16 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
TASARIM: İLKNUR FİLİZ bilim ve teknoloji Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nin katkılarıyla hazırlanmıştır. Cumartesi 1 Aralık 2018 17 Parkinson’da bir umut ışığı mı? Japonya’da bir hastanın beynine ‘yeniden programlanmış’ kök hücre aktarıldı Parkinson hastasının beynine yeniden programlanmış kök hücreleri aktarıldı. Kyoto Üniversitesi bilim insanları geçen ay ilk kez “yeniden programlanmış” kök hücrelerini bir Parkinson hastasının beynine aşıladılar. Bu amaçta indüklenmiş pluripotent kök hücreler (iPS) kullanıldı. Bunlar, örneğin ciltten elde edildikten sonra yeniden programlanarak, embriyo evresine benzer bir duruma getiriliyor. Yani her türlü hücre tipine dönüşecek duru ma. Araştırmacılar ilk kez iPS hücrelerini insan beyninde test ediyorlar. Yeni tedavi şimdiye dek çok az hastalıkta denendi. Bir göz doktoru 2014 yılında ağtabakası hücrelerinden iPS hücreleri üreterek, göz hastalıklarında kullanmıştı. Hastalık nasıl oluşuyor? Parkinson hastalığında, bir nörotransmitter olan dopamini üreten hücreler ölüyor. Hastalarda titreme ve hareket kısıtlamaları ortaya çıkıyor. Halihazırdaki tedaviler semptomları hafifletse de tamamen iyileştirmiyor. Araştırmacılar şimdi iPS hücrelerini öncü dopamin hücrelerine dönüştürerek, 2.4 milyon tanesini elli yaşındaki hastanın beynine aşıladılar. Üç saat kadar süren bu işlemde hücreler, dopamini etkinleştiren merkezler olarak bilinen on iki bölgeye aktarıldı. Daha önceki deneylerle, bu yöntemin maymunlardaki Parkinson semptomlarını azalttığı kanıtlanmıştı. Hastanın durumu iyi, bugüne dek büyük yan etkiler ortaya çıkmadı. Hastanın durumu altı ay kadar takip edilecek. Yöntemin etkisinin ve güvenirliğinin kontrol edilmesi için 2020 yılına dek altı Parkinson hastası da aynı şekilde tedavi edilecek. Olumlu sonuçlar elde edildiği taktirde, 2023 yılında Japonya’da ilk Parkinson ilaçları için onay verilebilecek diyor bilim insanları. ‘Reprogrammed’ stem cells implanted into patient with Parkinson’s disease, Nature, 14.11.2018. Derleyen: Nilgün Özbaşaran Dede Yaratıcı kişiler ruhsal sorunlara daha yatkın İsveç’te yapılan bir araştırmaya göre, sanatsal yetenek insanların ruh sağlığıyla ilgili sorunlar yaşama olasılığını artırabilir Antik çağın Yunan düşünürü Eflatun (Platon) yaratıcı kişilerin sıklıkla “ilahi bir çılgınlığın” etkisinde olduklarını dile getiriyordu. Eflatun’un bu görüşü sonradan Vincent van Gogh, Salvador Dali ve Edvard Munch gibi sanatçılar için geçerliğini koruyan basmakalıp bir inanışa dönüştü. Ne var ki, bugüne dek bu konuyla ilgili kayda değer araştırmaların sayısı yok denecek kadar azdı. Şimdi Londra King’s College araştırmacılarından James MacCabe ve arkadaşları, üniversite yıllarında resim, müzik ve tiyatro gibi sanatsal konularla ilgilenen kişilerin ruh sağlıklarına odaklandıkları bir çalışma kapsamında, tüm İsveç nüfusunun sağlık ve eğitimleriyle ilgili kayıtlarını incelemeden geçirdiler. Araştırmacılar inceleme sonucunda sanat eğitimi alan kişilerde şizofreni tanısıyla hastanelik olma olasılığının, nüfusun geneline kıyasla, yüzde 90 daha yüksek olduğunu gördüler. Söz konusu kişilerin bipolar bozukluk nedeniyle hastaneye yatma olasılıklarının yüzde 62, bunalıma bağlı olarak hastanede sağaltım görme olasılıklarının yüzde 39 oranında daha yüksek olduğu da görüldü. Araştırmacılar hastaneye yatma olaylarının çoğu zaman üniversite eğitiminden sonra, genelde 30’lu yaşların ortalarında yaşandığına da tanık oldular. Hukuk eğitimi görenlerde böylesine yüksek oranda bir çekincenin söz konusu olmadığını gören MacCabe, bunun ruhsal bo zuklukların yalnızca üniversite eğitimiyle bağlantılı bir durum olmadığına işaret ettiğini belirtiyor. Yaratıcılık genleri Araştırmadan elde edilen bulguların 2015 yılında İzlanda’da 86 bin kişi üzerinde yapılan ve ressam, müzisyen ve daha başka yaratıcı meslek dallarında çalışanlarda şizofreni ve bipolar bozukluk ile ilintili genetik değişkelere daha sık tanık olunduğunu ortaya koyan başka bir araştırma ile de uyumlu olduğu görülüyor. MacCabe yaratıcılığı körükleyen genlerin aynı zamanda ruhsal sorunları da tetikleyebileceğini düşünüyor ve “Yaratıcılık genelde görüş ya da kavramlar arasında, başkalarının hiç aklına gelmeyen biçimlerde bağlantı kurulmasını gerektirir. Ancak kuruntu ve hezeyanlar için de aynı süreç geçerlidir. Örneğin, birilerinin üzerindeki giysilerin rengi ile bir komplo teorisinin parçası olmak arasında bir ilinti kurulması gibi” diyor. Olaylardan çok daha yoğun bir biçimde etkilenip, duygularını aşırı uç Birisi kazanırken diğeri kaybetmek zorunda değil... larda yaşayan insanlarda içsel yaratıcı esinlenimlerin daha yoğun olabileceğine, ancak bu kişilerde duygusal dengesizliklere de çok daha sıklıkla tanık olunabileceğine dikkat çeken MacCabe, “Gördüğü bir resim karşısında gözyaşlarına boğulan bir kişinin sanatsal duyarlılığı daha yoğun olabilir, ama bu kişiler bunalıma girmeye de daha yatkın olurlar” diye ekliyor. Gelgelelim araştırmanın, yaratıcılığın bir ölçütü olarak sanat eğitiminden yararlanılması gibi, birtakım kısıtları da var. Harvard Üniversitesi’nden Shelley Carson, “Son derece yaratıcı olup da sanat eğitimi görmeyen bir yığın insan var. Öyle ki, araştırmada sanat eğitimi görenlerin ölçüt alınması çok da sağlıklı bir durum değil,” diyor. New Scientist dergisinde yer alan araştırma haberine göre, Cardiff Üniversitesi’nden Jeremy Hall da, sanatçıların kaygı duymalarını gerektirecek bir durum olmadığını, çünkü sanatla uğraşmanın kişinin ruhsal sağlığına zarar verme olasılığının son derece düşük olduğunu belirtiyor. İsveç’te yapılan araştırma şizofreninin halihazırda sanatla uğraşan her 115 kişiden yalnızca 1’ini etkilediğini ortaya koyuyor. Hall, herkese olduğu gibi, sanatla uğraşanlara da ruh sağlığının korunması için esrar ve benzeri uyuşturuculardan uzak durmalarını ve genelde sağlıklı bir yaşam sürdürmelerini öneriyor. Rita Urgan “Onlar ve bizler” şeklindeki düşünme tarzı kısıtlı kaynakların paylaşımında sorun yaratıyor; çatışmalara zemin hazırlıyor...Örneğin ‘göçmenler topluma zarar verir’ gibi önyargılar endişe kaynağı olarak ortaya çıkabiliyor. Ancak uzun süreli ve doğru hesaplamalarla bu önyargıların ne kadar yanıltıcı olduğunu gözler önüne serilebilir. Adrese dayalı eğitim sistemiyle okula en yakın ailelerin çocuklarının yerleştirileceği 500 kişilik bir kontenjan olduğunu farz edelim. Eğitim dönemi başlamadan önce okula yakın bölgeye göçmen ailelerin geldiğini ve kontenjanın 5 kişilik bölümünü doldurduğunu düşünelim. Ne kadar liberal olursanız olun göçmenlerin kontenjanı daraltarak adil olmayan bir durum yarattığını düşünebilirsiniz. Peki şu ana kadar yapılmış birçok araştırmada göçmenlerin ekonomiye aldıklarından daha fazla katkı sağladıklarını biliyor muydunuz? Burada suçlanması gereken temel ina nış, bir tarafın kazanırken diğer tarafın kaybetmek zorunda olduğu fikrine dayanan “sıfır toplamlı” düşünce sistemidir. Sıfır toplamlı oyun terimi kısaca bir tarafın kazanırken diğerinin kaybettiği durumlar için kullanılır, genellikle kaynaklar sınırlıdır ve rekabet vardır. Çoğu durum bu kurala uyar ancak uymayan örnekler de sandığınız kadar az değildir Kanada’daki Guelph Üniversitesi’nden nörobilimci Dan Meegan, sıfır toplamlı düşünme biçiminin bizlere avcıtoplayıcı atalarımızdan miras kaldığını belirtiyor. O dönemin koşulları altında yiyecek ve eş gibi kaynaklar sınırlı ve kıttı ve biri için daha fazlası, diğeri için daha azı anlamına geliyordu. Ancak günümüzde işler değişmiş gibi görünüyor. Konuya güzel bir örnek olarak ulusla rarası ticareti gösterebiliriz. Günümüzde küresel ticaret çift taraflı kazançlar üzerine kurulmuştur, daha fazla ticaret herkes için daha fazla kaynak anlamına gelir. “Karşılaştırmalı üstünlük” denilen temel fikre göre ülkeler tüm malları üretmek yerine en verimli ürettikleri mallara yönelirler ve bunları birbiriyle ticaret yaparlarsa herkes daha kazançlı çıkacaktır! Şu şekilde düşünebilirsiniz; hem Adana hem de Trabzon’da fındık ve pamuk yetiştirmeye çalışmak yerine Adana’da sadece pamuk, Trabzon’da sadece fındık yetiştirilir ve iki il arasında bunların ticaretini yaparsanız toplam üretim artacak, herkesin kazancı daha fazla olacaktır. Tabii ki içgüdülerimiz her zaman haksız sayılmaz. Meegan toplumdaki önyargıyı şöyle açıklıyor: “Bazı insanlar için serbest ticaret gerçekten de sıfır toplamlı oyundur, ulusun kazancı, GSYİH artsa bile insanlar bundan bireysel olarak etkilenmeyebilirler. Harika bir işleri vardır ama şimdi harika işi dışarıdan gelen bir başkası kapabilir.” Göç bazen de kısıtlı olan imkânları daha da kısıtlı hale getirebilir. Mesela, okul kontenjanları, doktor randevuları ve barınma olanakları halihazırda kıt olarak sunuluyor; dışarıdan gelen bir 2 göç dalgası ne yazık ki bu olanakları daraltıyor. Asıl sorun sıfır toplamlı ve sıfır toplamsız durumları birbirinden ayırmaktaki güçlükte yatıyor. Ve sonuç sıfır toplamsız olsa dahi, yani çift taraflı bir kazanç söz konusu olsa bile, insanları buna ikna etmek oldukça zordur. Meegan, “Yaptığınız katkıyı hesaplamak çoğu zaman aldığınızı hesaplamaktan daha kolay gelir. İnsanlara ‘Baksana tüm bu verdiklerimizden sonra elimize ne geçti!’ diyerek onları umutsuzluğa düşürmek oldukça kolaydır” diyor. Derleyen: Furkan Avcı Kaynaklar: 1) https://www.newscientist.com/roundup/effortlessthinking/ 2) https://www.merriamwebster.com/dictionary/zerosum%20game 3) http://www.businessdictionary.com/definition/comparativeadvantage.html 4) http://www.bbc.com/news/ukpoliticseureferendum36040060 BİLİMİN MERCEĞİNDEN Mars ile deprem arasında bir çizgi... Haftaya, NASA’nın Mars’a yolladığı keşif aracı InSight’ın 6 aylık bir yolculuğun ardından Kızıl Gezegen’e başarılı bir iniş gerçekleştirdiği haberi ile başladık. Araç, görev süresi boyunca sondaj yoluyla yeraltı yapısını inceleyecek. Mars’taki sismik aktivite, yeraltı ısısı ve gezegenin çekirdeği konusunda veriler toplayacak olan InSight, çekirdeğin yapısı ve büyüklüğü konusunda da bilim insanlarının ilk kez fikir sahibi olmasını sağlayacak. İnsanlık adına son derece önemli bir adım bu. Bilmem, iniş gerçekleşirken NASA çalışanlarının gözlerindeki sevinci, parıltıyı izleyebildiniz mi? Bilim böyle bir şey işte... Uzun soluklu...Kimbilir bu noktaya gelene kadar ne kadar araştırma ne kadar deney yapıldı? Ne kadarı başarılı oldu? Kaç kişi çalıştı? Kaç farklı disiplinden insan bir araya geldi? Sorular uzar gider. Yıl 2018... Kimbilir belki bundan 20 yıl sonra Mars’a yerleşim konuşulacak. İnsanlığın tarihsel sürecinde bilim en belirleyici. Kopernik’ten Newton’a, Darwin’den Hawking’e... Peki biz bunun neresindeyiz? İşte elinizdeki sayfalar insanlığın bilim ve teknoloji ile yaptığı yolculuğu ele alıyor, yeni gelişmeleri özetlemeye çalışıyor. Ama bunu yaparken bir yandan da Türkiye’den bilim insanlarının dünya çapında elde ettikleri başarılardan haberdar ediyor. 2 yıl önce Vehbi Koç Bilim Ödülü’nü kazanan Prof. Dr. Kamil Uğurbil bunlardan biri. O ve ekibi son derece güçlü bir MR cihazı geliştirdi. Geçen hafta da geliştirdiği mikro robotlarla devrim yaratan Prof. Dr. Metin Sitti’yi tanıtmıştık. Ne yazık ki bu değerli bilim insanlarını Türkiye’de tutamıyoruz. Onlara özgürce bilim üretebilecekleri ortamı sağlayamıyoruz. Depremler yine... Yalova’da 4.1 büyüklüğünde meydana gelen depremin ardından ilk 9 saatte 10 artçı deprem kaydedildi. Deprem belki beklenen İstanbul depreminin öncüsü olmayabilir ama uzmanlara göre bölgede bir gerginlik biriktiğinin göstergesi. O zaman gündeme getirelim: Olası şiddetli bir depreme ne kadar hazırız? Bu soruyu her şey olup bittikten sonra sormanın hiçbir anlamı yok. Bir yanda bugün Mars’ta bile sismik araştırmalar yapabilecek düzeye gelmiş bir bilim ve insanlık; öte yandan 19 yıl önce gerçekleşen binlerce insanın enkaz altında can verdiği bir deprem felaketinden bile ders çıkaramamış, önlem almamış bir insanlık. Özlem Yüzak Ayçiçeğinin sırrı çözüldü Ayçiçeği veya günebakan çiçeği gün içinde güneşin konumunu takip eder. Fakat bu hareketin tam olarak nasıl işlediği bugüne dek bilinmiyordu. Amerikalı bilim insanları şimdi bu bilmeceyi çözdüler. İnsanda uykuuyanıklık ritmi genelde “iç saat” ile karşılaştırılır. Kaliforniya Üniversitesi’nden Haggop Atamian, son araştırmasında ayçiçeğinin doğubatı hareketinin de sirkadiyen ritme dayandığını yazıyor. Güneş ışınlarına ve sıcaklığa reaksiyon gösteren ayçiçeği tahmin edildiği gibi diğer helyotrop bitkilerde (güneşe doğru dönen bitkiler) bulunan “motora” (pulvinus/yastıkçık) sahip değil. Bunun yerine hareket, büyümeyle sağlanıyor. Şöyle, ayçiçeğinin sapı gün içinde doğu tarafında daha fazla büyüyerek, batıya doğru yöneliyor. Gece ise batı tarafındaki sap daha fazla büyüyor ve bitki yine doğuya doğru yöneliyor. Atamian ile çalışan ekip şimdi büyüme hormonunun salgılanmasından sorumlu, ışığa duyarlı iki gen saptadı. Bu hormonlardan biri daha çok gündüz (sapın doğu tarafında), diğer hormon ise gece diğer tarafta daha fazla salgılanmakta. Bu açıdan bakıldığında hareket bitkinin büyümesi için önem taşımakta. Fakat tipik doğubatı hareketi sadece genç ayçiçeklerinde görülüyor. Olgunlaşmış bitkiler gitgide daha az hareket etmeye başlıyor ve çekirdekler nedeniyle ağırlaşan çiçek doğuya yönelik kalıyor. Ayçiçeğinin tam vaktinde yeniden gün doğumuna göre ayarlanabilmesi için çiçek mümkün olduğu kadar çabuk ısıtılıyor ve bu şekilde batıya yönelmiş olan bitkilere kıyasla daha fazla tozlaştırıcı böcek çekiyor üzerine. Araştırma sırasında arılar ve diğer böcekler için sadece sıcaklığın önemli olduğu anlaşılmış. Bu şekilde ayçiçeği başarılı bir üremeyi de garantiliyor. Kaynak: http://science.sciencemag.org/ content/353/6299/587 C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear