26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Salı 28 Mart 2017 14 ÖzAgecanr Kavga Avrupa’yla mı? Demokrasiyle mi? AKP’nin (ve Erdoğan’ın) 16 Nisan öncesinde keskinleştirerek Avrupa’yla sürdürdüğü kavga “Avrupa’nın değerleri” ile mi? Yoksa yönetimlerle mi? Bu iki boyut birbirinden tamamen ayrı şeylerdir. Avrupa devletlerinin yönetimleri kötü: Avrupa’nın bugüne kadar yüzyıllar boyu geliştirdiği demokrasi ve uygarlık değerleri de kötü derseniz büyük yanlış yaparsınız. Ampulü bulan adam kötü adam, o halde ampul de kötü, ben ampul kullanmam derseniz karanlıkta kalırsınız, aydınlığa hiçbir zaman ulaşamazsınız. Avrupa hükümetleri hata yapmışsa, “hükümetin politikasını eleştirirsiniz”; uluslararası ilişkilerde kavga yoktur, “kendi ulusal çıkarlarınızı korumak için mücadele vardır.” Uygar ve demokratik ülkeler tabii ki kendi uluslarının siyasi, iktisadi, kültürel ve güvenlik çıkarlarını esas alarak politika yürütürler. Birbirlerinin kuyruğuna fazla basmadan, karşılıklı çıkarlarını koruyarak ve dengeleyerek: işi tribünler için meydan kavgasına dönüştürmeden, iç siyaset malzemesi yapmadan. Vefa Lisesi’nden hocam Reşat Ekrem Koçu’nun bir sözü hep aklımdadır. “Çocuklar bakın, İngiltere hem Kuzey Kore ile savaş halinde hem de ona silah satıyor, uluslararası ilişkiler böyledir işte”… Dış politika “Rus ruleti ve dama gibi oynanmaz, o satranca benzer, başını gözünü yara yara oynarsanız ülkeniz kaybeder”. Aynen bugün yüz yüze geldiğimiz facia gibi. Yoksa arkasında ‘rejim dayatması mı var’? Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkeleri ile işi meydan kavgasına dönüştüren boyutlara taşımanın gerisinde, “bir taşla birkaç kuş vurma” hesapları mı var? Demokratik değerler ve uygulamalar ile mesafeli, hatta kavgalıysanız, Yeni bir “tek adam rejimi” oluşturmak, parlamentoyu göstermelik hale getirmek istiyorsanız, Cumhuriyet’in değerlerinin ve Atatürk devrimlerinin Türkiye Cumhuriyeti yerine, “Ortadoğululaştırılmış, Avrupa değerlerinin ve demokrasinin uzağında bir ülke istiyorsanız o zaman iş başka olur. Avrupa devletleri ve Avrupa Konseyi ile kapışıp onları düşman göstermek işinize gelebilir; Türkiye’nin ulusal çıkarlarını hukuk, siyaset, iktisat ve güvenlik boyutlarıyla korumak için onlarla her türlü mücadeleyi yapalım: ama içerde hukukun üstünlüğüne dayalı bir yönetim olarak, Avrupa ile karşılıklı çıkarlarımızı dengeleyelim”. 1930’larda Avrupa’dan kaçan bilim adamları Atatürk Türkiye’sine sığınıyorlardı. Bugün ise bizim bilim insanlarımız, aydınlarımız oraya gitmek zorunda bırakılıyorlar, kaçırılıyorlar. 16 Nisan Sevr ile Lozan arasında geçen bir mesele haline dönüşmeye başladı. O yıllarda borçlandıran İngiltere ve Fransa’nın yerini, yine ipleri bunların elinde olan Körfez ülkeleri almaya başladı. Cumhuriyet’in varlıklarını ve gelecekteki vergi gelirlerini, bunlara ipotek etme noktasına geldik. Avrupa ile çıkarılan kavga, “bir rejim değişikliğinin kaldıracı yapılıyor”. Türkiye’nin varlıkları ve ileriki vergi gelirleri “dışarıya bağlanırken” ülke demokrasiden ve parlamenter sistemden tek adama ya da “1.5 adama” götürülmek isteniyor. “Herkes bize düşman” yanlıştır: doğrusu, “Avrupa devletleri ulusal çıkarlarını koruyorlar” olur. Sen de ulusal çıkarlarını korumak için, siyasal partilerinle, sendikalarınla, sivil toplum örgütlerinle TBMM’de politikalarını tartış, görüş belirle, bunu uygulayarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal çıkarları için yürüt. “Tek adam, tek parti, tek görüş, tek uygulama”nın adı bellidir: İngilizce, Fransızca ya da Türkçe olması her şeyi değiştirir diyenler aslında suçlarını itiraf etmiş olmuyorlar mı? İşin özündeki felaketi saklayıp ucuz biçimsellik pazarlaması yapıyorlar. AKP iktidarından sonra 2005’te, ünlü Türkolog Dr. Andrew Mango ile sohbette sordum: “Andrew, Avrupa’da hava ne? AKP’ye hangi gözle bakıyorlar?” Verdiği yanıt ilginçti. “Erol, ehvenişer olarak görüyorlar” demişti. Acaba bugün ben de Avrupa’yı “ehvenişer” olarak görmeye başladım diye düşünmekten kendimi alamıyorum, yaşamakta olduğumuz onca felaketi gördükten sonra. Nedenlerle sonuçların iç içeliğinin karmaşasıdır bu. Atatürk en doğru yanıtı, Avrupa’yı kendilerinin silahı ile yenerek vermiş, hem barışmış hem de çağdaşlaşmanın kapılarını açmış. Şimdi 16 Nisan’da evetçiler, bu kapıları kapatmak istiyorlar. 28 Mart 2017 SAYI: 33410 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05.20 05.07 05.32 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi Akşam 06.47 13.16 16.45 19.32 06.32 13.01 16.29 19.16 06.56 13.24 16.52 19.38 Yatsı 20.53 20.35 20.56 yorum TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ 1933... Adolf Hitler, binlerce memuru, bilim insanlarını görevden aldı. Bilim insanları, Türkiye dahil başka ülkelere göç etmek zorunda kaldılar. Prof. Albert Einstein’ın, dönemin Başvekili İsmet İnönü’ye “40 Alman bilim insanının Türkiye’de görev yapmalarının sağlan mKa1as9ı6”v0rş.i.ca.aDkseı muyogkuralatnPdaı.r.t.i iktidarını 27 Mayıs’ta deviren Milli Birlik Komitesi (MBK), üniversitelerden 147 bilim insanını ihraç etti. 31 Ekim... MBK, Ankara Üniversitesi Senatosu ile yaptığı toplantıda “sorunun üniversite özerkliği içinde çözümlenmesi gerektiği kararının alındığını” açıkladı. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, “Tasfiyelerin üniversite senatolarına bırakılacağını, kendilerine yanlış bilgi verildiğini, hatadan dönmenin fazilet olduğunu!” söyledi. 13 Kasım... 147’ler olayını yaratanlar ve askeri yönetimin sürmesinden yana olanlar, başta Kurmay Albay Alparslan Türkeş olmak üzere, 14 MBK üyesi “askeri müşavir” olarak yurtdışına sürüldüler. Ben de o gün Cumhuriyet’te gazeteciliğe başlayıp bu olayın haberleşmesine katkı yapmıştım! 1963... Türkeş, Türkiye’ye döndü, 1969’da Milliyetçi Hareket Partisi’ni (MHP) kurdu. 1997’de ölünce yerine Devlet Bahçeli geçti. Sultan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 8 seçim kazanamadığını, “tek adam” olduğunu söylerken, 16 Nisan halkoylamasındaki yoldaşı ve 14 seçim kaybeden Bahçeli’den tek kelime söz edemiyor! Türkeş’in oğlu Yıldırım Tuğrul Türkeş, AKP hükümetine katılıp bakan olurken, kız kardeşi Sevenbige Çağrı Türkeş, “Bahçeli’nin yerinde babam olsaydı ‘hayır’ derdi. Ben de ‘hayır” diyeceğim!” açıklaması yaptı. 2017... AKP, 676 Sayılı Kanun Hük Özgen Acar Kavşak Nazizm... Kemalizm... Rabiaizm... (9) PTT’nin pulu münde Kararname (KHK) ile “rektörlük seçimlerini” kaldırdı. Üniversitelerin, seçimle belirlediği 3 adayı, YÖK Cumhurbaşkanlığı’na bildirir, içlerinden biri “rektör” atanırdı. Bu KHK ile özerk üniversitelerde “seçimler” kaldırıldı, cumhurbaşkanına doğrudan atama yetkisi tanındı! Türkiye’deki 191 üniversitenin 15’i kapatıldı. 65 bin öğrenci ve 2800 eğitim görevlisi üniversitesiz kaldı. Ayrıca 112 üniversiteden 4.800 görevli ihraç edildi. Üniversitelerde “bilimin” yerini “din” almaya başladı. 2015... Sultan, İstanbul Üniversitesi’nce düzenlenen “Kuranı Kerim tilaveti” ile başlayan iftara katıldı! 2016... Sultana, Rize’de adını taşıyan üniversitenin yeni dönem açılışın RTE’nin üniversitesinde da Rektör Prof. Dr. Hüseyin Karaman, eski yazılı bir hat hediye etti. 2017... Üsküdar Üniversitesi’nde Said’i Nursi, ölümünün 57. yılında “Kuran Kerim tilaveti” ile başlayan etkinlikte anıldı. Rektör Prof. Dr. Nevzat Taran, töreni “Bediüzzaman aslında çağın Mevlana’sı olacak bir kişi!” sözleri ile açarak şöyle konuştu: “Türkiye’de şu an El Kaide yoksa, DEAŞ çıkmıyorsa bunun arka planında bu insanların din ilimleri ile pozitif bilimleri birleştirerek okutulan eğitim sistemimizden kaynaklanıyor!” Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, bir konuşmasında, “Cami avlusundan terörist çıkmaz” dedi. Acaba Afganistan’da Taliban, Nijerya’da Boko Haram, Ortadoğu’da IŞİD, El Kaide, El Aksa, El Nusra, Hizbullah, FETÖ terör örgütleri kilise avlusundan mı çıktılar? Peki, Türkiye’de yüzlerce insanı gâvur teröristler mi öldürdüler? PTT bile Arapçanın ilk harfi “Elif” ile pul çıkardı! Sultan oluşumu “Tek devlet, tek bayrak; bizim Rabiamız!” sözleri ile özetliyor. HHH 1934... “Nasyonal sosyalist” olarak işçilerin desteği ile siyasal yaşama adımını atan Hitler, diktatörleşince sendikaları kapattı, basını engelledi, aydınları dışladı, günahlarını affettirmek için günümüz Türkiye’sindeki gibi “otobanlar” yaptı! 2017... Türkiye’de ise “işçiler” yerine “dinciler” ile yola çıkılıyor. 676 sayılı KHK ile 2 haber ajansı, 10 gazete ve 2 dergi kapatıldı, 154 gazeteci cezaevlerinde... Sultan, “teröristlikle” suçladığı gazetecilere, “Hırsız, katil, soyguncu ve çocuk istismarcısı” damgasını yapıştırdı. Cumhuriyet gazetesinin çalışanlarından Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Güray Öz, Hakan Kara, Turhan Günay, Musa Kart, Önder Çelik, Bülent Utku, M. Kemal Güngör, neyle suçlandıklarının bilinmezliği içinde 5 aydır, Ahmet Şık ise 84 gündür tutuklular... Bilinen savcının tutuklulara, “vakıf yönetim kurulu seçimi” hakkında, “FETÖ/PDY ve PKK/KCK silahlı terör örgütlerinden talimat aldınız mı? Bu seçimler Cumhuriyet’in yayın politikasını değiştirmek için mi yapıldı?” sorusunu yönelttiğidir. Vakıfla ilgili karar mahkemenin yeni yargıcınca 30 Mart’a ertelenmişti. Kararın Cumhuriyet’e “kayyım” atanması ile ilgili olacağı söylentisi sızdırılıyor! HHH Bize “Atatürk’e ‘Hayır!’ diyenlere ‘Hayır!’ Abdülhamit’e ‘Evet!’ diyenlere ‘Hayır!’ demek” düşer... (Devam edecek) Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN posta@cumhuriyet.com.tr Kant’ın sonlu küresi Prof. Dr. AYŞE ERZAN Yunanca “sinhoró”, etimolojik olarak aynı yerde olmak, içeriye almak, buyur etmek, yer açmak gibi anlamlar içeren bir kelime, bugün lügat anlamı “affetmek”. İnsan bir dili bazen çok az bildiğinde şiirselliğine daha çok varabiliyor. Immanuel Kant’ın 1795’te yayımladığı “Ebedi Barış Üzerine” başlıklı denemesinde, şu sade önerme yer alıyor: “..dünya sonlu bir kürenin yüzeyinden ibaret olduğuna göre, insan nüfusu bu sonlu yüzey üzerinde sonsuza dek dağılamaz, yani başkaları ile yan yana komşuluk ilişkileri içinde yaşamaya kendimizi alıştırmamız gerekmektedir, üstelik başlangıçta kimsenin herhangi bir yeri işgal etmede bir diğerinden fazla ya da eksik hakkı olmuş olamaz.” Görsel bir sembolizm taşıyan “sonlu bir küre” ifadesinden, Ahlakın Metafiziği’nde (1797) zorunlu bir haklar ve erdemler dizgesini çıkarsayan Kant, kanımca salt bu nedenle bile, modern siyasi felsefenin kurucusu sayılmalı. Yerkürenin fiziksel sonluluğunun, insanların mutlaka birileri ile hatta dolaylı olarak herkesin birbiri ile komşu olmasını getirdiği içgörüsü, yani dünyanın olağanüstü yoğun bir etkileşim ağı olduğu kavrayışı, 21. yüzyılda iletişim bilimi, sosyoloji, teknoloji ve tabii ki politik bilimler alanında önemli bir yer tutuyor. Barış için koşullar Herkesin bu yeryüzünde bir yeri olma hakkı barışı sağlamaya yeter mi? Savaşın en büyük insanlık suçu olduğunu savunan Kant, barışın kalıcı olması için bir dizi koşul ileri sürüyor. Bu koşullardan ilki, bir ülke içinde herkesin özgür, eşit ve aynı hukuka tabi olmaları, yönetim biçiminin temsiliyet içermesi ve yasama ve yürütme işlevlerinin birbirinden ayrılması, yani kuvvetler ayrılığı. İkinci koşul, bir “bağımsız devletler federasyonunun” kurulması. “Cemiyeti Akvam” (League of Nations) deneyinin ardından, II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Birleşmiş Milletler, savaşları önleyememekle beraber, Kant’ın öngördüğü, tüm dünya vatandaşlarının bireyler olarak korunmasını sağlayacak bir dünya vatandaşlığı hukuku (kozmopolit hukuk) yaratma doğrultusunda bazı adımlar atabilmiş durumda. Haklar Öğretisi (Ahlakın Metafiziği, I. Kısım) içinde yer alan “barış içinde yaşama hakkı”ndan, bugün Birleşmiş Milletler (BM) kararları çerçevesinde söz edebiliyoruz. Koşulların üçüncüsü, dünya vatandaşlarının haklarının, evrensel konukseverlik kurallarına tabi olması gerektiği. ‘Hayır’ diyerek tutuklu milletvekillerinin, seçilmiş yöneticilerin, parti yöneticilerinin salıverilmelerini, tutuklu gazetecilerin serbest bırakılmasını, mahkeme kararı olmadan kapatılmış televizyon ve radyoların, gazete ve dergilerin iadesini isteyeceğiz terör estirerek iktidarını pekiştirmeye çalışıyor. “Herkes aynı hukuka tabi olmalıdır” temel kuralını bile çiğneyerek yetkisi olmayan bir merci, yasada yeri olmayan bir kararla örneğin Figen Yüksekdağ’ın HDP parti üyeliğini düşürebiliyor. Hayır deyince Hem bu ülkenin vatandaşları hem de birer dünya vatandaşı olarak, üs telik diğer dünya vatandaşlarının barış haklarına da saygı gereği, re ferandumda “Hayır” dediğimizde, ülkede hukukun üstünlüğünün ye niden geçerli olması, OHAL’in kalk masını ve KHK’lerin tüm sonuçla rı ile beraber hükümsüz kılınması nı talep ediyor olacağız. ‘Hayır’ diye rek tutuklu milletvekillerinin, seçil miş yerel yöneticilerin, parti yöneti cilerinin salıverilmelerini ve görev lerinin başına dönmelerini, tutuklu gazetecilerin serbest bırakılmasını, mahkeme kararı olmadan kapatıl mış televizyon ve radyoların, gazete ve dergilerin iadesini isteyeceğiz. Referandum için ‘hayır’ kampanyalarında herkesin farklı bir hayır nedeni var. Bugün önümüzde duran referandum, özerk yurttaşlarca müştere BM Şartı’nda yer alan temel insan haklarının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin öncülü olan bu kozmopolit hukuk tasavvuru, sadece farklı ulusların vatandaşları arasındaki ilişkileri uluslararası kurumlar aracılığı ile düzenlemek değil, aynı ülkenin içinde yaşayan dünyalıların devletleri ile olan ilişkilerini dü ken, yaşamsal hak ve özgürlükleri koruma mücadelesini destekliyor. Bundan 14 yıl önce, Irak’a asker göndermek için AKP tarafından TBMM’ye sunulan tezkerenin, kararlı bir sivil toplum kampanyası sonucunda 1 Mart 2003’te reddedilmesinden, ancak ABD ve koalisyon ortaklarının Irak’ı işgal etmesinden sonra, Ortadoğu’da her taraf ken yerine getirilen bir kamu yararına akıl kullanma eylemi, çok merkezli bir yasama faaliyeti olarak görülebilir. “Herkesin ‘hayır’ı kendine” ortak anlayışı ile yürütülen referandum çalışmaları, ülke içinde gerilim ve çatışmaları kışkırtmaktan medet umanlara inat, parçalanmış cumhuru sağaltmaya kapı açacak, eşit, özgür, bireyler olarak bir zenlemek için de elzem hale gelmiş ta savaş var. İnsanların ne misafirli birimizi içeri buyur edeceğiz. durumda. Türkiye vatandaşları, Av ğine ne de ev sahipliğine say rupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gı gösteriliyor. Göçmenlerin başvuranlar sırasında birinci geliyor. Bugün bir BM Türkiye Raporu ya da bir Venedik Komisyonu Raporu, Türkiye’deki iktidarın Güneydoğu’da vatandaşlarına reva gördüğü ölüm, yıkım ve göçü, tasarlanan anayasa değişikliklerinin sakıncaları, KHK’ler ve hukuk dışılıkları, tüm dünyaya ve bu arada yine Türkiye’de yaşayanlara duyurur insan hakları çiğneniyor, alınıp satılıyor. Çağdaş hukuk anlayışında yeri olmayan kolektif cezalandırma gösterilerine başvuruluyor. Hukuksuzluk ortamı AKP hükümeti ülke içinde ve dışında normalleştirdiği hukuksuzluk ortamında, terörle mücadele adı altında T.C İSTANBUL 6. AİLE MAHKEMESİ’NDEN Sayı: 2016/779 Esas Konu: İLANEN TEBLİGAT Davacı, BÜŞRA KESKİN ile davalı, SALİH KESKİN arasında mahkememizde görülmekte olan boşanma davası nedeniyle; İlan tarihinden itibaren 7 gün sonra dava dilekçesinin davalıya tebliğinin yapıl mış sayılacağı ve bu tarihten itibaren da valının iki hafta içinde mahkememize ce vap dilekçesi vermek suretiyle davaya ce vap verebileceği, aksi takdirde davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakaların tamamını inkar etmiş sayılacağı hususu 68074045082 T.C. kimlik numaralı HAMİ ve HATİCE’den olma, 06/06/1990 ÇAR ŞAMBA doğumlu davalı SALİH KESKİN’e dava dilekçesi ve tensip zaptı yerine ka im olmak üzere ilan olunur. “Resmi ilanlar: www.ilan.gov.tr’de” (Basın: 574293) Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. NEVZAT AKYÜZ C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear