24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
EDİTÖR: TELEVİZYONDEMET YALÇIN Yayın Akışı 06.00 Haber 09.45 Özel Sektör 10.00 Haftasonu 11.05 Şeffaf Oda 14.10 Yeşil Doğa 15.15 Yaşamın Kimyası 17.00 Haber 18.00 Ana Haber 20.00 Para Dedektifi 21.00 Haber 21.00 Gündem Özel 01.00 Gece Haberleri 06.00 Haber Bülteni 09.00 Burası Haftasonu 12.00 Haber Bülteni 12.10 Airport 16.00 Haber Bülteni 17.30 Spor Bülteni 18.00 Ana Haber Bülteni 21.00 Teke Tek Özel 24.00 Haber Bülteni 01.15 Teke Tek Özel 08.40 Spor 09.15 Canım Doktor 10.00 Haber Bülteni 11.15 Bildiğiniz Gibi Değil 12.15 Yaşasın Hayat 14.00 Haber Bülteni 16.00 Haber Bülteni 19.10 Tam Zamanı 20.00 Ana Haber 21.10 Avrupa’dan Anadolu’ya 23.30 Haber Bülteni Pazar 11 Aralık 2016 16 EDİTÖR: EMRAH KOLUKISA Şair küçük İskender, ‘Waliz Bir’ ve ‘Her Şey Ayrı Yazılır’ adlı iki ‘Mahalle kitabıylaokurlarının karşısında. Güneşli ama soğuk bir İstanbul gününde küçük İskender ile şiiri, baskısını maziyivegününyakıcı kale almam’dertlerinikonuştuk. kültür 08.00 Film: Karaoğlan Geliyor 10.00 Tülin Şahin ile Moda 11.00 Vahe ile Mutluluk 12.00 Kadınca 14.00 Kara Sevda 16.30 Kiralık Aşk 19.00 Star Haber 20.00 Hayat Bazen Tatlıdır 23.45 Kara Sevda 04.30 Türk Müziği 06.00 Kanal D Çocuk Kulübü 07.00 Akasya Durağı 09.45 Magazin D 13.00 Poyraz Karayel 16.30 Yerli Film: Manda Yuvası 18.45 Haber Bülteni 20.00 Bodrum Masalı 23.45 Kısmetse Olur 02.30 Mevlid Kandili 03.45 Yerli Film: O Şimdi Mahkum 08.45 ÇocuktarAl Haberi 10.00 Pazar Sürprizi 13.00 Lezzet Yolculuğu 14.00 Slikon Vadisi 15.00 Film: Beş Milyoncuk Borç Verir misin? 17.15 Çocuktan Al Haberi 18.45 Ana Haber 20.00 Demet Akbağ ile Aramızda 22.00 Film: Yedek Polisler 00.15 Mevlid Kandili 08.00 Lale ile Kahve Tadında 11.00 Şimdiki Zaman 14.00 Haber 15.00 Sanat Gündemi 17.00 1 Yer 4 Teker 19.00 Ana Haber Bülteni 21.00 Cüneyt Akman ile Zamanın Ruhu 24.00 Gece Bülteni 08.00 Çalar Saat 10.00 Kalbimdeki Deniz 13.00 Benden Söylemesi 14.00 Hayat Sevince Güzel 15.45 Dizi: No: 309 19.00 Ana Haber 20.00 O Hayat Benim 00.15 Umuda Kelepçe Vurulmaz 07.30 Haftasonu 10.00 Kuran ve Sünnet 11.15 Dizi TV 12.35 Kırgın Çiçekler 15.35 Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz 19.00 Ana Haber 20.00 Seviyor Sevmiyor 23.15 Mevlid Kandili 00.30 Yerli Film: Bizim Hikâye BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Dibi tutturularak hafif yanık kokusu verilmiş muhallebi. 2/ Yılmaz Güney’in 1 2 bir filmi... Kütahya’nın bir ilçesi. 3/ Alanya ilçesinde bir çay, baraj ve mağaranın 3 4 ortak adı... Bilecen. 4/ Gümüş elementinin simgesi... Suyun dibinde sürüklenerek 5 6 çekilen bir balık ağı. 5/ İlk damıtılan ve içinde anason bulunmayan rakı... Hititlerin 7 8 Anadolu’da yerleştikleri ilk kent olan ve günümüzde 9 “Kültepe’’ olarak adlandırılan yer. 6/ Şiddetli belirtilerle 1 2 3 4 5 6 7 8 9 başlayıp kısa sürede ağırlaşan hastalıklar için kullanılan sözcük... Sevinç belirten bir ünlem. 7/ Uşak’ın bir ilçesi... Tanrıtanı 1 CA R DON E K 2 I R A KOA L A 3 DAKAR L EN maz. 8/ Meydan... İçe doğmayla akla gelen yaratıcı duygu. 9/ Güzel kokulu bir helva türü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 4 5 6 I R I M S EMA R OMA NOV D OT NAM S İ 1/ Hıristiyanlıkta ekmek ve şarabı kutsayarak yapılan dinsel tören... “Esme ey esme cânan uykuda’’ (F.N. Çamlıbel). 2/ Spor 7 8 9 Ğ BORABAY L AOS T İ K E ULA SAZAN karşılaşmalarında seyircileri coşturan kimse... İngiltere’de çok sevilen bir cins bira. 3/ Optik kay dırma... Yaşadığı yerin yerlisi olmayıp başka yerden gelmiş kimse. 4/ Satrançta bir taş... Halk dilinde mutfağa verilen ad. 5/ Tümör... Özbekistan’ın plaka imi. 6/ Ödenmiş ya da ödenecek olan hesapla rın dökümü... İlaç. 7/ Aruz ölçüsünde, kısa okunması gereken bir heceyi kalıba uydurmak için uzatma... İsyankâr. 8/ Bir tarım aracı... Polkayı andırır bir dans. 9/ Verme, ödeme... “Üstad elinde serteser olur lisan’’ (Y.K. Beyatlı). EMRAH KOLUKISA küçük İskender üşüyor. Üşüyor derken, öyle şairane bir “ruh üşümesi”nden söz etmiyorum, ciddi ciddi üşüyor, zira hava bir hayli soğuk. Güneşli ama soğuk. Biz de bir yandan Cihangir’in ara sokaklarını turluyor bir yandan üşüye üşüye konuşmaya çabalıyoruz. Yine de soğuk demeden basamaklara çöküveriyor İskender, elinde cigarası ve hemen yanına gelen kediyle muhabbete koyuluyor. Sonra yine yola düşüyoruz ve oturduğu evin önünde buluyoruz kendimizi. En üst katı gösterip “Mehmet Güleryüz orada oturuyor, ressam tepesi diye bir şey var” diyor. Sonra en alt katı gösteriyor, hani şu camdan baktığınızda sadece gelen geçenlerin ayaklarını gördüğünüz türden bir daireyi: “Burada da ben oturuyorum.” Yapıştırıyorum hemen: “Bu da şair dibi öyleyse.” Gülüyoruz, sonra susuyoruz. Sonra bir cigara daha yakıyor o ve konuşmaya devam ediyoruz. n İlk kitabın “Gözlerim Sığmıyor Yüzüme” 1988 yılında çıktığına göre biz seninle ilk kitabından önce tanışmışız. Ama kitabı çıkmamış bir şair için hayli ünlüydün o yıllarda. Özellikle Beşiktaş’taki Kafe Çello senin adınla anılırdı. Nasıl hatırlıyorsun Kafe Çello’yu? Edebi tarihimizdeki yeri nedir sence? Edebiyatın, tiyatronun, resmin isimleri hep oradaydı. Osman Canik’in yönettiği o Kafe çoğumuzun tanıştığı, arkadaş olduğu, eski pastane kültürünü veya Paris bohem hayatını hatırlatan bir mekândı. Seyhan Erözçelik, Mahir Öztaş, Vecdi Çıracıoğlu, Levent Kazak, Levent Tülek, Fikret Kuşkan, Rafet Ekiz, Metin Kurt aklıma ilk gelenler. Tabii, yakınındaki Hayat Meyhanesi ile paslaşırdı Çello. Yaşı tutanlar, parası olanlar oraya transfer oldu. n Bugün hâlâ böyle mekânlar var mı, sanatçıların, şairlerin bir araya geldiği? Yok, sanatçılar daha çok bireyselleşti artık. O siyah beyaz, şairlerin bir meyhanede oturduğu fotoğrafları çok özlerim ben. Hatta Seyhan Erözçelik çok isterdi, 80 kuşağı şairleri, Orhan Alkaya, Lale Müldür, sen, ben toplanalım, gidelim Emirgan’da janti kıyafetlerimizle fotoğraflar çektirelim diye. Olmadı ama olsaydı da yapay bir şey olurdu. Ama benim yaptığım şiir gecelerinde bazen farklı kuşaklardan şairlerin bir araya geldiği oluyor. Benim hatırladığım en son Ataol abinin yönlendirmesiyle belirli günlerde Beyoğlu’nda bir meyhanede buluşulurdu. Açık masa, herkesin katılabildiği geceler. Benzetmek gerekirse Cemal Süreya’nın karşıda, Hatay’da yaptığı gibi. Bir de Cevat Çapan’ın yıllardır Çiçek Pasajı’nda benzer bir masası vardır bildiğim kadarıyla. n Nahit Hanım’ın sofrasına yetişmiş miydin? Evet. Seyhan Erözçelik götürmüştü beni ilk oraya. Benim için Nahit Hanım hem kişi olarak çok önemliydi ama bana bir de büyük bir faydası oldu: Ece Ayhan’la onun evinde tanıştım. Ece Bey oraya gidip geldiğimi öğrenince benimle mutlaka görüşmek istemiş. Nahit Hanım’la da çok özel bir dostluğumuz oldu. Şöyle ki, mesela oturduğum iskemle Edip Bey’in iskemlesiydi. n Baş köşede yani. Evet, tam Nahit Hanım’ın karşısındaki yer. Yani Yahya Kemal’le de oturup içmiş, benle de oturup içmişliği vardı. Bir de benim hafif deli doluluğum onun çok hoşuna giderdi. Şundan dolayı, belki bedensel olarak zayıflığım, biraz uzunluğum falan, romantik de bir şair olmam bel ‘Listenin başında Edip Cansever var’ n Şiir yazmayı öğretemezsin ama şiir yazmak öğrenilebilir derler. En çok da başka şairlerden öğrenir insan şiiri. Senin öğretmenlerin kimlerdi ve en çok öğrendiğin, en sevdiğin hangisi oldu? Okuduğum zaman bende şiir yazma arzusu uyandıran tüm şair ler eğitti beni. Listenin başına Edip Cansever’i koyarım.Onu okuyup da şiire koşmayan kimseyi tanımadım. Sonra Nâzım elbette. Şuna benziyor: Bir müzik dinlersiniz, içinizde bir şey sizi dans etmeniz için dürter. Aynı durum. Rimbaud da dansa sürükler, Baudelaire de, Shakespeare de, Ginsberg de. ‘Cihangir kedileri böyledir, arada küseriz de onlarla.’ ki Orhan’ı (Veli Kanık) çağrıştırdı ona. Bana çok sataşır, aynı anda da bana sarılır ağlardı. Güzel bir dostluktu. Ben ona hep çiçek götürürdüm, birlikte rakı içerdik ve çok iyi hatırlarsın ki oradaki gayrimüslim kadınlar yemekler yapıp getirir, sohbetler edilir, gecenin sonunda müzik aletleri çıkar şarkılar söy lenir... Benim hayatımdaki önemli dönüm noktalarından biridir Nahit Hanım. Orhan’ı, Yılmaz Güney’i ve Bülent Ecevit’i çok sevdiğini ve ancak rakının dibinde onlardan bahsedildiğinde masaya bir hüznün ve gözyaşını geldiğini, arkasından da direkt neşe ve şarkıya geçildiğini hiçbir zaman unutmayacağım. ‘Gezi, bir fırsattı’ n Gezi olayları diye bir şey yaşadık biz 3 küsur yıl önce. Şimdi geriye bakınca nasıl değerlendiriyorsun? Çok mu romantik bir dönemdi acaba? Gezi’nin kırılma noktası romantizm değil, liriktir sanki. Lirizm duygu ile olmaz, ona duyu gereklidir. Duyular ön plana alınabilseydi, barış için büyük fırsattı. Ölüm olmadan yaşanmasını seçerdim; yine de gelecek adına sosyal bir laboratuvar diyecektir sosyologlar. Aynı fikirdeyim. n Sen bir baskı, mahalle baskısı olabilir ya da doğrudan devlet baskısı, hissediyor musun? Benim mahallem arkadaşlarımdır, devletimse doğa. Onlarınki baskı değil, olsa olsa muhabbet ortası gerginliğidir. Arkadaşlarımla barışırım, doğa ise bir iki yıldırım patlatır; aramızda hallederiz sorun neyse. O senin dediğin tanımları hiç duymadım. Duydumsa da kale almıyorum. n Evet, ama artık bu baskı bir hayli fiziksel bir hal aldı ve şiddete evrildi. Daha geçenlerde bir kadın parkta yürüdüğü için saldırıya uğradı örneğin. Doğadan hareket ettiğimiz zaman, birtakım türler vahşi hayvan olarak kalıyor, birtakım hayvanlar ise evcilleşebiliyor. Yani bizler, bizim gibi düşünenler evcilleşmeyi, biraz daha korumacı ve korunakçı olmayı tercih eden familyadanız, ama öbürleri vahşi kalıyor. Aslında bunun çok doğal bir şey olduğunu düşünüyorum, yani politikadan ayrı düşündüğümüz zaman. Politik düşündüğümüzde açılımı çok farklı oluyor, doğal olarak baktığımız zaman mantıklı bir yan yakalayabiliyoruz. Çünkü bir tür hayvan, bir başka tür hayvana saldırıyor gibi bakıyoruz. Onu bir baskı olarak değil, bir güdü olarak bakmak ve öyle değerlendirmek gerek. n Yani baskılanan, saldırıya uğrayan insanlar da bu hayvani yanlarını mı açığa çıkarmalılar? Evet, yani o evcillikten vazgeçmeleri lazım. ‘Yanlış şeyler var Waliz’in ötesinde’ n Can Yayınları’ndan çıkan iki yeni kitabından biri olan “Waliz Bir” günlük formatında şiir ya da şiir formatında günlük olarak nitelendirebileceğimiz metinlerden oluşuyor. Bu daha önce denediğin bir format mı? Buraya geldiğin yol nasıl bir yoldu, edebi anlamda? İnsanlarla yakın temas halindeyim sürekli; buluşmalar da genellikle evimde olur. Anlattıklarım, paylaştıklarımız birbirimizin sözlü tarihinden çıkıyor, müzikle/şiirle/filmle bulamaca dönüşüyor. İstedim ki kaybolmasın bu tuhaf karmaşa. Kendi içinde farklı bir kurgusu var çünkü. Burroughs’un Last Words adlı kitabı da böyle bir tekniği tetikledi açıkçası. Yazarın ölümüyle de yarım kalmıştı; yarım kalacak son kitaba, yani ‘Açık Kalan Waliz’e dek seri halde sürecektir. n Okur ister istemez kendi hafızasında hâlâ canlı olan tarihleri arıyor kitapta. Mesela 15 Temmuz gecesiyle ilgili ne yazmış İskender diye soruyor, ya da neden acaba kendi doğum gününü atlamış diye merak ediyor. Sende de buna benzer bir tarih baskısı oldu mu yazarken. Yazmaya başladığımda gün celle, dışarıdakiyle bağımı kesmiş, meseleyi yol/yolcu/yolculuk olarak hesaplamıştım. Hatta el yazısı oluşturulan bu çalışmada bir önceki gün veya günlere ait dökümleri asla okumadan, göz atmadan masa başına geçiyordum. Kural kendimden bile etkilenmemekti. Ancak yazılanlar bir kitap formatına yürüdükçe şöyle bir his gelişti: “Okur beni duyarsızlıkla, apolitiklikle, egom ile suçlayabilir.” Evet, yanlış şeyler yaşanıyordu Waliz’in ötesinde; en azından değinmek, başka kaosların benim algımdaki hasarını dile getirmek bir sorumluluktu. Ne kaçtım ne de kaçındım. Ruhum sarhoşsa da bedenim hâlâ ayıktı. ‘Yazmak fizyolojik bir ihtiyaç’ n 50’den fazla kitabın var. Her yıl 23 kitaba yetecek malzeme üretiyorsun ve sanırım bir o kadar da kenarda bekliyor. Merak ediyorum hiç yazmadan geçirdiğin günün oluyor mu? Çocukluğumdan beri yazıyorum. Uyanıp hareket etmek gibi bir şey benim için yazmak. Kim bilir, fizyolojik bir ihtiyaca da dönüşmüş olabilir. Anlamlarla dertleşmek, şakalaşmak, onlara sır vermek yeteneğimi geliştirmeye çalışıyorum. Boş günüm olsa yeniden âşık olma şansımı deneyebilirdim. Ancak bazen öyle yorgun düşüyorum ki, beynim beni yönlendiriyor ve hiçbir şey yapmadan tüm gün boşluğu izliyorum. ‘Bir gün herkes mutlaka’ n Çok tuhaf günlerden geçiyoruz memleketçe. Yazarlar, akademisyenler, gazeteciler, seçilmiş milletvekilleri içeri atılıyor ve kimse de bir şey yapamıyor. Bu durum nasıl etkiliyor seni? Hiç şaşırmıyorum. Andy Warhol’un sözünü uyarlarsak ‘Bu ülkedeki güzel insanlar bir gün mutlaka hapis yatacaktır’ aforizması yıllar öncesinden hayata geçmeye başlamıştı. Nasıl etkilendiğim sorusunu dürtülerimi kontrol etmeye çalışıyorum, reflekslerimi sakinliğe davet ediyorum diye yanıtlayabilirim. Bir yanım daha sert metinlere, diğer yanım da dinginliğin havuzuna emanet işte. Haberden çok, bilginin sağlıklı çağrışımlarına teslimim. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear