Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Pazar 30 Temmuz 2017 10 İnandım, yargı bağımsızmış!.. Sakin ol... Sakinim. Değilsin. Cuma akşamı ve gecesi seni gözledim. Gözlerinden fışkıran öfke beni ürküttü. Geçti ama. Sakinim ben. Sanmıyorum. Seni tanırım. Sulu gözlü değilsin sen. Ama seni ağlarken... Seni akşam ve gece boyunca birkaç kez ağlarken gördüm... Ne var bunda? Öfkem gözyaşına dönüştü. O kadar işte... Peki, peki. Ama artık sakin ol. Sakinim. Şey... Yazı... Tırmık yazabilecek misin? Bugün yazı günün de... Tabii yazacağım. Bir hafta boyunca yazamadım. Vakit yoktu. Tabii yazacağım. Avuçlarım kaşınıyor zaten desem... Suç işlemeden... Bir savcının, bir ödlek siyaset esnafının yazdıklarında suç bulup üstüne, üstünüze çullanmayacağı bir Tırmık yazabilecek misin? Yazarım, yazarım... Haydi öyleyse. Başla... HHH Zor bir haftaydı. Hayır, işlemeyen klima aygıtı yüzünden Adalet Sarayı’na değil “Adalet Hamamı”na dönmüş bir binada işlemeyen mikrofon ve hoparlörler yüzünden zor değil... Zorluk, saçma sapan bir iddianameyi aklın terazisine vurup cevaplamaktı. Başardık. İyi başardık. Savcının ne bulduysa, eline ne geçtiyse bir araya getirip oluşturduğu 355 sayfalık iddianame ve 3040 kalın klasöre ulaşan eklerini, tarihin ve hukukun çöp sepetine yolladık. İçeriden ve dışarıdan savcının yardımına koşan “muhbirtanıklar”ın yalanlarını da, zırvalarını da bir bir çürüttük. Tek tek hepimizin söylediklerini sayamam. Gerek de yok. Ama İcra Kurulu Başkanımız Akın Atalay’ın iddianameyi didiklemesini, Yayın Yönetmenimiz Murat Sabuncu’nun gazetecilik, kadim avukatlarımızdan Fikret İlkiz’in hukuk dersini soluklarını tutarak izleyen mahkeme heyetine dikkat çekmeden geçmemeliyim... Beşinci günün sonunda karar anına geldik. Bir “arakarar”dı. Ancak bizim için nihai karardan çok daha önemliydi. Almanya ve AB ile papaz olan AKP Reis’inin “Eyyy Almanya, ey Avrupa Birliği!.. Bizde yargı bağımsızdır diyorsunuz. Bizim, Türkiye’nin yargısı çok daha bağımsızdır” diye kostaklanışı ha bire kulaklarımızda çınlarken mahkemenin ara kararını dinledik. Tutuklu 11 Cumhuriyetçinin yedisini serbest bıraktı ve üstünkörü bir gerekçe ile dört can arkadaşımın, arkadaşımızın tutukluluklarına devamına karar verdi. İnandım, ikna oldum: Türkiye’de yargı sahiden de bağımsızmış. Hukuktan ve adaletten bağımsız... HHH N’oldu? Bitti. Yazı bitti... Bu kadar kısa mı? Ustalarım bana “Söyleyeceğini söyledin, diyeceğini dediysen yazıya nokta koy, bitir” diye öğrettiler. Ne dedin ki sen? “Türkiye’de yargı, hukuktan ve adaletten bağımsızmış” dedim ve noktayı koydum. İper 115 gündür adalet bekliyor ByLock kullanıcısı olmadığına ilişkin adli bilişim uzmanı raporu bulu nan muhasebe çalışanımız Emre İper, 18 Nisan’dan bu yana Silivri Cezaevi’nde tek başına tecritte tutuluyor. İddianameyi hazırlayan sav cılardan Yasemin Baba’nın talimatıyla 5 Nisan’da ga zetemizin ulaştırma servi Emre İper si çalışanı Yavuz Yakışkan, 6 Nisan’da da mu hasebe servisi çalışanımız Emre İper gözaltı na alınmıştı. Savcı Baba, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2016’da başlattığı bir soruş turma kapsamında gözaltına aldırana dek ifa deye çağırmadığı İper’in ByLock kullanıcısı ol duğunu iddia ederek tutuklanmasını talep etti. Bu talebe ise Ankara’daki soruşturma dosya sında yer alan Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’nın (KOM) 3 satırlık bilgi notu gerekçe gösterildi. İper’in tutuklanmadan önce alınan cep tele fonunun yedeklemesi soruşturma dosyasında olmasına karşın savcılık, cep telefonu ile ilgili bugüne kadar rapor aldırmadı. Bunun üzerine İper’in avukatları tarafından yeminli adli bilişim uzmanından mütalaa alındı. Mütalaada, “Emre İper’e ait telefonun yedeğinde yapılan arama sonucunda ByLock adlı yazılımın kurulduğuna ya da kurulup kaldırıldığına dair ize rastlanma mıştır” denilmişti. l Haber Merkezi haber Kalbimizin yarısı oradaEDİTÖR:SERKANOZAN TASARIM:SERPİLÜNAY 11 272 gün süren tutukluluğun ardından tahliye edilen 7 arkadaşımız 9 ay sonra ilk kez gazetelerine geldi. Arkadaşlarımız, Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel ve Ahmet Şık’ın da en kısa sürede aramıza katılacağını söyledi Vedat ARIK / KURTULUŞ ARI Gazetemizi susturmaya yönelik soruşturma kapsamında tutuklanan ve 272 gün boyunca özgürlüklerinden mahrum bırakılan 7 arkadaşamız dün tam 9 ay sonra ilk kez gazetemizin Şişli’deki merkez binasına geldi. Güray Öz, Musa Kart, Turhan Günay, Hakan Kara, Önder Çelik, Bülent Utku ve Mustafa Kemal Güngör yakınlarıyla birlikte geldikleri gazetede Cumhuriyet çalışanları ve okurlarımızla bir araya gelerek özlem giderdi. Gazetemizin bahçesinde düzenlenen buluşmada 9 ay boyunca yaşadıklarını anlatan arkadaşlarımız, tutukluluklarının devamına karar verilen İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Genel Yayın Yönetmenimiz Murat Sabuncu, Yayın Danışmanımız Kadri Gürsel ve muhabirimiz Ahmet Şık için “Kalbimizin yarısı orada kaldı” dedi. Umut değil, inanç Bahçemizde gerçekleşen buluşmada açılış konuşmasını yapan Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Orhan Erinç, sözlerine Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Ahmet Şık ve Emre İper’e selam göndererek başladı. Erinç, “5 arkadaşımız Silivri’de tutuklu ama biz onları da aramızda sayıyoruz. Cumhuriyet’e yönelik saldırının iddianamesini hem arkadaşımız hem değerli avukatlarımız çürüttüler. İddianamenin çöktüğünü dile getirdik ama görülüyor ki yargıda pat diye çökmüyor. Kimi payandalarla ayakta tutulmaya çalışılıyor. Onun tümüyle çökmesi, 5 arkadaşımız olması biraz zaman alsa da gerçekleşecek diye inanıyoruz. Umut etmiyoruz, inanıyoruz” dedi. Gazetecilik YozlaşTI Türkiye’nin ve gazeteciliğin en önemli sıkıntılarından birinin gazetecilik anlayışının her gün biraz daha yozlaşması olduğunu belirten Erinç, şöyle devam etti: “Benim başladığım yıllarda 1970’lere gelinceye kadar üçkâğıtçılık yapan, mesleğini çıkar aracı olarak kullanan gazetecilerle selam sabah kesilir, soyutlanırlardı. Ancak bu gün o tür gazetecilik yapan arkadaşlarımızın el üstünde tutulduğu, itibar gördüğü bir süreçteyiz.” Cumhuriyet okurlarına, meslek örgütlerine, siyasi partilere desteklerinden dolayı teşekkür eden Erinç, tutuklu Cumhuriyetçilere boncukla isimlerini işlediği kalemler gönderdiği için Midyat Cezaevi’nden başka bir cezaevine sürgün edilen tutuklu Abdulvahab İş’in gönderdiği kalemleri arkadaşlarımıza teslim etti. Orhan Erinç’in konuşmasının ardından kürsüye gelen tahliye edilen erkadaşlarımız duygularını şöyle ifade etti: Dayanışma sürecek MUSA KART: 9 ay önce biz içeri girdiğimizde bu tablonun sürdürülemez bir tablo olduğunu biliyorduk. Başından beri niçin Silivri’de olduğumuzu çok iyi biliyorduk. Bir suçluluk duygusuyla orada durmuyorduk. Tavrımızın ne olduğu geniş kitleler tarafından benimsenmişti. Ortada bir gazetecilik vardı. Bu her dönem tüm baskılara rağmen sergilenen bir gazetecilikti. Bütün ardaşlarımda gözledim ilk günden itibaren Cumhuriyet gazetesi çalışanlarına yakışır tavır ve tutum içerisindeydiler. Dimdik durdular. Bu durumun geçici olduğunu gördüler. Gazetemize her dönem baskılar, saldırılar yapıldı ama hiçbir dönem bu kadar akıl ve insaf ölçülerini aşan saldırıların hedefi olmadı. Bu gazete her zaman bütün terör örgütlerine, en başta FETÖ’ye, PKK’ye kararlı bir şekilde karşı durdu. Birileri el ele kol kola gezerken tehlikenin farkında mısınız diye karikatürler çizdik. Savunmamda da kullandım. 13 yıl önce Fethullah Gülen’in askeri bota tırmanışını resmettim. Biz o gün uyarı görevini yeri ne getirirken onlara yakın kol kola duranların tanıklığıyla biz Silivri’de yargılandık. Bu trajik tablonun kaldırılabilecek bir yanı yok. Sevinemedim 9 ay sonra tahliye sevindirdi mi diye düşündüm. Ama farkettim ki sevinemedim. Sadece ve sadece gazetecilik yaptığı için hâlâ içeride olan insanlar var. Onları bir kere daha buradan saygı ile anmak istiyorum. O koşullarda bile gazeteciliği, Türkiye’nin sorunlarını düşünen insanlar. İyi kalpli, fedakâr, yiğit insanlardı. Kadri, Murat, Akın, Ahmet ve Emre. Bu insanları terör örgütleriyle irtibatlandıramazsınız. Yan yana getiremezsiniz, bu oyun bozuldu. Çok yakın zamanda o arkadaşlarımız yanımızda olacak. Sevinç ve mutluluğun fotoğrafını hep beraber vereceğiz. Biz bu ülkeyi düşünmeye devam edeceğiz. Her zaman olduğu gibi mizaha ve karikatüre yaslanacağız. Ziyadesiyle gerildik, kasıldık, kayıplar verdik. Yazıp çizmeye devam edeceğiz. Bu dayanışma sürecek. FETÖ tango yapar mı? HAKAN KARA: Bütün bu süreç boyunca söyle zart sever mi? Pensilvanya’ya gitseydim ve mesela FETÖ’ye diğimiz çok basit bir şey var: bir tablo hediye etseydim. Gazetecilik suç değildir. Biz Mesela “Aynadaki Venüs” mesleğimizi yapmak istiyo tablosunu... Çıplak bir kadı ruz, düzgün yapmak istiyoruz. nı sırtından görürüz bu tab En zoru neydi diye bir arkada loda. FETÖ, böyle bir tablo şım sordu. Evimize baskın ol yu gururla, heyecanla sergi du, gözaltında tutulduk, ceza leyebilecek miydi? Ben dan evinde yattık ama en zoru ar sı önemseyen bir insanım. Fır kadaşlarımızı geride bırakarak sat buldukça eşimle birlikte dışarı çıkmakmış. tango yapmayı çok severiz. O Ben avukatlarla savunma zaman şunu soruyorum. FETÖ mı hazırladım. Fakat çok uzun tango yapar mı? oldu. Birazcık Algoritma kavra kırptım. O bö mı çağımızın kav lüm biraz öz ramıdır. İnsan bir neldi ve şöyle algoritmadır di diyordum: Be ye şu anda insan nim FETÖ’cü lar dünyada tartışı olmam müm yor. Pensilvanya’ya kün değil çün gitsem Fethullah’la kü dünyaya ba algoritma kav kışım ve inanç ramını tartışabi larım buna en lir miyim. Bizim gel. Çünkü ha FETÖ’yle, FETÖ’cü yatım boyunca anlayışla bağda evrim kuramı şır bir yanımız yok. mı savundum. Sayın Cumhurbaş Şimdi bana bu Hakan Kara kızına kavuştu. kanı, CHP’li millet rada FETÖ’cü vekillerini “bun sün diyorsunuz. O zaman be lar aynı ekolden insanlar” diye nim de şunu sormam lazım: suçladı. Gerçekten önemli bir FETÖ evrim kuramını mı savu şey söylüyor. Bir ekolden bah nur? Ben hayat boyu feminist sediyor. İyi güzel de AKP’nin harekete büyük önem ver ekolü ne, CHP’nin ekolü ne, dim. Eğer ben FETÖ’cüysem FETÖ’nün ekolü ne? Han FETÖ feminist mi? gi ekoller birbirine daha ya Cumhuriyet’in sanatla ve kın. Bizim o ekollerle, FETÖ’cü klasik müzikle bir bağı vardır. ekollerle ve ona yakın ekol Mozart hayranıyım ve şunu lerle ilgimiz yok. Onlar kendi sormam gerekiyor. FETO Mo ne baksın.” Okurları düşündüm GÜRAY ÖZ: Biz bu kendisi FETÖ sanığı bir savcının emri ile tutuklandıktan sonra Silivri hücresine girdik. Arkadaşlarımız hepimizin ilk aklına gelen slogan, ‘bizi kimse tutamaz’ oldu. Bizi kimse tutamaz derken ertesi gün bizi bırakacaklar demiyorduk. Ama orada bizi uzun süre tutamayacaklarını biliyorduk. Gezi hareketi ile başlayan bir süreç vardır bu ülkede. Bu süreç katlanarak ilerledi. Büyük ‘Adalet Yürüyüşü’ bunun adımlarından birisidir. Ondan sonraki adım Cumhuriyet tutuklamalarıdır. Bu sürecin devamıdır. Biliyorsunuz ben okur temsilcisiyim. Orada yatarken aklımda hep okurlar vardı. Okurları özledim umuyorum ki okurlarda beni özlemiştir. Önümüzdeki pazartesinden itibaren okurlarla buluşmaya ve gazeteyi en iyi şekilde yapmak için tartışmaya devam edeceğim. Nesini savunayım? ÖNDER ÇELİK: İddianame elime ulaştığında önce ben bir kere okudum baştan sona. Sonra kenara bıraktım. Bunun içinde hiçbir şey yok dedim. Birkaç gün bekledikten sonra ikinci gün, beşinci gün bir daha okumaya başladım. Ben bunun nesini savunacağım. İçerisinde savunulacak bir şey yok. Bütün arkadaşlarımızın yapmış olduğu savunmalar bütününe baktığınız zaman zaten bunu gösteriyor. Cumhuriyet’e yapılan bir haksızlık, bu operasyon bir sembol haline dönüştü. Cumhuriyet okuyan veya okumayan toplumun her kesiminden bu adaletsizliğe büyük bir tepki yağmaya başladı. Yolda karşılaştığım hiç tanımadığım insanlar, belki de Cumhuriyet’in yakınından geçmemiş insanlar bu adaletsizliğe dur deme noktasında ağlayarak bize özgürlüğümüze kavuşmamız için sevgilerini iletiyor. Bu özgürlük mü? BÜLENT UTKU: Dokuz ay tutuklu kaldık ve tahliye olduk. Ancak içeride halen 170 gazeteci var. Bunlardan 7’si eksildi. Bunun çok çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Bir kısım arkadaşımız dışarı çıkabildi ama kalbimizin yarısı içeride kaldı. Bu arkadaşlarımız da 11 Eylül günü özgürlüklerine kavuşurlar. Bu da özgürlük müdür tartışılır. Çünkü dışarısı da yarı açık bir cezaevi gibi. Bu süreçte bize desteğini esirgemeyen Dışarıdaki Gazeteciler’e, Cumhuriyet Davası Koordinasyonu içinde yer alan CHP’ye, DİSK Basın İş’e, EMEP’e, Hakl Evleri’ne, Haziran Hareketi’ne, HDK’ye, Büyük Adalet Yürüyüşü’ne, adalet nöbetçisi hukukçulara, dava boyunca her gün adliyeye gelen başta Cumartesi Anneleri olmak üzere bütün siyasi parti ve STK temsilcilerine, Cumhuriyet okurlarına ve çalışanlarına teşekkür ediyorum. Duvarda gedik açıldı MUSTAFA KEMAL GÜNGÖR: Nezaretten itibaren o kadar boş şeylerle suçlandık ki tutamazlar bizi dedik. Hâkimliğe çıkarıldık tuttular bizi. Karantina koğuşunda hep birlikte kaldık 2 gece. Orada yine tutamazlar bizi diyorduk. Tutukluluğa itiraz etti avukat arkadaşlarımız. Yine tuttular bizi. Bülent Utku ve Murat Sabuncu’yla birlikteydik o zaman. Hemen gittik avlumuza çamaşır iplerini gerdik tutacaklar bizi galiba biraz diye. Nitekim 9 ay tuttular. Onları orada bırakarak çıkmak benim için çok zor oldu. Hepimiz için. Kalbimizin yarısı orada kaldı. Bence önemli bir gelişme oldu 7 kişinin tahliye edilmesi. 23 ay içinde arkadaşlarımızın da tahliye edileceğinden eminiz. Sizlerin, eşlerimizin, sevgililerimizin, çocuklarımızın dayanışması bizler için çok önemliydi. Muhalif bütün kesimleri susturmaya dönük bir operasyondu bu ama her gecenin sabahı var. Bunlar geçecek ve hep beraber kuvvetli olacağız. Bizden daha çok kadınlar mağdur oldu TURHAN GÜNAY: Sadece şunu söylemek istiyorum. Burada mağdur olan belki bizden daha çok kadınlarımızdı. Yani eşlerimiz, çocuklarımızdılar. Onlar için hayat çok daha zordu. Hayatım boyunca hep söyledim. Bir gazetecinin eşi olmak, işkence çekmeye gönüllü katlanmak demektir. Hep söyledim çünkü sadece kadından fedakârlık bekleyen bir süreçtir gazetecilik aşağı yukarı. O nedenle bizi hiçbir hafta ya da aylık görüşlerimizde yalnız bırakmayana kızlarımıza, eşlerimize, çocuklarımıza çok ama çok teşekkür ediyorum. Çok sağ olsunlar. Mahkemenin davanın güvenlik gerekçesiyle Silivri’de görüleceğine ilişkin kararı tepki çekti Davayı gözlerden kaçırma girişimi İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nin davanın güvenlik gerekçesiyle Silivri’de görüleceğine ilişkin kararına Basın Konseyi ve eski İstanbul Barosu Başkanı avukat Turgut Kazan tepki gösterdi. Basın Konseyi yaptığı açıklamada duruşmanın Silivri’de yapılacağı kararına şaşırdıklarını ve anlam veremediklerini belirtti. “Demokratik bir hukuk devletinde ceza muhakemesinin en temel ilkelerinden biri, yargılamaların aleniliğidir” denilen açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Duruşmanın, davayı izlemek isteyen birçok kişinin ulaşma olanağı olmayan ve ulaşabilenlerin de büyük zah met sarf ederek erişebilecekleri bir yere nakli, söz konusu ilkenin çiğnenmesi anlamına gelecektir. Kaldı ki, böyle bir tasarrufu gerekli kılan nedenin ne olduğunu da anlamak mümkün değildir. Duruşmanın Çağlayan’da yapılması sağlanmalıdır. Aksi durumda, yargılamanın “gözlerden kaçırıldığı” yönündeki itirazlar güç kazanacak.” Avukat Turgut Kazan da kararı “kaçırma girişimi” olarak niteledi. Kazan, “Bana göre çok tehlikeli bir karar verileceği izlenimi doğar. Büyük olasılıkla kapalı bir oturumda, kimsenin katılamayacağı bir oturumda serbestçe en ağır cezayı verme çağrışımı yapar” ifadelerini kullandı. ‘Ahmet sadece doğruyu söylüyor’ Ahmet Şık Cumhuriyet gazetesi davasında tutuklu olarak yargılanan ve önceki gün yapılan duruşma sonunda da tutukluluğunun devamına karar verilen gazeteci Ahmet Şık’ın eşi Yonca Şık, kararı CNN International’a değerlendirdi. Yonca Şık, “Ahmet kahraman değil, sadece doğruları söylüyor” dedi. Yonca Şık ile yapılan İngilizce röportajda “Ahmet kahraman değil, Süpermen değil; yalnızca doğruları söylüyor. Bu normal. Ama başkaları sustuğu için insanlara bu, çok sert geliyor” diye konuştu. l Haber Merkezi Cesaret bulaşıcıdır Gazetecilik aykırı olma sanatıdır. Ne siyasi doğruculuk, ne iktidara yakınlık, ne devlet nezdinde akreditasyon, ne de kulağı delik olma... Bunların hiçbiri gazeteciliğin gerçek tanımı değildir. Devletin zaten dağa taşa yazarak anlattığı ilkeleri, hükümetin zaten pazarlamaya çalıştığı hikâyeyi bir yerinden tutup da anlatmaya çalışmak, sizi sadece vakanüvis yapar. Gazetecilik ise sorgulamak, şeytan avukatlığı yapmak, biraz kafa tutmak ve her daim öküzün altında buzağı aramaktır. Bu yüzden de Ahmet Şık’ın Cumhuriyet davasında yaptığı savunma, iktidar nezdinde hoşnutsuzluk yaratmış olsa da, tam anlamıyla “gazetecilik” denen bu tuhaf mesleğin tanımıdır. Cumhuriyet iddianamesini bir solukta okudum, aylardır avukatları n açıklamalarını dinliyorum, uluslararası tepkileri izledim. Ama hiçbir şey beni geçen hafta mahkeme salonundaki o görüntüye hazırlamamıştı. Mahkeme salonunda ne vardı biliyor musunuz? Kaya gibi dik, zekâsıyla iddianameyi ezen, ironiyle savcıları tatlı tatlı döven bir grup cesur adamın direnişi vardı. Sanıkların bir bölümünü tanıyorum, kimisini savunmaları sayesinde tanıdım. Ama hepsiyle aynı gazetede çalıştığım için gurur duydum. Cesaret bulaşıcıdır derler ya. O davayı azbiraz izleyebilseydiniz, neden böyle dediğimi anlardınız. Tarihin doğru tarafında olmanın insana verdiği bir huzur ve rahatlık vardır. İşte hepsinin yüzünde, gözlerinde, ifadelerinde bu vardı. Ne mutlu... Bu dava, aynı 12 Eylül sonrası Barış Derneği ve DİSK davaları gibi Türkiye tarihine şimdiden altın harflerle yazıldı. Kendisi küçük, ancak sembolizmi büyük bir dava. Türkiye tarihinin akışı hangi istikamette olursa olsun, Cumhuriyet davası o akışın önemli bir parçası olacaktır. Artık kimse bu payeyi, birkaç paragraf dahi olsa Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde defalarca yer edinmiş olma durumunu, Cumhuriyet ekibinden geri alamaz. Bu, 9 ay cezaevinde kalmak karşılığında kazanılan koskoca bir ödüldür. Gel gör ki, bu trajikomik davada 7 arkadaşımızın tahliye olmuş olmasının sevinci, aynı ipe sapa gelmez iddianameyle yargılanan diğer 4 Cumhuriyet çalışanının hâlâ cezaevinde kaldığı gerçeğini unutturamayacak ölçüde buruk bir sevinçtir. Kepçeyle aldıkları insanları, taksit taksit bırakıyorlar. Güray Öz, Musa Kart, Bülent Utku, Hakan Kara, Önder Çelik, Mustafa Kemal Güngör ve Turhan Günay’ın Silivri’den kurtarılmaları, dün sabah itibarıyla evlerinde uyanmanın keyfini yaşamaları, bu davanın ipliğinin pazara çıkması açısından bir başarıdır. Ama Kadri Gürsel, Ahmet Şık, Murat Sabuncu ve tabii Akın Atalay çıkana kadar, Cumhuriyet’e ve biz gazetecilere rahat yoktur. Cumhuriyet davası, iktidara ve Türkiye’ye, bu ülkeyi yönetenlerin kavrayamadıkları kadar büyük bir zarar vermiş, Türkiye’nin FETÖ’yle mücadele azmini sulandırmıştır. Bunun telafisi için, ara kararda tüm arkadaşlarımızın serbest kalması lazımdı. Olmadı. Belli ki davanın ikinci evresi, Cumhuriyet’i yöneten vakıftaki iktidar mücadelesine odaklanacak. Yazık! Hükümetin işi, artık inandırıcılığı kalmayan açkapa bir yargı sistemiyle Cumhuriyet’i yönetmeye çalışmak değildir. Bu gazetecilerin işidir. Kılıçdaroğlu’ndan geçmiş olsun telefonu CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu önceki gün tahliye edilen gazetemiz yönetici, yazar ve avukatlarını arayarak geçmiş olsun dileklerini iletti. Kılıçdaroğlu arkadaşlarımıza “Kapalı cezaevinden açık cezaevine hoşgeldiniz” dedi. Kılıçdaroğlu tutuklu bulunan arkadaşlarımız için ise “İçeridekiler de çıkacak. Hep birlikte bir araya geleceğiz” ifadelerini kullandı. Kılıçdaroğlu sosyal medya hesabından yayımladığı mesajda ise “Tahliye olan 7 gazeteci ve sevenleri adına mutluluk duyuyor, adalet bekleyen diğer gazetecilerin de bir an önce özgür kalmasını diliyorum” ifadelerini kullandı. l İSTANBUL / Cumhuriyet TGS: Hukuk sistemi derin bir yara daha aldı Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Cumhuriyet davasında İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Genel Yayın Yönetmenimiz Murat Sabuncu, Yayın Danışmanımız Kadri Gürsel ve muhabirimiz Ahmet Şık’ın tutukluluk halinin devamına karar verilmesine tepki gösterdi. TGS’den yapılan açıklamada, “Türkiye basın tarihine kapkara bir leke olarak geçen bu davada Cumhuriyet yönetici ve çalışanları mahkemedeki ifadeleriyle savcıyı mahkum etmiş, herkese hukuk dersi vermiştir. Ancak mahkeme heyeti adaleti sağlayamamış, hukuk sistemimiz derin bir yara daha almıştır. Verilen kararın ne basın özgürlüğü ne de ceza hukuku açısından elle tutulur bir yanı vardır. Cumhuriyet çalışanları serbest bırakılana kadar, tutuklu bulunan tüm gazeteciler özgürlüklerine kavuşana kadar mücadelemiz sürecektir” denildi. l İSTANBUL / Cumhuriyet C MY B C MY B