24 Mayıs 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Salı 15 Kasım 2016 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ teslim olmayız 11 GAZETEMİZ YAZAR VE YÖNETİCİLERİNİN TUTUKLULUĞUNA İTİRAZ EDİLDİ dönüHlmukeuski uamyıbuıdnudyalnaSBEIRRABEKSINT Gazetemizi susturma amaçlı operasyon kapsamında tutuklanan 10 yazar ve yöneticimiz hakkında verilen tutuklama kararına itiraz edildi. 100’ü aşkın avukatın imzasının bulunduğu itiraz dilekçesinin girişinde alışılagelmişin dışında “Soruşturma evresi savcılık soruları ve tutuklama duruşmasında kendilerine yöneltilen tüm hukuksal ve eylemsel iftira ve suçlamalar; müvekkillerimiz ve biz müdafiler tarafından karşılanmış olmasına karşın verilen ‘tutuklama kararının’ ‘hukukun bittiğinin’ kanıtı olduğu bilincimize karşın, siyaset gölgesindeki bu hukuk ayıbından sükunet, suhulet ve ferasetle geri dönülebileceği, düzeltilebileceği umudumuzu korumak ve bu sonucun sorumlularına bir olanak sağlamak, olmadığı takdirde ulusal ve ulusal üstü hukuk denetimlerine dayanak olmak üzere” ibaresine yer verildi. Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Yayın Danışmanı Kadri Gürsel, İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyeleri Önder Çelik, Musa Kart, Bülent Utku, Mustafa Kemal Güngör, Hakan Kara ve Güray Öz ile Cumhuriyet Kitap Yayın Yönetmeni Turhan Günay’ı tutuklayan İstanbul 9. Sulh Ceza Hakimliği’ne iletilmek üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulan dilekçede tutukluluğa yapılan itirazın duruşmalı bir şekilde incelenmesi talep edildi. Dilekçede, tutuklama kararlarının tarafsızlığının tümüyle yitirmiş savcılık makamı tarafından göstermelik, olgusal ve hukuksal açıklamaları ile kamu davasının açılmasına bile elverişli olmayan dosya kapsamı gibi yasal ve hukuksal olmadığı vurgulandı. Tutuklamanın siyasi bir karar olduğu kaydedilen dilekçede, Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki (CMK) tedbir kararlarının niteliğine aykırı olarak tutuklama kararı verildiğinin altı çizildi. Sahte kanıtlar Dilekçede, dosyadaki kanıtların hukuksal değerinin olmadığının ve pek çoğunun sahte olduğunun savunmalar ve sunulan pek çok belge ile ortaya konduğu kaydedilerek, sahte, yanlış bilgibelgeye itibar eden tutuklama kararının yasa, usul ve hukuka açıkça aykırı olduğu belirtildi. CMK’deki ifade ve sorgu alınmasına ilişkin tüm kuralların göz ardı edildiği, yazar ve yöneticilere sadece hiç bilmedikleri, bilmelerine imkân olmayan, çoğu sahte ya da yanlış bilgilere dayalı ilgisiz soruların sorulduğu vurgulandı. Hiçbir yazar ve yöneticimizin herhangi bir somut hukuksal iddia ile ilişkilendirilmediği, aynı sorularla, ortak gerekçeli tutuklama kararına maruz bırakıldıkları, bu durumun da yasa, usul ve hukuka açıkça aykırı olduğu belirtildi. Aynı yöntemler Dilekçede, dosyayla ilgili savcı ve yargıçlara seslenilerek, “Bu dosyanın 2008’den bu yana sürdürülen birçok siyasi davada olduğu gibi, bugün FETÖ/ PDY terör örgütü olarak kodlanan ve bu örgüte üyelikle suçlanan savcı ve yargıçların hazırladığı, Türkiye adalet sistemini zehirleyen yöntemlerle aynı yöntemleri kullandığını görüyoruz, ifade ediyoruz. Bu yöntemler, sadece özgürlüklerinden yoksun bırakılan müvekkillerin değil, tüm ülkenin zararınadır. Buradan varılacak hiçbir adil, iyi sonuç yoktur. Dosyaya temas eden her savcı ve yargıç, bunu görmeli ve mesleğin yüklediği sorumlulukla gereğini yapmalıdır” denildi. Dilekçede, daha önceki siyasi davalardan farklı olarak soruşturmayı yürüten savcının kimliğinin de adil yargılanma hakkını doğrudan ve baştan ihlal ettiği, soruşturmayı baştan çökerttiği belirtildi. Tecrit halinde savunma Avukatlar, dilekçede, dosyadaki iddialara dayanak olarak gösterilen bilirkişi raporunu incelemek istediklerini ancak kısıtlama kararı gerekçe gösterilerek bu talebin haksız biçimde kabul edilmediğine dikkat çekti. Emniyet’teki sorularda yer alan sınırlı göndermelerle raporu sınırlı biçimde öğrendiklerini kaydeden avukatlar, müvekkillerinin 4 günden fazla süre suçlamadan habersiz, avukatın hukuki yardımından yararlandırılmadan, tecrit halinde tutularak savunma yapmak zorunda kaldıklarını belirtti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre sanığın hukuki yardımdan yararlan Can erok Yazar ve yöneticilerimizin tutukluluğuna yapılan itirazın ardından adliyeden gazetemize yürüyen avukatlar adına açıklamayı Bahri Belen yaptı. Uzun bir yürüyüşe çıktık Cumhuriyet’e destek olmak amacıyla dün yüzlerce avukat Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nın fuaye alanında toplandı. Ellerinde Cumhuriyet gazetesi bulunan avukatlar, daha sonra yoğun polis önlemi altında gazetemizin merkez binasına yürüdü. Burada konuşan avukat Bahri Belen, tutuklu bulunan Cumhuriyet gazetesi yönetici ve yazarlarının durumuna itiraz ettiklerini belirterek, “Cumhuriyet gazetesi ile yeni bir dönemece giren süreçte verdiğimiz hukuk mücadelesi uzun bir yürüyüşü gerektiriyor. Bulunduğumuz nokta, umduğumuzdan çok daha karanlık ve tehlikeli. Buradan çıkışın bir yolu siyasi iktidarın da tekrar düşünüp, taşınıp ülkede kalmayan hukuk güvenliğini tesis etmektir. Herkesin güvenliği için, hukuk güvenliği için sabırlı, uzun bir yürüyüşe çıktığımız anlaşılıyor. Adaletsiz, yasa tanımaz bir şekilde, insanları soruşturan, Yüzlerce avukat, gazetemize destek olmak için adliyeden gazetemize kadar cüppeleriyle yürüdü. Avukatlar, iktidara hukuk güvenliğini yeniden sağlaması çağrısında bulundu kovuşturan, tutuklayan, yıllarca ceza veren ve bunların adalet süreci içerisinde görev yapan bütün adli birimlerin bugün yargılandığı, soruşturulduğu, kovuşturulduğu, tutuklandığı, meslekten ihraç edildiğini görüyoruz. Onların da adil yargılanma hakkı, onların da hukuk güvenliğine ihtiyacı var. Bizim gücümüz de sadece buradan kaynaklanıyor. Suçlu fail kim olursa olsun onun hakkını, hukukunu savunmasına sahip çıkmak” dedi. Güvenliğiniz kalmaz Hâkim ve savcılara da seslenen Belen, “Hukuk güvenliği olmazsa, hukuku bu şekilde kullanırsanız, yasaları bu şekilde tanımaz hale gelirseniz ve hatta kendi çıkardığınız kanun hükmünde kararnamelere uymazsanız, sizin de yarın güvenliğiniz kalmayacaktır. Herkesin, onların da bizim de hukuk güvenliğimiz için bu adalet yürüyüşü, bu hukuk yürüyüşü, sabrımızı ve gücümüzü deneyecektir” diye konuştu. Gazetemiz yazarı Aydın Engin de kalabalık bir avukat grubunu görünce şaşırmadığını ifade ederek, “Bu tabloyu görünce şaşırmadık. Biz ne zaman başımız belaya girse hukukçu çağırsak yüzlercesi geliyor ve omuz veriyor. Bu bizim için sürpriz değil. Yani bizim sorunumuz avukat ve huhukçu sorunu değil. Bizim sorunumuz hukuk, biz hukuku arıyoruz ama bulamıyoruz” dedi. l İSTANBUL / Cumhuriyet ma hakkı ile ilgili düzenlemenin, teorik ve hayali değil, pratik ve etkili olması gerektiği belirtilerek, belge içeriği bilinmeksizin savunma yapmanın etkili olmayacağını ve adil yargılanma hakkını ihlal edeceğine işaret edildi. CMK’nin 153. maddesinde bilirkişi raporlarının avukat tarafından incelenmesi ve bunlardan örnek almasının engellenmeyeceği, aksinin dürüstlüğe aykırı düşeceği vurgulandı. Dilekçede, Akın Atalay hariç 9 yazar ve yöneticimizin avukatları ile görüştürülmeyerek tecrit halinde tutuldukları belirtilerek, Birleşmiş Milletler’in devletlere tecrit yasağını yüklediği, AİHM’nin de ilk 48 saat avukat kısıtının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bulduğu kaydedildi. Bu sözleşmeye göre gözaltındaki kişinin, serbest bırakılmayan kişinin derhal hâkim önüne çıkarılması gerektiği ifade edildi. Savcılığın yazar ve yöneticilerimizi yargıç önüne çıkarmadan 4 günden fazla süre ile tecride tabi tutmasının makul bir nedene dayanmadığı belirtilerek, bu süre içinde birtakım kişilerin bilgisine başvurulduğunu ancak bu işlemlerin daha önceden de gerçekleştirilebileceği anlatıldı. Bilirkişi kim? Dilekçede Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 1 Mart 1991 günlü içtihadına göre bilirkişi raporunun deliller gibi tartışmaya açılacağı ve değerlendirileceği belirtilerek “Müvekkillerimiz hakkındaki bu soruşturmada, bilirkişinin kimliğinin ve bilirkişi raporunun savunma makamından saklanması nedeni ile şüphelilerin adil yargılanma hakları ihlal edilmiştir” denildi. Tutuklama kararında dosyadaki müşteki ve tanık beyanlarına gönderme yapıldığı aktarılarak, bunların da yazar ve yöneticilerimizden kaçırıldığı belirtildi. Anayasada yer alan “hukuk devleti” kavramının yürütme erkinin keyfiliğini önlenmesi amacı ile üretildiğine dikkat çekilerek, “Savcı ya da yargıcın gücü, savunmayı yok edici sonuç doğuracak biçimde kullanılamaz. Savunmanın katılımına kapalı bir süreçten çıkacak her karar, hukuka aykırı düşecektir” denildi. Toptancı zihniyetle suçlama Dilekçede tutuklama istemi ve kararının gerekçelerinde yazar ve yöneticilerimize yönelik bireyselleştirilmiş bir değerlendirme olmadığına dikkat çekilerek, “Gazetede vakıf ya da Yenigün Haber Ajansı’nın yönetimlerinde bulunmayan Turhan Günay’a 30 kere gazetenin hangi yönetiminde olduğunun sorulması nasıl toptancı bir zihniyetle suçlama yapıldığını göstermektedir” denildi. Hakkında soruşturma açma süresi geç miş yazıların yeniden soruşturmaya dayanak yapıldığı açıklanarak, “Bu ancak Cumhuriyet gazetesine siyasi bir operasyon yapıldığı gerçeği ile açıklanabilir” denildi. Suçlamaya konu yazılardaki eleştiri ya da mizahın neden suç oluşturduğunun açıklanmadığı belirtilerek, “Anayasadaki ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü kavram ve sınırları hukukçu olmayanlar tarafından da bilinen tartışmasız bir husustur” yorumu yapıldı. İfade özgürlüğü suç olamaz Dilekçede can güvenliği nedeniyle yurtdışında olan Can Dündar ve birkaç günlük yurtdışı gezisine çıktığı için “kaçak” olduğu ileri sürülen Akın Atalay’a atıf yaparak 9 yazar ve yöneticimizin kaçma şüphesi ile tutuklanmalarına yanıt da verildi. Avukatlar, “Bu kişiler kaçmış olsalar ya da kaçak sayılsalar dahi, bu olgunun diğer müvekkillerimizin hukuki durumunu etkilemesi söz konusu olamaz. Her şüpheli kendi davranışı nedeni ile bir yaptırım ya da tedbire katlanmaya zorlanabilir. Aksi hal, çağdışı bir aklın ürünü ve abesle iştigal sayılacaktır” dedi. Tutuklama koşullarının oluşmadığı aktarılarak, kuvvetli şüphe olmadığı, öğretiye göre kuvvetli şüphe haline en iyi örneğin, suçüstü hali ol duğu belirtildi. Suçlamanın somut olaylara dayalı olsa bile, “suç” oluşturmuyorsa, makul şüpheden söz edilemeyeceğinden bahsedilerek, “Öncelikle müvekkillerin hangi eylemine hangi suç şüphesi doğurduğu irdelenmelidir. Yüklenen eylemin, yalnızca yazı yazmak, yazı yayımlamak, düşünce açıklamak, gazete yönetmek olduğu anlaşılmaktadır. Yüklenen eylemin, iddia edilen suçu oluşturup oluşturamayacağı irdelenmelidir. Bir gazeteci, yazar/çizer, düşüncelerini toplumla yazarak paylaşır, ifade özgürlüğünü kullanır. Bu ifadeler, şiddeti övücü, diğer kişilerin kişilik haklarını, onur ve şerefini rencide edici, aşağılayıcı olmadığı sürece, demokratik bir toplumda suç olarak kabul edilemez” denildi. Propaganda değil haber Dilekçede soru olarak sorulan haber ve vurgulandı. “FETÖ” diye adlandırılan yapının manşetlerimizle ilgili de açıklama getirildi. silahlı terör örgütü olduğu yönünde henüz Güneydoğu Anadolu’daki çatışmalı sürece verilmiş bir yargı kararı olmadığı aktarılarak, ilişkin haber yapılmasının PKK propaganda “Müvekkiller hakkında bu tür örgüt adına suç sı, Fethullah Gülen hakkında yazı dizisi yap işlemekten söz edilemez. Bu nedenle suçla manın terör örgütü propagandası olmadığı ma propagandaya çevrilmiştir” denildi. Sadece düşünce açıkladılar Soruşturma dosyasında, yönetici ve yazarlarımızın kaçtığını ya da delil kararttığını gösteren herhangi bir delil olmadığı, olsaydı bunların tutuklama kararında gösterileceğine işaret edildi. Kararda, “tutanaklara yansıyan ve sorguda gözlemlenen savunma ve davranışları” ibaresinin yer aldığı belirtilerek, “Müvekkiller hangi savunmaları ya da davranışları ile propaganda suçlusu olarak değerlendirilmektedirler? Haberi, haberciliği, halkın bilgilendirilmesini, gerçeği savunmak, propaganda mıdır? Ya da müvekkiller adı geçen örgütlere ilişkin çağrışım yapacak giysi, aksesuvar kullanımı, sembolik el işare ti, sloganvari sözler sarf edilmesi, bu örgütlere mal edilebilecek tezlerin ileri sürülmesi gibi davranışlardan hangilerini sergilemişlerdir de, hâkimlikçe böyle bir değerlendirme yapılabilmektedir” diye soruldu. Dilekçenin talep kısmında ise, “Özgür düşünen, tarafsız, bağımsız, demokrat, hukuk devletine inanan, şiddet karşıtı bir aydın insan, gazeteci, yazar/çizer, avukat, edebiyatçı, danışman, yönetici olan ve güncel olaylar hakkında düşüncelerini açıklamaktan öte bir eylemi bulunmayan müvekkillerin hakkındaki tutuklama kararının kaldırılması” istendi. l İSTANBUL / Cumhuriyet Milliyetçimukaddesatçı iktidarın kökenleri Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelişini izleyen aylarda, partisi için “İslamcı” nitelemesini yapan yabancı gazetecileri Tayyip Erdoğan haşlar ve partisinin “sağ merkezde muhafazakâr bir parti” olduğunu belirtirdi. 2016 sonbaharında, Tanrı Dağı ile Hira Dağı’nı birleştiren milliyetçimukaddesatçı bir koalisyonun başında olduğu tespitine kendisinin de karşı çıkmayacağını sanıyorum. Bugün Tayyip Erdoğan’ın ve onun peşinden giden AKP’lilerin Türkiye’ye vermek istedikleri yönünün önemli bir kaynağı, 1950’lerden sonra yeraltından yeryüzüne çıkan mukaddesatçı hareketlerle, Türk siyasal yaşamında hep ayrıcalıklı bir yer edinmiş milliyetçi akımların buluşmalarıdır. Bu buluşmanın önemli ilk adımı 1951’de kurulan ve iki yıl sonra kapatılan Türk Milliyetçiler Derneği idi. Murat Kılıç, bu derneği incelediği çalışmasında (“Allah, Vatan, Soy, Milli Mukaddesat”, İletişim Yayınları, 2016), kuruluşuna katılan tanınmış isimleri sayarken, bu girişimle milliyetçimukaddesatçı bileşimin temelinin atıldığını belirtiyor. Çok daha sonra Türkİslam sentezi olarak adlandırılacak terkipte ve Türk milliyetçiliğinin muhafazakâr bir çizgiye oturmasında bu kısa ömürlü derneğin önemli payı var. Bu milliyetçimukaddesatçı izdivacının bir başka uzantısı, 1951’de kurulan ve halen faaliyette olan İlim Yayma Cemiyeti’dir. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un geçen nisan ayında, “bir milletin diriliş öyküsünün en önemli safhalarından biri” olarak tanımladığı bu cemiyetin yanında Komünizmle Mücadele Derneklerini saymak gerekir. İlim Yayma Cemiyeti’nin dindar gençlik yetiştirme misyonuyla ilgili kapsamlı bir çalışma, bildiğim kadar daha yapılmadı. Buna karşılık komünizmle mücadele amaçlı kurulan derneklerle ile ilgili Ertuğrul Meşe’nin yaptığı değerli bir araştırma geçen ay yayımlandı: “Komünizmle Mücadele Dernekleri” (İletişim Yayınları). Kitapta, 1950, 1956 ve 1963’te kurulan üç derneğin faaliyetleri, yaydıkları düşünceleri inceleniyor. Türk sağ ideolojisinin hemen bütün baskın kodlarının olgunlaşması tasvir ediliyor. Cumhuriyet politikalarının mağduru olarak kendini görenlerin birleştiği bu dernekler, bugün çok daha açık biçimde AKP yöneticilerinin dile getirdiği, Türk sağında mağduriyet saplantısıyla oluşan hıncın yoğunlaşma alanlarıdır. Geçmişteki katı laiklik uygulamalarına duyulan tepkiden beslenen ama onu kat be kat aşan bir hınçtır bu. Komünizme ve sola karşı gibi gözükse de aslında mağduriyetin esas kaynağı olarak görülen Kemalizme ve onun temsil ettiği modernlik simge ve pratiklerine karşıdır. Ertuğrul Meşe, bu anti komünist söylem ve pratiklerin Türk sağının milliyetçi, muhafazakâr ve İslamcı hallerini birleştiren bir siyasal alan oluşturmasını etraflı biçimde inceliyor. Komünizmle Mücadele Derneği içinde ve çevresinde toplananların, reaksiyoner refleksleri güçlü, yerlici/millici özellikleri ağır basan kişiler olduğuna dikkat çekip, büyük kentlerin merkezlerindeki Batılı, modern ve laik dünya algılarına karşı büyük bir hınç duymalarına işaret ediyor. Sol düşünce ve hareketlere karşı devletin benimsediği sert bastırma politikalarını sahiplenmeye, bunun taşeronluğunu, hatta en kirli işlerini yapmaya götüren bir hınçtır bu. Örneğin, 1969’da Kanlı Pazar’ı MTTB (o dönem başkanı şimdi Meclis başkanı olan İsmail Kahraman’dı) ile el ele gerçekleştirir. Devletin düşmanlaştırma politikalarının en etkili araçlarından biri olmuştur. AP ve CKMP arasındaki çekişmede, Risalei Nur talebelerinin de desteğiyle, 1967’de mukaddesatçı yönü ağır basan Komünizmle Mücadele Derneği, 1971’de sıkıyönetim kararıyla kapandı. Görevini başarıyla tamamlamıştı. Bugün Türk sağının milliyetçimukaddesatçı çizgide oluşturduğu büyük ittifakın kaynaklarını ararken 1970 başlarında İslamcımilliyetçi izdivacının önemli bir adresi olan Yeniden Milli Mücadele hareketini ve göreli daha iyi bilinen Aydınlar Ocağı’nı da dahil etmek gerekir. Hepsini birlikte ele alınca, Türk sağ siyasaltoplumsal tahayyülünün haritası bütünüyle ortaya çıkıyor ve bugün Türk sağının bütün bunlardan beslenmiş ama zembereğinden boşalmış halinin iktidarda olduğu daha açık görülüyor. Sertel: Tamamen kin ve nefret operasyonu CHP İzmir Milletvekili Atilla Sertel, Malatya Gazeteciler Cemiyeti’ni ziyaretinde Cumhuriyet’e yönelik operasyona tepki gösterdi. Sertel, “Hiçbir suçu olmayan Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyon tamamen kin ve nefret operasyonudur. Savcının FETÖ’den sanık olması da trajikomik bir durumdur” dedi. Hükümeti eleştiren Sertel, “PKK konusunda bugün suçlanan Cumhuriyet gazetesine açılım sürecinde ‘Siz ulusalcısınız’ deniyordu. Devletin valisine ‘görme kardeşim, elinde silahı olanları görme’ demek de bu iktidarın işidir. Onun için Cumhuriyet gazetesine bu suçlar yapıştırılamaz, yakıştırılamaz” diye konuştu. Gazetemiz yöneticilerinin serbest bırakılacağını ifade eden Sertel, “Bu arkadaşlarımız serbest kalacak ama aradan geçen zaman çok önemlidir. Hakan Kara kalp hastasıdır. Cezaevinde nelerin yaşandığını Ergenekon davalarında gördük” dedi. l SELAHATTİN GÖKATALAY / MALATYA C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear