24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
KULTUR Bob Dylan, aylar sonra Nobel ödülünü aldı 2016 Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen müzisyen Bob Dylan, aylar süren tartışmalardan sonra Nobel diplomasını ve ödül madalyasını aldı. Dylan, Nobel Ödül Komitesi yetkilileri ile İsveç’in başkenti Stockholm’de adı açıklanmayan yer ve zamanda bir araya gelerek Nobel diploması ve madalyasını teslim aldı. Sanatçının, 8 milyon kronluk (3.2 milyon lira) ödülünü alması için önkoşul olarak sunulan gele neksel dersi ise vermediği belirtildi. Bob Dylan Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmasının ardından yapılan törene katılmamıştı. Dylan yerine törende Amerikalı sanatçı Patti Smith konuşma yapmıştı. Pazartesi 3 Nisan 2017 EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK kultur@cumhuriyet.com.tr 15 ARKADAŞI NÂZIM İÇİN ŞİİR YAZMIŞTI Sovyet şairi Yevtuşenko hayata veda etti Ünlü Rus şair Yevgeni Yevtuşenko (85) yaşamını yitirdi. Şairin eski eşi Mariya Novikova, “Birkaç dakika önce, yakınları ve sevdiklerinin yanında, ani kalp durması nedeniyle, uykusunda yaşamını yitirdi” mesajıyla şairin ölümünü duyurdu. Yevgeni Yevtuşenko 1950’lerden sonra yetişen şair kuşağının önde gelen temsilcilerindendi. Yevtuşenko, Türk şair Nâzım Hikmet ile arkadaştı. Daha önce Rus basınına konuşan Yevtuşenko, Nâzım’ın iyi bir komünist olduğunu vurgulayarak, “Nâzım iyi bir komünist idi. Herkes onun gibi olsaydı belki ben de komünist olurdum” değerlendirmesinde bulunmuştu. Yevtuşenko, “Nâzım’ın Yüreği” adlı bir de şiir yazmıştı. Rusya Devlet Edebiyat Müzesi Müdürü Dmitriy Bak, Sputnik’e konuşarak “Yevgeni Yevtuşenko’nun aramızdan ayrılmasıyla bir çağ sona erdi. 1960’lı yılların ya özgürlüğün en çok geliştiği zaman, ya da ülkemizin totaliterlikten kurtulmaya yönelik tam adım yerine yarım adım atmış olduğu yıllar olarak hatırlanıyor. Şöyle veya böyle, Yevgeni Yevtuşenko, sonsuza kadar o zamanların canlı örneği olarak kalanların arasındaydı. Bu dönem, edebiyatın ve şiir sanatının muazzam etkisinin olduğu bir dönem olarak hafızalarımıza kazındı. Yevtuşenko, kendi zamanının ve edebiyat tarihimizin insanıdır” ifadelerini kullandı. ‘Türkiye’ye gülmeyi öğreten ustalardan’ tiyatro ve sinema oyuncusu Halit Akçatepe dün son yolculuğuna uğurlandı. Akçatepe’yi ananlar onun gülüşü kadar içten olduğunu söylediler. Vedat ARIK ‘Gülüşü gibiydi....’ “İyi bir aktörü, pırlanta gibi bir sanat adamını, mahallemizin tertemiz yü rekli abisini uğurluyoruz...” De mir kapının ardından sırtı bize dö nük ağır ağır İZLENİM yürüyen Akçatepe, filmlerin den karelerin yer aldığı video gösterisinde bu sözlerle uğur landı... En çok CÇeıprleank “Hababam Sınıfı” filmindeki “Güdük Nec mi” karakte riyle sinema oyuncusu olarak ta nınan ancak aynı zamanda us ta bir tiyatro oyuncusu olan Ha lit Akçatepe dün duygu dolu söz lerle son yolculuğuna uğurlandı. Akçatepe için Caddebostan Kül tür Merkezi’nde bir tören düzen lendi. Akçatepe’yi ananlar en çok gülüşüne değindi; gülüşü kadar içten olduğunu söylediler.... İlk sözü alan Kadıköy Bele diye Başkanı Aykurt Nuhoğlu, “Türkiye’ye gülmeyi öğreten us talardan” diye tanımladı Halit Akçatepe’yi. Beş yaşında çocuk oyuncu olarak Yeşilçam’da sinema dünyasına adım atan Akçatepe’yle o dönem çocuk oyuncu iken dost luğu başlayan Ferdi Merter sö zü aldı. Merter, “Halit ile birlikte liğimiz 75 yıl... El ele çocuk oyun cular olarak Yeşilçam’ın zor dö nemlerinde ayakta kalmaya çalış tık. Hep beraberdik. Bize ‘ne za man evleneceksiniz’ diye takılır lardı. Onu unutmayacağız” dedi. Usta tiyatro oyuncusu Genco Er kal da, bir oyuncunun er meydanı nın tiyatro olduğunu Akçatepe’nin oyunculuğunun gücünün esas sahnede görülebildiğini vurgula dı. Erkal, kurucusu olduğu Dost lar Tiyatrosu’nda Halit Akçate pe ile aynı sahneyi defalarca pay laştığını, onun sadece güldürü Akçatepe’nin cenaze törenine tiyatro sanatçısı Genco Erkal (solda), ses sanatçısı Emel Sayın gibi çok sayıda sanatçı katıldı. oyunlarında değil politik oyunlarda da çok başarılı olduğunu söyledi. “Halit’in gözleri pırıl pırıl, neşeli ve içtendi” diyen Erkal, onun her zaman işini de pırıl pırıl yaptığını, asla provalara geç kalmadığını da belirterek sözlerini şöyle sonlandırdı: “Güzel bir iz bıraktı. İş başarısı ayrı bir şeydir. İnsan olarak sevilmek, güzel anılar bırakmak, unutulmamak çok önemli...” Onu uğurlamaya gelen “Haba bam Sınıfı”ndaki sınıf arkadaşları da “Abiliği, yol göstericiliği, dostluğu çok güzeldi... ” dedi. Akçatepe’nin yarım asırlık dostu müzisyen Erol Evgin de “Tebessümü, gülüşü gibi tertemiz bir insandı” dediği Akçatepe için “Karadeniz’de ‘yıldızlar yağsın üzerine” diye bir laf vardır. Bir de ‘sakladık onu’ derler. Onu kalbimizde saklayacağız. Unutmayacağız” dedi. Tiyatrocu olan kızı Ebru aMredzıACnöadkarğlçamılğveanieıti’n’Knenraiadpdldmraeeai.a,ctkŞozaıılaapnınkhrınaiamrnğineat Akçatepe de babasını uğurlamak üzere sahneye çıkınca “İlk kez babamla aynı sahneyi paylaşıyoruz” diyerek duygusal bir konuşma yap tı: “Bir Halit Akçatepe gecesi planlıyorduk. Dostları, sevenleri bir kez daha bu sahnede buluşacaktı. Hayatının sonu da rol aldığı filmlerdeki final sahnesi gibi hüzünlü ve buruk oldu. İşte bu sahnedeyiz!” Son röportajında “ne kadar sevildiğimi cenazemden anlarsınız” demişti... Öyle de oldu. Salonu dolduran sevenleri onu unutmayacağını söyledi hep. Halit Akçatepe’nin ilk eşi Tülin Akçatepe’nin sürpriz temennisi ile ayrıldım törenden. Gazete adına başsağlığı dilerken “Ben de gazeteceyim. Zor bir dönem. Mesleğine sıkı sıkı tutun” diyerek elimi sıkıca tuttu... Her gecenin bir sabahı... Gecegündüz ikilemi, antikçağdan, belki daha öncesinden de bu yana insanlığı çokça uğraştırmış, pek çok mitosun ana malzemesini oluşturmuştur. Gece genellikle karanlık, bilinemezlik, kaos ile ilişkilendirilir. Gündüz ise aydınlıktır, bildiğimiz dünyadır, kosmosun alanıdır. Ama kadim felsefe her şeyi zıddıyla bir arada düşünme, en mutlak kabul edilen hakikatleri bile kendi içindeki çelişkilerden hareketle dönüştürme konusunda oldukça ustadır. Antik Roma’da Şafak ve Takvim Antik Roma’da Güneş’in esas olarak gecenin rahminde olgunlaşıp doğduğuna inanılırdı. Ondan sonra bizim seher vakti dediğimiz, karanlıktan alacakaranlığa, sonra tan atımına uzanan zaman diliminde, bebek Güneş’i koruyup kollamak şafağın göreviydi. Onu yeterli olgunluğa gelinceye kadar büyütür, sonra ufka taşır, ondan sonra da Dünya, gün ışığıyla belirsizlikten, kaostan, gecenin karanlığından tam olarak kurtulurdu. Roma’nın takvim anlayışında her günün başlangıcı geceyarısıydı, yani Romalılara göre gecenin çözülmesi seher vaktiyle değil, geceyarısı dediğimiz vakitle başlardı. Hatta bu nedenle gecenin bu ikinci bölümündeki bazı hadiselere ayrı bir tanrının hükmettiğine inanılırdı. Bu takvim/saat anlayışı günümüzde de geçerliliğini koruyor ve Roma mirasının şu veya bu şekilde etkisinde kalmış her yerde doğal kabul görüyor. Roma’daki şafak mitolojisiyle bu takvim bölümlemesi arasındaki bağlantı hemen göze çarpıyor; gecenin kötü karanlığı şafağın bizim gözle göremediği miz (çünkü dünya yuvarlak) hamleleri tarafından uzaklaştırılıp, iyi karanlık içinden güneşi çıkarıyor ve şafağa teslim ediyor. Sonra seher vaktinden şafağın söküşüne kadar süren “ikinci annelik”, yani şafağın güneşe annelik etmesi dönemi başlıyor. Bir kahramanın bir öz annesi, bir de ona bakan, yetiştiren analığı olması izleği de dünyadaki çok çeşitli mitolojilerde karşımıza çıkan, hatta Brecht’in “Kafkas Tebeşir Dairesi” oyununa kadar yansımış bir kültürel miras oluşturuyor. Gecegündüz ve Macbeth Macbeth’i de bu gecegündüz ilişkisi açısından irdelemek ilginç olabilir. Gündüz savaş alanının kahramanı olan Macbeth, cinayeti ise gecenin karanlığında işler ve cadılarla, gece ile gündüzün sınırlarında, belirsizlik sularında karşılaşır. Gerçi sınırlar Roma mitolojisindeki kadar belirgin ve kesin değildir, çünkü bu artık Shakespeare’in dünyasıdır ve aradan 20 asra yakın zaman geçmiştir. Ama yine de o unutulmaz, “Kimseler uyumasın artık, Macbeth uykuyu öldürdü” repliği, Macbeth’in aslında gecenin içindeki “iyi karanlık” bölümünü, insanları uyku ile sarıp sarmalayıp ertesi güne hazırlayan bölümü öldürmesidir bir anlamda. Kaosun sonsuz egemenliği, gündüzün (yani kosmosun) bir daha geri gelmemesi yönünde atılabilecek en ürkütücü adımdır bu. Ve çözüm neredeyse mitolojik sayılabilecek bir final sahnesiyle, ormanların yürüdüğü, kehanetlerin gerçekleştiği bir tür kıyamet savaşıyla gelir, Macbeth yok olur, dünya rahatlar. Çünkü bizdeki o çok güzel deyişte de ifade edildiği gibi, her gecenin bir sabahı, her sabahın bir sahibi vardır. Türkiye halleri bizi gecegündüz konusunda uzun uzun düşündürmeye devam edecek gibi görünüyor ne yazık ki, ama sabahın peşinde koştuğumuzu biliyoruz hiç değilse. ŞEVKET ÇORUH BABA SAHNE’Yİ AÇTI Ustadan tuluat fesini devraldı Oyuncu Şevket Çoruh’un cesaret ve kararlılıkla tiyatro dünyasına kazandırdığı “Baba Sahne” Savaş Dinçel’in 75. doğum günü olan 1 Nisan Cumartesi akşamı açıldı. Gecede 10. Savaş Dinçel Tiyatro Ödülleri Ferhan Şensoy, Demet Evgar, Erdal Beşikçioğlu’na verildi. Müjdat Gezen, Dümbüllü’nün tuluat fesini Şevket Çoruh’a devretti. Tiyatrosuna “Baba Sahne” adını vermesini “Kendimizi yetim hissetmemek için” diye açıklayan Şevket Çoruh, Baba Sahne’nin perdelerini, 2007’de hayatını kaybeden hocası usta oyuncu Savaş Dinçel’in vefatının 10. yılında, 75. doğum gününde; Dinçel’in oğlu Barış Dinçel, eski öğrencileri, torunu ve torunları sayılan, öğrencilerinin çocuklarıyla birlikte Savaş Dinçel’in “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” oyununda seslendirdiği ve sözleri kendisine ait olan “Bir Sanatkâr Asla Ayı Değildir” şarkısını söyleyerek açtı. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear