29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazar 7 Ocak 2018 EDİTÖR: SERKAN OZAN Tek tip faşizmin eseri haber 11 12Eylül Askeri darbesinin ardından mahkumlara dayatılan tek tip kıyafet uy gulaması, OHAL koşullarının hüküm sürdüğü Türkiye’de yeniden gündem de. 12 Eylül döneminde mahkumlar tek tip kıyafetleri duruşma salonla rında yırtıp atmıştı. 17 Ocak 1984 yı lında zorla giydirilen tek tip kıyafeti yırttık tan sonra duruşma salo nunda don ve atletle ka lan mahkumlardan biri SEYHAN AVŞAR olan gazeteci Rahmi Yıldırım, “Cumhurbaşkanı ve partisi, kitabı bomba dan tehlikeli gören, resim yaparak, şi ir ve makale yazarak da terör suçu iş lenebileceğini savunan bir zihniyete sahip. Bu nedenle cezaevlerinde eline hiç silah almamış on binlerce ‘terörist’ vardır. Mesela gazeteci Ahmet Şık, en kıdemli teröristtir! HDP Eş Genel Baş kanı Selahattin Demirtaş ve Ahmet Şık gri renkli tek tip elbise giydirile rek duruşmalara çıkartılırken, hırsız lar, rüşvetçiler, kadın ve çocuk katille ri, tecavüzcüler duruşmalara takım el bise kravatla çıkacaklar” dedi. Yıldı rım ile 1984 yılındaki tek tip kıyafet dayatmasını ve günümüz Türkiyesi’ni konuştuk. n 12 Eylül darbesinin ardından 1984 yılında uygulanmaya çalışılan tek tip dayatmasından önce cezaevlerinin durumu nasıldı? 12 Eylül darbesinden sonra ceza evleri toplama kampına dönüştürül dü. Diyarbakır, Mamak, Metris ceza evleri işkencenin simgesi olarak ta rihe geçtiler. Açlık grevleri, işken ceyle ölüm, tedavi edilmeme gibi ne denlerden kaynaklı sadece Diyarba kır Cezaevi’nden hatırladığım kada rıyla 44 kişinin cesedi çıktı. O dö nemde cezaevleri sorgu ve işkence merkezleriydi. 21 Nisan 1983’te tu tuklandım. Metris Cezaevi’ne kon dum. Ömrümün 25 ayını bu cezaevin de geçirdim. Gözüme çarpan ilk uy gulama, sudan bahanelerle, tutuklu nun avukat ve yakınları ile görüşme hakkı engelleniyordu. Tutuklulara sa vunmalarını yazabilmeleri için gerek li olan kırtasiye malzemeleri verilmi yordu. Havalandırmaya çıkarılmıyor duk. Koğuş aramaları talan biçimin de yapılıyor, alınan kitap ve kırtasiye malzemeleri geri verilmiyordu. 1983 yazında, cezaevinde yönetim değişti. Ayrıcalıklı uygulamanın kurumlaştı rılması ve baskı, tehditlere başvurul ması karşısında açlık grevine gidildi. 28 gün boyunca ses yayın cihazından yapılan, kulakları sağır edici gürül tüyle tutukluların haklı iradesi zayıf latılmak istendi. Koğuştaki masa ve sandalyeler toplatıldı. Amaç boyun eğdirmek Bir yıldır ara verilmiş olan dayak yeniden başladı. Dayatılan üst arama biçimi, insanı aşağılamanın ve onursuzlaştırma amacının ahlak dışı bir aracıydı. Bir yatakta iki kişi yatmak zorunda bırakılmıştık. Cumhuriyet, Milliyet, Güneş gazeteleri fikir gazetesi olarak nitelendirildiklerinden, mizah dergileri (özellikle Gırgır) siyasi görüldüklerinden, satışlarına izin verilmiyordu. Koğuştan çıkışlarda, tutuklunun tamamen soyunması (külot dahil) ve edep yerlerini “usulüne uygun şekilde arattırması” isteniyordu. Bunu kabul etmediğimiz için dövülerek koğuşa yollanıyorduk. Avukat ve yakınlarımıza görüşmeye kendimizin çıkmadığı söyleniyordu. Bunca hak ihlalinin ardından sonuçta tek tip cezaevi elbisesini dayattılar. Tek tip elbiseleri giydiğimiz takdirde koşulların düzeleceğini söylüyorlardı. Asıl amaçları si 12 Eylül darbesinin ardından zorla giydirilen tek tip kıyafeti yırtan, don ve atletle duruşmaya çıkan Rahmi Yıldırım 31 yıl sonra yeniden dayatılan tek tip kıyafeti ‘faşizan zihniyetin eseri’ diye tanımlıyor 25 AY CEZAEVİNDE YATTI, BERAAT ETTİ Rahmi Yıldırım 1978 yılında Kara Harp Okulu’ndan jandarma subayı olarak mezun oldu. 1982 yılında “Yasadışı görüşleri benimsediği” gerekçesiyle, Devlet Başkanı Kenan Evren’in imzaladığı kararnameyle ordudan çıkartılarak tutuklandı. 25 ay boyunca Gölcük Gonca ve İstanbul Metris cezaevlerinde tutuklu kaldı. Cezaevlerindeki açlık grevlerine katılan Yıldırım, sıkıyönetim mahkemesindeki yargılamadan beraat etti. 1986 yılında gazeteciliğe başlayan Yıldırım, 2004 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. Çağdaş Gazeteciler Derneği’nde genel başkanlık, genel sekreterlik ve onur kurulu başkanlığı görevlerinde bulunan Yıldırım, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nda (TGS) Merkez Disiplin Kurulu Başkanı olarak görev yapıyor. 12 Eylül Askeri Darbesi’nin simgelerinden biri olan bu tarihi fotoğraf karesi, Cumhuriyet muhabiri Deniz Teztel tarafından 17 Ocak 1984 günü çekilmişti. yasi tutukluya boyun eğdirmek, kişiliğini ve onurunu çiğnemekti. 4 takım elbise yırttım n Duruşmada tek tip kıyafetleri yırttıktan sonra atlet ve don ile kaldığınız o fotoğraf karesi herkesin aklında. O günü anlatır mısınız? 14 Ocak 1984 tarihinde Metris Cezaevi’ne baskın yapıldı. Tüm giysilerimiz alındı. Koğuşlarda atlet külot katı bırakıldık. 123 sanıklı THKP/C Üçüncü Yol davasının ilk duruşması 17 Ocak 1984 tarihinde yapıldı. Duruşma günü sabah 06.00’da koğuşlardan çıkartıldık. İşkence edilerek tek tip elbise giydirildi. Bu sırada dört takım elbiseyi yırttığımı hatırlıyorum. Tek tip elbise giydirildikten sonra cezaevi avlusuna atıldık. Saat 10.00’da duruşma salonuna götürüldük. Tam mahkeme heyeti salona girerken tek tip üniformaları yırtmaya başladık. Mahkeme heyeti yerini aldığında yırtma işlemi tamamlanmıştı. Deniz Teztel o sırada (sonradan sembolleşen) fotoğrafı çekmeyi başardı. Ama fotoğrafa yayın yasağı kondu. Yine de cezaevlerindeki zulmün aracı tek tip elbiseye karşı direnişi ilk kez kamuoyuna duyurmuş olduk. Mahkeme başkanı albayın emriyle salondan çıkarılıp, bilekler arkadan kelepçeli atlet külot katı cezaevi avlusuna atıldık. Ocak ayının ayazında hava kararıncaya değin cezaevi avlusunda titredik. Zaman zaman yangın hortumuyla ıslatıldık. Hava kararmaya başlayınca teker teker kıç falakasından geçirilip koğuşlara atıldık. O günkü falakanın fiziki acısı unutulacak gibi değil. 31 Ocak 1984 tarihinde ikinci kez salonda atlet külotla kalınca, mahkeme heyeti, duruşma inzibatını bozduğumuz gerekçesiyle yargılamanın sanıkların yokluğunda yapılmasına karar verdi, bir daha da duruşmalara alınmadık. n Son KHK’yle tek tip resmileşti. Bu dayatmanın yeniden gündeme gelmesiyle ilgili ne söylemek istersiniz? Tek tip elbise dayatması, yargılan makta olan tutukluyu peşinen suçlu sayan faşizan zihniyetin eseridir, yürürlükteki anayasaya bile aykırıdır. İşlediği suç ne olursa olsun, tutuklu ve hükümlü, hürriyetinden yoksun bırakma dışında bir yaptırıma tabi tutulamaz. Sözde dindar AKP iktidarının Amerikan emperyalizminin Müslümanlara reva gördüğü Guantanamo zulmünü sahiplenmesi ibret vericidir. KHK ile tek tip elbise giyme zorunluluğu getirdi. Cumhurbaşkanı ve partisi, kitabı bombadan tehlikeli gören, resim yaparak, şiir ve makale yazarak da terör suçu işlenebileceğini savunan bir zihniyete sahip. Bu nedenle cezaevlerinde eline hiç silah almamış on binlerce “terörist” vardır. Mesela gazeteci Ahmet Şık, en kıdemli teröristtir! HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve Ahmet Şık gri renkli tek tip elbise giydirilerek duruşmalara çıkartılırken, hırsızlar, rüşvetçiler, kadın ve çocuk katilleri, tecavüzcüler duruşmalara takım elbise kravatla çıkacaklar. OpaHrAtiLle’irninteakçıfkaroklmı ası n 1980’li yıllardan 2018 yılına değişen bir şeyler var mı sizce? OHAL hukuku, 12 Eylül’ün sıkıyönetim hukukunun gerisindedir. OHAL gerekçesiyle temel hak ve özgürlükler 12 Eylül dönemindeki gibi askıdadır. OHAL faşizminin 12 Eylül faşizminden tek eksiği, TBMM’nin ve siyasi partilerin açık olmasıdır. Ne var ki, TBMM’nin 12 Eylül dönemindeki Danışma Meclisi’nden bir farkı yoktur. n Mahkumlar sizce tek tip dayatmasına nasıl cevap verecek? Tek tip dayatmasına karşı cezaevindeki Fethullahçıların ve varsa sağ görüşlü tutukluların bir direniş göstereceklerini sanmıyorum. Sol görüşlü siyasi tutuklular elbette direneceklerdir. Kişilikleri ve dünya görüşleri, onursuzlaştırmaya, aşağılamaya, boyun eğdirme uygulamalarına direnmeyi öngörür. TEK TİPE DİRENİŞ TARİHİ 12 Eylül’de cunta geri adım attı Tek tip kıyafet dayatması ilk olarak Osmanlı’da 1902 yılında mahpusların kolay yakalanabilmesi gerekçe gösterilerek uygulanmaya çalışıldı ancak mali zorluklar nedeniyle vazgeçildi. O dönem uygulanamayan tek tip 1980’de yeniden gündeme geldi. Darbenin ardından siyasi mahkumlar özel tip hapishanelere koyuldu. Ardından bu mahpuslara tek tip kıyafet giydirilmeye çalışıldı. Mahpuslar ilk olarak 14 Temmuz 1982 günü Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde ölüm orucuna başladı. Ölüm oruçlarında Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek hayatını kaybetti. “Tek tip elbise” 1983’te çıkarılan “131 Sayılı Genelge” ile Ocak 1984’te Metris Askeri Cezaevi’nden başlayarak tekrar dayatıldı. 1415 Ocak 1984 tarihinde mahpusların elbiselerine el konuldu. 11 Nisan 1984 yılında Metris ve Sağmalcılar cezaevindeki mahpuslar, “Tek tip elbise uygulamasının kaldırılması”, “İşkencelerin sona ermesi”, “İnsani ve sosyal yaşam koşullarının düzenlenmesi” ve “Siyasi tutukluluk hakkının tanınması” talepleriyle açlık grevi başlattı. 400 mahpusun katıldığı açlık grevi 45’inci günden sonra taleplerin karşılanması için ölüm orucuna dönüştü. Direnişin sonucunda Abdullah Meral, Haydar Başbağ, Fatih Öktülmüş, Hasan Telci ve çok sayıda kişi hayatını kaybetti. Mahpusların protestoları sonucu cunta rejimi 11 Şubat 1986 tarihinde tek tip kıyafet dayatmasını rafa kaldırdı. Tek tip uygulaması 2017’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 31 yıl sonra yeniden gündeme getirildi ve son çıkan KHK ile resmileşti. Avrupa’yla imtiyazlı ortaklık Soğuk bir cuma akşamı Paris’teki Elysee Sarayı’nda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasındaki görüşme, birkaç açıdan önemliydi. Birincisi, uzunca bir süredir Batı Avrupa başkentlerinden davet almayan (ve bundan hayli şikâyetçi olduğunu bildiğimiz) Erdoğan, ilk kez önemli bir Avrupa ülkesinin başkentine resmi gezi yaptı ve arzuladığı protokolle ağırlandı. Bu ne demek? Paris’e resmi gezi ve Elysee Sarayı’ndaki protokol, Türkiye’nin Avrupa yolunun yeniden açıldığı anlamına gelmiyor. Ancak Avrupa’nın Türkiye’yi artık olduğu gibi kabul ettiği, kısa dönemde fazla bir değişiklik beklemediği, bundan sonra “ikili” ilişkilere odaklanmak istediği anlamına geliyor. İkili ilişkiler derken kastettiğim, AB üyelik sürecinde ilerleme değil. Brüksel’i unutun. Bu konuda kimsenin beklentisi yok. AB üyesi ülkeler, Ankara’nın Kopenhag Kriterleri’nden hayli uzaklaştığını ve demokrasiye dönüş noktasında bir irade göstermediğinin farkında. Bu yüzden de bundan sonra “üyelik müzakerelerini” pas geçip Ankara’yla ikili ilişkileri derinleştirmek niyetindeler. 2018 yılında, Fransa, İtalya, Almanya, İngiltere gibi ülkelerle ticaret, daha daha ticaret, terörle mücadele ve Ortadoğu konularında ikili temaslar olacaktır. Ancak Türkiye’nin AB üyelik perspektifi, belki de bir daha hiç canlanmayacak biçimde rafa kalkmış gözüküyor. Bana göre Paris’teki görüşme bu yüzden sembolikti. Son derece iyi anlaşan ve şu zamana kadar 12 defa telefonla ve 3 kez yüz yüze görüşen Macron ve Erdoğan’ın, Elysee Sarayı’ndaki buluşması, Türkiye’nin artık AB’yle “imtiyazlı ortaklık” dönemine girişiydi. Nedir 2000’li yıllarda Ankara’nın hararetle “Asla kabul etmeyiz” diye karşı çıktığı bu “imtiyazlı ortaklık” Avrupa kulübüne üye olmadan dış çeperde özel bir statüyle “dost ve kardeş” ülke olarak konumlanmak. Ortak değerler, reform ve ortak karar/egemenlik gibi konuları bir kenara bırakarak, ticaret ve dış politika konularında paslaşmak. Yıllardır Avrupa Birliği’ne gönül veren diplomatlarımız “imtiyazlı ortaklık” lafını duyunca saçını başını yolsa da, aslında işin özü budur. Macron’un “Her iki tarafın da süreç normal ilerliyormuş gibi sergilediği ikiyüzlülüğü bir tarafa bırakması gerekiyor” sözlerinin özellikle altını çiziyorum. Gelecekte Türkiye ve AB ilişkileri üyelik değil imtiyazlı bir ortaklıktır. Zaten iki liderin ifade özgürlüğü ve demokrasi konularındaki açıklamalarından da Ankara ve Avrupa arasındaki uçurumun ne kadar derin olduğu, aynı kulüpte yer almanın mümkün olamayacağı belli olmadı mı? Macron’un oracıkta da ifade ettiği gibi Avrupalılar açısından, görüşleri ya da yazıları dolayısıyla bir gazeteciyi hapse atmak, en temel insan hakkı ihlallerinden biri. Hiçbir Avrupa ülkesinde ya da ileri demokraside gazeteciler yazdıklarından dolayı terörle suçlanmıyor. (Biz Türkiye’deki demokratların da savunduğu değerler bu.) Erdoğan ise, “Terör ve teröristlerin bahçıvanları vardır. Bu bahçıvanlar düşünce adamı diye bakılanlardır. Onlar gazetelerindeki köşelerinden orayı sularlar” diyerek, bırakın Fransızları, hiçbir Batılı ya da demokrat aydının anlam veremeyeceği bambaşka bir dünya görüşünü savundu. Bu durum, “değerler” ve “demokrasi” noktasında Avrupa ve Türkiye arasında artık müzakere edecek ortak zemin kalmadığının habercisi gibiydi. (Ancak unutmayın beyler, Türkiye’de Erdoğan değil Macron gibi düşünen, demokrasi ve ifade özgürlüğüne inanan, Ahmet Şık, Akın Atalay ve Murat Sabuncu’yu “terörist bahçıvanı” değil gazeteci olarak gören bir yüzde 50 de var.) Daha iyi bir hayatı hak ediyoruz Kefen giyeriz tek tip giymeyiz Cumartesi Anneleri, kayıpların akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle 667’nci kez Galatasaray Meydan’ında bir araya geldi. Eylemde, 18 Ocak 1996’da kaybedilen İsmail Şahin’in akıbeti soruldu. Eylemde konuşan HDP’li Filiz Kerestecioğlu, 19 yıl boyunca 2 çocuğuyla Galatasaray Meydanı’nda eşi İsmail Şahin’in akıbetini soran ancak eşinin akıbetini öğ renmeden yaşamını yitiren Kiraz Şahin için eylemde olduklarını dile getirdi. Kerestecioğlu, “Zor zamanları bir gün böyle buraya serdiğimiz örtüler gibi yere sereceğiz ve gerçekten dimdik çok daha umutlu, çok daha güzel zamanları da yaşayacağız. Bunu hepimiz hak ediyoruz. Bütün Türkiye daha iyi bir hayatı hak ediyor” dedi. l İSTANBUL / Cumhuriyet İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu üyeleri, hasta tutukluların durumuna dikkat çekmek amacıyla her hafta düzenledikleri “F Oturumu”nun 302’ncisi için yine Galatasaray Meydanı’nda bir araya geldi. Bu haftaki eylemde, Mardin Nusaybin’de uygulanan sokağa çıkma yasakları sırasında yaşanan çatışmalarda yaralanması üzerine 26 Mayıs 2016’da açılan koridordan çıkan 42 kişiden biri olan Dilber Tanrıkulu’nun durumuna dikkat çekildi. Tanrıkulu, gönderdiği mektupta, tedavisi yapılmadığı için “İleriki süreçlerde sakat kalmak tehlikesiyle karşı karşıyayım” dedi. Basın açıklamasını okuyan Tuncay Yiğit, cezaevlerindeki hak ihlallerinin misliyle arttığını belirterek “Kefen giyeriz tek tip elbiseyi giymeyiz” dedi. l İSTANBUL / Cumhuriyet DİYARBAKIR BAROSU’NDAN SEMİNER Mülteciler insani koşullara sahip değil Diyarbakır Barosu Mülteci Hakları Merkezi tarafından “Mülteci Hukuku Uzmanlaşma Semineri” düzenlendi. Seminerin açılış konuşmasını yapan Diyarbakır Barosu Başkanı Ahmet Özmen, “Ne yazık ki mülteciler gittikleri, sığındıkları, zaruretten kaçtıkları ülkelerde insani yaşam koşullarına sahip değil. Bunu neredeyse dünyadaki bütün ülkeler açısından söyleyebiliriz. Birleşmiş Milletler’in de bu konuda gerekli önlemleri, tedbirleri almadığını herkes bilir. Diyarbakır’daki mültecilere daha iyi hizmet sunmak, sağlıktan, hukuksal hizmete kadar, mülteci hukuku kapsamındaki hakları kendilerine hatırlatmak ve onları uygulamak adına meslektaşlarımıza bu alanda meslek içi eğitim toplantısı düzenledik” dedi. Seminerde katılımcı avukatlara göçmen, mülteci, Türkiye’de Uluslararası Koruma ve Geçici Koruma prosedürleri, Uluslararası Koruma ve Geçici Koruma kapsamındaki kişilerin hak ve yükümlülükleri, sınır dışı ve idari gözetim kararları, itiraz usulleri konularında eğitim verildi. l DHA C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear