26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazar 2 Ekim 2016 6 ‘Sevr’den ‘Lozan’a Mustafa Kemal Atatürk, Lozan Barış Antlaşması için, “Osmanlı tarihinde bir benzeri görülmemiş bir siyasal zafer eseridir!” der “T.C. Devleti”nin başındaki Cumhurbaşkanı Erdoğan, “29 Eylül” günü yaptığı bir konuşma sırasında: “1920’de bize Sevr’i gösterdiler. 1923’te bizi Lozan’a razı ettiler. Birileri de bize Lozan’ı ‘zafer’ diye yutturmaya çalıştı!” dedi. Yazıya, Erdoğan’ın bu konuşmasının ilk tümcesinden söz ederek başlayalım; “göstermek”le, “kabul etmek” arasında büyük bir ayrım olduğunu Erdoğan’a anımsatmak gerekirse tarihte Roma İmparatorluğu’ndan sonra ikinci büyük imparatorluk olan Osmanlı Devleti’ni paramparça edip tarihten silen “Sevr Antlaşması”nı, Osmanlı sultanı ve dünya Müslümanlarının “Halife”si “Vahdettin”in nasıl kabul ettiğine kısaca değinmek gerekir. “Birinci Dünya Savaşı”nı kazanan “Müttefik Devletleri”nin, “Osmanlı Devleti”ni yıkıma uğratmış olan “ahlak kötülüklerinden” ve “vurgunculuktan”da bu antlaşmanın “koruyacağını” da vurgulamışlardır... Osmanlı Devleti’ni, adeta bir paçavraya dönüştürecek olan bu antlaşmanın imzalanması için Vahdettin, “Yıldız Sarayı”nda bir “Saltanat şurası” toplar (22.7.1920); konuşmalardan sonra, antlaşmayı kabul edenlerin “ayağa kalkması” istenir; başta Vahdettin, ardından Sadrazam Damat Ferit Paşa ve bir kişi dışında herkes ayağa kalkar; “49” onay vardır; bir kişi eksiktir; o kişi ayağa kalkmayan “Rıza Paşa”dır. Bilindiği gibi antlaşma, Fransa’nın ünlü porselenlerinin üretildiği, Paris yakınlarındaki “Sevr Porselen Fabrikası”nda imzalanır (10.8.1920). Böylece, Batı “Osmanlı Devleti”ni yok edecek belgenin imzalanmasında bile hakaretini sürdürür. Osmanlı’nın karşısında, başta İngiltere, Fransa, İtalya olmak üzere dönemin emperyalist ülkeleriyle yeni yeni belirmeye başlayan Doğu emperyalizminin öncüsü “Japonya”nın, dahası bir temsilciyle olsa da “Ermenistan”ın da içinde olduğu “on bir” devlet yer alır, “10 Ağustos 1920”de “Sevr Barış Antlaşması” imzalanır. Ne var ki, daha “Sevr” imzalanmadan, Osmanlı toprağı olan “Musul”, İngilizler tarafından işgal edilmiştir; ayrıca “İtilaf Devletleri”, “55” savaş gemisiyle Çanakkale Savaşı’nda yüz binlerce şehit vererek korunan “Çanakkale Boğazı”nı geçmiş, Marmara aşılarak, “Dolma bahçe Sarayı”nın önüne kadar gelip demir atmışlardı; Vahdettin, sabah kahvesini sarayının penceresinden bunları izleye izleye içiyordu... “Sevr” ile “Yunanistan”, İstanbul’un bir ilçesi olan Büyükçekmece’ye dek gelmiş dayanmıştı; Boğazlar’ın ve Marmara’nın yönetimi, bayrağı, bütçesi olan, türlü kuruluşlara sahip küçük bir “devlet” olarak görülen “Boğazlar Komisyonu”na verilmişti; öyle ki Osmanlı Padişahi Vahdettin, Dolmabahçe Sarayı’nın rıhtımından elini suya soksa, başka bir devletin denizine daldırmış oluyordu. Ordu yok, donanma yok, denizlerimizde ulaşım hakkı yalnızca yabancı devletlere tanınmış. “Sevr” ile Anadolu’nun hangi bölümü, hangi devlete verileceği daha önce belirlendiği için “Sevr” haritasını çizmek çok kolay olur. Yalnız, belirtilmesi gereken bir durum vardır; “19 Mayıs 1919”da “Atatürk’ün, Samsun’a çıkışı”yla başlayan “Anadolu Harekâtı” ile “23 Nisan 1920”de, Ankara’da kurulan “Ulusal Hükümet”, Sevr’i tanımadığını, “19 Ağustos 1920” günkü Meclis toplantısında açıklar. Atatürk’ün başkanlık ettiği oturumda, İstanbul’daki “Saltanat Şurası”nda “Türkiye’nin varlığını söndüren bu zalim Antlaşma’nın, imza edilmesine karar veren ‘malum kişilerin’ ve ‘imza edenlerin’, ‘vatan hainliği’ ile suçlanmasını, isimlerin her yerde lanetle yad edilmesinin ilan edip duyurulması” istenir. Değerli dostlar, bu çok sınırlı anımsatma bile Sevr’in Cumhurbaşkanı tarafından pervasızca söylendiği gibi, bir “göstermelik” değil, Osmanlı Devleti’nin Padişah’ın kabul ettiği ve böylece ülkenin “fiili” olarak işgal edilip parçalanması, Padişah’ın kendi sarayında bir “esir” olması değilse, başka nedir? Osmanlı halkının, işgaller sırasında yaşadığı onca acı “göstermelik” olabilir mi? Ya onca “şehit”... Gerçi Cumhurbaşkanı Erdoğan için “şehit”ler “kelle”dir... Şehitlerimiz asla ne “kelle” ne de “göstermelik” olamazlar; Türk halkı bunu kesinlikle kabul etmez, reddeder... İnsanın yazarken bile içi titriyor... Evet, konuyu sürdürürsek, İstanbul Hükümeti her türlü ihaneti sürdüredursun; “Milli Mücadele” artık “Ulusal Kurtuluş Savaşı” olarak örgütlenip tüm Anadolu’yu kaplamış, önündeki engelleri yıkmış, aşmış; düşmanı önüne katmış yürümekte; böylece, “Ege” adım adım düşmandan temizlenmektedir. “1922” yılının “2 Eylül” akşamı, Yunan ordusunun “Başkomutanı Trikopis” subaylarıyla birlikte esir alındığı, “barış”a gidecek yolun da başlangıcı görülür; barış görüşmeleri için “TBMM Hükümeti”, İzmir’i önerirse de, görüşmelerin “Lozan”da olacağı; “13 Kasım”da da başlayacağı duyurulur. Ne var ki, “İtilaf Devletleri” hem Ankara’ya hem de İstanbul’a çağrıda bulunma aymazlığını gösterirse de, Padişah’ın İngilizlere sığınıp kaçması, ardından Meclis’in, “Saltanat”ı kaldırılmasıyla sorun çözülür, bunun üzerine Meclis’te yapılan seçim sonunda, Dışişleri Bakanı İsmet Paşa, “Başdelege” seçilir, oluşturulan bir heyetle “Lozan”a gönderilir. “Müttefik Devletler”in başını çeken, İngiltere’nin başdelegesi de, dönemin ünlü “kurt politikacısı” denilen Dışişleri Bakan’ı Lord Curzon’dur; kendisi kadar ünlü bastonunun, toplantılarda masa üstünde yer alması doğal karşılanırdı. Öteki ülkelerin temsilcileri de, genelde “elçilik” yapmış deneyimli politikacılardır, ama hepsi İngiliz delegesi Curzon’un peşine takılmışlardır. Yunan delegesi, Sevr Antlaşması’nı da imzalayan “Venizelos” daha ilk toplantıda, “Kuşkusuz, Yunanistan için askeri üstlerinin yüzlerce kilometre uzağında, Anadolu’nun içerisinde savaş sürdürmek bir budalalık olmuştur!” itirafını yapar. Bu “itiraf”tan söz edilince “Kıbrıs” sorununu anımsamamanın olanağı yok... Ne ki “Venizelos”, o “sıfatı” kullanmasına karşın yine de şöyle diyecektir: “Anadolu’da neden ‘üç devlet’ kurulmasın? örneğin doğuda bir ‘Ermeni Devleti’, batıda ‘İzmir’i de içine alan bir ‘Rum Devleti’ kalan kısımda da bir ‘Türk Devleti’ pekâlâ oluşturulabilir ve yaşatılır!” İsmet Paşa, bu konuşmayı ciddiye almayıp yanıt verme gereğini bile duymaz... “İsmet İnönü”nün, Lozan’da daha ilk andan başlayarak, görüşmelerin oturacağı zemini belirlemek temel amacıydı, dolaysiyle konferansın tek taraflı değil, ikinci tarafın da varlığını, hem de eşit olarak varlığını gözler önüne koymaktı. Görüşmeler sürecinde, İnönü bu eşitliğin korunmasına çok dikkat edecek, bozulmasında her türlü uyarıyı yapacaktır; örneğin Konferans’a takılan ad, “Doğu İşleri Konferansı” olamaz, “Lozan Konferansı” olması gerekir; konferans dili olarak, İngilizce, Fransızca, İtalyanca ile birlikte Türkçeyi de kabul etmek gerekir; oluşturulan üç çalışma komisyonunun başkanları arasında Türk delege yok, birinin Türk olması gerekmez mi? Konferans Genel Sekreterliği’nin seçiminde Türkiye’den de bir aday gösterilmesi neden düşünülmüyor? Bu bunaltıcı sorulardan, Curzon hiç hoşnut değildir; tartışma yeteneğinin üstün gücüne inanan Curzon’un canını sıkan, İsmet Paşa’nın hiç yumuşamaması, uyarıları kabul edecekmiş gibi dinleyip sonunda yine “reddetmesi”ydi. Curzon, İnönü’nün bu durumunu, Mısır’daki piramitlere benzetir; örneğin “Keops piramiti ile tartışmaya girmek herhalde bu tartışmalardan farksız olurdu!” der. Sonunda, İnönü’nün direnişlerine dayanamayan “Lord Curzon”, masadan kalkar; konferans salonundan hızla çıkıp, konferansın yapıldığı “OUCHY” şatosunu adeta uçarak terk eder; tıpkı R.T Erdoğan’ın, İsrail Cumhurbaşkanı’nın bastırması karşısında dayanamayarak, dosyalarını, kâğıtlarını toplayıp toplantıyı terk etmesi gibi... Ve aynı Erdoğan, bugün Lozan’ı dile getirip, “O anlaşmada masaya oturanlar, o anlaşmanın hakkını veremediler!” diyebilmektedir. Kuşkusuz bu konuşma, iktidarın partisi “AKP”nin boğuşmak zorunda kaldığı, altından bir türlü çıkamadığı onca sorunu gündemden düşürmek için başvurduğu, bayatlamış taktiklerinden biridir. Sözü Atatürk’ün “Lozan” için söylediği, “Osmanlı tarihinde bir benzeri görülmemiş bir siyasal zafer eseridir!” ile noktalayalım. Lozan’ın şehir efsaneleri BASKIN ORAN Prof. Dr., Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fak. Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923’te kuruldu. Bu, rejimdir. Türkiye Devleti ise üç ay önce, 24 Temmuz 1923’te Lozan’ı imzalayınca kuruldu. Bu kurucu metin hakkında Sayın Cumhurbaşkanı’nın yanı sıra ağzı olan herkes epey eğlendirici şeyler üretiyor. Bunların kaynağı: Bir kısmı bilgisizlik. Bir kısmı, ulusalcılık elbisesi altında Batı düşmanlığı. Bir kısmı da Türkiye’nin komşu ülkeleri işgal etmesini savunan yayılmacı zihniyet. Çok kısaca özetleyeyim. Klasik efsaneler 1) “Lozan’da sadece Ermeni, Rum ve Musevilere haklar getirilmiştir.” Tabii ki yanlış. Bütün “gayrimüslimler”e getirilmiştir. 143 maddelik Lozan’ın hiçbir yerinde bu üç azınlığın adı hak grubu olarak geçmez. Sadece “gayrimüslimler” geçer. 2) “Lozan’da sadece gayrimüslimlere haklar getirilmiştir”. Tabii ki yanlış. “Azınlıkların Hakları” başlıklı Kesim III’te gayrimüslimler dışında daha üç gruba haklar getirilmiştir: a) “Türkçeden başka dil konuşan T.C. vatandaşları”, b) “Bütün T.C. vatandaşları”, c) “Türkiye’de oturan herkes”. (Çünkü bu Kesim’de sadece azınlık hakları değil, insan hakları da getirilmiştir; bkz. benim Türkiye’de Azınlıklar s. 7274). 3) “1926’da Medeni Kanun çıkınca bazı gayrimüslimler Lozan’daki haklarından feragat etmişlerdir”. Tabii ki yanlış. Bu hukuken mümkün olmadığı gibi, sekiz devletin imzaladığı bir uluslararası barış antlaşmasındaki haklar bireyler tarafından değiştirilemez. 4) “Lozan’da o dönemde geçerli ‘Lozan bir hezimettir’ diyorlar. Bu, her şeyi akkara gören kafaların mahsulü. Ayrıca, her barış antlaşması bir savaşı bitirir oysa Lozan iki savaşı bitirdi: Türkler için hem 1. Dünya Savaşı’nı, hem Kurtuluş Savaşı’nı. resi falan olmaz; olsaydı savaş yeniden başlardı! Bu internet silahşörleri Lozan’ı süpermarket ürünlerinin “raf ömrü”yle karıştırıyor olmalılar. 2) “Lozan’ın gizli maddeleri var.” Lahavle! 1923’ten beri imza cı sekiz devletin büyük başarıy la sakladıkları bu gizli maddele rin neler olduğu büyük bir ulusal ve uluslararası merak konusu ol sa gerek. Bu fasılda en çok, bu es rarengiz maddelerin, bor ve pet rol gibi stratejik doğal kaynakla rı aramamızı ve işletmemizi 2023 yılına kadar engellediğinden bah sedilmekte. Oysa Türkiye bütün bu madenleri en baştan bu yana aramakta ve işletmekte. 3) “Musul ve Kerkük, şu veya 24 Temmuz 1923, Lozan Antlaşması İsmet Paşa tarafından imzalandı. bu şekilde Irak dışında bir devletin egemenliğine geçerse, o za üçlü kriterden (ırk, dil, din) sadece bir uzlaşma. Çünkü hem ikinci sa man Türkiye’nin ilhak hakkı do din kriteri kabul edilmiştir.” vaş zaferle sonuçlanmıştır, hem de ğar.” Tabii ki yanlış. “Din” kriteri de o sırada büyük devlet İngiltere’nin Lahavle! Bunu söyleyenler kabul edilmemiş, uluslararası gü başı derttedir (“Oğullarımızı der Musul’u ilhak heveslisi olmanın vence altında hak sahibi azınlık hal terhis edin” kampanyaları, İr yanı sıra, bir olasılıkla Musul olarak sadece “gayrimüslimler” landa sorunu, Fransa ve İtalya’yla Kerkük’ü Nahcivan’la karıştır kriteri kabul edilmiştir. Din kabul sürtüşmeler, vs.) ve bir an önce ba maktalar. Ama Nahcivan konu edilseydi, bizzat görüşmeleri yürü rış yapmak istemektedir.   sunda da Türkiye’nin böyle bir ten Dr. Rıza Nur’un açıkça yazdığı gibi, Aleviler de uluslararası gü Daha ‘modern’ efsaneler hakkı kesinlikle yok (1921 Moskova Antlaşması Md. 3). venceye sahip olacaklardı. Kitaplardamakalelerde görülen 4) “ABD, Lozan’ı onamayı red 5) “Lozan Md. 45 Yunanistan’la bu hataların yanı sıra, çocukluğun detti.” mütekabiliyet maddesidir.” dan beri “Sen sus bakiim!”le büyü Lahavle! ABD Lozan Barış Tabii ki yanlış. Paralel yükümlü tülen vatandaşlar internet çıktığın Konferansı’na sadece “gözlemci” lük sahibi iki taraftan biri hak ver dan beri kendilerini kapıp koyu sıfatıyla katıldı; nasıl onasın veya mekten vazgeçerse öbür taraf onu verdiler, sanal âlemde küçük birer reddetsin? Bir yerden duydukla taklit edemez. Mütekabiliyet insan fırtına oldular: rı, Türkiye ile ABD arasında Lozan haklarında yasaktır (1969 Viyana 1) “Lozan 100 yıl için yapıldı, kentinde 6 Ağustos 1923’te imza Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi, 2023’te kendiliğinden sona ere lanan ve 1917’den beri kesik olan Md. 60/5). cek.” diplomatik ilişkileri yeniden kur 6) “Lozan bir hezimettir”. Lahavle! Hadi, bunu internet mayı amaçlayan ikili anlaşma. Bu Tabii ki yanlış. Bir kere, her şe te dolaştıranlar Lozan’ın 1923’te anlaşma ABD Senatosu’nda gerek yi akkara gören kafaların bir mah yapıldıktan sonra 5 Eylül 1924’te li üçte iki çoğunluğu sağlayamadı sulü. İkincisi, her barış antlaşması Milletler Cemiyeti’nde tescil edil ğı için reddedilmiş oldu. bir savaşı bitirir oysa Lozan iki sa miş çok taraflı bir uluslararası ba T.C.ABD diplomatik ilişkileri 17 vaşı bitirmiştir: Türklerin yenildiği rış antlaşması olduğunu bilmiyor Şubat 1927’de imzalanan yeni bir Birinci Dünya Savaşı’nı ve Türkle lar. Ama insan düşünmez mi yahu; anlaşmayla tesis edildi. rin yendiği Kurtuluş Savaşı’nı. Bu ticaret, savunma, dostluk vs. gibi Hani ne diyorlar ya, “Ağzı olan sebeple, bir uzlaşmadır. antlaşmalarının aksine, bir sava konuşuyor”. Lozan için özellik Ama zafer yönü daha ağır basan şı bitiren barış antlaşmalarının sü le böyle. lozan TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ Lozan’a bugünkü saldırının Osmanlı’daki uzantıları Reis işaret veriyor, neredeyse tüm kanalları kapsayan iktidar TV’lerine doluşan iktidar “tarihçi”leri ve yazarları nefretlerini kusuyorlar. Olan bu. En son İskele Sancak adlı programa gözüm takıldı, baktım hepsi aynı yalan ve sahte ağız, vur babam vur. İki ay içinde, Lozan’ı “büyük zafer” olarak kutlayan Cumhurbaşkanı, “Lozan’ı zafer diye yutturuyorlar”a döndü. Bu “zaferi yutturanlar” arasında iki ay önceki kendisini koyarak. Hayır, Lozan’ın zafer olduğuna hiçbir zaman inanmamıştı iktidar ve yandaşları. İki ay önce “Ordu ile ittifak” çerçevesinde söylenmiş bir “gönül alma” manevrası, “AKP, Kemalizme teslim oldu” propagandası karşısında “Hayır, dimdik ayaktayız, politik sahte manevralarımızla gerçek benliğimizi karıştırmayın” mesajını veriyordu. Neyse, kimse o sivil asker “Kemalist müttefikler” gerekli dersi çıkarmışlardır. ‘Eyvah Kemalist mi oluyoruz’ Bu geri manevranın ikinci nedeni de, iktidarın Osmanlıcıfetihçiİslamcı karakteridir. 12 adaları da ortaya atmasının nedeni, bu İslami fetihçi ballı bademe ağzı alıştırılmış ve beyni uyuşturulmuşları, kendi etrafında diriltmek amaçlıdır. Bu söylemle, ötedenberi “reklam arası” ilan ettikleri Kurtuluş ve Kuruluş’u, Cumhuriyeti reddeden Hilafetçi yobazlığın her zaman beslenmesi ve diri tutulması görevi de yerine getirilmiştir. Bunları uyur vaziyette boş bırakmaya gelmez, bir bakmışsınız varoluş gerekçelerini unutmuşlar ve hepsi “Kemalist” olmuş! İkide bir fıştıklamanız gerekir! Papağanlar ekranlara doluşmalı ve tarihsel çizgilerini anımsamalı! Hayır sizden ne Kemalist çıkar ne Cumhuriyetçi ne de Demokrat. Hiç korkmayın, bu kavramlarla hiç ilişkiniz olmayacak, bir endişeniz olmasın! Hangi tarihi uzantısı? “Tarihsel çizgi” lafını boşuna kullanmadım. Osmanlı’nın batan imparatorluğunun son dönemlerinde, 1900’lerin başında, dağılan ve batan imparatorlukta yersiz yurtsuz kalacaklarını görerek, İmparatorluğun unutturdukları “Türk kimliğini” keşfeden ve bunu adım adım inşa eden Osmanlı aydınlarının siyasi hareketine, İslamcı cenah savaş açmıştı. Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma adlı büyük yapıtında, bunu çok iyi anlatır. Süleyman Nazif’ler, Ebüzziya Tevfik’ler ve özellikle Arap kavmiyetçiliğini savunan Ahmet Naim Babanoğulları’gil ler ulusçuluğa karşıydılar ve daha sonra Türkiye’nin kuruluşuna ol açacak “milliyetçilik” akımını İslamcılığı ve İslam birlikteliğini parçalayacak bir “Batı mikrobu” olarak görüyorlardı. Ümmetçilik ve ulusçuluk, o dönemin iki önemli siyasi çatışma alanıydı. İlki batak, ikincisi varlıktı... Ulus düşmanlığı iktidara geldi Daha sonra siyasal İslamcı ve ümmetçi akım, Osmanlı’nın çöküşü ve Sevr ile birlikte karanlığa büründü; çünkü Mustafa Kemal ve arkadaşları, bir Türkiye ve bir ulus yaratmışlardı. O zaman tarihin çöplüğüne atılan bu “düşünce”, daha sonra öncelikle Nurculukla ve sonra da başka İslami cemaat ideolojileriyle dirildi ve bugün çeşitli kollarıyla iktidar oldu. Çöken Osmanlıcılığın çürümüş ideolojilerinin bugünkü uzantıları, “ulus devlet bir nimet midir?.. Ulus devlet tarihin yanlışıdır...” gibi ucube yazılarla Cumhuriyetin kuruluşuna saldırılarını sürdürdüler. Bugün Lozan’a saldırının ideolojik arka planında bu var. Tabii bir de Atatürk Cumhuriyeti’ni “yıkarak” yerine RTE ile başlayan bir İslami Cumhuriyet kurma ütopyaları... ‘Ulus yıkıcılığı zamanları’ Tabii Davutoğlu’nu buradan anmadan geçemeyiz. İdeolojik başroldeydi. Bu ümmetçi ve siyasal İslami çizgi ile bir pratik ve teorik hesaplaşma, “Ulus Yıkıcılığı Zamanları Ulusalcılık Üzerine Yeni bir Deneme ve Davutoğlu ile Hesaplaşma” kitabımda var. Orada, bugünkü iktidarın Amerikalı şakşakçıları ve bunun nedenleri de bulunuyor. Ayrıca çağımızın genel niteliği, sermayenin ulusçuluk yanı, ulusalcılığın tarihsel kökenleri üzerine bir özet de var. Önem verdiğim bir çalışmam, lütfen bakın. Uluslaşamama tarihi Lozan’a saldıranlar, İngiliz emperyalistlerinin o dönemki kuyruk acılarına ancak ilaç ve merhem sürmeye kalkışanlardır. Küçük rötuşlarla, bazen “milleeeet” diye bağırma zorunluluğuna kapılarak, ancak özlerinde, batan Osmanlı ümmetçiliği ile yaşıyorlar. Böyle yaşayamayacaklarını tarih gösterecek. Zaten bunların beyinsiz kuklaları da televizyonlara çıkartılmış, Kemalist iktidar keşke olmasaydı, İngiliz işgali altındaki bir İstanbul’da Müslüman olarak yaşamayı tercih ederdik, diye de konuşturulmuştu. Bunların iktidarı, 1950’lerden sonra yarım kalmış bir uluslaşma sürecinin sonucu, ürünüdür. ÇYDD: Lozan’a daha da çok sahip çıkıyoruz Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Lozan Barış Antlaşması’nın “zafer olarak yutturulmaya çalışıldığı” sözlerine Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden de tepki geldi. Açıklamada Lozan’ın kazanımları olan devrimlerden vazgeçilemeyeceği belirtilerek, “Lozan Barış Antlaşması, yalnızca günün sorunlarını değil, yüzyılların birikmiş sorunlarını tarafların masada, eşit koşullar da çözmesi gerektiğini ve çözebileceğini gösteren bir belgedir. Biz, sorunlarımızı bugün de aynı yöntemle çözebilir ve yine dünyayı şaşırtabiliriz. İmzalanışının 93. yılında Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’yü saygıyla anarken Lozan Barış Antlaşması’nın kazanımlarına her zamankinden çok sahip çıktığımızı kamuoyuna saygıyla duyururuz” ifadeleri kullandı. l Cumhuriyet/İstanbul Yunanistan’ın komünistleri de Tayyip Erdoğan’a ses verdi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Lozan Barış Antlaşması ile ilgili “Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da verdik” sözlerine Yunanistan’ın en önemli gazetelerinden Kathimerini, bir karitatürle cevap verdi. İlias Makris imzalı karikatürde Erdoğan, Osmanlı sultanı olarak resmedildi. Öte yandan Yunanistan Komünist Partisi Merkez Ko mitesi, Erdoğan’ın açıklamalarına ilişkin “tehlikeli ve provokatif” uyarısı yaptı. Erdoğan’ı Türkiye’nin Yunanistan’ın sınırları ve egemenlik hakları konusunda tartışma yaratmak istemek ve bu sebeple Ege Adaları’nın yönetimi konusunu açmakla suçlayan Komünist Partisi, Erdoğan’ın bu açıklamalarla Kıbrıs meselesini yönlendirmek istediğini savundu. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear