18 Haziran 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 3 NİSAN 2019 çarşamba [email protected] TASARIM: BAHADIR AKTAŞ OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 500 yıl sonra Leonardo da Vinci A. Celal Binzet Biliyorum, içinde yer aldığımız çalkantılı toplumun daha öncelikli konuları var. İnsan haklarından başlayıp, politikanın karmaşasına, oradan da ekonomiye değin uzanan bir dizi olumsuzluklar en önde geliyor. Ama onca dengesiz süreçte bir an durup soluklanmak gerekmez mi? Çünkü tarihin gerilerinde kalmış olsa bile o denli de yakın sayılan bir sanatçının söyledikleri günümüz için büyük anlamlar taşıyor. İçinde bulunduğumuz yılın özelliği evrensel bir sanatçının ölümünün 500. yılı oluşu. Söylemeye gerek yok ama dünya tarihinde iz bırakmışlardan birisi o ve adı da Leonardo da Vinci. Nasıl bir iz olduğu sorusuna verilecek en iyi karşılık yine kendi sözlerindedir: “..bilime gönül verenler, tamamen entelektüel bir uğraş olan diğer aldatıcı bilimlerde mümkün olmayan biçimde, huzur içinde bilimle uğraşırlar.” Mona Lisa’nın gülüşü 500 yıl öncesinin bu seslenişi ne denli güncel! Birçok kimseyi ilgilendirmeyeceği bilinmesine karşın bu sanatçı ile yaşamının örtüştüğü dönemden çıkarılacak çok sayıda ders olduğunu unutmamalıyız. Hele de, bizim gibi günlük politikaların kısır çekişmeleri arasında zaman yitirenlerin bol bulunduğu ülkemizde. En azından, yaptıkları denli düşünce sistemiyle de rol modeli olmuş bir aydından söz ediyoruz. Yanlış bir algıyla, çoğunlukla kendinden önce, yaptığı tablonun adı anımsanır: Mona Lisa. Gizemli gülümsemesiyle her gün karşısına geçen binlerce izleyicisine bakan ölümsüz kadın. Söylemler yal Da Vinci’nin yalnız kendi ülkesi için değil, tüm insanlığı kapsayıcı kişiliğiyle tek bir ulusa ait sayılamayacak denli önemli bir sanatçı olduğunu yeniden vurgulamalı. nızca bu yapıtla sınırlı kalsaydı o denli önemsenmeyecekti belki. Çok daha geniş boyutlu ve derinlikli bir oluşumun ortasında bulunuyor sanatçı. Dönemin yapısı gereği resimden mimarlığa, fizikten botanik, mühendislik, uzay ve tıp gibi birbirinden apayrı alanlarda araştırma yapmış, bulduğu sonuçları yazıya geçirmiş bir kişilik var karşımızda. Defterlerindeki sayfalar arasına serpiştirilmiş desenlerinin desteklediği notlarla sanatçılığının yanında bilim insanı örneğini görmek sürpriz sayılmıyor günümüzde. Döneminde dinsel bağnazlıklar nedeniyle kadavra üzerinde araştırma yapmanın yasak olduğunu kaynaklar yazıyor. Leonardo’nun anatomik çizimlerini bu koşullarda gerçekleştirmesini bilimsel düşünüşün kanıtı olarak görmeli. Bu bile onun ilerici kişiliğini tanımlamada başlı başına bir veri sayılır. Ama bir şeyi gözden kaçırmamak gerekiyor. İslam dünyasının 15. yüzyıla değin süren yükselişi, izleyen dönemde tersine dönerek bilimsel devrimle birlikte kültür ve sanatın öncülüğünü Avrupa’ya kaptıracaktı. Böylelikle ana karada Kilise’ye bağlı skolastik düşünce varlığını yitirir. Bu oluşumda, İstanbul’un alınışıyla İtalya’ya göç etmek zorunda kalan bilim ve sanat insanlarının katkısını da gözden kaçırmamalı. Bugün elimize ulaşan resimlerinin sayısının çok sınırlı olmasına karşın defterlerindeki çizimler ve notlar onu tanımamıza daha fazla olanak tanıyor. İstanbul’da Haliç üzerine kurulacak bir köprü projesi için yaptığı taslağın uygulamaya konulmadığı bir gerçek. Konuyla ilgili olarak Osmanlı Sultanı II. Bayezıt’a 1500 yılında bir mektup da göndermişti. Bilim olmadan eylem olmaz Usta sanatçının değişik konulardaki düşünceleri onun ne denli evrensel olduğunu gösteriyor. İşte bunlardan bir tanesi: “Bilim olmadan eyleme âşık olanlar, gemiyi dümensiz ya da pusulasız kullanan kaptana benzer.” Bilimin henüz gelişmeye başlamadığı o dönemde kendi zamanının ötesine geçerek böyle bir görüş öne sürmenin onun düşünsel yapısı hakkında yeterince bir ip ucu verdiğine inanmamak için hiçbir neden yok. Feodalite çağının karmaşık politik oyunlarıyla yoğrulan ortamında sanattan yola çıkarak yaşamın farklı alanları üzerinde görüşler ortaya koyan sanatçıya hayranlık duymamak elde değil. Çünkü, yönetimleri elde tutan soylu aileler arası bölünme ve çekişmelerin eksik olma dığı zamanların karmaşasına takılmadan kendi yolunda yürümenin zorluğu açıktır. Söyledikleri içinde bir tanesi var ki güncelliğinin ötesinde yüzümüze ayna tutar gibi: “Bağırılan yerde bilim olmaz.” Uyarısı hâlâ güncel Her gün karşımıza çıkan bağırtılı kimliklerin kendine inanan yığınları büyülemesini başka türlü açıklamak zor. O kalabalıkları yönlendirebilmek için düşünce kanallarını tıkayıp bilgisiz kılmanın, bilimden uzaklaştırmanın yolu sabah akşam demeden onların karşısında bağırmaktan geçiyor galiba. Toplumca sağlıklı düşünmeyi engellemenin en kestirme yolunun bu tür çığırtkanlıklarla onları oyalamak olduğunun bilincinde. Ve yüzyıllar öncesinden uyarısını yapmış bugünlere. 2 Mayıs 1519’da 67 yaşındayken yaşamını yitiren usta sanatçıyı 500. yılında saygı ile anmak gerekiyor. Yalnız kendi ülkesi için değil, tüm insanlığı kapsayıcı kişiliğiyle tek bir ulusa ait sayılamayacak denli önemli bir sanatçı olduğunu yeniden vurgulamalı. Düşünce insanı olmak, söyledikleriyle kendi zamanından onca yıl sonra bile güncel kalabilmek herkesin ulaşabileceği bir nokta değil. Onun yaşamı üzerine söylenecek çok şey var. Son bir söz olarak tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de, Leonardo’nun doğum günü olan 15 Nisan’ın “Dünya Sanat Günü” olarak kutlandığını eklemekle yetinelim. Susarsanız... Erol Ertuğrul Tevfik Fikret’in “Millet Şarkısı” şiirini ilk kez lise yıllarımda babamdan dinlemiştim. “Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa/ Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır/ Göz yumma güneşten, ne kadar nuru kararsa/ Sönmez ebedi her gecenin gündüzü vardır/ Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol/ Ey hak, yaşa, ey sevgili millet, yaşa var ol/ Haksızlığın envaını gördük, bu mu kaanun/ En gamlı sefaletlere düştük, bu mu devlet/ Devletse de, kanunsa da artık yeter olsun/ Artık yeter olsun bu denli zulmü cehalet” Bu satırlar yaşadığımız günlerde ne kadar da önem taşıyor, güç veriyor. On yedi yıldır öylesine kötü olaylar yaşadık, yaşıyoruz ki direnmek ve bir düşün savaşı vermek zorunlu oluyor. Yönetime karşı olanlar yalanlarla karalandı, karalanıyor. Kabataş’ta türbanlı bacımıza neler yaptılar, Gezi’de camide içki içtiler yalanlarından sonra, şimdi de kadınlar İstiklal Caddesi’nde ezanı ıslıkladılar yalanı... Yargı açık biçimde yönetimin etkisinde, bağımsız yargı yok. Dün bir cemaatin elinde olan yargı, bugün AKP’nin elinde. Halkımız susuyor. Geleneklerimizi yok ettiler. Dostluğumuzu, kardeşliğimizi yok ettiler. Saltanatlarını sürdürebilmek için ulusumuzu böldüler. Anayasa değiştirilip tek adam sistemine geçilirken sustunuz, böylece sarı öküzü verdiniz ve arkası geldi. Susarsanız arkası gelecektir. Susarsanız her şey olabilir. Demokrasinin hiçbir kuralı uygulanmazken buna hiç sıkılmadan ileri demokrasi diyebiliyorlar. Sizin sustuğunuzu, nasıl olsa katlandığınızı gören yönetim her türlü hukuksuzluğu yapabilir, yapıyor. Yanlışlıklara susmayacaksınız, haksızlıklara susmayacaksınız. Cumhuriyetiniz dönüştürülürken susmayacaktınız. Bari şimdi susmayın. Kazanmanın tek yolu haksızlıklar karşısında direnmek ve susmamaktır. Halk olarak tepki gösterin. Mustafa Kemal’in yaptıklarını unutmamalıyız. Onun yaptıkları bizim için en açık örnektir. Karanlıklarda, en olmadık zamanlarda aydınlığı ve doğru olanı bulmaktır. Norveç’te yerleşmiş bir deyim var: “Mustafa Kemal gibi düşünmek.” En olmadık zamanlarda onun gibi düşünüp olumsuzlukları yenmek. Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Rauf Orbay, Mustafa Kemal için “O olmasaydı biz başaramazdık, ancak, biz olmasaydık o yine de başarırdı” diyor. Bursa söylevini, Gençliğe Söylev’i unutmamalıyız. Ulus olarak bugün bize düşen yanlışlara, haksızlıklara, hukuksuzluklara susmamak, direnmek ve karşı çıkmaktır. Geçmişte bunun açık örneklerini vermiş ulusumuzun gerektiğinde gerekeni yapacağından kimsenin kuşkusu olmasın. 31 Mart yerel seçimleri tamamlandı. AKP büyük illeri kaybetti. Oy kaybına uğradı. Nefret, iftira, yalan ve karalama yenilgiye uğradı. Ulusumuzun sağduyusu gelecek için umut vermektedir. Belli ki kazanan aydınlanma olacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Annelere son çağrı Erbil Tuşalp Kadına çağdışı, ayrımcı ve düşmanca baktılar. Makarnayla, kömürle, sonsuza kadar aldatacaklarını sandılar. Yanıldılar. Siyaset sahnesinde susan erkeğine inat konuşan kadın var artık. Kilitli sandığını açıp isyan bohçasını çıkaran kadın susmuyor. Ödünsüz, pazarlıksız, korkusuz bir anne susmuyor. Erkeğinin mezarı başında ağlamanın, cezaevi kapısında ömür tüketmenin, yazgı olmadığına inanan kadınlar hak arıyor. Açlığın, yoksulluğun yakasını yırtmaya kararlı anneler hesap soruyor. 1994 yerel seçimlerinden bu yana kadınları “kul”, çocuklarını “köle” görenlerle hesap kesilecek. Görmeyenlerin karşısına dikilecekler. Sırtındaki “kırk değneğin” acısına, tacize uğrayan çocuğunun kulağındaki “bir kereyle bişey olmaz” fısıltısına tanık olup susan babalara, amcalara, dayılara da sorulacak elbet. 18 milyon çocuğun sanki “kelepçeli” 41 milyon kadının sanki “prangalı” bir geleceksizliğe sürüklendiğini dünya konuştu. Onlar konuşmadı, konuşturmadı. Konuşmak ve sormak sırası şimdi kadınlarda. Anneler gözünü yummasaydı, korkmasaydı, konuşsaydı eğer. Anne olmanın, insan yaratmanın gücüyle zalimin karşısına dikilseydi eğer. Hesap sorsaydı hırsıza “hırsız” soysuza “soysuz” diyebilseydi eğer bir baştan bir başa değneksiz köye döner miydi koca ülke? Çocuklar kimin elinde Milyonlarca ana kuzusunun “gericiliği belgeli” eğitim bakanlarına emanet edildiğini gören olmadı. Çocukların geleceğinin seccadeyetespihe, tesettüretürbana bağlandığını anlayan da yoktu. Örneğin eğitimin bir numaralı koltuğuna oturtulan bakanın “Cihadın farziyesini unutmuş değilim. Cihat konusunda dikkat edilmesi gereken ‘zafer’ ile değil ‘sefer’ mükellef olduğumuzdur” yaklaşımı unutuldu. Ne cihadı, ne seferi, ne zaferi diyen çıkmadı. (Erkan Mumcu) Örneğin eğitime şeriat zehri katanların önde gelen bakanı “İşgal askerleri Mustafa Kemal’in kurtuluş ordusunun silah gücüyle değil, Saidi Nursi’nin talebelerinin iman gücüyle ülkeden çıkarılmıştı” savı yanıtlanmadı. Dahası “Alevileri de Sünni ve Hanefi çoğunluğa ilave ediyoruz” tahrikine kulak tıkandı. (Hüseyin Çelik) Hecelere ayırma Mustafa Kemal Atatürk’e, kurtuluşa, kuruluşa ve devrimlere hakaret neredeyse serbest bırakıldı. Örneğin ilköğretim 1. sınıf öğrencileri için hazırlanan derginin “hecele re ayırma” bölümünde iki köpek resmi vardı. Küçük köpeğin üstüne “öğretmen” büyük köpeğin üstüne “Atatürk” yazıldı. Büyük köpeği seçen çocuklar yaldızlı aferin aldı. Örneğin ilköğretim 2. sınıf öğrencileri için hazırlanan test kitabındaki “hayvanları koruma günü ne zaman kutlanır” sorusuna “a25 Ekim, b 4 Ekim, c10 Kasım” seçeneklerinden yanıt istendi. 10 Kasım’ı seçen çocuklar da yaldızlı aferin aldı. Çocuklar “TC’nin 1923’ten beri sürekli gerileyiş içinde olduğunu” dahası “yetmiş yıllık tarihin boşa harcandığını” savunan bir imamın öfkesine, kinine teslim oldu. Müslüman Türk milletinin ayağa kalkması düşü görüp “kıyam başlayacak müjdesi” verenler çocuklara “Cumhuriyetin laiklik ilkesinin İslam ile bütünleşmesinin gerekli olduğu kanaatini taşıyan” eğitim bakanları armağan ediyordu. (Ömer Dinçer) Aralarında oy karşılığı cennet vaat eden (İsmet Yılmaz), ilkokul çocuklarına Taliban’a övgü kitabı dağıtan (Nabi Avcı) eğitim bakanları bile vardı. Yolun sonunda Bir uçtan bir uca demokrasi çöplüğüne dönüştürülen ülkede bir kez daha yolun sonuna gelindi. “Soru sormanın yaşamak demek olduğunu ” önce annelere sonra herkese” anımsatmanın şimdi tam sırası. Çocuklarınızı hırsızlığı “çalıyor ama çalışıyor” kurnazlığıyla aklayanlara, rüşveti “bal tutan parmak yalar” cambazlığıyla açıklayanlara, “demokrasiyi “araç” sayanlara teslim ettiğinizin farkında mısınız? Çocuklarınızın Cumhuriyet değerlerinden uzaklaştırılıp Türkiye İslam Cumhuriyetinin zorbalığına kurban edildiğini; Cumhuriyet nefretiyle donatılıp rejim düşmanlığına sürüklediğini biliyor musunuz? Çocuklarınıza 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim, 30 Ağustos gibi günlerin bayram değil “küfrün ve kâfirleşmenin, putun ve putperestliğin temellerinin atıldığı kara günler” olduğunu savlayan bildirilerin dağıtıldığını duymadınız mı ? Çocuklarınızın orduda, poliste, eğitimde, üniversitede ve bürokraside yükselmeyi “tarikat şartına” bağlayanların; baleyi, dansı fuhuş sayanların; tesettürü/ türbanı/çarşafı eğitim özgürlüğü ile birleştirenlerin elinde olduğunu görmüyor musunuz? Çocuklarınızı din devleti düşü görenlerin, ümmeti ulusa yeğleyenlerin, kin besleme çağrısı yapanların, iç savaştan siyasi yarar bekleyenlerin, demokrasi karşıtlarının, uyuşturucu ve kumar mafyasının, hak ve adalet düşmanlarının elinden kurtarmayı düşünüyor musunuz? C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear