14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazartesi 8 Ocak 2018 EDİTÖR: ELİF TOKBAY TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN haber 3 Eşim deniz 160/6 0 160/1 0 130/3 0 160/5 0 70/ 2 0 100/ 3 0 20/ 9 0 140/0 0 180/6 0 160/4 0 140/1 0 170/1 0 0 40/ 2 0 190/1 1 0 70/3 0 00/ 4 0 80/4 0 60/ 4 0 50/ 1 0 160/9 0 00/ 2 0 120/7 0 TARİHTE BUGÜN 1942: İngiliz fizikçi, evrenbilimci, astronom, teorisyen ve yazar Prof. Dr. Stephen W. Hawking doğdu. 1988: Bülent Ersoy’un sahneye çıkma yasağı kaldırıldı. altında Şile açıklarında geçen kasımda batan Bilal Bal gemisi mürettebatından kayıp iki kişinin aileleri arama çalışmalarının tekrar başlatılmasını istiyor Gemlik’ten Karadeniz Ereğli’ye giderken Şile açıklarında geçen kasım ayında batan demir yüklü “Bilal Bal” isimli kuru yük gemisinin, tüm aramalara karşın bulunamayan aşçısı Vedat Odabaşı’nın ve makinecisi Engin Selçuk’un aileleri açıklama yaptı. Odabaşı’nın eşi Aysun Odabaşı, arama çalışmalarının durduğunu anımsatarak “Eşim denizin altında kaldı. Arama çalışmalarının tekrar başlatılması için yetkililerden yardım bekliyorum” dedi. Odabaşı’nın eşi Aysun Odabaşı, 1 Kasım 2017’de kazanın yaşandığını ve hemen sonrasında arama kurtarma çalışmalarının başlatıldığını belirterek, “An cak şu anda çalışmalar durdu. Eşim denizin altında kaldı. Arama çalışmalarının tekrar başlatılmasını ve eşimin oradan çıkartılarak bir mezarının olmasını istiyorum. Bunun için yetkililerden yardım bekliyorum. Özellikle Cumhurbaşkanımıza sesleniyorum, bu konuda bize yardımcı olsun” dedi. Çalışmaların yeniden başlatılabilmesi için yetkili mercilerden izin alınması gerektiğini söyleyen Odabaşı, “Yakıt ve yağın dağılmamış olması ve patlatılma planlandığı için denizde çevre kirliliğinin olacağını düşünüyorlar. Denizin kirlenmesini ben de istemiyorum; ama bunun bir orta yolu bulunsun.” l DHA “Bilal Bal” isimli geminin mürettebatı arasında bulunan Vedat Odabaşı ve Engin Selçuk’a halen ulaşılamadı. Odabaşı ve Selçuk’un aileleri Kartal İDO İskelesi önünde bir araya geldi. Bir tarih daha kapandıhelikopter gönderildi Kurtarma ekipleri seferber oldu. Uludağ’da 5 kişi mahsur Uludağ’da doğa yürüyüşü sırasında 6 metrelik şelalede mahsur kalan 5 kişiyi kurtarmak için aramakurtarma ekipleri seferber oldu. Uludağ’ın oteller bölgesinden Çobankaya Bakacak’a yürüyüş gerçekleştiren 5 kişilik grup, yollarına çıkan 6 metrelik şelaleden aşağıya inerken havanın kararmasıyla yürüyüşlerine son verdi. Geldikleri yöne de tırmanamayan 5 kişi jandarmayı arayarak yardım istedi. Şahıslardan ikisinin Bursa’ya doğru yürümeye devam ettiği, 3 şahıstan birinin ayağının kırıldığı, yardım için kalan diğer ikisinin de ıslandığı bu nedenle donma tehlikesi yaşadıkları öğrenildi. Bölgeye askeri helikopter gönderildi. l DHA Erkek şiddeti yaş tanımıyor Bilecik’in Bozüyük ilçesinde Mehmet Fedekar (81), eşi Zeynep’i (79) başına nacak adı verilen baltayla vurarak öldürdü. İddiaya göre, önceki gece Mehmet Fedekar, tartıştığı eşi Zeynep’in başına nacağın arka kısmı ile vurdu. Mehmet Fedekar, eşinin öldüğünü anlayınca Bozüyük İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne gidip teslim oldu. Zeynep Fedekar’ın cenazesi, eve giden polis ve sağlık ekipleri tarafından otopsi için Bursa Adli Tıp Kurumu’na kaldırıldı. l DHA Atatürk de Ankara’daki İstanbul Eczanesi’nin müşterisiydi Ankara’da 1919 yılında Hüseyin Hüsnü Sarı tarafından kurulan ve ‘Atatürk’ün Eczanesi’ olarak bilinen, 99 yıllık İstanbul Eczanesi, 55 yıldır kiracısı olduğu Ulus Çarşısı’ndaki sıkıntılar nedeniyle 31 Aralık 2017’de kapandı. Eczaneyi 1979 yılından beri işleten Eczacı Ömer Faruk Erdem, kapatma kararına ilişkin, “Motivasyonum bozuldu” dedi. Eczacı Erdem eczaneyi Refik Saydam’ın talimatıyla 19 Ocak 1919 yılında Hüseyin Hüsnü Sarı’nın, o zamanki parayla 750 liraya Anafartalar Caddesi’nde açtığını anlatırken şöyle dedi: “1955 yılına kadar orada çalışıyorlar. 1955 yılından sonra bugünkü Ankara Adliye Sarayı’nın olduğu yerde hizmet veriyor. 1962 yılında Ulus İş Hanı tamamlandığında buraya taşınıyor. 1965 yılında Hüseyin Hüsnü Sarı rahmetli olunca yerine oğlu Adil Sarı geçiyor. 1979 Şubat ayında da Adil Bey bana devretti ve ben bugüne kadar getirdim.” Kapatma kararını anlatırken duygulandığı gözlenen Ömer Faruk Erdem, “Zaten Ulus İş Hanı’ndaki işyerlerinde son 10 yıldır bir tedirginlik var. Buranın yıkılacağı ve yayalaştırılacağı söylentileri var. Sözleşmesi biten işyerlerine Büyükşehir Belediyesi tarafından boşaltmaları için tebligat gönderiliyor. Bizim sözleşmemiz de Haziran 2018’de bitiyor. Aynı tebligat bize de geldi. Buradaki esnaf bu nedenle cesaretle ticaretini yapamadı. Bir yıl 14 gün daha beklemiş olsam 100 yılı tamamlayıp Türkiye Cumhuriyeti’ne 100 yıllık bir müessese armağan edecektim. Ama olmadı. Üzgünüm” ifadelerini kullandı. l DHA 45 sayfası Ata’ya ait Atatürk ve dönemin si yasetçilerinin eczaneden ilaç aldığını belirten Ömer Faruk Erdem, şöyle konuştu: “Atatürk ve diğer Meclis üyeleri alışverişlerini buradan yapıyor. Bu alışverişleri pek çok zaman veresiye olarak yapıyorlar. Mevcut bir veresiye defterimiz vardı. Bunun 45 sayfası Atatürk’e aitti. Tabii diğerlerinin de vardı. Ama her ayın sonunda onların faturaları kesilerek Meclis’e gönderilir, kendileri de maaşlarını aldıktan sonra öderlermiş. En son Atatürk’e 20 Ekim 1938 tarihinde ilaç yapılıp gönderilmiş. O zaman Atatürk Dolmabahçe Sarayı’nda hasta yatağında yatıyor. Gönderilen o ilaçları, Dolmabahçe Sarayı’nı gezdiğim bir sırada revirde gördüm. Şimdi o defter Türkiye Eczacılar Birliği’nin müzesinde muhafaza edilmekte.” ‘Cumhuriyet PA7AR’: Bu daha başlangıç! Ömrümün neredeyse 40 yılı üniversitede geçti. Ama bunun son 20 yılını “akademya” yanında medyada da bir teşriki mesai içerisinde sürdürdüm. Çünkü kabıma sığamadım! Zaten zamanmekânda tüm çeşitliliğiyle insana ve kültüre bakan antropoloji bünyesinde ta en baştan hayatı üniversiteye taşıma esasıyla hareket etmekteydim. Bu yetmedi, üniversiteyi de hayata taşıma arzusu, tutkusu, aşkıyla yandım tutuştum. Medya, daha doğrusu yazılı basın, buna karşılık bulma yolunda uygun mecra oldu. Doktora sonrası Londra’dan döndüğümde sıcağı sıcağına ilk yazım, 90’lı yıllarda kendince bir iz bıraktığı söylenebilecek Yeni Yüzyıl’da çıkmıştı (19 Şubat 1995). Başlık şu: “Kimlerin temsil ettiği İslam? Hangi İslam?” Heyhat, gel de efkârlanma! Şimdi ortalıkta “gerçek İslam olur mu olmaz mı” tartışmasına soyunan kimilerinin daha gencecik İslamcı oldukları günlerde yazmışım, “gerçek İslam” hikâyedir diye!.. Biraz, “erken öten horoz” misali!.. Sonra başka gazetelerde de yazdım ama daha disiplinli “gazetecilik” kulvarına girmem, Can Dündar’ın tavassutuyla olmuştur. Çocukluk arkadaşım, mahalle arkadaşım, okul ve de sınıf arkadaşım Can’la beraberliğimiz onlarca yıl hep bir akademikmedyatik etkileşim boyutuna sahip oldu. İlginçtir, bunun ilk adımı görsel medyaydı: 19992000 arası NTV’de her ay bir bölümü yayınlanan 11 bölümlük, yani bir yıl süren “4. Nesil” belgesel çalışması. Rahmetli hocamız Prof. Ünsal Oskay’ın varlığıyla, tam da başta söylediğim gibi, üniversiteyi medya dolayımıyla hayata, topluma getirmeye çalıştığımız bir gündelik hayat ve kültürel değişme belgeseli... Can’ın Ankara’daki çalışma bürosu, adeta derslik gibiydi o bir yıl boyunca. Gazete yazarlığına geçişimse yine Can’la birlikte Milliyet bünyesinde çıkardığımız Pazar eki “Popüler Kültür”le oldu. Bir sezon çıktı her hafta, efsane bir kadro ile: Ünsal Oskay, Melis Alphan (o zaman Çelebi), Can Kozanoğlu, Murat Belge, Ahmet Tulgar, Ömer Özgüner sıralanabilir. Kısa ömürlü oldu, ayrı konu, ama ne zaman Can’la konuşsak, geleceğe analarımızın ak sütü gibi helâl, son derece saygın bir iş bıraktık mı bıraktık diye konuşuruz. Sonrasında BirGün, T24, Radikal ve şimdi de Cumhuriyet oldu ama o ilk “Popüler Kültür” eki üzerinden çalındı benim mayam şu bizim medya gölüne!.. İşte o deneyim ve birikim doğrultusunda Cumhuriyet benden 2018’de bir nefes sıhhat, bir yudum umut kabilinden bir Pazar eki için kolları sıvamamı istedi. İktidarın, Nâzım’ın dizesini hatırlatırcasına ama tek farkla, sönmüş değil, “aktif” bir yanardağ ağzı gibi korkunç şekilde üzerimize geldiği bir dö nemde istedi bunu benden… Ben de tam bu minval üzere seve seve kabul ettim. Türkiye’nin kul hakkı yemeyen, “İyi, doğru, güzel” insanlarının, onların arasında olan okurlarımızın hatırına kabul ettim. Bu memleketin hâlâ bize de ait olduğunu vurgulama yolunda kabul ettim. En önemlisi, bu gazetenin hepimiz adına iktidarın gadrine en çok, en çıplak, doğrudan ve fiziken uğrayanlarına, “zindanı bal eylemiş” cesur yüreklerimize bir borç sayarak kabul ettim!.. Yapmaya çalışacağımız bellidir: Bir “gündelik hayat sosyolojisi”ni anlaşılır dille popüler ilgiye açma muradındayız. Ünsal Hoca’mızın ağzından da hiç düşmemiş, Adorno’nun sözü, “Yanlış hayat doğru yaşanmaz”dan yürüyüp, yanlış hayata hiç olmazsa “panzehir” üretebilme arzusundayız. Sözlü kültürden görsel kültüre sıçramanın psikososyal sorunlarıyla malul insanlarımıza, ne sözlü (folk) kültürü hiçe sayarak, ne de görsel kültürü küçümseyip reddederek, yazılı kültür aşısıyla bağışıklık kazandırma derdindeyiz!.. İlk sayıda arkamızda muazzam bir “kale”nin desteğini bulduk: Zülfü Abi (Livaneli); sevgili hocam Prof. Bekir Onur; kardeşlerim Mirgün (Cabas), Mine (Söğüt) ve “Ahmedo Bra” (Tulgar); dostum Barbaros Şansal; Can Dündar gibi bir kadim dostum, mazim, Prof. Bülent Vardar; akademik patikada kalplerimiz buluşmuş Prof. Osman Elbek; “Ünsal Hocakardeşliği”nden Dr. Göksel Aymaz; heyecan verici bir mutluluk olarak ikisi de üniversiteden öğrencim, Süreyya Su ve Ahu Somay; “şeker gibi” kalemleriyle Hilal Bebek ve Müjde Yazıcı Ergin; nihayet sanatlarıyla gözümüzügönlümüzü, zihnimizi açan Şenol Bezci ve Murat Bergi… Sağ olsunlar!.. Ama bu iş yine de bir muhteşem “sacayağı” olmasaydı hayata geçemezdi. Öncelikle görsel yönetmenimiz, “paratoner”im, sükunetim Ulaş Eryavuz… En gencimiz, canım, heyecanım, “atardamar”ım Gürer Mut… Ve yazıyla görselin aşkla buluşmasının Ulaş gibi bir diğer mimarı, beceri ve uyum abidem İlknur Filiz… Üçü de iyi ki var ve benimle!.. Tabii, “Azıcık aşım kaygısız başım” nev’inden bir stratejiyle harıl harıl yürüttüğümüz çalışmada bize ferah bir ortam, her türlü imkân ve özerklik sağlayan, anlayış da gösteren gazete yönetimine de şükran borcumuz büyük. Eksiğimiz, kusurumuz, yetersizliğimiz yok mu, var. Ama şurası kesin, bunları giderecek yetkinliğimiz de var. Bu inanç ve güvenle, “Gezi Ruhu”na selâm çakarak, hatta o itibarsızlaştırma hedefli ifade, “Gezizekâlı”lığı da muhabbetle sahiplenerek diyoruz ki: Bu daha başlangıç! Mücadeleye devam!.. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear