtğınız şatrler var. Ercüment Behzat Lav gibi. Bunları neye göre seçiyorsunuz. Ercüment Behzat benim şair olarak da insan olarak da sevdiğim birısiydi. Tek kitabı yoktu. Onerdim. Kabul ettiler. Tiyatrosu dahil 700 sayfalık bir kitap oldu. Şimdi de Celal Sııay'ın şiirlerini yayınahazırladık. Bu kitabı da Ercüment Behzat'ın bütün şiirlerinde olduğu gibi Ihsan Yılmaz ıle birlikte yaptık. Bu işe başladıktan sonra nasıl bir buzdağı ile uğraştığımı anladım. Kitaplar derlemede yok. Üstat kitapları bastınp eşe dosta dağıtmış. Kitaplarını dostîarından aldım, Ismet Bozdağ'dan... Sonra yayımlanmamış son kitabını bulduk.. Celal Sılay'ın kitabı neredeyse ayrı bir konuşma konusu. Kitap yayımlandığında, kuşağımın haklı eleştirisine tam bir vanıt olacak. Şöyle bir soru wrabilir mıyım Kırk yıldıryazıyorsunuz. Yapmak istediklerinız neydı? Neleri gerçekleştirebıldintz ? Benim yazı yoluna çıkış nedenim alçakgönüllüdür. Okuduğum, sevdiğim bir şeyi unutmayayım ve unutturmayayım istedim. Belki belleğimin zayıflığmdan.Ben hep güzellikleri paylaşmaK istedim. Omrümüzü adıyoruz, geriye baktığımızda, bir arpa boyu mudur, bir darı boyu mudur, hesabını yapmak istemiyoruz. Hayatımızm özeti, Hamlet'in Polonius'a verdiği cevapta gizli: Geriye baktığında ne görüyorsun diye sorsalar, kelimeler.... kelimeler... kelimeler... diyebilirim. Bu soru son soru gerçi. Ama eleştirmenlerden çok, öykücülere, şairlere sorulur. Elestiride bir ustanız var mu Örnek aldığınız, üslubuna özendiğiniz? Elbette Türkiye'dekı eleştirmenlerden yararlandım. Ama benim için Ingiliz ve Amerikan eleştirisi yararlı bir kaynak oldu her zaman. Tesekkür ederim. • Yaa, ileîişimdir ZEKİ COŞKUN Türk basuı tarihini yazacaklara öneri: 19802000 dönemindebasının sanatla, estetikle, düşünceyle, edebiyatla ilişkisine özellikle bakınız. Aynı öneri edebiyat tarihcileri için de geçerli. önceki döneme ilişkin gıyabidolaylı bilgim olsa da, söz ve yoruma pek hakkım yok. Doğrudan izledi^m, yaşadığım 1980 ve sonrası dönemin bırçok yönden "kritik" önemde olduğunu düşünüyonım. Tabii burada, her yolcunun trene bindiği yeri "merkez istasyonu" olarak görme yanılgısından, kuruntusundan söz edilebiîir. Evet ama 1980'lerin ülke tarihinde hemen her alanda kınlmalara, dönüşümlere, yeniden oluş^umlara sahne olduğu .da teslim edilen bır gerçek. üyleyse. Çin bedduası "Dilerim ilginç zamanlarda yaşarsın" sözünün muhatabı olmuşuz ve oluyoruz bilerek bilmeyerek, isteyerek istemeyerek. Başa dönüyorum. 19802000 dönemi, Türk basınının edebiyaüa, sanatla, düşünceyle, estetikle ilişkisi yönünden incelenmeye değer. Bu, aynı şekilde ilişkinin öteki tarafı açısından geçerli. En kestirme sözle, burada bir gelgit/medcezir yaşanmıştır: Basın, doğuşundan itibaren ana besin (ve insan) kaynağı olan edebiyatsanatla, 1980'li yıllarda adeta tarihsel bir hesaplaşmaya girmiş ve onu büyük ölçüde kapı dışan etmiştır. Dönemin sonlarında ise Dasın (yeni kimliğiyle medya) edebiyatsanatı ve vazı/sanat ınsanlannı "konuk" olarak kabul etmektedir. Sözünü ettiğim dönemde neredeyse tek bir ismin; Doğan Hızlan ın hemen hemen sürecin tümüyle dışında bir seyir izlediği fark edilecektir. Sürecin dışında ve tersine bir seyir: Hızlan, edebiyatsanatın yüksek tirajlı gazetelerden büyük ölçüde kapı dışan edîldiği dönemde DU alanın temsilcisi gibi orada kalmıştır. Dahası, aynı dönemde "temsilcilik"ten de öteye geçerek, yönlendirici işlevler üstlenmiştir; her iki alan için de! Doğan Hızlan portresinde olmazsa olmaz birçok öğe var: Şiir tutkusu, müzik tutkusu, yazı, giyimden (Bir simge: Papyon) yazı araç gereçlerine dek (Yine bir simge: DolmaKalem) eşyayla ilişkisi ve tabii, insan ilişkileri... Be^eni ve naz sözleriyle özetlenebilecek bır kimlik, bir yaşam. Bütün bunlara yukarıda değindiğim "performans"la birlikte bakıldığında aynı zamanda ve öncelikle ortaya çıkan etkin, başanlı bir "iletişimci"nin profilidir. Bu yazının baslıgı "Dışarıdan bir gözlemcinin notlan olabilirdi. Çünkü Doğan Hızlan'la doğrudan ilişkimiz ayaküstü birkaç kısa söyleşi, birkaç telefon görüşrnesiyle sınırlı. Tabii r>u söyleşileringörüşmelerin her seferinde yaptıklannıza/yazuıklannıza ilgisini gösteren insani cömertliğıni, öte yandan zengin deneyim ve beğeni birikimiyle sizi donatan, mutlandıran, kıvançlandıran tadını belirtmek gerekiyor. Bunlara "niühiümizde" ender rastlandığı için de özel olarak, önemle belirtilmesi gerekir. Geçiyorum ve yineliyorum, benimki sonurta "dışandan gözlemcilik". Aynı zamanda bir iletişimciye karşı borcumu, görevimi yerine getirme çabası. Şu nedenle: îlk kitabına verdigi addan yofa çıkılırsa, Doğan Hızlan için temel olan Yazılı lliskiter'ân. (Altın Kitaplar, 1983). Orada şiirden hikâyeye, romandan tiyatroyıı, elestiriye dek farklı alanlardan, farklı kuşaklardan 34 yazı insanının/yapıtlarının, işlerinin, işlevlerinin değerlendirmesi vardır. Her 'değerlendirme", aynı zamanda onu kaleme alan ya zı insanının ustalanna, kendisini besleyen meslektaslanna gönül borcunu ödemesidir. Bu ilişki biçimi, Doğan Hızlan imzasını taşıyan her satır ve her kitap için geçerlidir. Muhitimizde ender rastlanan" bu özelliği, onu yazının başında sözünü ettiğim kırılma, savrulma, değişimdönüşüm döneminde, sonsuz medcezirler içinde hem edebiyat, hem basında iki taraf için de "temsilciyönlendirici" kılmıştır. Bu özel, farklı konumu açiklayacalc anahtar niteliğinde iki tümce var, kendisine ait: Yok etmentn kolayltğma stğınmak yerine, var etmenin zorluğunu seçmek. tlle de sahte, bezden putlar icat edip de onları ytkmak içinçtrptnmamak. (Bkz: Dil Dergisi, S: 93, Temmuz 2000) Her ne kadar konumumu "dışarıdan gözlemci" olarak nitelesem de, orasından burasından özelliklerini anlamayasaptamaya çalıştığım bu kimlikle, epey erken denebilecek bir dönemde tanıştığımı, ondan uzun süredir yararlandığımı Fark ediyorum. Galiba ilk tanışmamız, sözlü iletişimle ve radyo aracılığıyla gerçekleşti. Lisenin ilk sınmnaaydım. Bir akşam odamda radyo açık, ders çalışmaya çalışırken yeni yayımlanan kıtaplardan söz eden sesle dersi falan bıraktım, radyoya kulak kesildim. Adını ilk kez dııyduğuın Anıerikalı bir yazarın James Baldwın'in Sokağın Dılı Olsa adlı romanının anlatıldığını hatırlıyorum. Çünkü hemen o hafta sonu Kadıköy'delci Gençlik Kitabevi'ne gidip satın almıştım! Bir başka sefer yine radyodan ve yine ilk kez duyduğum bir Türk yazannm; Tank Dursun K. nın Bahrtyeli Çocuk'vnu da öyle... Gününü hatırlamıyorum ama, beni kitaplardan haberdar eden radyodaki (TRT) konuşmacının Doğan Hızlan olduğunu artık her hafta bekleyip dinlediğim, şimdi adını da hatırlamadığım o programın anonsundan ögrenmiştim. Sonra sonra, gazetede (Cumhuriyet'te) Doğan Hızlan imzasını taşıyan yazüarda, söyleşilerde radyodan tanıdığım aynı ses tonuyla karşılaştım. Ve derken 1980'ler geldi: Hürriyet Gbsten Dergtsı . ve Televizyon cağı '90'lar: Aynı ses tonu, aynı üslııp bu kez görüntüsüyle ekranda: Karalama Defteri, önce TKT ekranından, sonra NTV'den. Bütün bunlar neyi gösteriyor? 'Yazı'nın ve 'yazın'ın (edebiyatin) her şeyden önce bir ilişki, bir iletişim biçimi olduğunu bilen, söyleyen, öğretendir Doğan Hızlan. Uzmanoır. Ve asla ne "uzman" olmuştur, ne de "öğretmen". O sadece ve sadece dostlanyla, dostlan için sohbet etmiştir, etmektedir. Buna da dünyanın her yerinde, her alanda "etkili iletişim" deniyor. • SAYFA 7 Ses, söz, görüntij Yanlı