03 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SÖYLEŞİ 9 18 EKİM 2020 PAZAR CHP, işsizin, yoksulun partisi olmak zorunda Gazeteci Fikret Bila’nın yeni kitabı “CHP Nasıl İktidar Olur?”da noktasıyla saptarken çözüm önerilerini de ortaya koyuyor. partinin tarihiyle birlikte Türk siyasi tarihi de okunuyor. Bila, Bila ile CHP’nin iktidar olabilmesi için yapması gerekenleri, CHP’nin neden iktidar olamadığının sebeplerini dört kırılma Sayıştay raporlarını ve “ışık polemiği”ni konuştuk. İPEK ÖZBEY n En güncel meseleden, Enis Berberoğlu kararından başlayalım: “Dokunulmazlıkların kaldırılmasında CHP’nin yaptığı hodri meydan çağrısı bugün yaşananların nedenidir” yolundaki eleştirilere katılır mısınız? Evet, yanlış bir karardı. İktidar CHP üzerinde bir baskı kurmuştu. CHP, burada kendini “evet” demek zorunda hissetti, çünkü HDP ve PKK üzerinden CHP’ye kurulan baskıydı. Bu baskıdan kurtulmak ve yargılanmaktan çekinmediklerini kanıtlamak adına Sayın Kılıçdaroğlu böyle bir karar verdi. Arkasından bu gelişmelerin olacağını tahmin etmiyordu. İktidar mekanizması harekete geçti ve sayın Berberoğlu’nun dokunulmazlığını kaldırıp cezaevine gönderdiler. Ben Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu karardan üzüntü duyduğunu tahmin ediyorum. Bu üzüntü o kadar büyüktü ki CHP, tarihinin en önemli ve en büyük eylemini yaptı, Ankara’dan İstanbul’a kadar Adalet Yürüyüşü’nü gerçekleştirdi. n Kitabınızın adı çok ilgi çekici... “CHP Nasıl İktidar Olur?”... Tersten sormak istiyorum: 2002’den bu yana yaşananlara bakılırsa AKP iktidarını nasıl korudu? Aslında bunlar birbirini tamamlayan sorular. CHP, DSP, merkez sol benim muhabirlik yıllarımda yakından izlediğim bir konu. Keza rahmetli ağabeyim Hikmet Bila’nın da CHP Tarihi kitabı o alanda bir başyapıt sayılabilir. Onları biraz güncelleyip yeni bir çalışma yapmaya karar verdim. Nedeni şuydu: 2002’den sonra yaşadığımız süreç, Atatürk’ün liderliğinde CHP’nin kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerini silikleştiren ve dönüştüren bir süreç oldu. Bu süreçte kurucu parti ve sosyal demokratlık iddiasında olan bir parti neden iktidar olamıyor sorusu aklıma takıldı. Bunun nedenlerine bakarken şu tespiti yaptım. Çok partili hayata geçtikten sonra, eğer 1946’yı esas alırsak 74 yıl içinde CHP 15 yıl 3 ay, 1950’yi esas alırsak 70 yıl içinde 11 yıl 3 ay; o da koalisyon ortağı olarak iktidar olabilmiş. Demek ki CHP’nin seçmenle, milletle bir sorunu oluşmuş. Oy verenlerin yüzde 30’u düzenli ibadet yapıyor n Sorun nereden kaynaklanıyor? Dört kırılma noktası saptadım: Birincisi Cumhuriyetin kuruluşuna kadar gidiyor. Büyük Atatürk’ün büyük bir öngörü ve kararla hilafeti kaldırması. Bu karar, o zamanki muhalif mecralar tarafından CHP’nin daha başından dinsiz, din düşmanı olarak damgalanmasına sebep oluyor. CHP’den kopuşlara sebep olan ikinci kırılma noktası, İkinci Dünya Savaşı koşulları. İsmet İnönü’nün liderliğinde Türkiye, orduyu savaşa hazır tutabilmek için ekonomik alanda imkânları orduya yansıtıyor. Vergiler, temel ihtiyaçların zor karşılanması, ekmeğin karneye bağlanması, çiftçiden istenen fedakârlıklar “CHP’nin iktidar olması demek yokluk, kuyruk, karne demektir” gibi bir algı yaratılıyor. Üçüncü büyük kopuşu 12 Eylül askeri müdahalesinde görüyoruz. Bu müdahale CHP ve sol kadroları tasfiye eden, üzerinden silindir gibi geçen bir müdahale. Arkasından gelen yarı demokratik ortamdaysa merkez solda bir bölünme görüyoruz. O bölünmenin de sol oylarda bir azalmaya neden olduğunu saptıyoruz. Son kırılma noktası bana göKURTULUŞ ARI “Bülent Ecevit demişti ki laiklik, Türkiye’nin aşil topuğudur, oradan vurulursa dağılır. Gerçekten Atatürk devrimlerinin özünü veren laikliktir. Laiklik yoksa demokrasiye geçmek mümkün değildir. Bu yüzden CHP, laikliği bütün gücüyle savunmalıdır ama bunu yaparken laikliği anlatarak yapmalı, siyasi partilerin dini istismar etmesine karşı çıkarak değil. Laik devletin, inançların güvencesi olduğunu anlatmalıdır.” GENÇLERİN YÜZDE 21.8’İ ATATÜRKÇÜ n Önümüzdeki seçimde önemli bir genç seçmen kitlesi oy kullanacak. CHP ile ilişkisi nasıl bu kesimin? Yeni gençlik, AKP’nin tahmin ettiği gibi kindar ve dindar bir gençlik değil. Ayata Hoca’nın araştırmasından bilgiler paylaşayım: Gençlere kimlikleri sorulduğunda yüzde 21.8’i Atatürkçü, yüzde 14’ü muhafazakârım, yüzde 21.50’si ülkücüyüm, yüzde 12.30’u İslamcıyım, yüzde 8.8’i Kürdüm diyor. Bu tabloya bakıldığında yüzde 42’lik bir kesim kendini Atatürkçü olarak tarif eden ve Atatürk ilkelerini benimseyen ülkücü gençlikten oluşuyor. CHP, gençlerle bu anlamda bir bağ kurabilir. Bunu yapabilmesi için üniversitelerde gençlik hareketlerini sahiplenmesi ve onları partinin içine alması, partiyi gençleştirmesi gerekiyor. İkinci olarak da “kadın hareketleri sosyal demokrat partilerin çatısı altında birleşmeli” tezi Avrupa solunda da var. Üçüncüsü de yeşil hareketlere sahip çıkması gerekiyor. n Bir dinamizme ihtiyacı var. Peki, o dinamizmi nasıl kazanacak? CHP’yi en çok destekleyenler, bazı bilim adamlarının dile getirdiği yeni orta sınıf. Bu sınıf, kol gücüyle çalışmayan beyaz yakalılar. Eğitimli, meslekleri olan, çağdaş yaşamı destekleyen laik ve dinamik insanlar. Bu insanların 1977’nin öğretmenleri gibi dağa taşa Karaoğlan’ı anlatan insanlar gibi CHP içinde aktif göreve gelmesi ve CHP’nin tezlerini Anadolu’ya yaymaları lazım. re 1991’dir. SHP ile HEP’i kuran vekiller arasındaki işbirliği bir tepki görüyor. Tüm bu nedenler CHP’yi yüzde 2025 bandında tutuyor. n Dört neden saydınız, bunca uzun bir zamanda CHP kaybettiklerini kazanma yoluna gitti mi? Dindar kesime ulaşmak bakımından Bülent Ecevit’in DSP olarak bir açılımı var. “İnançlara saygılı laiklik” diye bir tez geliştirdi ve bunu büyük ölçüde uygulayabildi. Keza aynı dönemde milliyetçi duyguları ön planda bir DSP ve Ecevit görürüz. Bu iki unsur bir teveccüh yarattı ve o kesimlerden oy almaya başladı. Öcalan’ın Ecevit’in başbakanlığında yakalanması, bu milliyetçi duyguları okşadı. 1977 seçimlerinde CHP birinci parti çıkıyor, yüzde 42 oy alıyor. Dolayısıyla dindar kesimden de oy alıyor. Orada iki temel faktör var: Birincisi, yine milliyetçi duygular ön planda, çünkü Kıbrıs kahramanı olarak Ecevit’e bir teveccüh var. İkincisi, bu düzeni kökten değiştirecek, halkça bir düzen kurma iddiası da yoksul kesimlerde ilgi görüyor. Ecevit’in 1977’de aldığı bu oy oranına CHP bir daha ulaşamıyor. CHP’nin bir de yoksul kesimlere ulaşma sorunu var. Ecevit bunu biraz kırabildi ama CHP, özellikle 2002’den sonra AK Parti iktidarının devletin temel niteliklerine yönelmesi karşısında sadece laikliği savunma cephesine çekildi. n Ecevit’in 1977’deki hakça düzen söyleminin kazandırdığını söylüyorsunuz. Kılıçdaroğlu, İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde de sosyal devlet vurgusu yaptı. Benzerlik görüyor musunuz? Evet, Ecevit’in kullandığı yöntem ve yaklaşımı Kılıçdaroğlu’nun da kullandığı kanaatindeyim. Hem dindar kesime ulaşmak bakımından bunu yapıyor, şunu da biliyorum, kendi beyanı var sohbetlerimizde... Hiç CHP’ye oy vermemiş kesimin kanaat önderleriyle görüşüyor, niye oy vermediklerini saptamaya ve onlara ulaşmaya çalışıyor. n CHP dindar kesimden oy almaya çalışıyor, öyle mi?.. Kesinlikle... Prof. Sencer Ayata’nın yaptığı çalışmaya göre AK Parti’ye oy verenlerin yüzde 50’si düzenli ibadet yaptıklarını söylüyor. Diğer yüzde 50’nin düzenli ibadet yapmadığı anlaşılıyor. Tümüyle dinle hareket eden bir parti tabanı yok demek ki. CHP’ye oy verenlerin yüzde 30’u. Demek ki CHP açısından bir din sorunu yok. Bu sonuçlar din alanının iki parti arasında çatışma alanı olmaktan çıkarılması gerektiğini söylüyor ama AK Parti bunu sürekli bir çatışma alanı olarak dinamik tutuyor. Kılıçdaroğlu bu gerçeği gördüğü için konuyu alan dışına taşıyıp inançlara saygılı bir tavır sergiliyor. Dayanışma ekonomisi hayata geçirilmeli n Peki, gelelim asıl soruya: CHP nasıl iktidar olur? Sosyal demokrat partiler işçi sınıfına oturan partilerdir. Her ne kadar CHP, Marksist kökenden gelmese de şimdi sosyal demokrat parti olma iddiasında olduğu için öncelikle işsizlerin, işçilerin, çalışan kesimlerin, yoksulların partisi olmak zorundadır. Benim önerim şu: 12 Eylül 1980 sonrasında başlayan sendikasızlaştırma sürecine yüksek sesle karşı çıkması lazım. Toplumsal muhalefet sendikacılığı hareketi başlatıp hem mevcut sendikaların güçlenmesi hem de olmayan alanlarda örgütlenme konusunda öncü, koruyucu parti haline gelmesi lazım. n İkincisi? Yoksul kesimlerin sorununu çözmek için dayanışma ekonomisini hayata geçirmesi lazım. Dayanışma ekonomisinin örneklerini gördük. Örneğin Ankaraİstanbul’da belediyeye ait arazilerde kooperatifler üzerinden üretim geçilmesi dayanışma ekonomisinin güzel bir örneği. CHP, bunu kurumsallaştırabilir, fabrikalar, tesisler kurabilir, istihdam yaratabilir. Dayanışma ekonomisini yaygınlaştırabilirse, iktidarında bunu Türkiye geneline yayabilir. CHP, kaybettiği Kürt oylarını alabilir n Peki, Kürt oyları? Üçüncüsü de bu. CHP’nin Doğu ve Güneydoğu’da anlamlı bir varlığı yok. Kürt seçmenlerin yüzde 80’inin oyunu HDP ve AKP alıyor. Oysa kurucu parti, sosyal demokrat parti olarak CHP’nin de o bölgede varlık göstermesi lazım. Etnik aidiyet dışında da yoksul, işsiz, daha kırılgan seçmene de diğer alanlardaki taahhütleriyle ulaşabilir. Örneğin sınıfsal yaklaşabilir. AKP’nin sadaka ekonomisi yerine CHP sürekli, iş güvenliği yaratacak, istihdam sağlayacak projelerle seçmenin karşısına çıkabilir ve kaybettiği Kürt oylarını geri alabilir? n Dindar kesimle ilişki kurulmaya çalışılması, Kılıçdaroğlu ile ilgili “partiyi sağa çekiyor” eleştirilerini de beraberinde getiriyor... Çok tepkili kesim, yine Sencer Ayata Hoca’nın anketlerden saptadığına göre, laikliği benimsemiş, çağdaş yaşam tarzından vazgeçmeyen ve Türkiye’de laik sistemin tehdit altında olduğunu gören, görece ortaüst sınıf... Ama CHP’nin tabanını oluşturması gerekenler, bunun dışında orta ve orta alt gelirli gruplar... CHP bunu sağlarken bir denge politikası izleyebilir, yani laikliği çok iyi anlatabilir, bunun dinsizlik olmadığını ifade edebilir. Sınıfsal anlamda yoksul kesimleri kazanabilir. Aydın kesim, bunu algılayıp anlayabilir. CHP’nin laiklik karşıtı bir parti olmadığını bilir. MUHARREM INCE’NIN BASKISI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NU DÜŞÜNDÜRECEKTIR n Çok tartışıldı, Kılıçdaroğlu’nun aklında cumhurbaşkanı adayı olarak Abdullah Gül var mı? Ben o kanaatte değilim. CHP, CHP’li adaylarla kazanmayı başardı. Demek ki CHP’nin içinden gelen, çok da tanınmayan adaylarla seçim kazanılabiliyormuş. Ben bu aşamadan sonra sayın Kılıçdaroğlu’nun CHP’li bir aday göstermesi gerektiğine inanıyorum. Sayın Gül’ü toparlayıcı bir aday olarak aklından geçirmiş olabilir ama o zaman böyle bir adaylık olursa CHP’li seçmene şu denilmiş olacak: İki Ak Parti’den birini seçin! CHP’li seçmen küsebilir. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığıyla sandığa gitmeyen CHP’liler olduğunu biliyoruz. Bu sefer sayın Kılıçdaroğlu’nun İYİ Parti ve HDP faktörünü dikkate alarak, onların seçmeninin de desteğini alabilecek ama CHP’li olduğundan kuşku duyulmayacak bir ismi aday göstereceğini düşünüyorum. Sayın Muharrem İnce, kendisiyle yaptığım söyleşide ilginç bir şey söyledi. “Siz mutlaka aday olacak mısınız, bunun için mi yola çıktınız” dedim. “CHP’nin adayına bakacağım, eğer içime sinerse neden aday olayım” dedi. Dolayısıyla İnce’nin baskısı da Kılıçdaroğlu’nu düşündürecektir. Eğer CHP’li olmasından kuşku duyulacak bir aday çıkarsa İnce aday olacak demektir ve böylece CHP’den İnce’ye daha çok teveccüh olabilir. n Peki, Akşener’in, Babacan’ın, Gül’ün isimleri Cumhurbaşkanlığı adaylığı için geçerken Kılıçdaroğlu’nun adı hiç geçmiyor, neden? Kemal Bey bu konudaki “tavrını genel başkanlar cumhurbaşkanı olmamalı, parlamenter sisteme geçmeliyiz ve cumhurbaşkanı tarafsız olmalı” düşüncesine dayandırıyor. Bu nedenle de kendisi aday olmuyor, izahı böyle. Diğer taraftan; Sayın Kılıçdaroğlu’nun mezhepsel aidiyetinin Sayın Erdoğan tarafından istismar edilebileceği, bu seçimlerin yeniden din üzerinden çatışmaya dönüşebileceği, bunun CHP’nin lehine olmayabileceği de konuşuluyor. Ama olabilir de... Hukuksal soykırım! Bereket ki inatla Türkiye’de hukuk arayan gözler tükenmiyor. Onların başında gelen Prof. Dr. Kemal Gözler’in Enis Berberoğlu kararına ilişkin kaleme aldığı son yazındaki şu cümleyi birkaç kez okudum: “Bugünlerde kendimi iki kere ikinin beş etmeyeceğini söylemek zorunda kalan matematikçiler gibi hissediyorum...” Bir bilim insanı gerçeğin, iktidar sahiplerinin keyfine göre değiştirilemeyeceğini anlatmak için başka ne desin? Aslında bu, bir haykırış... “Hukuku katletmeyin” çığlığı... Centilmen bir isyan! Türkiye günlerdir anayasanın 153. maddesini tartışıyor: “Anayasa Mahkemesi’nin kararları kesindir... Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar...” Anayasa Mahkemesi (AYM) 13 Ekim’de CHP İstanbul Milletvekili iken Meclis Başkanı’nın hukuksuzluğa alet olmasıyla milletvekilliği düşürülen Enis Berberoğlu ile ilgili özetle şu kararı aldı: “Berberoğlu’nun seçilme hakkı, siyasi faaliyette bulunma hakkı, kişi hürriyet ve güvenliği hakkı ihlal edilmiştir. Yeniden yargılanmasına...” Muhatap İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, AYM’ye şu karşılığı verdi: “Yeniden yargılamaya yer olmadığına, hükmün aynen ifasına...” Türkçesi şu: “Hukukun iflasına...” HHH Berberoğlu’nun ilk tutukluluğundan bugünkü duruma kadar her aşaması hukuksuzluklarla dolu. Davayı önce birleştirdiler, sonra ayırdılar... Önce casusluk var dediler, sonra vazgeçtiler... Önce tahliyesine dediler, sonra vekilliğini tutukladılar... Bu, kanun devleti bile olmadığımızın göstergesidir... Türkiye’de kanunların uygulanması, kişiye, zamana ve olaya göre değişiyor. Sağır Ceza Mahkemesi o kadar bağımsız o kadar bağımsız ki; hukuktan, Anayasa Mahkemesi’nden ve hatta anayasadan da bağımsız... Yeri geldiğinde hiç kimsenin, işleyenin dahi bilmediği suçları üreten mahkemeler yeri geldiğinde tüm Türkiye’nin tartıştığı bir olayda suç unsuru bulamıyor, bulmuyor. Hayatı, devletin çetelerden, hırsızlardan arınması mücadelesiyle geçmiş Emin Çölaşan, Necati Doğru FETÖ’cü... Sızan bilgilerin 32 cihana gittiğini herkesin konuştuğu “Kozmik Oda” davasında casus yok... Buna karşın tepeden tırnağa gazeteci Müyesser Yıldız’dan casus üretmeye kalk! Böyle bir ortamda günlük gelişmeleri izlerken en çok dikkat edilmesi gereken şu: Akıl sağlığını korumak! HHH Bu hafta Alparslan ve Melikşah’ın Veziri Azam’ı, bugünün diliyle başbakanı Nizamü’l Mülk’ün ölüm yıldönümü. Siyasetname kitabının yazarı Nizamü’l Mülk, 14 Ekim 1092’de Hasan Sabbah’ın adamlarınca şehit edildi. Türklerin siyasi tarihinde, Nizamü’l Mülk’ün şahsında başbakanlık makamının en az bin yıllık geçmişinin olduğu söylenebilir. Siyasetname bugüne de hitap eden, “devleti yönetme sanatına” ilişkin bilgilerle doludur. Altını çizdiğimiz 3 cümlesini aktaralım: “Güçlü devlet, güçlü adaletle olur; adaletin duvarı, devleti tüm kale duvarlarından daha iyi korur.” “Devlet yönetiminde adalet mertebe olarak, dinin de üstündedir.” “Küfr ile belki amma zulm ile payidar kalmaz memleket!” Bin yıl sonra bugün ne durumdayız? Başbakanlık kalkmış... Bakanlar Kurulu bitmiş... Yargı ruhunu Saray’a teslim etmiş... Yargıya son sözümüz: Verdiğiniz kararlar katliam değil... Hukuksal soykırım! Mine Akdağ yaşamını yitirdi Bir dönem gazetemizin reklam müdürlüğü görevini yürüten Mine Akdağ yaşamını yitirdi. Akdağ’ın vefatını kızı spiker Ceren Akdağ duyurdu. Ceren Akdağ, annesinin Bodrum’da yoğun bakımda tedavi gördüğü hastanede ya Mine Akdağ şamını yitirdiğini açıkladı. 62 yaşında kalp yetmezliği nedeniyle aramızdan ayrılan Mine Akdağ, Dünya, Akşam ve Cumhuriyet’in ardından SabahAtv Reklam Genel Müdürlüğü, TGRT Haber Reklam Grup Başkanlığı ve TVEM’in Reklam Müdürlüğü görevlerinde bulunmuştu. l Haber Merkezi
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear