26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Cuma 18 Kasım 2016 6 Saltanata ve diktaya karşı miting Birleşik Haziran Hareketi’nin Kartal’da ‘Teslim olmayacağız’ sloganıyla düzenleyeceği mitinge, gericiliğe, saltanata ve faşizme karşı olan bütün toplum kesimleri davet edildi Birleşik Haziran Hareketi 20 Kasım’da “Teslim olmayacağız” başlığıyla Kartal’da miting düzenliyor. Mitinge CHP İstanbul İl Örgütü, Halkevleri, meslek örgütleri ve sendikalar da destek veriyor. CHP Parti Meclisi Üyesi Canan Kaftancıoğlu ve BHH Yürütme Kurulu Üyesi Gazeteci Merdan Yanardağ bütün demokrasi güçlerini Kartal mitingine destek vermeye ve katılmaya çağırdı. Çok sayıda aydın ve sanatçı da mitinge katılacağını açıkladı ve halkı davet etti. Birleşik Haziran Hareketi (HAZİRAN) 20 Kasım Pazar günü saat 14.00’te gericiliğe, saltanata, diktatörlük girişimine ve faşizme karşı “Teslim olmayacağız” başlığıyla Kartal’da miting düzenliyor. Birlikte direnmeye CHP Parti Meclisi ve Haziran Hareketi Yürütme Kurulu üyesi olan Canan Kaftancıoğlu AKP iktidarının başkanlık projesinin ülkeyi adım adım felakete sürüklediğini belirterek, şunları söyledi: “Bağnaz bir dincilik ve faşizan bin siyaset anlayışından destek alan Saray rejimi bir nefret ortamı yarattı. Toplumsal kutuplaşma hiç olmadığı kadar derinleşti, siyasetçilere, gazetecilere, aydınlara ve muhalif toplum kesimlerine yönelik benzeri olmayan bir baskı ve yıldırma politikası izlenmeye başlandı. İşkence yeniden sorgulama yöntemi haline geldi. Bu gidişe dur demek için alanlara çıkıyoruz. CHP’lisi, sosyalisti, demokratı, Alevisi Sünnisi, Türk’ü Kürt’ü, örgütlü ve örgütsüz bütün yurttaşları gericiliğe ve faşizme karşı birlikte direnmeye ve Kartal Meydanı’nda buluşmaya çağırıyoruz.” Haziran Hareketi’nin Yürütme Kurulu üyesi gazeteci Merdan Yanardağ ise, “Bütün ülkede OHAL ilan edildi. Ancak OHAL, darbe ve darbecilerle mücadele etmek için değil, yeni bir darbe yapmanın aracı olarak kullanılıyor. İşte bu nedenle, bütün ilerici, demokratik ve aydınlanmacı güçleri, bu ülkenin geleceği için ErdoğanAKP gericiliğine ve darbesine karşı direnmeye çağırıyoruz” dedi. l Haber Merkezi Birleşik Haziran Hareketi, gazetemize yapılan operasyon sonrası destek eylemlerinde bulunmuştu. ‘Ben sadece gazeteciyim düşmanım, suç ortağım yok’ Geçen cuma Gaziantep’te gözaltına alındıktan sonra sınır dışı edilen Fransız gazeteci Olivier Bertrand, ‘Kafkaesk’ dediği o üç günü anlattı Les Jours (https://lesjours.fr/) için çalışan Fransız gazeteci Olivi er Bertrand, 11 Kasım’da ha ber yapmak için bulunduğu Gaziantep’te gözaltına alınmış, üç gün sonra da sınır dışı edil mişti. Döndükten sonra, gör düğü dayanışma ve “duygusal seferberlik” için, gazetesi ne yeni abo neler kazan dırdığı için Cumhurbaş kanı Tayyip Erdoğan’a hi PÖınğaürnç taben bir “teşekkür” mektubu yazdı. Bertrand, “Bu keyfi tutuklamayla, üç gün için de muhataplarımın anlattığı tu tuklu ve mahkum haklarına po lisiniz tarafından nasıl yeterin ce saygı gösterilmediği gerçe ğini müşahede edebildim” di yordu. OHAL tecrübesi Türkiye’ye ilk kez 12 yıl önce gelen ve yıllardır yakından takip eden gazetecinin Gaziantep’ten önce çalıştığı konu OHAL sürecindeki hak ihlalleriydi. Bizzat yaşadıklarını da ekleyebileceği yazısı üzerine şu an çalışıyor. Biz o Kafkaesk diye tarif ettiği üç günü, yanındaki İnce Memed’in boşluklarına not alarak geçirdiği geceyi ve Türkiye’nin dışarıdan nasıl göründüğünü konuştuk. n Türkiye’ye dair hususi bir merakınız var. Nedir bu kadar ilginizi çeken? Bana büyüleyici geliyor. Türkiye iki kıta, iki dünya arasında bir menteşe gibi. Aynı zamanda son dönemde burada yoğunlaşan hangi konu varsa bizi de ilgilendiriyor: Kaotik sınırlar, İslam ve sekülerizm, yükselen otoriteryan rejim, toplumsal özgürlüklerde kayıp, zorlaşan Avrupa entegrasyonu... n Özellikle OHAL sonrası başına her şeyin geleceğini bilerek çalışan yabancı bir gazetecinin haletiruhiyesini anlatır mısınız biraz? Yabancı gazetecilerin, sanırım bağımsız çalışan Türkiyeli gazetecilerin temel endişelerinden biri haber kaynaklarını tehlikeye atmak. Avrupa’daki birçok kişi gibi ben de Türkiye’de 130’dan fazla gazetecinin mesleklerini yapmaktan ötürü cezaevinde olduğunu biliyorum. Bu, her an ajanlıkla, dış mihrak olmakla suçnanabileceğiniz, gözaltına alınıp sınır dışı edilebileceğiniz korkusuyla baş etmenizi gerektiriyor. Yine de birçok Türkiyelinin yaşadığından daha az tehlikeli. Gazeteciler açısından durum uzun zamandır böyleydi ama son birkaç aydır tehlikenin arttığını hepimiz biliyoruz. Bunun tek sebebi var, yetkililer dengeli bir haber yapmak için görüştüğünüz biriyle aslında işbirliği içinde olduğunuzu kolaylıkla varsayabiliyor. Türkiye şu anda tehlikeli bir şekilde kutuplaşmış durumda. Fakat gazeteciler kendilerine taraf seçmek zorunda değildir. Olivier Bertrand n Gözaltı ve sınır dışı aşamasında neyle suçlandığınızı asla öğrenemediğiniz ve nereye yazdığınızın bile sorulmadığı doğru mu? Sadece Gaziantep’teki karakolda bir polis bana orada çalışabilmek için izin almam gerektiğini söyledi. Açıkçası bilmiyordum, bunu anlattım. Ondan sonra da kimse benimle konuşmadı. Geri Gönderme Merkezi’ndeki polisler bağlantılarımla ve telefonumun şifresiyle daha fazla ilgilendiler. Şifremi verirsem, Fransa’ya daha çabuk dönebileceğimi söylediler. Tabii ki vermedim. Avrupa’nın rolü n Geri Gönderme Merkezleri gazetecilerin, hatta avukatların zor girebildiği yerler. Orada da haberin içine düşmüşsünüz, nelere tanık oldunuz? Evet özgürlüğümden mahrum kalmak aynı zamanda bu konuda çalışma fırsatı demekti benim için. İstanbul’dakinde yerde sadece bir kilim olan boş bir odada tek başıma tutuldum. Gaziantep’deyken genç bir İranlıyla hücredeydim. Buralarda avu ERDOĞAN’A MEKTUP Olivier Bertrand, sınır dışı edildikten sonra cCumhurbaşkanı’na hitaben bir mektup yazarak kamuoyuyla paylaştı. Fransız gazeteci yazdığı mektupta “Döndüğümden beri, her çıktığım TV veya radyo programında, her röportajda Türkiye’deki endişe verici dönüşüm, işkence ve demokrasi görüntüsü arkasında oluşan diktatörlüğü tasvir eden diktokrasi hakkında konuşma fırsatı yakaladım” dedi. Mektup “Sayenizde, Türkiye hakkındaki çalışmalarımıza daha fazla asılacağız. Yarın, polislerinizle beraber geçirdiğim o üç günü yazarak işe başlıyoruz” ifadesiyle bitiyor. kat yüzü görmeden, dışarıda kimseyle bağlantıya geçemeden aylarca tutulan erkeklerle konuştum. Korkunçtu, hiçbir haklarına riayet edilmiyordu. İlk vardığımda Türkçe yazılı birtakım kâğıtları imzalamamı istediler. Türkçem yok, çevirmen yok. Bu arada tüm bu mağdurların haklarının korunması anlamında rol üstlenmeyen Avrupa’nın bencilliğini de asla aklımdan çıkarmıyorum. n Yaşar Kemal’in İnce Memed’inin Fransızca çevirisi yanınızdaymış ve hatta boş yerlerine notlar almışsınız. Buna neden izin verdiler sizce? Belki de edebiyatın gücünün farkında değillerdi. Tabii benim parmak ucu kadar kalmış bir kurşun kalem bulup notlar alabileceğimi de düşünmemişlerdir. n O gece neler geçti zihninizden? Onların korkmuş olabileceğini düşündüğümden ailem hep aklımdaydı. Moralimin yüksek, sakin ve kararlı olduğumu, o sırada söyleyebilmek, onları rahatlatabilmek isterdim. Haber kaynaklarımı düşündüm. Bir de ta bii işimi, Fransa’ya döndüğüm zaman bütün bunları nasıl anlatacağımı... n Türkiye’ye yakında ya da bir daha gelebileceğinizi umuyor musunuz? Zor olacağını tahmin ediyorum. Giriş yasağı konabilir. Sadece işimi dürüstçe yaptım ama tam tersi görülüyor. İçişleri Bakanı’nın beni Türkiye’yi istikrarsızlaştırmakla ve düşmanlarıyla işbirliği yapmakla suçladığını biliyorum. Ama benim aylardır yazdıklarımı okursa onun ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın partilileriyle de görüştüğümü, o anlamda onlarla da işbirliği yaptığımı görecektir. Türkiye’nin ya da hükümetin düşmanları olabilir, ama onlar benim düşmanım olmak zorunda değil. Ben sadece gazeteciyim. Düşmanım yok, suç ortağım yok. Sadece beni tam ne olduğuna, dürüstçe, özgürce ulaşmama olanak tanıyacak farklı haber kaynaklarım var. Korkarım Türkiye’de bunu anlatabilmek gittikçe zorlaşıyor. Gazetecilerin üzerindeki baskı her an artıyor. Cumhuriyet’in yaşadıkları ortada. Tutuklulara mesaj n OHAL nedeniyle mektup alamıyorlar ama gazete okuyabiliyorlar. Tutuklu Cumhuriyet yazar ve yöneticilerine bir diyeceğiniz var mı? Üç günlük hikâyemin onlarınkiyle asla karşılaştırılamayacağını, benim gibi birçok Avrupalı gazetecinin onların koşulları üzerine kafa yorduğunu söylemek isterim. Mesleklerinin hâlâ çok önemli, hatta Türkiye’de her zamankinden daha önemli olduğunu, bu üç günün Türkiye’de olup bitenleri gazetemde anlatmak konusunda beni daha kararlı kıldığını bilsinler. Ve mesleğimizin bütün mensuplarının, Cumhuriyet’in tüm çalışanlarının işlerini yaparkenki cesareti ve inadı dolayısıyla gurur duyduğunu... ‘Çok tehlikeli bir dönüşüm yaşanıyor’ Gözaltında not tuttuğu İnce Memed n Bu tecrübeyi Kafkaesk olarak tanımlıyorsunuz. Bunu size söyleten en garip an neydi? Nerede olduğunuzu, kimle konuştuğunuzu, başınıza ne geleceğini asla bilmiyorsunuz. Bir yandan her şey çok keyfi ilerliyor, ama bir yandan polis memurları durmadan kâğıtlar dolduruyor, damgalar vuruyor, bir şeyler yapıyor. Örneğin kimsenin beni gerçekten muayene etmediği hastanede, bütün kâğıtlar itinayla dolduruldu, mühürler, damgalar vu ruldu. Çok Kafkavari bir bürokrasiydi gördüğüm. Sismik bir ülke n Bu durumla ilgili Kafkavari deyince akla önce “Dava” geliyor. Ama Türkiye son dönemde başka bir Kafka kitabını, “Dönüşüm”ü hatırlatan bir dönem yaşıyor. Bu ülkeyi uzun süredir takip eden biri olarak bu neyin dönüşümü sizce? Güzel bir soru. Türkiye sismik bir ülke benim için; sadece coğrafi açıdan değil, po litik ve sosyolojik nedenlerle, sınırlarınız ve geçmişinizden dolayı da böyle. Son yüzyılda Türkiye’nin kimliğini inşa ediş şekliyle böyle. Bu yüzden çok şey sıklıkla değişiyor. Bazen hayli hızlı olabiliyor bu. O korkunç temmuz akşamından sonra yaşanan kolektif travma bazıları tarafından kullanıldı ve şu an bence çok tehlikeli bir değişim yaşanıyor. Hak ve özgürlükler açısından çok tehlikeli bir dönüşüm bu. Belki, evet yaşanan sosyolojik manada da bir dönüşüm. haber EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN Nakşibendiliğin dönüşü Yıl 2005. “Tempo” dergisine bir röportaj vermişiz. Benim dışımda bir ilahiyat fakültesi profesörünün görüşlerine de yer verilmiş. Derginin başlığı şu: “Nakşiler düşüşte, Fethullahçılar yükselişte!” Her ikimizin de mutabık olduğu nokta, o dönem hemen herkes tarafından “Gülen Cemaati” denilirken şimdi FETÖ’lenmiş yapı, Türkiye ve dünyanın ekonomipolitik koşullarıyla uyum sağlama yolunda nasıl yetkinlik sergilerken, bu memleketin en köklü tarikat geleneği olan Nakşibendiliğin bir bütün olarak aynı koşullarla uyum sağlama yolunda yetersizliği. Ben o koşulları, Türkiye’de Müslümanlığın AKP’nin lokomotifliğinde doludizgin kapitalistleşmesi, burjuvalaşması, sermayedarlaşması, küreselleşmesi, medyatikleşmesi olarak sıralamışım. HHH Yıl 2010. T24’te Selin Ongun, Nakşibendiliğin o dönem (ve bugün de) en etkin ve yaygın çevrelerinden biri, hatta büyük olasılıkla da birincisi olan İsmailağa cemaati lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yeğeni Sadettin Ustaosmanoğlu ile söyleşi yapıyor. “Mahmut Hoca”nın yeğeni, İsmailağa cemaatinin hem ılımlı İslâm, hem de Gülen cemaati çatısı altına alınmak istendiğinden bahsederek AKP döneminde “perişan oldukları”nı belirtmekte: “Şu anda yönlendirilmek istenen hadise bellidir; ılımlı İslâm. Bu politikanın desteklenmesi için kendilerine rol verilenler bellidir; Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen. Bu süreç içinde İsmailağa da ılımlı İslâm’a dâhil edilmeye çalışılıyor” HHH Ve yıl, 2016. Uzunca bir dönem “paralel” yol alınarak yükselişine büyük katkıda bulunulan bir yapıyla artık “papaz” olunmuşken; Bir zamanlar bu yapıya “Fethullahçı” diyenlere kızılıp şimdi tersine FETÖ demeyenlere kızılmaya başlanmışken; Küresel kapitalizme “Ya Allah, Bismillah” diye heyecanla ve Gülen’le kol kola rota kırılan o yıllarda yüzlerine bakılmaz olmuş; Rağbet ve irtibat kesilmiş, zevaitten sayılmış diğer cemaat ve tarikatların; En başta da “Tarikatı Âliyye” Nakşibendiliğin önü şimdi yeniden açılmaya çalışılıyor. Artık Nakşilik düşüşte değil, yükselişte!.. HHH Bunu dünkü Cumhuriyet’te Ozan Çepni’nin haberi hiçbir tereddüde yer bırakmaksızın gözler önüne seriyor. Nakşibendiliğin “Erenköy Cemaati” olarak bilinen kolu tarafından 24 Aralık 2016 tarihleri arasında Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenecek “Nakşibendilik Sempozyumu” için hazırlanmış 23 saniyelik filmin RTÜK marifetiyle kamu spotu olarak yayımlanmasına karar verilmiş. Sempozyum’un açılışına protokol konuşması yapmak üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in katılması da bekleniyor. Evet, Türkçe Olimpiyatları ve o olimpiyatlarda Pensilvanya’ya doğru yapılan sitayişkâr konuşmalar çok ama çok gerilerde kaldı!.. Keser döndü sap döndü, gün geldi hesap döndü. Ve gün, artık Nakşibendiliğin günü… HHH Nakşiliğe bu resmi destek, elbette laik Türkiye toplumunu büyük endişeye sürükledi. Fakat işin dindarmuhafazakâr Türkiye açısından da sorunsallaştırmadan geçilemeyecek yönleri var. Yıllar boyu sadece bir cemaat çevresi ile “paralel” hareket etmiş AKP, hiç kuşkusuz diğer cemaat ve tarikat oluşumlarına da “ne istediyseler verme” hususunda tutuk ya da cimri davranmadı. Onlara da kolaylık ve imkânlar sağlandı. Ama bu yine de “paralel” yürünen oluşumla kıyaslandığında devede kulaktır. Şimdi ise özellikle Nakşilikle irtibatlı çevreler, yıllarca kıyıya itilmişlikten, adeta “yedek bırakılmışlık”tan sonra öne çıkartılıp parlatılıyor. Bu elbette “görülen lüzum üzerine”dir. Ama elbette sütten ağzı yananın da yoğurdu üfleyerek yiyeceği çerçevede olacaktır. HHH Bir de tabii Nakşibendilik, “Fethullahçılık” gibi yekpare değil, “yelpaze”dir. Ve bu “yelpaze”nin farklı dilimleri arasındaki rekabet, çekişme ve çatışmaların nasıl amansız ve şiddetli olduğunu bizim kadar, “dinbaz” iktidar sahipleri de gayet iyi bilir. Evet, böylesi bir uluslararası “Sempozyum” girişimi, ancak Nakşibendiliğin bu topraklarda “elit” kalibresi en yüksek olan Erenköy Cemaati’nce üstlenilebilirdi denilecektir. Ama ne denirse densin, yine de Nakşilikiçi bir “asimetri”ye, “yelpaze”nin bir diliminin özellikle “kamusal meşruiyet” açısından öne çıkartılmasına bu etkinlik üzerinden yol açılmış olunacaktır. İmrenme, haset, kıskançlık eşliğinde diğer Nakşilerden de, başka cemaat ve tarikatlardan da talep ve beklentilerin ardı arkası kesilmez artık. Yangın yerine dönmüş bir iktidarın kapısı, adeta yangından mal kapmaya çalışırcasına ha bire çalınır da çalınır. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear