22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
OLAYLAR VE GÖRÜŞLERcengiz.yildirim@cumhuriyet.com.tr eposta: gorus@cumhuriyet.com.tr Pazar 16 Aralık 2018 2 TASARIM: Şükran İşcan İnsanı ve toprağı sevmek AFŞAR TİMUÇİN İnsan olmanın temel anlamı insanı ve toprağı sevmekte belirginleşiyor. Toprağı sevmeyen insanı da sevmiyor, insanı sevmeyen toprağı da sevmiyor. Bunlardan birine hainlik eden öbürüne de edebiliyor. İnsanı sevmek oğlunu kızını karısını sevmekten daha çok bir şeydir. Toprağı sevmek de kendi tarlasını sevmekten başkadır. İnsanı insan yanıyla sevemiyorsak, yeryüzünü ağaçlarıyla sularıyla dağlarıyla sevemiyorsak oğlumuzu kızımızı karımızı da sevmiyoruz demektir. Sevmek başka sevdiğini sanmak başkadır. İnsanlar insana ve toprağa hoyrat davranıyorlar. Çünkü insanı da toprağı da yeterince sevmiyorlar, onları kullanılası nesneler olarak görüyorlar. Kentler çirkin evlerle ve eğitilmemiş insanlarla dolarken denizler akarsular dağlar tükeniyor, bu arada insan tükeniyor. Toprak isyan ediyor Kendimizi boş duygusallıklara kaptırıp insan tükenmez düşlerini boşuna kurmayalım, insan bal gibi tükenir. Tükendi de. Kentler ne yaptığını ne istediğini bilmeyen insanlarla doldu. Yolda rahat yürüyebiliyor musunuz? Toprak isyan ediyor, sırtındaki ağırlığı artık kaldıramıyor. Yakında ayağımızı basabileceğimiz bir karış toprak kalmayacak. O zaman başka toprakları yok etmeye gideriz. O topraklar da biter sonunda. Bunu dünyayı yok etmek diye düşünsek yanlış bir iş yapmış olur muyuz? Bakamayacağınız eğitemeyeceğiniz çocuklar getiriyorsunuz dünyaya. Bunlardan bir bölümünün karnı tok sırtı pek, bunlardan bir bölümü de açlıkla cebelleşiyor. Karnı tok sırtı pek olanlar da açlıkla cebelleşenler de mutsuz, çünkü kafaları boş. Nasıl bir dünyada yaşamakta olduklarının Zaman bize insan olmanın hiç de kolay olmadığını gösterdi. Gerçek insanlar bugünkü dünyada oyunlarını oynamış ve kaybetmiş görünüyorlar. Oysa dünya bugün az çok yaşanabilir durumdaysa onların yüzündendir. İstanbul’da Belgrad Ormanı lüks villaların tehdidi altında 30 yıldır yağmalanıyor. bilincinde değiller. Kendilerine sunulan her şeyi tartışmasız benimsiyorlar. Yaşadıkları dünyayla aralarında korkunç bir uzaklık var. Kendilerini geliştirmek diye bir kaygıları yok. En iyi olasılıkla bir okul bitirip çıkıyorlar. Kendilerine diploma niyetine verilen kâğıtların neye karşılık olduğunu bilmiyorlar. Onlara kimse şunu öğretmemiş: insan bir okul eğitimi sürecinde yeterince yetkinleşmiş olamaz, herkes kendini özel olarak ve sürekli olarak eğitmek zorundadır. Kişi bu gereksinimi duysa bile kim onun elinden tutacak? O nasıl eğitildiğini ve nasıl eğitilmesi gerektiğini bilmiyor, neyi bilip neyi bilmediğinin de bilincinde değil. Kuyruğunu kıvır ve otur İyi beslenmiş iyi kollanmış iyi desteklenmiş bir çocuğun büyümüş hali bir şaşkınlığın belirtilerini ortaya koyar daha çok. Dondurmalardan pastalardan gazlı içeceklerden gevezeliklerden böbürlenmelerden yarışmalardan yılışmalardan gammazlamalardan kuyruklu yalanlardan geriye kalan şey bir hiçtir aslında. Dünyanın bir köşesine de biz yerleşiverelim başka bir şey istemiyoruz: insan her koşulda yetinmeye hazırdır. Düzene körü körüne uymanın kolaycılığı uç noktada onursuzlukla son bulacaktır. Onur bir sağlamlığı gerektirir. Zaman onurları değil efendim kazanımları değerlendiriyor, lütfen artık gözünüzü açınız. Gereksiz yere takaza çıkarmanın bir anlamı yok. Kuyruğunu kıvır ve otur oturduğun yerde sevgili kardeşim, sen bizim için kıvrılmış kuyruğunla önemlisin. Dünyanın her yerinde insan böyle yok oluyor. Kentler böyle doğallığından çıkıp taş yığınına dönüşüyor. İnsan kendini ve toprağını böyle çirkinleştiriyor. Sevme duygularını bu koşullarda yitiriyor. Bu ko şullarda kendine ve başkalarına yabancılaşıyor. Bu koşullarda genç insanlar değerleri tartışma gereği duymaz duruma düşüyorlar, giderek değerbilmez varlıklara dönüşüyorlar. Bu koşullarda kentler yeterince eğitilmemiş insanlarla ve acayip irili ufaklı çirkin yapılarla doluyor. Aklını başına topla En küçük bir eleştiri yapmaya yeltenen insanın hemen ağzını kapatırlar: bu kafayla başına iş açacaksın, aklını başına topla, sen mi düzelteceksin bu dünyayı? Çocukluğumuzdan beri bu tür tepkilerle karşılaştık. Dünyayı düzeltmek gibi başımızdan büyük bir amacımız yoktu, insan olmak ve insan gibi davranmak diye bir sorunumuz vardı. Biz insanı insan olmaktan çıkaran koşulların yaratıcılarından olmayalım, biz toprağı kirletenlerden olmayalım bu bize yeter diye düşündük. Kimsenin hakkını yemedim, kimsenin toprağını ele geçirmedim, insanı tüketen ve toprağı kirleten olmak gibi bir suçu işlemedim diyebilenlerden olmak istedik. Genç insanlara onurun değerini anlatmaya çalıştık elimizden geldiğince. Bunu ya yaptık ya yapamadık ama insanlar yaşamlarını sağlama alma takıntısından bir türlü kurtulamadılar. Bunun için gizliliklere sığındılar. Sinsilik bir kere insanın ruhuna girdi mi onu oradan söküp atmak olanaksız denebilecek kadar zordur. Şimdi toprak başkaldırıyor, insansa tam bir dağınıklık içinde. Bu koşullarda bile birileri değer yaratmaktan başka amacı olmayan insanlara saldırmaktan ve toprağı yağmalamaktan geri durmuyor. Zaman bize insan olmanın hiç de kolay bir şey olmadığını gösterdi. Gerçek insanlar bugünkü dünyada oyunlarını oynamış ve kaybetmiş görünüyorlar. Oysa dünya bugün az çok yaşanabilir durumdaysa onların yüzündendir. abd ‘kalkanı’ PYD/YPG için mi? Daver Darende (Emekli diplomatyazar) Fırat’ın doğusundaki gelişmelerin tehlikeli boyutlara ulaştığı bu duyarlı dönemde ABD’nin Suriye sınırına gözlem noktaları inşa etmesi ülkemizin güvenliğini yakından ilgilendiren dikkat çekici bir gelişmedir. ABD’nin bu girişimi Türkiye’den karadan yapılabilecek olası bir harekâta karşı PYD/YPG/PKK terör örgütünü korumaya yönelik “caydırıcı kalkan” olma niteliğini taşımaktadır. Daha açık bir ifadeyle bölgemizdeki bu yapılanma ABD’nin PYD/ YPG/PKK’yi “koruma kalkanı” amacıyla desteklemesi anlamına geliyor. Tüm bu önemli gelişmeler olurken, ülkemize karşı sınırlarımızda PYD/PKK’yi korumaya yönelik önlemler alınırken, ABD’nin bununla da yetinmediği, Anadolu Ajansı’nın haberine göre Irak’taki Harir Askeri Üssünü genişletme kararı aldığı bildirilmektedir. ABD’nin, Erbil kentinden yaklaşık 65 kilometre uzaklıktaki askeri hava üssünün kapasitesini artırıp, daha aktif hale getirmek için çalışmalara başladığı haberde yer alıyor. Sözde terör örgütü IŞİD’le mücadele gerekçesiyle 2015 yılından bu yana bu hava alanının ABD üssü olarak kullanıldığı, askeri malzeme, mühimmat ve silahların bölgeye sevki için bu üsten yararlanıldığı bilinmektedir. Tüm bu olumsuz gelişmeler ışığında ABD’nin Ortadoğu’daki “Büyük Plan”ından vazgeçmeyeceği, bölgeye giderek yerleşeceği anlaşılmaktadır. 1930’lar BİR DÖNEM BİR ÇOCUK 1940’lar DEĞİŞİM YILLARI 1950’lar ÖFKELİ YILLAR 1960 ... VE İHTİLAL Umutlar ve İdamlar, Altan Öymen’in “anı”lı kitaplarının beşincisi. Kitap; demokratik ve özgürlükçü anayasanın getirdiği bayram havasının idamlarla son bulduğu, Türkiye’nin “en uzun iki yılı”nı anlatıyor: 555K olayı, Harbiye Yürüyüşü ve sonuçları, Eskişehir’deki ihtilal gecesi, 27 Mayıs’tan sonraki askeri komite, Yassıda davası... Bu gelişmeler Türkiye’de neleri değiştirdi? Bu süreç ve sonuçları, hepsi ve daha fazlası Umutlar ve İdamlar’da... En uzun iki yıl 19601961 İstanbul Kitap Fuarı’nda veTtüm kitabevlerinde... Oyuncu Ekiz, Türk Plastik sanatının önemli isimlerinden Esma, Metin, Rafet ve Rahim Ekiz’in birer tablosu ile sanatçı Hale Şakar Ürkmezgil’in bir heykelini İMECE’ye armağan etti. Oyuncu Turgut Ekiz: Cumhuriyet aydınlanmanın üniversitesidir Oyuncu Turgut Ekiz, Artık hayatta olmayan Türk plastik sanatların önemli isimlerinden Esma Ekiz, Metin Ekiz, Rafet Ekiz, Rahim Ekiz’in birer tablosunu, sanatçı Hale Şakar Ürkmezgil’in ise bir heykelini Cumhuriyet İMECESİ’ne armağan etti. Ekiz, “Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyetimizin, yaşamsal damarlarından olan 35 yıldır aralıksız okuduğum gazetemiz Cumhuriyet’e elimde olan Ekiz’lerin birer eseri ile katılmak istedim. 1970’lerin başında, daha çocuk iken Cumhuriyet ile beni tanıştıran ağabeylerim olmuştur. Yaşamlarının son anlarına kadar da Cumhuriyet’i ellerinden düşürmediler. Rafet Ekiz, ‘Cumhuriyet gazetesi üniversitedir’ derdi. Ağabeyimin bu düşüncesine katılıyorum. Cumhuriyet gazetesi bu topraklarda aydınlanmanın üniversitesidir. Cumhuriyet gazetesi Türkiye Cumhuriyeti’ni aydınlatan ışıktır. Bu ışık aydınlatmaya devam edecektir” diye konuştu. l İSTANBUL / Cumhuriyet Hale Şakar Ürkmezgil Çölaşan’a FETÖ’cülük iddiası? Sonunda bu da oldu; Emin Çölaşan ile Necati Doğru gibi iki Atatürkçü, Cumhuriyetçi, Demokrat yazar da Fethullah Gülen Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması, FETÖ/PDY’ye destek vermekle suçlandı. Bugün Emin Çölaşan’ın 12 Aralık’ta SÖZCÜ’de yazdığı yazıdan bazı bölümleri aktaracağım. HHH “Sevgili okurlarım, Türkiye’de gazetecilik yapmak giderek zorlaşıyor. Hele iktidardan yana bir gazeteci değilseniz başınıza her an, her iş açılabilir. Kim olursanız olun, bu devirde ‘Yandaş’ olacaksınız. Gazeteci, işadamı, bürokrat vesaire hiç fark etmez. Bütün maddi ve manevi varlığınızla iktidara destek vereceksiniz, yalakalık yapacaksınız, hataları, yolsuzlukları, vurgunları asla gündeme getirmeyeceksiniz! İşte bunları yaptığınız takdirde iktidarın nezdinde ‘İyi adam’ olur ve sizi bekleyecek olan nice tehlikeleri savuşturmuş olursunuz. ... SÖZCÜ’de bir yazım çıkmış, bir de benimle yapılan bir söyleşide kullandığım birkaç cümle var. O sırada FETÖ takımı henüz darbe yapmaya soyunmamış ama AKP ile kapışmış durumda. Ancak bunların günün birinde darbe yapmaya kalkışacağını kimse bilmiyor. İkiz kardeşi AKP ile aralarına kara kedi girmiş... Ve ben bunların kavgasında cemaati tutmuşum. Hepsi bu kadar!.. FETÖ’cülük (!) konusunda somut bir belge var mı? Hiçbir şey yok, olamaz da. Ben Mustafa Kemal’in askeriyim. Yolum o yol, çizgim o çizgidir... Ve şimdi öteki arkadaşlarımla birlikte benim hakkımda da FETÖ davası açılıyor. İnanılır gibi değil. ... Şimdi ‘O halde hakkınızda niçin iddianame düzenlenmiş, ağır ceza mahkemesinde niçin yargılanacaksınız’ diye sorabilirsiniz. Bu haklı sorunuzun yanıtı gayet basit: İktidar bizim gazete başta olmak üzere kendisinden yana olmayan bütün medyaya seçimlerden önce yeni bir gözdağı vermek istiyor. Burada amaç muhalefetin en büyük ve en güçlü tek gazetesi olan SÖZCÜ’yü korkutmak, baskı altına alıp sindirmek ve yayın politikasını değiştirmeye zorlamak. Çok yanlış bir yol izliyorlar. ... Fetullah’ın dimdik ayakta olduğu dönemlerde amaçlarından biri, beni de kendilerine çekip kafakola almaktı. Bana yalakalık dolu bir mektup yazmıştı, burada açıkladım, mahkemeye verdi! Hakkımda çeşitli konularda açtığı bütün tazminat ve ceza davaları reddedildi. Zaman gazetesini burada defalarca yazdım. Bunların bayi satışı 18 bin dolaylarında idi. Oysa satışlarını 800 bin gösterip devletten para tırtıklıyorlardı. Bu işin üzerine gidince beni yine mahkemeye verdiler. Mahkeme kendine göre üç kişilik bir bilirkişi heyeti kurup sözü onlara bıraktı... ... Meğer üç bilirkişiden ikisi FETÖ’cü imiş. Ve mahkeme beni mahkum etti! Karar Yargıtay’dan döndü ama bizi epeyce uğraştırdı. Evet, günün birinde FETÖ’cü olduğum iddiasıyla yargılanacağımı aklıma bile getirmezdim. Eğer getirseydim, adına Fetullah denilen o sümüklü herifle birlikte ekibine de yaklaşıp avantalarımı alır, hatta nicelerini konuk ettikleri beleş yurtdışı gezilerinde boy gösterip yolumu bulurdum! Kısmet değilmiş! Sevgili okurlarım, insanları ‘Sen şucusun, bucusun’ diye suçlamak çok kolay bir iştir. İtiraz edersiniz, ‘Bu iddiayı kanıtla’ dersiniz, bu kez karşı taraftan ses gelir: ‘Biz kanıtlamakla yükümlü değiliz. Öyle olmadığını sen kanıtlayacaksın!’ Şimdi biz bu durumdayız. Bunun sonu gelmez.” HHH Çölaşan’ın yazısı daha uzun; ben bazı bölümlerini aktardım, tümünü okumanızı öneririm... Adeta, herkesin suçsuz olduğunu kanıtlamakla yükümlü olduğu garip bir dönem yaşıyoruz: DİREN HUKUK DEVLETİ... DİREN ADALET... DİREN DEMOKRASİ! C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear