26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
KÜLTÜR 11 2 AĞUSTOS 2020 PAZAR SOKAK KEDISI KORKUYOR Bunun neresi bayram? Yemek başka, kesmek başka! Sokak kedisi bugün sokağa çıkmaya korkuyor! Neyse ki eski günlerde olduğu gibi kurbanlar, sokak köşelerinde, kaldırım üzerinde kesilmiyor, belediyeler, yardım kuruluşları kesme işini biraz düzene soktu ama nemelazım, İstanbul Boğazı’nın rengini ala döndüren kan görüntüleri daha dün gibi. Hatta kendini bilmez bir iki delinin buldukları bir ağaç altında yol kenarında koyun kesmeyeceği ne malum. Yok yok, koyun kuzu işi bitti galiba. Şimdi ucuza gelsin diye 7 kişi bir olup danaya giriyorlarmış! Maksat kan akıtmak ve eti paylaşmak olunca. Çocukluğunda kurban travması yaşamış olanlar bilir. Rahmetli annem, gününden epey önce gidip alırdı kuzuyu, biraz beslensin diye. Evin küçük balkonuna bağlardı. Biz iki küçük kız, günlerce elimizle besler, sevip okşardık. Kedimiz gibi. Sonra o sabah, adamlar gelip alırdı kuzumuzu. Gözünü bağlar, kokular sürer, boynunu okşar, yere yatırır. Dualar senalar. Evin arkasındaki arsada. O zamanlar evlerin arasında arsa var! Çocukların oyun oynadığı. Gö zümüz yaşlı evde bekleriz biraz önce sevdiğimiz kuzunun tepsi tepsi et olarak geri dönmesini! Bir de komşulara dağıtması var. Bir de kavurması var! Yüzyılların pagan âdeti, İslamiyetin de şartı olmuş, 21. yüzyılda hâlâ şehir içinde hayvan pazarı kuruluyor, kurban kesiliyor. Metin Akpınar’ın önceki gün izlediğimiz belgeselinde, büyük ustanın zamanında oynadığı bir kurban parodisi var. Tüylerim ürpererek izledim, bu kadar mı çarpıcı kara mizah yapılır? İnsanın ikiyüzlülüğünü öyle güzel anlatıyor ki. “Kurbanın gözünü bağlayacaksın, şefkatle davranacaksın, çenesinin altını okşayıp rahatlatacaksın, biraz sonra bıçağı dayayacağın. Kulağına duasını fısıldayacaksın. Kokular süreceksin. Yere yatıracaksın.” Sonra? Neyse seyretmek lazım, o hayvanın uzun süre can çekişişini, bacağını tepişini bir oynuyor, sanırsın koyun! Evdeki kedisini, köpeğini seven insanın kuzuyu yere yatırıp kesmesi türcülük. TBMM’den bütün partilerin anlaştığı “Hayvana Şiddeti Önleme” yasasının da bunun için çıkmadığı yazılıyor. Besiciliğe zarar verirseymiş. İnsanlar hayvan yemekten kolay kolay vazgeçmeyecek. Çin’de olsam beni de yerlerdi! Köpek Festivali yapıp, kesip yiyorlar. Ama hiç olmazsa bebekleri yemeseniz, kuzuyu, oğlağı? Mahallemizin kasabı Kasap Nuri, bütün sokak köpeklerini besler. Dün ona kurbanda kesim işlerine yardıma gidip gitmeyeceğini sordum. “Ben yapamam, dedi. O başka bir iş. Ben kesemem!” Kasap Nuri’yi daha çok sevdim! Dormen’in acı günü Türk tiyatrosunun duayen isimlerinden Haldun Dormen’in kız kardeşi Gü ler Dormen Yiğit, önceki gün kaldırıldığı hastanede yaşa mını yitirdi. Yıllarca Haldun Dormen Tiyatrosu’nun sah Güler Dormen ne ve kostüm tasarımcılığını Yiğit yapan Güler Dormen Yiğit’in acı haberini sosyal medya hesabından pay laşan oyuncu Nedim Saban, “Haldun Dor men Hocamızın kardeşi Gu¨ler Yigˆit’in o¨lu¨m ha berini c¸ok u¨zu¨lerek aldım. Daha bugu¨n I·pek I·zci ile yaptıgˆı ro¨portajda tiyatromuza kostu¨m tasarımcılıgˆı fikrini kazandırdıgˆını anlatmıs¸ Haldun Dormen. 1950’lerde oyuncu kostu¨mu¨ evden getirirmis¸, Dormen Tiyatrosu karak ter yaratmak ic¸in kostu¨m tasarımı fikrini gelis¸tirmis¸. Gu¨ler Yigˆit de bu konuda o¨ncu¨ydu¨” ifadelerini kullandı. l Haber Merkezi Keişan ve Redo’dan kısa albüm Trap müzik temsilcileri Keişan ve Redo’nun kısa albümü (EP) “Karantina” Sony Music Türkiye etiketiyle çıktı. Albümde geçen günlerde yayımlanan “Yakala” dahil dört şarkı (Yakala, Düşerken, Lanet, Zombie) bulunuyor. ‘Dünya avcumuzun içinde’ Demir Demirkan Demir Demirkan pandemi sürecinde yaşamla ilgili şarkılarıyla karşımıza çıktı. Sanatçı, “Aralıksız üretmeye devam” diyor. Türk rock müziğinin önemli temsilcilerinden Demir Demirkan, son olarak “Hayat Nedir” isimli şarkısını yayımladı. Demirkan’ın 2006 yılında kaydedip gün yüzüne çıkarmadığı şarkı, yaşarken hayatın anlamının tam olarak hiçbir zaman anlaşılamayacağı mesajı içeriyor. Sözü Demir Demirkan’a, müziği Demir Demirkan, Kerem Tüzün, Ozan Yılmaz ve Nedim Ruacan’a ait ORHUN olan “Hayat Nedir” şarATMIŞ kısıyla sanatçı, kendi tarzının köklerine iniyor. Bu vesileyle Demirkan ile konuştuk. Hem kariyerini hem de dünyaya bakış açısını dinleme şansı elde ettik. n Yeni şarkınız varoluş sorgulamalarınızla birlikte geliyor. Peki, sizin için varoluş nasıl bir anlam taşıyor? Özetle, “hayat nedir” hakikaten sizin için? Peşinde olduğum cevap varoluşun kendi içinde ne anlamı olduğu değildi hiçbir zaman. Benim için önemli olan kendimi varoluşun neresine konumlandırıp anlamlandırdığımdı. Çözdükçe derinleşen, derinleştikçe de tekleşmeye doğru giden bir sarmal olarak betimleyebilirim. Bu sarmal model benim bütün bunları anlama ve anlatma biçimim, başkaları başka modeller veya imgelemelerle anlatabilir. Hayat bir koşullar kümesidir ve her birimiz kendi algı spektrumumuza göre bu koşulları tanımlayıp yaşarız. Bu göreceli gerçeklik dolayısıyla sizin ve başka birinin hayat algısı ve yaşam tanımı hiçbir zaman aynı olamaz. Ancak yukarıda bahsettiğim sarmalın dibine doğru yolculuğunuzda size yakın birileri varsa benzer betimlerle ortak bir tarif bulabilirsiniz. Bunun tarifi çok da önemli değildir. Farklı tarifler gerçeği değiştirmez. Ancak kendi gerçekliğinizden dışarı doğru tanımlamalar yapıp kendi algı aralığınızdan sı ‘RADYOYA MECBUR DEĞILIZ’ n Dijital platformların yaygınlaşmasıyla birlikte teklilerle ilerlemek yaygınlaştı, bu konu hakkında neler söylemek istersiniz? Gitgide şarkı sürelerinin de kısalması bekleniyor... Siz hâlâ albümcü müsünüz? Eğer bir albüm konsepti varsa albüm yapmak gerekiyor. Ama eğer şarkı tabanlı bir işleyişiniz varsa “single” yapmak daha mantıklı. Yani baştan sona dinleyince bir bütün oluşturacak bir albüm konseptiniz varsa albüm yapın, yoksa ister tek tek ister EP olarak ilerleyebilirsiniz. Şarkı süreleri kanımca kısalmak zorunda değil. Tam tersine istediğim uzunlukta olabilir diye düşünüyorum. Radyolar 3.30 dakikanın üzerinde şarkıları çalma taraftarı değil ama artık yeni şarkıları tanıtım ve müzik dinleme şeklimiz radyolara tabi değil. İstediğimiz zaman istediğimiz şarkıyı istediğimiz sürede dinleyebiliyoruz. Uzun gelirse atlayabiliyoruz ya da tekrar edebiliyoruz istediğimiz kadar. Bu hem sanatçı hem de dinleyici için daha özgürleştirici bir durum. n Bundan sonra kariyer yolculuğunuzu nasıl sürdürmeyi planlıyorsunuz? ABD’ye yerleştiniz, bu Türkiye’deki konserlerinizi, turnelerinizi nasıl etkileyecek? Türkiye veya diğer ülkelerdeki konserlere devam. Türkçe şarkılar üretmeye de devam. İngilizce şarkı lar üretmeye de devam. Bunların dışında bazı uluslararası projeler var, bunlara da devam. Artık fiilen bulunduğunuz yerin pek bir önemi yok. Dünya avcumuzun içinde. n Son zamanlarda sıkça dinlediğiniz, takip ettiğiniz müzisyenler var mı? En son Pentagram konserlerinde Frozen Clouds ön grubumuz oldu ve çok iyiler. Oldukça sağlam gitaristler var bir de: İlter Kurcala, Barış Benice, Serkan Gürüzümcü, Deniz Sayman gibi... zanları anlayıp tarif edebilirsiniz. ‘Hayallerinden vazgeçme’ n Karantina dönemini nasıl geçirdiniz, neler yaptınız? Salgın sürecinde yaptığınız “Deli Hayaller’ şarkısı umut veren bir şarkı... Ben de herkes gibi evde oturup sıkıldım. İlk başlarda bu süreç kısa olacak diye düşünmüştüm ama uzadıkça bu duruma biraz adapte olmak gerektiğini anladım. Yaşayışımızda bazı düzenlemeler yapıp normalize ettik yeni düzeni. Bu arada habersiz bir canlı Instagram yayını yaptım. Katılım çok fazlaydı ve dinleyicimin de motivasyonunun düşüp yavaş yavaş hayal ve planlarından vazgeçmek üzere olduğunu anladım. “Deli Hayaller” şarkısı da bu şekilde çıktı. Ne olursa olsun, hangi konumda olursak olalım düşleme yetimizi yitirmememiz gerekiyor. Bir sonraki anı, günü, ayı, yılı veya dönemi hayal edip onu gerçekleştirme yolunda hareket etmezsek hareket etmek için başka bir sebep kalmıyor. Dışardan gelen etkilere tepki gösterebiliriz ancak. Bu da tepkisel (reaktif) bir yaşam biçimi olur. Bize ait olmayan hayaller, planlar ve amaçların kölesi oluruz. “Deli Hayaller”i yayımlayıp klibini de dinleyicim ile birlikte yaptık. Instagram’a yükledikleri videolardan ve kendi evde çektiğim görüntülerden bir video klip oluşturduk. Çok güzel bir enerji çıktı ortaya ve bir süre de olsa pandemik psikolojisini üzerimizden atmamızı sağladı. Oyuncak Müzesi Sadako Sasaki’yi anıyor İstanbul Oyuncak Müzesi, kurulduğu yıldan bu yana her sene 6 Ağustos’ta II. Dünya Savaşı’nda Japonya’nın Hiroşima kentine atılan bomba sonrası hastalanıp yaşamını yitiren 12 yaşındaki Sadako Sasaki’yi anıyor. Japonya Konsolosluğu’nun da katıldığı Japon kâğıt Sadako Sasaki’nin katlama sanatı origamiyi kullanahikâyesi, onu rak yapılan etkinlikler bu yıl salgın barışın ve nükleer nedeniyle çevrimiçine taşındı. silahsızlanmanın Müzeden yapılan açıklamada, simgesi haline “Sadako Sasaki’nin tamamlayagetirdi... madığı, dünyada barışın ve nükle er silahsızlanmanın simgesi olan turna kuşlarını hep beraber tamamlayarak penceremiz, balkon larımız, bahçemizdeki ağaçların dallarına asalım; rüzgâr söyledikleri barış şarkısını Hiroşima’ya götürecektir” denildi. 12 yaşında hastalanan Sadako, eski sağlığına kavuşmak için kâğıttan turna kuşu yapmaya başlar. Çünkü bir Japon inanışına göre, bin adet turna kuşunu tamamlarsa dileği gerçek olacaktır. Hayatını kaybettiğinde 664 turna kuşu vardır... ‘Zat’ hastalığı Bugün pazar. Bugün hâlâ bayram... Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpmek isterdim. Ama öpemediğime göre, yüzünüze bir minik gülümseme yerleştirebilsem o da harika olur diye düşündüm... Eyyy gülümseme, gel de nereden gelirsen gel diye feryat figan etmeye başladım ki bir de baktım bir yandan Aziz Nesin, bir yandan Genco Erkal imdadıma koşuyor!. Biri kalemini ve yüreğini, öteki sesini ve yorumunu, al işte, okurlarınla paylaş diye önüme sermezler mi! Serdiler! Önümde “Azizname”den bir bölüm. Ama önce: Ama önce Gülümsemeye geçmeden önce bu bayram elinizi kana bulamayın derim. Kurban kesmek / kestirmek yerine, kız çocuklarının eğitimi için Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne bağışta bulunun! Hele hele “İstanbul Sözleşmesi’nden” Türkiye’yi çıkarmak için uğraşanlar varken... Bu sözleşmenin amacı her gün tırmanan kadın cinayetlerini durdurmak için devletin somut adımlar atması iken... Yalan yanlış haberlerle farklı algılar yaratmaya çalışan yobazlar bunca çokken... Kadına karşı şiddeti önleme görevinden çekilmeye uğraşılırken... Bu koşullarda kız çocuklarını bilinçlendirmek, ŞİMDİ, her zamankinden daha önemli. ÇYDD’ye bağışlarınızı yapın, #İstanbulSözleşmesiYaşatır ve #kadındayanışması etiketleriyle bu konunun önemini paylaşın. Gazetemiz bu konuda günlerdir size bol bol malzeme vermektedir! Cinsiyetiniz ya da cinsel tercihleriniz hiç önemli değil, yeter ki çağdaş ve evrensel değerleri benimsemiş olun! Artık gülümsemeye dönebilirim... ‘Zatı devletleri’ Aziz Nesin ve Genco Erkal önümde “Azizname”den bir bölüm serdiler. Bölüm başlığı “Zat Hastalığı”... Son zamanlarda etrafımızdaki çok kimsenin yakalandığı hastalığı anlatan bir bölüm... Kimileri bu hastalığa “Şahsım Hastalığı” da diyor... Daha ilk satırlarından yüzüme bir gülümseme yerleşti. Ve sonuna dek beni terk etmedi. Buyrun okuyalım: Sırası gelmişken “Zat” hastalığı ve tedavisi üstüne de birkaç söz söylemek gerekecek. “Zat” hastalığı, üç değişik biçimde görünmektedir: “Zatürree, Zatülcenp” ve “Zatıâli”... Konumuz olan Zatıâli hastalığı, zengin hastalığı denilen hastalıklardandır. Bu hastalık ancak “Bendeniz” olan ortamda artar, yani, bir insanın “Zatıâli” hastalığına yakalanması için çevresindekilerin daha önce “Bendeniz” hastalığına tutulmaları gerekir. Bir başka deyişle “Bendeniz” olmayan yerlerde “Zatıâli” hastalığı görülmez. Hastalığın belirtisi: Zatıâli hastalığının ilk belirtileri burunda görülür. Burun yavaş yavaş büyür. Hastalığın had safhasında burun o kadar büyür ki hastanın resmi çekilirken burnu fotoğraf kartına sığmaz olur ve hasta tüm burun olur çıkar. Bu döneminde hastaya artık “Zatıâli” yerine “Zatı devletleri” denilir. Allah kimsenin başına vermesin, çok antipatik bir ekselans hastalığıdır. Burun büyümesinden başka hastada bir kasılma, bir gerilme, göğsünü ve göbeğini ileri fırlatma ve kellesini geriye atma halleri görülür. Konuşurken karşısındakine değil, duvarlara ve tavana bakar; açık havadaysa ağaçların tepelerine, bulutlara bakar, ama baktığı şeyi görmez. Çünkü zihni sürekli olarak “hiçbişey”le meşguldür. Daha çok gezinerek konuşur. Konuşurken elini pantolon ceplerine sokup sanki yalnız onda varmış gibi bir yerlerini karıştırırken, reklam olsun diye bozuk paralarını şangırdatır. Hastalığın tedavisi: Hemen hemen olanaksızdır. Onun için yakalanmamaya çalışmalıdır. Zamanla durmadan hastalık öldürücü değilse de insanı insanlıktan çıkarır. Tedavi için bitek yol vardır: Zatıâliler kasıldıkça onlara gayet sert bir “hastir” çekip şok tedavisi yapılmalıdır. Sevgili okurlar, hepinize iyi bayramlar... BAFTA Ödülleri sahiplerini buldu 2020 İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi (BAFTA) Ödülleri önceki gece çevrimiçi yapılan törenle sahiplerini buldu. 14 dalda aday olarak rekor kıran “Chernobyl”, en iyi mini dizi seçildi. Drama dalında en iyi dizi ödülü “The End Of The F***Ing World” dizisine gitti. Aynı dalda en iyi kadın oyuncu Glenda Jackson (Elizabeth Is Missing), en iyi erkek oyuncu Jared Harris (Chernobyl) oldu. Komedi dalında ise en iyi dizi “Stath Lets Flats” seçildi. Bu dalda en iyi kadın oyuncu Sian Clifford (Fleabag), en iyi erkek oyuncu ise Jamie Demetriou (Stath Lets Flats) olarak “The End Of The F***Ing World” belirlendi. [email protected] Nur Yoldaş ‘Sultanı Yegâh’ (Beyoğlu Metropol / La Luna) Ne vakit ülkemizin pop tarihine damga vurmuş 10 albümü say deseler, ilk üçe girenler, başa güreşenler arasında mutlaka “Sultanı Yegâh” bulunur. Atilla İlhan’ın şiirinden yola çıkan, ufku geniş, yaratıcı ve geleceği gören bir müzik adamı olan Ergüder Yoldaş’ın eşi Nur Yoldaş ile yaptığı ortak mesainin ürünüydü bu albüm. Düzenlemeler dönemin alışıldık cambazlıklarından uzak bir sadelikte; yöreselden evrensele giden müzikal bir yönteme sahipti. Türk müziğini çoksesli müziğe tahvile eden bu çağdaş yorumun temeli folklorumuza dayanıyordu. Sözlerde âşıklardan ve Osmanlı saray edebiyatından esintiler var dı. Türk müziği ile Batı müziği arasında bir bileşke; Türk motifleriyle Batı armonisi buluşmasıydı. Nur Yoldaş ise solistliğinin zirvesindeydi. İlk yıl “Hal Hal”den sonra en iyi satan ikinci plak olmuştu “Sultanı Yegâh”, ama zaman içinde hep satılmıştı. Plaktan sonra Nur Hanım’ın adı “Bayan Sultanı Yegah”a çıkmış, 1982 yılında Altın Plak kazanmıştı. Nihayetinde Nur ve Ergüder Yoldaş çifti de müzik tarihimize altın harflerle yazılmıştı. “Sultanı Yegâh” 180 gram, analog kayıt, iyi baskı, gramajı yüksek açılır kapak, üzerinde iki yazının bulunduğu bir yaprak insört ile yeniden plak formatında basıldı. Neşet Ertaş ‘Hata Benim’ (Kalan Müzik) “Hata Benim” Neşet Ertaş arşivi açısından önemli ve iyi bir örnek. Özelliklerinden biri Bozkırın Tezenesi’nin ustaca distorsiyonlu bağlama kullanmış olması. Ustanın bu albümü ilk kez 1988 tarihinde Uzelli Kaset etiketiyle kaset formatıyla çıkmıştı, Almanya’da. Albümün kapağında Neşet Ertaş’ın elinde sazıyla göründüğü fotoğraf ters basılmış, o nedenle usta solak gibi görünmüştü. Zaman içinde Ertaş’ın albümlerinin yayın hakkı el değiştirmiş, aynı albüm 2000 yılında Kalan Müzik etiketiyle, CD formatında yayımlanmıştı. Şimdi de ilk kez plak formatında... Plak basımı ile ilgili iki iyi, bir kötü ha berimiz var. İyi haber 1: Plağın kapağı orijinal kaset kapağındaki fotoğraftan yapılmış; ters basılan fotoğraf düzeltilmiş ve fo toşop yardımıyla iyileştirilmiş. İyi haber 2: Kaset ve CD basımında söz ve müziği sadece İzzet Altınmeşe adıyla çıkan “Yazımı Kışa Çevirdin” adlı parçanın imzası değiştirilmiş, eserin sözlerinin alındığı Âşık Kerem adı eklenmiş. Kötü haber ise şu: albümün kaset ve CD basımlarında bulunan son iki parça “Helal Etme Hakkını” ile “Kahveyi Kavuranlar”, süre münasebetiyle plağa alınamamış. Şayet iki doğru bir yanlışı götürürse, “Hata Benim” plağı tabii ki alınıp arşive konulmaya değer.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear