26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Perşembe 19 Ocak 2017 TASARIM: SERPİL ÜNAY Hastaya söylemeli mi? Birçok yabancı kaynaktan Türkiye’de özellikle ekonomide son zamanlarda işlerin pek iyi gitmediğine dair haberler geliyor. İnsan bunlara kısaca bir göz attığında bile ürküyor: n 196 ülkede 30.000 ekonomik gösterge izleyerek bilgi aktaran Trading Economics’e göre Türkiye’de işsizlik oranı 2016 Ekim’inde 11.8’i bulmuş, böylece 2010 Mart’ından bu yana görülmüş en yüksek işsiz sayısına ulaşılmıştır. 2017 Ocak ayında da bu oran yüzde 12’yi aşmıştır. n Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Afrika’daki ekonomik gelişmeleri izleyen ve vardıkları sonuçlar dünya çapında önemsenen CEEMA grubunun son raporunda “Türk ekonomisinin istikrara kavuşmasının pek olası görülmediği” açıklandı. n Financial Times gazetesine göre, “Finans krizinden bu yana Türk ekonomisi en kötü düşüşünü yaşarken Türk Lirası değer kaybediyor.” n Gelişmekte olan birçok ülkede (yani Arjantin, Estonya, Litvanya, Bulgaristan, Saray Bosna, Karadağ ve Ekvador) gerçekleştirdiği para reformu çalışmalarıyla tanınan Prof. Steve Hanke açıkladı: “Türk Lirası 2017’de en fazla değer kaybedendir. Türkiye’de yaşayanlar, ekonomilerine güvenlerini yitirmişlerdir.” Ancak yöneticilerimiz bize bambaşka şeyler söylüyorlar: Onlar bize, ısrarla Osmangazi Köprüsü,Yavuz Selim Köprüsü, Avrasya Tüneli, uzaya yollanmış uydularımız, barajlar, elektrik santralları ile Türkiye’nin dünyanın ilk sıralarında yer alan bir büyüme oranına sahip olduğunu tekrar edip içimize sular serpiyorlar. Dıştan ve içten gelen haberler arasındaki bu muazzam çelişki nedendir? Yöneticilerimizin yanılmasından mı kaynaklanıyor? Böyle bir olasılık asla düşünülemez. Muhakkak başka ihtimaller geçerli olmalı. Açıklayalım: Gelişmiş ülkelerin çoğunda hastalara, hastalıkları konusunda kesin ve doğru bilgi verilir. Bizde genellikle böyle davranılmaz: Sadece Sağlık Bakanlığı’nın hekimin hastasına ayırması için yeterli bulduğu 4 dakika yetmediğinden değil aynı zamanda Sağlık Bakanlığı’nca yayımlanmış “Hasta Hakları Yönetmeliği”nin 19. maddesi, “Hastanın manevi yapısı üzerinde fena tesir yapmak suretiyle hastalığın artması ihtimalinin bulunması ve hastalığın seyrinin ve sonucun vahim görülmesi hallerinde teşhisin saklanması caizdir” buyurduğundan gerçekler ondan saklanır ve böyle davranıldığında tanıyı öğrenen hastanın depresyona girmesi ya da kendine kıyması gibi olasılıkların önlenildiği düşünülür. Demek ki bu çelişki yöneticilerimizin yanılmasından değil, sadece onların bize olan şefkatlerinden kaynaklanmaktadır. Anladınız mı? Hasan Kudar yaşamını yitirdi Savaştepe Köy Enstitüsü mezunu, ara larında gazetemiz ve Türk Haberler Ajansı’nın da olduğu birçok kurumun Pa ris muhabirliğini yapan Hasan Kudar (91), dün sabaha karşı yaşamını yitirdi. “Tahtakuşlar’dan Paris’e”, “Benden Se Hasan Kudar lam Olsun Tahtakuşlar’a” adlı kitapları da bulunan Kudar’ın cenazesinin Paris’ten getirildikten sonra, Edremit’e bağlı Tahtakuşlar Köyü Mezarlığı’nda toprağa verileceği öğrenildi. Ailesi, cena ze programının henüz netleşmediğini açıkladı. Kudar kitaplarında, enstitü günlerinin yanı sıra, AbidinGüzin Dino, İsmet İnönü gibi tanınmış isimlerle olan anılarını da paylaşmıştı. l İZMİR/Cumhuriyet 19 OCAK 2017 SAYI: 33342 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06.47 06.30 06.51 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 08.18 13.22 15.49 08.00 13.06 15.36 08.19 13.29 16.03 Akşam 18.13 18.00 18.27 Yatsı 19.37 19.23 19.47 haber/yorum 13 Hrant Dink cinayeti sanığı Yasin Hayal, İstanbul Adliyesi’ne getirilirken bağırır: “Orhan Pamuk akıllı olsun akıllı.” Hayal’in sözleri Pamuk’a yönelik “tehdit” kabul edilir ve inceleme başlatılır. Bu tehdit aslında Orhan Pamuk “Bu topraklarda bir milyon Ermeni öldürüldü” dediği içindir. Aradan 10 yıl geçer. TBMM’de anayasa değişikliği görüşülürken HDP Milletvekili Garo Paylan kürsüdedir. Paylan, “19131923 yıllarında Ermeniler, Süryaniler, Rumlar ve Yahudiler kaybedildi. Büyük katliam ve soykırımlarla bu topraklardan ya sürüldüler ya mübadelelere uğradılar” der. Ve peşinden Meclis karışır. MHP, AKP hatta CHP milletvekilleri ayağa kalkar, tepki gösterir. Bağırış ve çağırışlar arasında Meclis Başkanvekili Ahmet Aydın’ın “Hal ve hareketlerinize dikkat edin” sözleri duyulur. Aydın, Paylan’dan sözlerini geri almasını da ister. Paylan, sözlerine devam eder: “Bir zamanlar yüzde 40’tık, bugün binde 1’iz. Herhalde başımıza bir iş geldi ki... Ben adına soykırım diyorum, siz ne derseniz deyin. Adını hep beraber koyalım ve yolumuza devam edelim...” Sataşmalar nedeniyle kullanamadığı süreyi doldurmak için 5 dakikalık ek süre ister Paylan. Bu kez Meclis Başkanı Aydın’dan, “Kusura bakmayın, yok öyle bir yağma” yanıtı gelir. Oysa “soykırım” kelimesi daha önce defalarca Meclis kürsüsünde kullanılmıştır. Ama bu kez Paylan’a üç birleşim yasama faaliyetinden uzaklaştırma cezası verilir ve sözleri tutanaktan çıkarılır. O anları anlatırken Ermenilere hadleri itinayla bildirilir! “Linç ortamı vardı” der Paylan. Hadi gelin on yıl arayla gerçekleşen bu iki olay ara sındaki benzerlikleri bulalım. Birincisi, iki olayın ortak konusu da iki Ermenidir. 2007’de öldürülen Hrant Dink, Türklüğe hakaretle yargılanmaktaydı. Onu öldüren ve öldürmeye azmettirenler bunu “milliyetçilik” adına yapmıştı. Altı gün önce Meclis kürsüsünden konuşan milletvekili Garo Paylan da Ermeni. Başta Meclis Başkanvekili Aydın olmak üzere ona kızanların gerekçesi de “milliyetçilik”ti. Gelelim ikinci benzer noktaya. “Bu konuyu konuşalım” diyen Hrant Dink, bundan 10 yıl önce bugün öldürülmüştü. 13 Ocak 2017’de Meclis kürsüsündeki Garo Paylan da “konuşalım” diyordu. Ve neredeyse Meclis’te linç ediliyordu. Hrant Dink cinayeti sanığı Yasin Hayal’in Orhan Pamuk’a söylediği “akıllı olsun” sözü ile Meclis Başkanvekili Ahmet Aydın’ın Garo Paylan’a söylediği “Hal ve hareketlerinize dikkat edin” sözü de özünde aynıydı. “Kallavi” bir uyarı cümlesidir çünkü “hal ve hareketlerine dikkat et”. Amir, müdür, ebeveynler ya da öğretmenler tarafından kullanılır çoğu zaman. Genellikle de dikkate alınır ve süt dökmüş kedi gibi olunur. Çünkü bu söz “hafif tırsıtma amaçlıdır”. Eğer dinlemezsen bir şekilde cezalandırılırsın. Yani ayağını denk almazsan başına gelecekleri sen düşün demektir. İnanmazsanız uludağsözlük’e bir bakın derim ama eminim hepiniz hayatınızda en az bir kez bu sözlerle tehdit edilmişsinizdir. Demek ki bu ülkede ifade özgürlüğü sadece Türk milliyetçiliği yapan Yasin Hayal ve Ahmet Aydın’lar için vardır. Hrant Dink ve Garo Paylan gibi Ermeniler içinse ifade özgürlüğü ya ölüm ya da linç girişimi demektir. Parlamentodaki iktidar partisinden olan Ermeni milletvekili Markar Esayan’ın iki gün önceki “Çakma Hrantlara ihtiyaç yok...” başlıklı köşe yazısı belki de bilinçaltındaki bu durumun bir dışavurumuydu. Kim bilir? Ama bildiğimiz bir şey var ki, bu ülkede “akıllı olmayan”, “hal ve hareketlerine dikkat etmeyen” Ermenilerin “had”leri mutlaka bildirilir! Bize de ancak Yasin Hayal ile Ahmet Aydın arasındaki anlayış farkını bulmak kalır. Ne kadar varsa... Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN posta@cumhuriyet.com.tr Egemenlik hiçbir biçimde ortaklık kabul etmez! ONUR BİLGE KULA Prof. Dr., CHP Bilim, Yönetim, Kültür Platformu Başkanı AKPMHP işbirliğiyle Meclis’ten geçirilen anayasa değişikliği önerisi, tüm yetkileri tek kişiye veriyor, Türkiye’nin yazgısını bu tek kişinin istencine ve keyfine bırakıyor. Bu köklü anayasa değişikliğini savunanlar, toplumsal tepkilerin önüne geçmek için, halkın kavrayışıyla alay edercesine, Atatürk anayasalarına döndüklerini öne sürüyor. Cumhuriyetin gerçekleştiği Meclis üzerinde hiçbir güç görmeyen Atatürk ile bu anayasal düzenlemeyi yapanlar arasında hiçbir ilişki yok. Bunu kanıtlamak için, Atatürk’ün Cumhuriyet ve Meclis’ten ne anladığına bakmak yeterli. Ulusal egemenlik Cumhuriyet, Atatürk’ün Nutuk’taki tanımlamasıyla, “ulusal egemenlik temeline dayanan halk hükümetidir”. Ulusal iradenin yoğunlaştığı “Meclis’in üstünde hiçbir güç yoktur” (s. 203). Atatürk’ün bu belirlemeleriyle, AKP ve Atatürk’ü önemsediğini öne süren MHP’nin kurmaya çalıştığı otoriter rejim arasında bir koşutluk var mı? Atatürk, 30 Ocak 1921’de anayasanın temel maddelerinin başında şu ilkeleri sayar: “Egemenlik sınırsız ve koşulsuz olarak ulusundur. Yönetim yöntemi, halkın kendi alınyazısını eylemli olarak kendinin yönetmesi ilkesine dayanır. Yürütme gücü ve yasama yetkisi, ulusun tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi’nde belirir ve toplanır” (s. 256 257). 21 Kasım 1922’de ulus egemenliği ilkesini daha da kapsamlı duruma getiren Atatürk’ün belirlemesiyle, “Türk halkı sınırsız ve koşulsuz olarak egemenliğini elinde tutar... Egemenlik, hiçbir anlamda, hiçbir biçimde, hiçbir renk ve belirtide ortaklık kabul etmez.” Unvanı ve konumu ne olursa olsun, “hiç kimse bu ulusun alınyazısında ona ortak KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI Anayasa değişikliğini savunanlar, halkın kavrayışıyla alay edercesine, Atatürk anayasalarına döndüklerini öne sürüyor. Cumhuriyetin gerçekleştiği Meclis üzerinde hiçbir güç görmeyen Atatürk ile bu anayasal düzenlemeyi yapanlar arasında hiçbir ilişki yok. Anlamak için Nutuk’a bakmak yeterli. Atatürk, ulusal egemenliği Nutuk’ta en iyi şekilde anlatır. çıkamaz. Ulus, buna kesinlikle göz yummaz. Bunu önerecek hiçbir milletvekili bulunamaz” (s. 321). AKPMHP işbirliğiyle oluşturulan anayasa değişikliği önerisi, egemenliği, ulusun elinden alıp mutlak gücü elinde toplayan tek kişiye veriyor. Bu iki partinin Atatürk’ün ulusal egemenlik ve Meclis’in yetkileri konusundaki görüşlerine uygun davrandığı söylenebilir mi? ‘Dış güçler’ Atatürk, güçlü devletleri ne şeytanlaştırır ne de onlardan adalet diler. Atatürk’ün yücelttiği temel anlayış ve ilke şudur: “Adalet dilenmekle ve acınmakla, devlet işleri görülemez; ulusun ve devletin onur ve bağımsızlığı güven altına alınamaz. Adalet dilenmek ve acındırmak gibi bir ilke yoktur” (Nutuk, s. 160). AKP ise hem büyük güçleri işine geldiği gibi şeytanlaştırıyor, onları üst akıl olarak behicak@yahoo.com.tr kamilmasaraci@gmail.com.tr niteliyor hem de kendine acındırırcasına ortama göre onlardan birine sığınıyor. MHP de benzer düşünüp davranıyor. Din ve düşünce özgürlüğüne saygı Ayrımcılık yapmayı onursuzluk sayan ve din ve düşünce özgürlüğünü her şeyin üstünde tutan Atatürk’ün belirlemesiyle, yurttaşları arasında “çeşitli dinlerden topluluklar bulunan bir hükümet, din ve düşünce özgürlüğüne saygı göstermek zorundadır” (s. 328). Atatürk’ün bu görüşleriyle, bugün Türkiye’yi yönetenler arasında herhangi bir koşutluk olduğu söylenebilir mi? AKP’nin siyasetini belirleyenler, yaklaşık yüzyıl önce “din ve düşünce özgürlüğüne saygı göstermek zorunluluktur” diyen Atatürk ile kendilerini nasıl karşılaştırabilirler? 26 Mart 1920’de İstanbul’un işgaline çok sert tepki gösteren Atatürk’ün “yabancı devletlere yaptığı protesto” tam bir bağımsızlık bildirgesidir. Atatürk’e göre, İstanbul’un işgali “20. yüzyıl uygarlık ve insanlığının kutsal saydığı bütün ilkelere; özgürlük ve ulus duygusu gibi bugünkü insan topluluklarının temeli olan bütün ilkelere, bu ilkeleri ortaya koyan insanlığın genel vicdanına” indirilmiş bir darbedir. Bu işgalin hiçbir biçimde kabul edilemeyeceğini belirten Atatürk, bu konuyu “resmi Avrupa ve Amerika’nın değil, bilim, kültür ve uygarlık Avrupa ve Amerika’sının vicdanına bırakmakla” yetinir (s. 193). Yukarıdaki alıntıdan da görüleceği üzere, Atatürk, savaş koşullarında bile işgalci Avrupa ve Amerika’yı, kendi nitelemesiyle bilim, kültür ve uygarlık Avrupa’sı ve Amerika’sından ayıracak denli geniş ve uzak görüşlüdür. Köktenci bir yaklaşımla, Avrupa’yı tümel bir düşman olarak niteleyen AKP’nin siyaset yapıcılarında böyle bir ayrımlaştırma düşüncesinin en küçük belirtisi var mı? ‘Din oyuncuları’ Atatürk’e göre, ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük, dinin propaganda aracına dönüştürülmesidir. Nutuk’ta Ocak 1923’te “Din oyuncuları, halifeyi bütün Müslümanlara egemen bir devlet başkanı yapmak istiyorlardı” diyen Atatürk’ün çözümlemesi uyarınca, Şükrü Hoca gibi din oyuncuları, “dünyanın dört bucağında yaşayan çeşitli soydan üç yüz milyonluk bir topluluğa sözü geçecek bir devlet başkanı” propagandası yapmaktadır. “Bütün Müslümanlara egemen olacak bu ulu devlet başkanının eline kuvvet olarak üç yüz milyon Muhammed ümmetinden yalnız on, on beş milyon Türk halkını” vermek istemektedir. Atatürk’ün nitelemesiyle, “bu denli bilgisiz, dünya gerçekleriyle bu denli ilgisiz” olan Şükrü Hoca ve benzerleri, ulusu aldatmak için, yayımladıkları uydurmalarla, “bunca yüz yıllarda olduğu gibi, bugün de ulusların bilgisizliğinden ve bağnazlığından yararlanarak, binbir türlü siyasal ve kişisel amaç ve çıkar sağlamak için, dini araç olarak kullanmaya” kalkmaktadır. Öte yandan, “insanlıkta din duygusu ve bilgisi, her türlü hurafelerden sıyrılarak, gerçek bilim ve teknik ışığıyla arınıp olgunlaşıncaya değin, din oyunu oyuncularına” her yerde rastlanacaktır (s. 325). Atatürk’ün deyişiyle, “kendimizi dünyanın egemeni sanmak aymazlığına” artık son vermeliyiz (s. 327). Şükrü Hoca gibi din oyuncuları şimdilerde de ortada dolaşmıyor mu? Ayrıca “Bizim yaptığımız, Atatürk anayasalarına dönmektir” diyerek, kurmaya çalıştıkları “parti devletini” meşrulaştırmak isteyenlere soralım. Yukarıdaki ilkeleri ne ölçüde paylaşıyorsunuz? Bu ilkelerin, sizin düşünce dünyanızda yeri var mı? Tarihi kurgulamadan ve çarpıtmadan bu sorulara yanıt verebilir misiniz? C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear