26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazartesi 28 Kasım 2016 6 teslim olmayız EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: ZARİFE SELÇUK Silivri’deki dostlarAkınAtalay Murat Sabuncu Kadri Gürsel Güray Öz Hakan Kara Turhan Günay Musa Kart Önder Çelik Bülent Utku Mustafa Kemal Güngör ve asgari vicdan Gazetemizin Silivri tutsaklarını ziyaret etmek isteyen eski CHP milletvekili Hurşit Güneş, Adalet Bakanlığı ile yaşadığı süreci yazdı Cumhuriyet gazetesinin yazarlarının tutuklanmasının hemen ardından doğrudan Adalet Bakanına bir dilekçe ile görüşme talebinde bulunduk. Bu dilekçemizde görüşme için iki gün seçtik ve bunlardan cezaevinin uygun göreceği bir tarihte bütün tutuklularla kısa da olsa görüşmek istediğimizi belirttik. İlk 4 gün bakanlıktan hiçbir yanıt gelmeyince, Bakanlık özel kalemini aramaya başladık. Bir yandan sekreterim, diğer yandan ben hemen her gün tam 10 gün boyunca Bakanlık özel kalemini arayarak yazımızın akıbetini sorduk.. Her seferinde Özel Kalem Müdürü Muhammed Sait Pamukçu dilekçemizin makamda beklediğini iletti. İlk günler kız çocuklara tecavüz affı gündemde olduğu için bakanın yoğun olabileceğini varsaydık. İpe un serdiler Fakat iş uzayınca izlenimimiz değişti. Son görüşmelerde bu iznin çıkmayacaksa bize bunun açıkça belirtilmesi istedik. Yanıt vermemeleri nedeniyle bir program yapamadığımızı, yazdığımız yazılardaki tarihlerin de geçtiğini söyledik. Ancak bakanlık Özel Kalemi bu konuda bir şey söylemelerinin mümkün olmadığını belirtti. Ziyaret nedenimi de tekraren açıkladım: “Murat Sabuncu yazarı olduğum Milliyet gaze Hurşit Güneş 24. Dönem CHP Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneş, gazetemizin tutuklu yönetici, yazar ve çizerlerini Silivri Cezaevi’nde ziyaret etmek için Adalet Bakanlığı ve Başbakanlığa başvurdu. Ancak günlerce yanıt alamadı. Uzun uğraşları sonucunda görüşme talebi reddedildi. Güneş, bu duruma tepkisini gazetemize gönderdiği yazıyla gösterdi. tesinde yöneticiydi, Kadri Gürsel ile de Milliyet vesilesiyle dost oldum ancak bunları ziyaret eder, diğeri kalırsa ayıp olur, hepsini kısa kısa ziyaret etmek istiyorum” dedim. “Pekiyi iletelim” dediler. Fakat ipe un serilmesi atlatıldığımızı gösteriyordu. Bunun üzerine geçmişten tanışıklığımız olan Başbakan Binali Yıldırım’a ulaşmaya çalıştık. Konuyu da onun (Başbakan’ın) özel kalemine ilettik. O sırada Adalet Bakanlığı Ankara’daki sekreterimi arayarak yeni tarihli bir dilekçeyi tekraren iletmemizi istemiş. Herhalde konu bakanlığa ikaz edildi, telafi etmeye çalışıyorlar dedik. Ertesi gün 18 Kasım Cuma gece yarısı (saat 24’de) Başbakanlık Özel kalem Müdürü Abdülkerim Taş geri dönüş yaptığında ben de kendisine Binali beyle görüşme gereğinin kalmadığını, anlaşıldığı kadarıyla konunun çözülmekte olduğunu söyledim. Hakkaniyete sığmıyor Ancak yine bir ses çıkmayınca 22 Kasım Salı günü Adalet Bakanlığı özel kalemini tekrar aradık. İkinci bir dilekçe talebi olayından bilgileri olmadığını ancak ilgilenip arayacaklarını belirttiler. İşler daha da sarpa sarıyordu. Ben de Özel Kalem Müdürü Pamukçu’ya tekraren Cumhuriyet yazarlarının mahkum olmadıklarını, sadece tutuklu olduklarını, üstelik masum olduklarına inandığımı, kendilerine yapılan bu muamelenin de hakkaniyete sığmadığını belirttikten sonra, tamamıyla insani nedenlerle ziyaret etmek istediğimi bu iznin hâlâ neden çıkmadığını, neden uzatıldığını ısrarlı biçimde sordum. Bunun üzerine Özel Kalem Müdürü sadece mevcut mil letvekillerine izin verdiklerini belirtti. Ben de daha önce Can Dündar ve Erdem Gül’ü ziyaret edebildiğimi, bu değişikliğin neden oluştuğunu sordum. Bana verilen yanıt bakanlığın değişen politikası oldu. Demek ki, Türkiye’de 15 Temmuz sonrası insan hakları konusunda büyük değişiklikler var. Bozdağ’a hatırlatma Son günlerde Türkiye’de demokrasinin ne denli aşındığını sadece halkımız değil, ne yazık ki uluslararası çevreler de görmeye başladı. O denli bir baskı rejimi kuruldu ki, cezaevlerinde yer kalmadı. İşte bu nedenle en adi suçlulara af getirilip, masum tutuklulara yer açılmaya çalışılıyor. Küçük kız çocuklarının evlendirilmesini özendiren, hatta küçük çocuklara tacizde bulunanlara af getirecek kadar “merhameti geniş olan” Bakan Bekir Bozdağ ne garip çelişkidir ki, suçu olmayan tutuklu yazarların dostları tarafından cezaevinde görüşmesine izin vermiyor. Bırakınız özgürlük ve temel insan haklarını, asgari vicdandan bile yoksun bu tutum şiddetle kınanmalıdır. Bozdağ’a hatırlatalım; adalet denen kavram kamu vicdanını tesis etmeyi amaçlayan bir insani değerdir. O değere sahip olmayan birinin de o koltukta oturması da büyük talihsizliktir! Önce Fidel Castro sonra Cumhuriyet Gazetemiz Cumhuriyet’e yönelik operasyon, 10 yazar ve yöneticimizin tutuklanmasının ardından destek açıklamaları sürüyor. Mersin’de gazetemiz okurları, tutuklu yazar ve yöneticilerimizin serbest bırakılma sı talebiyle başlattıkları ‘Cumhuriyet Okuyorum’ etkinliğini sürdürdü. Öğle saatlerinde Cumhuriyet Alanı’nda bir araya gelen Cumhuriyet okurları, önceki gece hayatını kaybeden Küba’nın efsanevi devrimci lideri Fi del Castro için bir dakikalık saygı duruşunda bulundu. Sağlık Emekçileri Sendikası Mersin Şube Başkanı Yılmaz Bozkurt, Cumhuriyet yazar ve yöneticilerinin serbest bırakılması talebini dile getirdi. Devrimci lider Fi del Castro’nun ölümünden duydukları üzüntüyü dile getiren Bozkurt, Küba halkına selamlarını gönderdiklerini söyledi. Cumhuriyet okurları, yarım saat süreyle gazetemizi okudu. l ABİDİN YAĞMUR Burada değişik anılardan ve gözlemlerden hareketle, çeşitlenici bir yaklaşımla bazı düşüncelerimi ve duygularımı dile getirmek istedim. Gazetenin başında dolaşan kara bulutları dağıtmaya elbette yetmez. Ama, anlamlı bir dertleşme olabileceğini tasarlıyorum. Gazetenin Babı Âli’deki eski tarihi binasına sıkça uğrayıp ve zaman zaman da konuk yazarlığını yaptığım dönemlere gidiyoruz. Hikmet Çetinkaya’nın İzmir Hisar Camii eski müezzinlerinden, ne idüğü belirsiz bir Fethullah’ın peşine düşüp, yazılarında kullanır olduğu bir dönemdi. Tarihi eski binada, o dönemde haber şefliği yapan Hakan Kara’nın ve Hikmet’in odaları yan yana küçücük mekânlardaydı. O cenaha uğradığımda ikisini birden görür, tatlı sohbet eder ve bu Fethullah meşrebetiyle ilgili daha ayrıntılı bilgi alırdım. Hikmet’in, eski bir cami müezzini olarak küçümsenen bu garip adamın, hiç beklenmedik yaygın ulusal ve hatta uluslararası ilişkileri olduğunu istihbar ettiği ve ülkeye koyu din ağırlıklı bir kamu ve toplum düzeni getirmeye hazırlandığını endişeyle dile getirdiği dönemlerdi. İlhan Abi’nin şaka yollu bazı dokundurmalarının yanı sıra, benim de dahil oldu 44 yıllık yazarından Cumhuriyet’e bir ağıt KONUK YAZAR ğum Cumhuriyet camiası nın bazı yakın ları Hikmet’e bu Fethullah işinde duru mu fazla dra matik bir açı EKRAHRAANESMEN dan ele aldığını dostane, eleştirel bir dille aktarırdık. O sakin ve ölçülü karakteriyle Hakan’ın da Hikmet’in endişelerini paylaşıyor ve dışa faz la vurmamakla birlikte kuşkular ta şıyor olduğunu hissediyorduk. Bu konuyu derinlemesine deşme fır satı İlhan Abi’nin de katıldığı bir Ankara toplantısında ortaya çık tı. Hikmet’in çevresinde dostane eleştirilerin muhtemelen biraz yo ğunlaştığı bir dönemde kendini sa vunmak için kestirmeden “İnşallah siz haklı çıkarsınız. Altında ve arka sında fazla bir şey yoktur” savuş turmasını yaptığını hatırlıyorum. Dramatik bir biçimde haksız çık tık. HikmetHakan ikilisinin kuşkuları doğru ve gerçekçi gözlemlere dayanıyordu. Kendilerini çok sakıncalı Fethullah olayına karşı ilk duyarlılığı gösteren kişiler olarak saygıyla anıyoruz. Bu ikilinin Feto soruşturması denen, çok karanlık ve yakışıksız bir adli düzenekle büyük suçlamalar altında ezilmekte olduğunu da büyük endişeyle izliyoruz. Hikmet ve Hakan’ın Feto’ya sempati duyan bir çizgide suçlanıyor olması akıl alacak bir şey değildir. Bunu da atlatacak Turhan Günay ile dostluğumuz sadece Cumhuriyet dünyası çevresindeki bağlantılarla sınırlı değildir. Turhan, benim teknik dünyadan da dostum ve değerli bir meslektaşımdır. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin parlak bir dönemindeki yurtsever uyanıklık sergileyen, akıllı ve akılcı genç insanlardan biri olarak hatırlanır. Turhan, sanatkültür duyarlılığı ile fen bilimleri eğitiminin kendisine sağ ladığı kafa ve düşünce sağlığını birleştirerek çok değişik bir yaratıcı gazetecilik yaptı. Beyin gri maddesi bu denli gelişmiş bir adamın, devlet yönündeki tutarsızlıkları, yanlışlıkları ve dengesizlikleri herkesten daha önce fark edip, bunlara karşı tavırlar koyması kaçınılmazdı. Kendisine yapılan suçlamaların hukuki boyutunu kestirebilmek mümkün değildir. Cumhuriyet’i çökertme hamlelerinin mağduru değerli insanlar ve dostlar adına, ben, yakından tanıdığım üç olağanüstü yurtseverin adlarını kullanarak bir karşı çıkış tavrı sergilemeye çalışıyorum. Kırk dört yıllık konuk yazarlık bağlantımın akışı içinde gazetenin çok kez ateş çemberleri içinden geçtiğini gayet iyi hatırlıyorum ve yakından biliyorum. Başına gelmiş vartaların muhtemelen en büyüğü olmakla birlikte, bunu da atlatacağından, hep birlikte atlatacağımızdan eminim. Emin olmalıyız. Bu olup bitenler ayrıca toplumun tümü için ciddi bir sınama süreci geçirmekte olduğumuzu gösteriyor. Tüm vicdanlı ve yurtsever kesimlerin tam bir dayanışma içinde ve umut duygusunu sürekli yaşatarak direnme tavrı ve davranışı içinde olması gerektiği açıktır. Ankara Suriye’de uydu devletbölge mi kurmak istiyor? Ankara’nın Suriye sınırında güvenlikli bölge oluşturma açıklamalı, ÖSO’yu (Özgür Suriye Ordusu) “öncü savaş gücü” olarak kullandığı askeri operasyonu, IŞİD’in elindeki El Bab önlerinde. Bir de El Bab kapılarına dayanan, ülkesini kurtarma mücadelesi veren resmi Suriye devleti var, tabii yanında da müttefiki Rusya. Meseleyi soruyla açalım, çünkü komik veya trajikomik bir durumla karşı karşıyayız: El Bab’ı kim ne adına “kurtaracak”? Suriye’yi anlarız: Kendi işgal altındaki topraklarını IŞİD’den kurtaracak. Peki, Ankara El Bab’ı kim için kurtaracak? El Bab’ı kim niçin kurtaracak? ÖSO ile Suriye ordusu arasında bir işbirliği mi var? Yok. Türkiye ile Suriye arasında? Yok. O halde El Bab’ı, iki ayrı güç, birbirinden bağımsız kurtarmak veya ele geçirmek istiyor. Meseleyi çok mu bilinmeyen bir şeyi yazar gibi yaptım?! Ankara, El Bab’ı, eğitip silahlandırdığı ve arkasında, sağında, solunda koruyup kolladığı ÖSO’nun yönetimine, denetimine katmaya çalışıyor. Bu açıkça Suriye’den “kurtarılmış bölge” inşasıdır. Tüm güçler de bunu biliyor. Dün yazdığım gibi Suriye’de Türk Özel Kuvvetleri’nin merkezinin 24 Kasım’da vurulması, hem Rus uçağının intikamının alınması hem de Ankara’nın niyetine yönelik bir ikazdı. El Bab’da Suriye ve muhalif ÖSO’nun (arkalarında tabii ki Rusya ve Türkiye’nin) çatışma olasılığı var mı? Mümkündür, eğer ÖSO geri durmazsa... Eğer Suriye bu kenti alırsa, sonra ÖSO’nun kontrolündeki Türkiye sınırına doğru topraklarını da geri almak ister mi istemez mi? ‘Bedeli ne olursa olsun!’ Ankara, önce sınırın IŞİD dahil tonlarca teröristin girip çıktığı bir kevgire dönüşmesine göz yumduktan sonra, politikasını değiştirmek zorunda kaldı ve IŞİD’i hedef aldı. Ankara’nın, Suriye’nin çeşitli güçlerle işgal edilmesiyle, sınırındaki hem yoğun göçler hem “terörist devletçikler” oluşumunu ülke güvenlik meselesi olarak görmesinin çok anlaşılır yönü var. ABD destekli PYD yönetimindeki askeri güçlerin Akdeniz’e kadar olan Suriye şeridini işgal ederek “Kürtleştirme” politikası da bu güvenlik sorunundan biri. İçeride PKK saldırıları, PKK ile savaş ile Suriye topraklarındaki bu gelişme, birbirinden ayrı değil. ABD bu desteğine gerekçe olarak “IŞİD’i temizleme” amacını gösteriyor, ama herkes biliyor ki bir taşla iki kuş vurmak istiyor. Cumhurbaşkanı’nın “bedeli ne olursa olsun güneyimizde devletdevletler kurulmasına izin vermeyeceğiz” söylemi, Türkiye’nin operasyonunun ana gerekçesi. Ama sadece bu kadar mı? Eğer bu kadarsa, Ankara’nın tek yapacağı, meşru Suriye güçlerine ülkesinin bütünlüğünü sağlaması için, askeri dahil, yardım etmektir. Şam ile anlaşma ve işbirliği bunun ana garantisidir! Ama Cumhurbaşkanı’nın söylemi bunun ötesine taşıyor; “Osmanlı fetihçiliği”ne kapı açıyor, çağrı yapıyor. Suriye ve Irak’ı “haklarımızın olduğu” topraklar olarak görüyor. Bu, kendisine, kapı önüne koyduğu ama fetihçi düşüncelerini devraldığı Davutoğlu’ndan miras kaldı! Kendilerini zaten “Osmanlı’nın devamcısı”, “yeni Osmanlılar” olarak nitelemeleri de, eski topraklarda tarihi miras hakkını canlandırma ve adeta fiiliyata dökme politik hedeflerini açıklıyor. Tarih ve ulusların gelişimi konusunda sıfır bilgi sahibi böyle bir politikanın herhangi bir umudu olabilir mi? İkincisi, bu “Kaybedilmiş Osmanlı toprakları” üzerindeki hak iddiasını, Türkiye’yi Türkiye yapan uluslararası anlaşmaları adeta tanımadığını belirtme noktasına taşıdı. Lozan Antlaşması’nı yalan yanlış konuşmalarla neredeyse yırtıp atacak, 12 Ada’yı kurtaracak... Atina’nın tepkisine bakın! Kısa kesersek: Ankara’nın Suriye’ye girme gerekçelerinin haklılığını darmadağın edecek, aslında saklanmayan bir ikinci politika gündemde. Bu şüphesiz ki batak bir politikadır. Türkiye’ye geri tepmesi fazla olur. Türkiye’nin kuruluş belgelerini tartışmaya açan ve yayılmacı amacını ortaya koyan kimse, o zaman Türkiye’nin var olan sınırlarını da toprak kaybetme yönünde tartışmaya açmış demektir. Tanrım ne tehlike! Bir kitap: ‘Bizim Lozan’ Yeri gelmişken bir belgesel Lozan kitabından bahsetmeliyim: “Bizim Lozan Lausanne”. Boyut Yayınları Genel Yönetmeni Bülent Özükan’ın çok şık tasarımıyla, İsviçreTürk Derneği’nin “Lozan’ı daha iyi anlamak ve anlatabilmek için hazırladığı” Türkçe Fransızca kitap, hem Lozan’ın orijinal belgelerini ve açıklamalarını sunuyor, hem de Mondros ve Sevr anlaşmalarının... Bir koleksiyoner kitabı! Derneğin Başkanı İnci Özalp, Bülent Özükan, Zafer Toprak, Reyhan Yıldız, Verda Özer yazılarıyla kitapta yer alıyor. Tarihi resimler, vesikalar, yasalar... Türkiye’nin var oluş belgesi, bu iktidarın tartışmaya açtığı! ADD ESKİŞEHİR ŞUBE BAŞKANI DR. KERMAN ‘Cumhuriyet’e sahip çıkmak bir görev’ Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Eskişehir Şube Başkanı Dr. Azmi Kerman, basın ve ifade özgürlüğünün demokrasinin vazgeçilmezi olduğunu vurguladı. Kerman, “Cumhuriyet’e yapılan baskıları kınıyorum. Hepimiz Cumhuriyet gazetesi okuyucusuyuz. Yazar ve yöneticilerin bir an önce serbest bırakılmasını bekliyoruz. Bu zor süreçte Cumhuriyet’e sahip çıkmanın bir görev olduğunu düşünüyoruz. Herkes daha duyarlı olmalıdır” dedi. l CAN HACIOĞLU Dr. Azmi Kerman C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear