26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazar 30 Ekim 2016 18 EDİTÖR: MÜNEVVER OSKAY TASARIM: İLKNUR FİLİZ ‘12 Eylül’de en azından suçlamayı bilirdiniz’ Mehmet ve Ahmet Altan kardeşlerin avukatı Ergin Cinmen, yaşadığımız dönem için, ‘Nereye çarpacağımızı bilmeden kör bir gidiş var’ diyor Avukat Ergin Cinmen, mafya, devlet, siyaset üçgenini ortaya çıkaran Susurluk kazasının ar dından yapılan ‘sürekli aydınlık için bir dakika karanlık’ eyleminin öncüsü. 40 yıllık hukukçu. 12 Eylül dönemi dahil, Türkiye’de kamuoyunun yakından takip ettiği onlarca dava da avukatlık yaptı. Yaşa dığımız dönemi, “Tüne CANAN COŞKUN lin ucunda hiçbir şey göremiyorum. Nereye çarpacağımızı bilmeden kör bir gidiş var” diye tarif ediyor. OHAL hukuku için “Ölünün üzerinde tepini liyor” diyor. Cinmen ile tutuklu gazete ci, yazar Ahmet Altan ve Prof. Dr. Meh met Altan’ın dosyasını, darbe operas yonlarını, yargının ve savunmanın hali ni konuştuk. Yargı ve yandaş medya n Mahkemenin gerekçesi belli ancak sizce Altan kardeşler neden tutuklu? Mehmet ve Ahmet Altan’ın tutuklanma nedeni ifade özgürlüklerini kullanmaları. Mehmet Altan’la başlarsak eğer iki ana başlıkta suçlama getiriliyor. Biri artık gazetelerde karikatür haline gelen subliminal mesaj iddiası. Bu iddia internetten öğrendiğimiz yakalamael koymagözaltı kararında yazıyor. Aslında, iki insanın da gözaltına alınıp tutuklanmasına karar veren yargının da dışında bir çevre var. Yandaş medyada, Can Erzincan TV’deki konuşmayla ilgili, ‘darbeyi biliyorlardı’ diye 15 gün yayın yapıldı. Sonra bu operasyon icra edildi. O gün televizyonda edilen yarım cümleyle, darbeci askerlerin şuur altına etki etmek suretiyle darbeyi yaptırmak. O suçlamanın başka izahı olamaz. Akli değil ama bu. n Dosyadaki gizlilik kararı kaldırıldı mı? Dosya bize gizli ancak medyaya açık. Dosyadaki begeler bir kısım medyaya servis ediliyor. Tutuklandıkları gece bekliyoruz. O sırada sabah.com.tr savcının tutuklama istediğini yazmış. Bu, bir suç. Yargılamanın y’sine aykırı. Bir gizli tanık dinlenmiş. Nazlı Ilıcak dinlenmiş. Biz bunları Yenişafak, Sabah, Akşam ve Star’dan öğreniyoruz. Bu bir rezalettir! Bu karar tutuklama değil n Altan’ların tutuklanmasının, darbe soruşturmasını sulandıracağı ifade edildi. Bu görüşe katılıyor musunuz? Altan’lar şu anda tutuklu değiller, tutuluyorlar. Tutukluluk hukuki bir kavram. Suçlulukta kuvvetli belirti, kaçma şüphesi, delilleri karartma şüphesi var mı bunlara bakılır. Bunların hiçbiri Altan’ları tutuklama kararında gerekçelendirilmedi. Dolayısıyla bu bir tutuklama kararı değil. Bu fiilen olağanüstü dönemlerde ve darbe dönemlerinde görülen tutma faaliyeti. Bunu kanunlar yazmaz. Doktrinde yavaş yavaş tartışılan düşman ceza hukuku vardır. Bir savaş halinde düşman sizin elinize düşmüştür. Bir yargılama yapmak durumundaysanız bu böyle olur. Ortada bir tutma hali var. Sulandırılacak bir şey yok. n Darbe soruşturmasına dair insanlarda şüphe oluştu. Soruşturmaların sonu nereye varacak? Ahmet Altan, Taraf’tan 2012’de ayrıldığı için, savcı suç tarihini 2012’ye getirdi. Çok tehlikeli yerlere geliyor. Eğer suç, 2012’de başlatılırsa AKP iktidarının tümü, hemen hemen tüm bakanlar dikkat etsinler. Bu iş yavaş yavaş kendilerine doğru da geliyor. Yapılacak doğru düzgün soruşturma, bu darbeye girişen asker şahıslarla, onlara dar Suçu: Yazdığı muhalif yazılar! Ergin Cinmen 40 yıllık hukukçu. 12 Eylül dönemi dahil, Türkiye’de kamuoyunun yakından takip ettiği onlarca davada avukatlık yapan Cinmen’e göre hukuk açısından yaşadığımız dönemden daha kötü günler yaşanmadı. beyi bilerek yardım eden kişileri kapsamalıydı. Soruşturmayı genişlettiğiniz zaman, toplumun önemli bir kısmını siyasi iktidarı da işin içine alırsınız. Özel kast denen bir şey var. Bilerek isteyerek bir örgütün üyesi olmak. Cumhurbaşkanı, darbeden sonra meydanlarda “Ey halkım siz ve Allah’ım beni affetsin. Bunları devletin içine biz koyduk” dedi. Devlet onları pompaladı, birçok insan için ekonomik bir kapı haline geldi. Şimdi, birçok insanı evinden alıp “Cemaattesin o zaman FETÖ üyesisin” demek kabul edilebilir değil. Savcıların cemaat mensubu olmakla, FETÖ mensubu olmak arasındaki farkı iyi çizmeleri lazım. Cemaat üyesi olmak suç değil, çünkü başta Cumhurbaşkanı olmuş. Hâkimler ve savcılar bu ayrımı yapmazsa büyük bir kargaşa çıkar. Ve çıktı da... n OHAL uygulamaları sizce Türkiye’yi nereye sürüklüyor? Kaosu, bütün toplumu sararsa hukukla çözemezsiniz. Hukukun tamamen dışına çıkarsınız. Hukuksuzluk, daha büyük hukuksuzluğu doğurur. Gidiş bu gidiş. Burada kilit nokta siyasi irade ama bu işi uygulayan savcılar. Savcıların, bu meseleyi hukukun içine çekmeleri lazım. Zararın neresinden dönülse kârdır. Her ay tutukluluk incelemeleri yapılıyor. Bu tutukluluk incelemeleri bir fırsat bilinmelidir. Hâkimler dosyayı bilmedikleri için ‘tutukluluğun devamına’ diyorlar. Ama savcı isterse tahliye çıkı yor. Dolayısıyla Türkiye’nin nereye gideceğinin tespiti, savcıların elinde. O savcılar da fazla değil, bir elin parmağı kadar. Çünkü görevlendirilmişler. Üzerlerindeki sorumluluk çok büyük. Herkes korkuyor n FETÖ soruşturmasına, günün birinde Cumhurbaşkanı Erdoğan da dahil edilebilir mi sizce? Eğer cemaat üyeliği bir suçsa siyasi iktidarın çok önemli kadroları da işin içine çekilir. Savcı suçun başladığı tarihi Ahmet Altan’la 2012’ye çekti. O süreçteki gazeteler taransa kim ne dedi, kim nerede görürsünüz. Yalçın Akdoğan 2004 MGK kararını yok sayıyoruz demişti. Örgütü biz besliyoruz diyorlardı. n Altan’ların tutuklanmasına yeterli tepki verildi mi? Şu anda ciddi bir sessizlik ve suskunluk var. Herkes korkuyor. Ne yapabilir insanlar? Tutuklu 130 gazeteciye yöneltilen iddialar, bizim dosyadaki iddialara benziyor. “Kapatılan kanallarda niçin çalıştın” diye soruluyor. Bir akım başladı. İfade özgürlüğünü kullanma nedeniyle örgüt üyeliği... Böyle bir şey 12 Eylül’de görülmedi. Bu, çok tehlikeli bir şey. Hukukun yok edilmesidir. Sulh ceza hâkimlerinin bir bölümü gerçekten belli bir siyasi organizasyonun büroları gibi çalışmaya başladılar. Böylesi hukuk tanımaz bir dönemin içindeyiz şu an. n Dosyadaki tek delil televizyon kaydı mıydı? Özellikle Mehmet Altan’ın hâkimlik sorgusunda söylenen, yaşamının tümü itıbarıyla ortaya koyduğu düşünceleri ve iktidara muhalif yazıları. Başka hiçbir şey yok. Hangi yazılar diye soruldu. Hâkim bilmiyor. “Sen şu başlıklı, şu tarihli gazetede, şu kanalda şunları demişsin. Ne demek istiyorsun?” diye bir soru sorulmadı. Subliminal yolla darbe teşebbüsü n Ahmet Altan açısından durum nasıl? Subliminasyon yoluyla darbeye teşebbüs. Taraf gazetesindeki yayınlarla örgüte yardım etmek. Yani gazetecilik faaliyeti. Normal hukuk devletlerinde hukuk güvenliği diye bir şey vardır. Bu, şu demektir: Devletin yasalarını bilirseniz ‘hangi fiilleri işlersem suç teşkil eder?’ dersiniz. Suçlar belirlidir. Eylemleriniz belirlidir. 12 Eylül döneminde daha çok yasal sosyalist kuruluşlar, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’ne veya DİSK üyeliklerine davalar açıldı. ‘Bunlar yasadışıdır’ diye insanların fiillerine baktılar. Burada ise ifadeler suç olarak değerlendiriliyor. Olacak şey değil. Şu anda iki müvekkilimin de haftada bir gün aile ve avukat görüşü var. Bir saatten yarım saate indirildi. İçeriye mektup yasak, kitap sokmak yasak. İki kardeş beraber kalmak istiyorlar o da yasak. On gün de tecritte kaldılar. ‘Hukuk daha fazla katledilemez’ n 12 Eylül yargılamalarına tanıklık eden bir hukukçu olarak, durumun daha vahim olduğunu mu söylüyorsunuz? Çok daha vahim, çok daha karanlık. 12 Eylül’de, soruşturma aşaması savunmaya olabildiğince açıktı. Neyle suçlandığınızı bilirdiniz. Şu anda hangi kanıtlarla suçlandığınızı bilmiyorsunuz. Müvekkilinizle oturduğunuzda bir kameraya çekiliyorsunuz, hem görüntü hem ses çekiliyor. Bir de cezaevi görevlisi yanınızda oturuyor. Sizi dinliyor. Savunmayla ilgili not alışverişi diye bir şey söz konusu değil. Eğer bir not almışsanız, nota el konuluyor. Soruşturmanın savcısına gönderiliyor. 15 20 gün sonra o notlar size geliyor veya gelmiyor. Bu görülme miş bir şey. Bir avukat olarak bunu söylerken acı duyuyorum. Avukatlık bu soruşturmalarda yok hükmünde. Bir anlamda gayrimeşruluğa bir meşruluk katıyoruz. Bunları söylemek de aslında suç. Örneğin Nasuh Mahruki, sadece siyasi iktidarı eleştirdi diye tutuklanıyordu. Öyle bir gidiş ki nerede duracağı belli değil. İnanılmaz bir otosansür var. ‘Devlet büyüklerimize’ her gazeteci her soruyu soramıyor. Çekiniyor. Bu durum hiç yaşanmadı. En sorunlu dönemlerde avukatlık yaptım. Bugünkü gibi savunmayı yok saymak, savunmaya bu derece saldırıda bulunmak ilk kez oluyor. Yazıların, sözlerin örgüt üyeliği olarak değerlendirilmesini ilk kez görüyorum. Ne 12 Eylül’de, ne 12 Mart’ta böyle bir şey yapılmadı. n Tünelin ucunda bir ışık görüyor musunuz? OHAL bitince ne durumda olacağız? Hayır, göremiyorum. Tünelin içinde hiçbir şey göremiyorum. Asıl sorun bu. Müthiş bir belirsizlik yaşanıyor. Nereye çarpacağınızı bilmeden kör bir gidiş var. Yapanlar da neye hizmet ettiğini bilmiyorlar bence. Siyasi irade, savcılar, hâkimler bu ülkeye gerçekten de kötülük yapıyorlar. Bu kötülüğü bilmeden de yapıyor olabilirler. Hukuk bundan daha fazla katledilemez. Ölünün üzerinde tepiniliyor. Cemaat üyesi hâkim ve savcıların yaptığından daha kötüsünü yapıyorlar. Onların başına gelenlerin, bir gün kendilerinin başına gelir diye düşünmüyorlar mı? Rektör Yardımcısının imzasıyla gönderilen yazıda iptale güvenlik gerekçe gösterildi Barış akademisyenlerine sempozyum yasağı ABİDİN YAĞMUR Mersin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, “Türkiye’de Değişim sempozyumu ekonomi ve kamu yönetimi” başlıklı sempozyum için bir süredir çalışma yürütüyordu. Sempozyumda, Barış İçin Akademisyenler’in “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine im za atan Yardımcı Doç. Dr. Selim Çakmaklı, Yardımcı Doç. Dr. Tolga Tören, Yardımcı Doç. Dr. Esra Ergüzeloğlu Kilim ve Yardımcı Doç. Dr. Ali Ekber Doğan da konuşmacı olarak belirlendi. Sempozyum hazırlıklarının tamamlanmasının ardından fakülte yönetimi, OHAL uygulamaları kapsamında rektörlüğe bilgi verdi. Rektör Yardımcısı Ali Kaya imzasıy la fakülteye gönderilen yazıda sempozyuma izin verilirken, ertesi gün Kaya imzasıyla gönderilen ikinci yazıda ise 1 Kasım’da fakültenin salonunda yapılması planlanan sempozyuma “güvenlik” gerekçesiyle izin verilmeyeceği bildirildi. Rektörlüğün yasak kararına tepki gösteren akademisyenler konuşmacılar arasında barış için akademisyenler bildirisine imza atan akademisyenler de olduğu için sempozyuma izin vermediğini güvenliği bahane ettiğini söyledi. Akademisyenler,“Fakülte salonunda yapılacak sempozyum güvenlik gerekçesiyle engelleniyorsa demek ki bu fakültelerde hiç birimiz güvende değiliz. O zaman bu fakültelerde ders de yapmayalım” diyerek tepkilerini dile getirdi. l MERSİN haber İslâm’da Peygamber tasviri ne kadar yasak? İslâm’ın doğuşunu anlatan, uluslararası onay ve itibara mazhar olmuş, Anthony Quinn’i de “Hz. Hamza” rolünde Müslümanlar için unutulmazlaştırmış Çağrı (“The Message”) filminde Peygamber’in kılını dahi göremezsiniz. Zaten film, İslâm geleneğine saygı gereği Hz. Muhammed’in görüntüsüne yer verilmediğine ilişkin notla açılır. Bu “gelenek”, Mecid Mecidi’nin şu anda vizyonda olan, cuma günkü yazımızda da bir analizini yaptığımız “Muhammed: Allah’ın Elçisi” filminde bozulmuş durumda. Peygamber’in bebek olarak, çocuk olarak ve delikanlı olarak temsili, filmde söz konusu. Evet, apaçık yüzünü göremiyoruz. Ama boyuylaposuyla, eliyleayağıyla, hatta biraz kaçamak şekilde de olsa yanağıylakirpiğiyle Muhammed, İranlı yönetmenin bu son derece iddialı ve hayli tartışma yaratacağı aşikâr filminde seyre açılıyor. Eminim benim gibi filmi izleyen pek çok kişi de sonuna kadar acaba ön cepheden yüzünü gösterme sürprizi de olacak mı diye heyecanla bekledi!.. Bu olmadı. Ama Hz. Muhammed’in hayatını epik, mitik, fantastik bir anlatım eşliğinde “ortodoks” Müslümanları her halükârda rahatsız edecek derecede görselleştiren İran çıkışlı film, bu bakımdan İslâmiyet’in içinden çarpıcı bir örnek olmuş denilebilir. Ne var ki yer İran olduğunda aslında bunun çok yadırganmaması gerektiğini de kaydetmemeiz gerekir. “Sünniortodoksi”nin sadece Peygamber’in değil, onun aile efradının da resmedilip görüntülenmesine katı bir yasakçı tutum takınmasına karşın İran’da Hz. Ali’nin, Hasan ve Hüseyin’in yanı sıra Hz. Muhammed’in tasviri resim, kartpostal ve posterleri de görülmedik, sergilenmedik, hatta satışa sunulmadık değildir. Bu konuyu ele alan kısa ama özlü bir çalışma, Hollandamerkezli saygın bir İslâm araştırma kurumu olan ISIM (“International Institute for the Study of Islam in the Modern World”) bünyesinde yayımlanmış bir dergide karşımıza çıkar. “Bir Resmin Hikâyesi: Muhammed’in Şiî Tasvirleri” başlıklı yazılarında her ikisi de antropolog olan Pierre Centlivres ve Michele CentlivresDemont, İran’da Hz. Muhammed’i genç bir adam olarak “portreleyen” bir resmin izini sürerler (söz konusu resmin şaşırtıcı öyküsü, şu an konumuzun dışında). Makalenin yer aldığı sayfalarda Hz. Muhammed’in genç, güzel ve huzurlu tasvirini yansıtan o resmi de görürüz. Yazarlarca Tahran’da 1998 yılında satın alındığı kaydedilen 49,534,5 cm. ebatındaki posterin üzerinde “Muhterem Muhammed’in mübarek portresi, 18 yaşında, Mekke’den Şam’a yolculuğu sırasında” notu yer almaktadır. (P. Centlivres ve M. CentlivresDemont, “The Story of a Picture: Shiite Depictions of Muhammad”, ISIM Review, No. 17, 2006, s. 1819). İddia ediyorum, şu an yazıyı yazarken elimin altındaki dergideki o resmi görseniz, Mecidi’nin filminde de aynı yolculuğu yapan ve sırtından izlediğimiz çocuğun göremediğimiz yüzünü de görmüş kadar olursunuz!.. Mecidi’nin filmi, İslâm’ın İran’da karşımıza çıkan popülerkültürel motiflerinden beslenerek içerik bulmuş, bu nedenle de hem ayrıksı, hem de aykırı bir örnek olarak karşımızda durmakta. Bu bakımdan, Charlie Hebdo’ya yönelik kanlı saldırı sonrasında o dergide ne İslâm’a, ne de onun Peygamber’ine hiçbir hakaret kastı olmayan, aksine onun İslâm adına şiddeti reddedeceği yorumuna dayalı, “gözyaşları içinde Peygamber” çizimine katlanamayanların... Mecidi’nin filmine de iyi gözle bakacağını hiç zannetmiyorum. Ama işte sonuç olarak İran’da, İslâm Cumhuriyeti’nde bile peygamber tasviri yasak değildir. Özellikle de 1990’ların sonundan itibaren İslâm Peygamberi’ni güzel bir genç adam olarak sarığıyla, uzun beyaz entarisiyle ve yorgun ama mutlu bir yüz ifadesiyle resmeden “posterler”, İran’da peynirekmek gibi satılmaktadır; “Muhammed: Allah’ın Elçisi” altyazısı eşliğinde... Mecidi’nin “Muhammed: Allah’ın Elçisi” filmini de, filmdeki etekemiğe bürünmüş (bir tek yüzü saklı) tasvirî Peygamber görüntüsünü de bu arkaplân üzerinden değerlendirmek gerekir. Ve altını çize çize tekrar etmek de gerekir: İslâmiyet’te Peygamber’in tasvirine karşı külliyen, her yer ve zamanda geçerli bir yasak yoktur. Şiâ’yı İslâmdışı sayma cür’et ve cesaretiniz varsa, o başka tabii!.. Düzeltme Gazetemizden dün 19. sayfada yer alan söyleşide, Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’ın eşi Yavuz Abadan’ın adı, yanlışlıkla Yavuz Unat olarak yer almıştır. Düzeltir, özür dileriz. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear