18 Haziran 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
OLAYLAR VE GÖRÜŞ[email protected] eposta: [email protected] Pazar 2 Aralık 2018 2 TASARIM: Bahadır aktaş ‘Ne Dost ne Düşman’ ONUR ÖYMEN TürkAmerikan ilişkilerindeki sorunlar Rahip Brunson’ın tutuklanmasından sonra krize dönüştü. Brunson gibi Evangelist olan Başkan Yardımcısı Pence, “Türkiye, ya Brunson’ı derhal serbest bırakır veya bunun sonuçlarına katlanır!” diyerek Amerika’nın baskıcı tavrını ortaya koydu. Türkiye’den çelik ve alüminyum ithalatındaki vergiler arttırıldı, F35 uçaklarının verilmesi Savunma Bakanı’nın Kongre’ye olumlu rapor vermesi koşuluna bağlandı. Bazı düşünce kuruluşları da baskı kampanyasına katıldılar. Center for Strategic and International Studies (CSIS) Mayıs 2018 tarihli raporunda Amerika’nın menfaatlerine zarar veren Türkiye’nin artık müttefik de düşman da sayılamayacağını belirtti. PDY’ye otonomi verilmesi Raporda Amerika’nın müttefiki olarak söz edilen PYD’ye otonomi verilmesi ve onun kazanımlarının Rusya, İran, Türkiye ve Suriye’ye karşı manivela gibi kullanılması öneriliyor; Amerika’nın Ege’de ve Kıbrıs’ta Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimine yardımcı olması, Yunanistan, İsrail ve Kıbrıs Rum Kesimi arasındaki stratejik işbirliğine destek vermesi tavsiye ediliyor. Brunson’ın serbest bırakılmasından sonra Trump, “Türkiye’yle ilişki Türkiye’nin hedefleri bir yandan kendi güvenlik çıkarlarını savunurken bir yandan da bölge ülkelerinin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne hizmet edecek çözümler üretilmesi olmalıdır. Türkiye, özellikle hazırlanacak anayasaların başka ülkelerin dayatmasıyla değil, bölgedeki halkların özgür iradesiyle yazılmasını savunmalıdır. Brunson Trump Türkiye ABD’nin stratejik ortağı sayılabilir mi? lerin eskisinden çok daha yakın olacağını” söyledi. Bu sözler Türkiye’deki bazı çevrelerde iyimserlikle karşılandı. Oysa bunun tek başına Türkiye ile Amerika arasındaki görüş ayrılıklarını gidermesi beklenemezdi. Türkiye’nin ve Amerika’nın stratejik hedefleri farklıydı. Amerika’nın müttefik saydığı PYD, aslında terör örgütü PKK ile işbirliği yapıyordu. Uluslararası Af Örgütü de PYD’yi ‘savaş suçlusu’ sayıyordu. Amerika, Türkiye’nin Rusya’dan S400 füzelerini satın almasını engellemeye çalışıyordu. Türkiye’nin Fethullah Gülen’in iadesi tale bi ABD tarafından kabul edilmedi, Halkbank’la ve onun ABD’de mahkum edilen eski Genel Müdür Yardımcısıyla ilgili sorunlar da, henüz çözülemedi. Nitekim Amerika’nın etkili düşünce kuruluşlarından Council on Foreign Relations, 2018 yılının Kasım ayında Steven A. Cook imzasıyla “Ne Dost, ne Düşman” başlığıyla yayımladığı raporda bütün bunlara ilaveten Türkiye’nin Mısır, İran ve Ege sorunlarına ilişkin tutumu ve Afrin harekâtı eleştirilmekte ve Amerika’nın PYD ile askeri bağlarını sürdürmesinden başka çaresi olmadığı ileri sürülmektedir. Raporda bütün bu nedenlerle artık Türkiye’nin Amerika’nın stratejik ortağı sayılamayacağı, Türkiye’den ‘ne dost ne de düşman’ olarak söz edilebileceği belirtilmekte, bu nedenle ülkemizin F35 programından tamamen çıkartılması, Amerika’nın İncirlik üssüne alternatif olarak Kıbrıs, Yunanistan, Ürdün veya Romanya’da başka bir üs araması önerilmektedir. Türkiye’nin stratejik ortaklığı Kuşkusuz bu görüşler Amerika’nın resmi tutumu sayılamaz. Bununla birlikte, Amerikan hükümetinin bazı ülkelere baskı yapmak için resmen söylemediği görüşleri medya veya düşünce kuruluşları aracılığıyla duyurduğu bilinmektedir. Amerika’daki Türkiye karşıtı lobiler de bu yolda hareket etmektedirler. Bu gibi yayınların ortak tarafı bölge halkının haklarından, bağımsızlığından, güvenliğinden ve demokrasi içinde yaşama arzusundan hemen hemen hiç söz etmemeleri ve öncelikle Amerika’nın bölgedeki stratejik menfaatlerini ön plana çıkartmalarıdır. Türkiye’nin hedefleri ise bir yandan kendi güvenlik çıkarlarını savunurken bir yandan da bölge ülke lerinin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne hizmet edecek çözümler üretilmesi olmalıdır. Türkiye, özellikle hazırlanacak anayasaların başka ülkelerin dayatmasıyla değil, bölgedeki halkların özgür iradesiyle yazılmasını savunmalıdır. Kararlı mücadele Geçmişte de Amerika’nın Türkiye’ye baskı uygulayarak kendi çözümlerini kabul ettirmeye çalışmasının örnekleri vardır. Bu baskılara direnen Meclis’in ve devlet adamlarımızın kararlı duruşunu gururla hatırlıyoruz. İsmet İnönü’nün “...Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur” sözleri, Bülent Ecevit’in “Gerekirse kapının tokmağını çevirir, duvarın öbür tarafına geçeriz” demesi, Demirel’in Amerikan Kongresi’nin askeri ambargo kararına karşı üslerimizi Amerikan askerlerine kapatma kararı ve TBMM’nin 1 Mart 2003 tezkeresini geri çevirmesi bunun örnekleri arasındadır. Türkiye geçmişte daha zor şartlarda daha büyük engelleri aşmasını bilmiştir. Bugün de aşabiliriz, yeter ki, bu gibi milli meselelerde, baskılara direnme ve birlik içinde kararlı mücadele verme gücümüzü ve azmimizi kaybetmeyelim. Eşitlik ve özdeşlik üzerine Erendiz Atasü Uygarlıkların kökeni ne yazık ki köle emeğine dayanır. Köleliğin amansız beyaz adamın eline düşmüş Afrika zencilerine özgü olduğu sanılmasın; İstanbul’da 1911’e kadar, saray haremlerini dolduran kadınların ve harem ağalarının da alınıp satıldığı esir pazarlarının varlığı anımsansın. Yakın zamanlara dek evlerde–aile üyesi etiketi altında ücretsiz çalıştırılan “beslemeler’’ de unutulmasın. Köle emeğine bu denli batmış bir halk olarak “geleneğimizdir’’ diye, köleliği savunduğumuz günler de gelecek mi acaba? Kuşkusuz tarihimiz bize bu hakkı vermez; ama muktedirlerin köle tutkusunu; ve muktedir olmayanların köleliğe kayma arzusunu açıklar. Özgürlük kolay değildir; başı boşluk anlamına gelmez; kişinin verdiği kararların sorumluluğunu taşıyabilmesidir. Köleci uygarlıklar tarih sahnesinden çok kötü bir mirasla çekildiler; kadının erkeğe nispetle aşa ğı bir yaratık olduğu ve ona bağımlı yaşaması gerektiği kavramı, çaresizin muktedirce sömürülmesini kanatıp iltihaplandıran bir ikinci yara olarak insanlık ayıbını derinleştirmektedir. Kadın özgürlüğü Efendiler/ fiili köleler ayrımına isyan Fransız İhtilalinin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganıyla söz buldu; örtük köleliğe karşıtlık ise 1917 Sovyet devrimiyle eyleme döküldü. Kadın özgürlüğünün gerek tarihsel, gerek kavramsal olarak insanların eşitliği fikriyle kopmaz bağlarını akılda tutmakta yarar var. Akılda tutulması gerekli bir diğer husus, insanlar arası eşitliğin daha yürünecek çok yolu bulunan bir süreç olduğudur; yasa önünde kadın erkek eşitliği ilk ve vazgeçilemez adımdır; ama yeterli değildir. Kadınların bir altinsan türüne mensup eksikli yaratıklar olmayıp tıpkı erkekler gibi tüm birer insan olduğunu kabul edemeyenler, kadın erkek eşitliğini ısrarla öz İslam hukukunun uygulandığı ülkelerde manzara içler acısıdır. Kadınlar diğer ülkelere göre kıyaslanama yacak derecede şiddete maruz kalmakta, dövülmekte, öldürülmektedir. deşlik yani aynılık olarak algılayıp, doğaya ters buldukları için ret ederler. Oysa bütün insan tekleri biriciktir, kimse bir diğeriyle özdeş değildir. Cinsler arası eşitlik Genelde insanlar, özelde cinsler arası eşitlik, bireylerin devlet, toplum, kültür önünde farklı ölçütlerle değerlendirilmemeleri ve eşit fırsatlara sahip olmaları anlamına gelir. Birleşmiş Milletlerin imzacı devletlerindinde yasa hükmünde olan “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığı Önleme Sözleşmesi” eşit işe eşit ücret ilkesini savunduğu kadar, kültürel yani geleneksel önyargıların, özellikle cinsellikle ilgili olanların kadınları nasıl ezdiğini saptar; ve bu kültürel özelliklerle onların kutsanması yerine ? mücadele edilmesini görev olarak imzacı devletlere yükler. Türkiye Cumhuriyeti imzacı bir devlettir! Osmanlı’nın yıkılma döneminde aydınlarımız kadın meselesi üstüne kafa yormadılar değil; ama hep mahcup, hep tereddütlü idiler. Kadının tıpkı erkek gibi tüm bir insan olduğu için eşit ve özgür olması gerektiğini telaffuz edemediler, belki düşünemediler bile. Kadınlarımız için hukuksal, toplumsal, eğitsel eşitliği gerçek anlamda gündeme getiren ilk kişi, kadının anatomik ve fizyolojik özelliklerinin toplumsal etkinliği önleyici ve kadına farklı bir ahlak dizgesinin uygulanmasını gerektirici olmadığını derinden kavrayan Mustafa Kemal Atatürk’tür (Bknz. Mustafa Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları, Türk Tarih Kurumu, 2. Bsk., 1991). Diğer düşünce insanlarımız niye bu kadar mahcuptu? Ya nıt açıktır: Taassup yüzünden. Taassup dillerini olduğu gibi düşünme yetilerini de bağlıyordu. Cinsel saldırganlık Kadınerkek eşitliğinin ve kadın özgürlüğünün karşıtları dinimizin kadınlara ne kadar şefkatli olduğunu vurgularlar. Kutsal metinlerin yorumlanması bir uzmanlık işidir ve bu satırların yazarının bu konuda bir iddiası yoktur. Ancak dine dayandığı iddia edilen toplumsal uygulamalar, hepimizin işidir, çünkü hepimiz aynı toplumda yaşamaktayız. İslam hukukunun uygulandığı ülkelerde manzara içler acısıdır. Kadınlar diğer ülkelere göre kıyaslanamayacak derecede şiddete maruz kalmakta, dövülmekte, öldürülmektedir. Cinsel saldırganlığı önüne geçilmez bir doğa gücü olarak kabul edilen erkeğe, onayı olmayan kadına dokunmanın erkeği onursuz konuma düşürdüğünün anlatılması yerine, bu felaketten korunma sağladığı iddiasıyla neredeyse bebeklik çağındaki kız çocukları bile tesettüre sokulmaktadır! Kuşkusuz şeriat uygulamalarının toptan değil, birer birer, başka isimler altında hukuk sistemine sokulması durumun özünü değiştirmemektedir. Yasa önünde eşit yurttaşlık şemsiyesi zedelenmeye görsün, muktedirin lütfedecekleri yoksula verilen sadakaya benzeyecektir. Bu kampanya; CUMOK’un (Cumhuriyet Okurları), Atatürk devrimlerine inanmış Atatürkçü Düşünce Derneği, kadın kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin çağrısıdır. Bu tüm halkımıza, “son kale”nin korunması için önemli, içten ve açık yürekli bir çağrıdır. Bu çağrıya Atatürkçü sivil toplum örgütleri, kuruluşlar destek vereceklerini Cumhuriyet Vakfı’na bildirmişlerdir. Vakıf senedimize göre, CUMOK’ların çağrısıyla başlayan kampanyayla bağış almaya vakfımız imece’sine yoğun ilgi yetkilidir. CUMOK ve sivil toplum örgütlerinin isteği doğrultusunda kampanyamız 14 Aralık 2018 Cuma gününe kadar uzatılmıştır. Bağışlarınızı 14 Aralık’a kadar gazetemizden ve internet sitemizden duyurulan hesap numaralarına yatırabilirsiniz. l Cumhuriyet ve Atatürk aydınlanmasının kalesi Cumhuriyet gazetesini yaşatalım. l Cumhuriyet’in kimseye muhtaç olmadan yayınını kesintisiz sürdürmesini sağlamak için destek verin. lCumhuriyet gazetesi bir direniş mevziidir. Bu hare kete bir tuğla da siz koyun. l TL Iban numarası: TR67 0006 4000 0011 3980 0074 52 l USD Iban numarası: TR69 0006 4000 0021 3980 0112 91 l Euro Iban numarası: TR28 0006 4000 0021 3980 0118 35  l Bağışlarınızı IBAN hesapları dışında ayrıca Türkiye İş Bankası Şişli Ticari Şube, Şube Kodu: 1398 Hesap No: 7452 No’lu hesaba da yatırabilirsiniz. l Cumhuriyet Vakfı’nın web sitesi www.cumhuriyetvakfi.org.tr adresi üzerinden de bağış yapabilirsiniz. Cumhuriyet’i içinden kemirmek Bu sütunun okurları, Silivri kumpasları başlayalı beri yıllardır hemen hemen her pazar, Hukuk Devletini ve Bağımsız Adaleti savunan yazılar yazdığımı... Haksızlık, hukuksuzluk sorunlarını açık bir biçimde anlatabilmek için konuları somut kişiler veya olaylar çerçevesinde ele almaya çalıştığımı bilirler. Bugün iktidar tarafından özel olarak kasten kutuplaştırılan Türkiye’nin siyasal ve kültürel ortamında, Hukuk Devletini ve Evrensel Bağımsız Adaleti savunmak, neredeyse “ihanetle” suçlanan bir eylem ve söylem haline getirilmek istenmektedir. Bu yazıda, “Herkes için, her yerde, her zaman adalet” diyerek Hukuk Devletini savunanlara saldıranları ve böylece  Demokrasiden kopuşu hızlandıranları irdelemek istiyorum. HHH Yazının başlığındaki “Cumhuriyet” sözcüğü ile üç Cumhuriyet’ten birden söz ediyorum: Türkiye Cumhuriyeti... Cumhuriyet Halk Partisi... Cumhuriyet Gazetesi... “Ağacın kurdu içindedir” sözü, her üçü de Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuş olan bu üç Çınarın hepsi için birden söylenmiş gibidir adeta! HHH Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni, Cumhuriyet Halk Partisi’ni ve Cumhuriyet Gazetesi’ni “Cumhuriyet” yapan ilkeler nelerdir... Bu üç kurum, hangi ilkeleri savunmak zorundadır? 1) Savunulması gereken birinci ilke, hiç kuşkusuz laikliktir. 2) Savunulması gereken ikinci ilke, Laiklik üzerinde yükselen Temel Hak ve Özgürlüklerdir. 3) Savunulması gereken üçüncü ilke, Laikliğe, Temel Hak ve Özgürlüklere dayalı olan Demokratik Rejimdir. 4) Savunulması gereken dördüncü ilke, bu ilk üç ilkeyi de koruyacak olan bağımsız yargı ve evrensel hukuk mekanizmasıdır. Her türlü siyasal etkiden ve tasalluttan korunmuş, bağımsız ve tarafsız, ama yukarda açıklanan, Laiklikten, Temel Hak ve Özgürlüklerden ve Demokratik Rejimden yana olan bir yargı mekanizması ve Adalet, yani Hukuk Devleti, bu her üç Cumhuriyet’in de varlığının temeli, güvencesidir. HHH Ama her ağacın kurdu içindedir: Her üç Cumhuriyet de zaman içinde gelişip serpildikçe, kendi kurtlarını kendileri yaratmış, düşmanları tarafından da beslenen bu “kendi içindeki kurtlar” bu çınarları içerden kemirmeye başlamıştır. 1) Laiklik ilkesine karşın, “sadece tek bir din/mezhep/ırk adına siyaset yapan görüşler” her üç Cumhuriyet içinde de varlıklarını sürdürmektedirler. 2) Başta ifade, medya ve muhalefet özgürlüğü olmak üzere “Temel Hak ve Özgürlükleri sadece kendileri için isteyenler” her üç Cumhuriyet içine de sızmışlardır. 3) “Sadece kendine demokrat olmak”, farklı düşüncelere tahammülsüzlük, her üç Cumhuriyet içinde de neredeyse egemen akımlardan biri haline gelmek üzeredir. 4) Bu tutum ve davranışların sonucu olarak, bu üç Cumhuriyet’in de temelini ve varlığını simgeleyen Hukuk Devletini yani herkes için, her yerde, her zaman adaleti savunmak: Laikliğe inanmayan, Temel Hak ve Özgürlükleri sadece kendisi için isteyen ve sadece kendine Demokrat olanlarca, “ihanetle” bile suçlanabilmektedir. HHH Her üç Cumhuriyet içinde de çeşitli dalgalanmalar, bu dört ilkenin dışına çıkmamak kaydıyla, çeşitli yorum farkları ve hatta yönetim değişiklikleri olabilir. Bu dalgalanmalar açısından çeşitli eleştiriler de yapılabilir; yapılmalıdır da. Ama bu yorum ya da yönetim farklarından dolayı, bu dört ilkeyi savunanlara, içerden saldıran, onları “ihanetle” suçlayanlar, ancak ilkel bir kibir içinde olan ve bu her üç Cumhuriyet’in de önemini, anlamını, değerini hazmedememiş kişilerdir... İşin en üzücü tarafı ise kendi varlıklarını borçlu oldukları bu üç Çınara ve onların kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e yaptıkları nankörlüktür: Sanıyorum bu kadar ilkellik, kibir ve nankörlük, ancak yurtiçinde veya yurtdışında bu konularda özel eğitim görmüş olmakla kazanılmış özelliklerdir! C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear