20 Mayıs 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
KULTUR Pazartesi 21 Aralık 2015 [email protected] ‘İyi bir babadan öte iyi bir Aziz Nesin’di’ Ali Nesin’in tek isteği, babasının beş dakika için gelip neler yaptığını görmesi... ma gelmeyen kalmadı. Ulusalcı, solcu, Kemalist kesimden korkunç bir tepki aldım. Sonuçta sadece bir düşünceydi ama Nesin Vakfı’ndan bağışlarını kestiler. Alİ NESİN: EDİTÖR: CEREN ÇIPLAK TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ Aziz Nesin’in 100. yaşı vesilesiyle buluştuğumuz oğlu, matematikçi Ali Nesin’le korkularından babasıyla ilişkisine değin pek çok şey konuştuk. 17 Toplum ruhumu da istiyor Vakfın bağışlarının kesilmesi tehdidi sizi fikirlerinizi özgürce ifade ederken endişelendiriyor mu? Vakıf için çok verdim ayıptır söylemesi. Bütün hayatımı değiştirdim. Amerika’dan geldim. Ailem de parçalandı bu yüzden. Çoluk çocuğum da zarar gördü. Malım mülküm yok, neyim varsa Vakfa verdim. Ama bir de benim ruhum var, değil mi? Var ya hani bir Türk filmi repliği, “ruhuma asla” diye. Toplum ruhuma da sahip olmak istiyor. Bu doğru bir şey değil. Düşünce özgürlüğümü kısıtlıyorlar. Bu tehdit beni rahatsız ediyor. Bir yandan özgür olmak istiyorum, bir yandan da Vakfı düşünüyorum. Diyelim ki ben bin defa haksızım, çocukların ne suçu var? Vakıf sonuçta yaşamak zorunda. Vakıf siyasi bir oluşum değil ki, ben Vakıf’ta düşüncelerimin propagandasını yapmıyorum ki. Vakıftaki çocuklar Türkiye’nin hiçbir yerinde olmadığı kadar özgürler. n Ali Nesin babasının omuzlarında... n Aziz Nesin’in 100. yaşı niçin kutlanmalı sizce? Aziz Nesin çok kendine özgü bir şahsiyetti tabii. Hiçbirimizin hoşuna gitmeyen şeyler söyledi. Zamanında kimini kabul ettirdi kimini kabul ettiremedi, kimisi kabul etti, kimisi kabul etmedi. Ama her zaman ifade özgürlüğünden yana oldu. İnsanlar kendi düşüncesinde olan insanların düşünEZGİ ce özgürlüğüne sahip çıkıATABİLEN yorlar ama başka düşüncedeki insanların düşünce özgürlüğüne sahip çıkıyorlar mı, o tartışılır. Türkiye’de çoğu zaman hoşumuza gitmeyen düşüncelere karşı linç kampanyaları yapıldı. Orhan Pamuk’a, Murat Belge’ye, Celal Şengör’e yapıldı. Bunlar yasal karşı koymalardı, yasa dışı bir şey yoktu, ama ben sadece yasal olandan bahsetmiyorum. Bir mahalle baskısı var, insanlar düşüncelerini özgürce söyleyemiyorlar. Başörtüsüne özgürlük için imza attığım zaman başı Nesin’in haklı çıkması için elinden gelen her şeyi yaptı. AKP durduk yerde başa gelmedi tabii, bunun bir de geçmişi var. Bu kadar faili meçhul, halka hakaret, başörtülülere, dindarlara hakaret... Olacağı buydu. Erbakan’ın dedi “Kanlı mı olacak, kansız mı olacak” dedi ya! Yatıp kalkıp dua edelim ki kansız geldiler. Cumhuriyetçilerin, ulusalcıların, Atatürkçülerin büyük hatası olduğunu düşünüyorum. Hiç kendilerini sorgulamadılar, yanlışlarını göremediler. Hâlâ da eleştirildiklerinde dikenlerini çıkartıyorlar. Hatayı ‘yetmez ama evet’çilerde buluyor meselâ. Ben de onlardan biriyim biliyorsun. Hatayı başkalarında buluyor, iç güçlerde, dış güçlerde buluyor ama kendinde bulmuyor. Hata hep başkalarında. Kendilerinde bir sorun yok... n Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamları, seçim öncesi HDP’ye saldırılar, Gül Kitabevi yangını, ülkedeki savaş ortamı, Diyarbakır’daki göç hâli... Sivas Katliamı’ndan bugüne ne değişti? Sivas’ın arkasında derin devlet vardı bir kere, ondan hiç kuşkum yok. Türkiye’de böyle büyük katliamlar, linçler arkada büyük güç olmadan yapılmaz. 67 Eylül’ün, Sivas’ın, Çorum ve Kahramanmaraş’ın da arkasında da bir güç vardı. Gül Kitabevi’nin yakılmasıyla ilgili de bu böyle. Bu gücün ne kadar köklü olduğu sorusu önemli. Bu derin devletse çok vahim. İki adım ileri gittik, iki adım geri geldik demektir bu. Ya da Suruç’un arkasında derin devlet varsa, çok vahim demektir. İnşallah yoktur diyorum. n Davutoğlu Suruç’taki canlı bombayı yakalayıp hukuka teslim ettiklerini söylemişti... Ne yapsın adamcağız? Sonuç olarak hükümette ve bir bomba patlamış. Politikacı yalan söyler, aldatır, bir şey söylemek zorunda. İktidardaysa toz pembe göstermeye çalışır, muhalefetteyse “tehlike çanları çalıyor” der. Ben onlara bakmıyorum. Türkiye bir vesayetten kurtuldu. Şimdi başka vesayete girdi. O vesayetten 80 yılda kurtulduk. Bakalım bu vesayetten kaç yılda kurtulacağız. Önümüzdeki 5 yıl içerisinde kurtulabilirsek, fena sayılmaz. Bir yere geldik demektir. Toplumsal problemler böyledir. Her problem başka problemler doğurur. Eğer problemden korkuyorsan problem çözemezsin. İnsan ilişkileri de, toplumsal sorunlar da böyledir. Bu vesayet problemi de başka problemler yaratacaktı, yarattı da. Çünkü bu vesayet durduk yerde gelmez ki, toplumun bir ihtiyacıdır, o ihtiyaç hâlâ devam ediyor. Katliamların ardındaki güç Dua edelim ‘kansız’ geldiler n Aziz Nesin, İBB Başkanı olduğu gün “Aziz Nesin’in adını İstanbul’dan kazıyacağım” diyen Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı dönemine şahit olamadı. O dönem kendisine “Elinize bir güç geçtiğinde kullanacaksınız” demişti hatta. Yaşasa ve görseydi sizce nasıl yorumlardı bugününü? Haklı çıkması kötü oldu. Keşke haklı çıkmasaydı. Ama Kemalist kısım da Aziz Aziz Nesin Kürtlerin insan haklarının verilmesinden yanaydı tabii ki. Aziz Nesin, Kürt kelimesini ağza almanın yasak olduğu dönemde ‘Bulgaristan’da Türkler, Türkiye’de Kürtler’ kitabını yazdı. Başına bir şey gelmedi neyse ki, ama gelebilirdi. Mesela Can Dündar’la Erdem Gül’ün tutuklanmasına karar veren hukukçular hukuk dışı karar alabiliyorsa, onlar da bir vesayet altındalar demektir. Özgür değiller. Türkiye’nın kısa vadede tek kurtuluşu olduğunu düşünüyorum. Türkiye, Kürtlerin özgürlüğüyle özgürleşecektir. Kürtlerin özgürlüğünün, insan haklarının iade edilmesi, Kürt dilinin özgür bırakılması, belli bir özerklik kazanmaları bütün Türkiye’nin yararına olacak. Daha önce Müslümanların özgürlüğü Türkiye’yi belli bir yere getirdi. Şimdi sıra Kürtler’de. Türkiye’yi kurtaracak olan Kürtlerdir diye düşünüyorum. Eğer geç kalınmamışsa tabii... n Zamanaşımı kararı verilen Sivas davasıyla ilgili ailelerle aranızda dayanışma var mı? Doğrusunu söylemek gerekirse oradaki iki üç saçma sapan insanı cezalandırmak Sivas’ı sorgulamak değildir. Sivas’ı sorgulamak arkasındaki gücü sorgulamaktır. Oradaki üç beş cahil insanın yakıp yıkması kötü bir şeydir ve o hukuki bir meseledir. Sosyolojik ve siyasi mesele ise, arkasında kim vardı sorusunun yanıtındadır? n Şimdi biat etmeyen gazetecilerin yanı sıra bir sürü mizahçının da yargılandığı bir dönemden geçiyoruz... Ne kadar yargılanırsa o kadar fazla mizah çıkacaktır. Baskıdan beslenir mizah. Hepimizin umudu Can ve Erdem “Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmaları rezalet. Türkiye için bir leke. Korkunç bir şey. Bununla başa çıkamayacaklar, çıkamazlar. Bununla başa çıkmaları hepimizin felaketi demek. Dolayısıyla yakın zamanda çıkacaklarını düşünüyorum. Can’la Erdem’e mesajım: Siz içerideyken dışarıda olduğumuz için utanç duyuyorum. Rahat yatsınlar, hiç umursamasınlar. Hepimizin umudu onlar. Bilsinler. Bir zamanlar başkaları içerideydi, kandırıldık dedi Cumhurbaşkanı. Şimdi Can’la Erdem çıktığı zaman kim kandırmış olacak, merak ediyorum. Bir sefer de sorumluluğu üstlenmesi lazım. Bu yanlış ve yapılmayacak bir şeydi. Bu kıyamete doğru ilk adımdır. Mutlaka geri adım atılması lazım.” ‘Ben de korkuyorum...’ Ali Nesin, Nesin Vakfı çocuklarıyla birlikte. Bağış için: Nesinvakfi.org ‘Kürtler kurtaracak’ n Sizce Türkiye’nin kurtuluşu nerede? n Aziz Nesin’den bahsederken niçin “baba” değil de “Aziz Nesin” diyorsunuz? Öyle demem gerekiyor... Çünkü Aziz Nesin o... Benim babamdan da öte... Babamın Aziz Nesin olduğunu hemen anlayamadım tabii. Ama belli bir yaştan sonra anladım ki o başka bir adam. n Kaç yaşında anladınız? 16 yaşında filan anladım. Belli bir süreden sonra çok daha tanınır oldu bir defa. Ben de başka babaları, aralarındaki farkı gördüm ve bu adamın Türkiye’ye mal olmuş bir adam olduğunu anladım. Benim hakkım yoktur bana babalık yapmadı, demeye. n Babalık yapmıyor muydu ki? Yok canım yapıyordu. Çok iyi, olağanüstü bir babaydı. Tabii zamanı olduğu kadar iyi babaydı. Ama şunu anladım ki, iyi bir baba olmasından önce çok iyi bir Aziz Nesin’di. Başka bir insandı. Çocukluğumda da fark ettim farkını ama bu kadar bilinçli şekilde fark etmedim. O rakı sofrala ‘Babalık yapmadı’ demeye hakkım yok “Bu toplumda biat etmek var, özgürlük yok. Hepimiz korkuyoruz. Söyledim size, ben de korkuyorum. Benim kadar özgür bir insan var mı? Batı’da büyümüşüm, belli değerler içinde yetişmişim, hiçkimseye ihtiyacım yok... Ne kadar medeni özgürlüğüm olması lazım, değil mi? Ama vakfın bağışları kesilir diye korkuyorum.” rındaki tartışmalarda, evimize çok akıllı, bilgili insanlar gelirdi. Profesörler, tiyatrocular, parti başkanları, yazarlar, çizerler... Ama babam başka türlü konuşurdu gerçekten. Çok anlaşılır, çok mantıklı konuşurdu. Orada öğrendim ben düşünmeyi zaten. Hep dinler, döner döner bakardım. Kim ne diyor, nasıl diyor, neden diyor, kim haklı, kim ona nasıl cevap veriyor filan... Muhtemelen benim matematikçi olmamın nedeni de bu. Çok erken yaşta bütün gazeteleri okuyordum. 13 tane gazete gelirdi evimize. Bir gece önceki tartışmada kim haklı çıkmış diye bakıyordum. ‘Tek isteğim gelip görsün’ n 100. yaşı için babanıza bir armağan verecek olsanız, somut veya soyut, ne olurdu? Beş dakika gelsin görsün ne yapmışım ne etmişim. Tek istediğim o. aşadığımız coğrafya en eski çağlardan bu yana hem uygarlıklar arasında bir köprü ve geçiş yeri olma özelliği taşıyor, hem de –belki de bu özelliğinden dolayı sayısız savaşa sahne olmuş. Uygarlıklar kurulmuş ve yıkılmış. Her kuruluş ve yıkılışa insanlara büyük acılar çektiren savaşlar eşlik etmiş. Kuzeyden güneye, güneyden kuzeye, doğudan batıya, batıdan doğuya ordular çiğneyip durmuş bu toprakları. Farklılıkların bir arada yaşandığı, yaşanabildiği birçok örnekle tarihe nakşolurken, bu farklılıklar üzerinden Silvan Y Rehin alınmış bir ülke düşmanlık üretmek de her çağın egemen ideolojisinde/ideolojilerinde kullanılan anahtarlardan biri olmuş. Bedeli hep halklar ödedi Genellikle din üzerinden, mezhep üzerinden, ırk üzerinden üretilen düşmanlıklar koca koca toplumları zehirler, en parlak uygarlıkları uçurumun kıyısına getirir, pek çoğunu da o uçurumdan aşağı tekerlerken, olan genellikle köyünde, kasabasında, kentinde yaşayan sıradan insana olmuş, acıların ve kayıpların büyüğü hep onun payına düşmüş, güçlüler sonunda bir şekilde uzlaşma olanağı bulurken, bedeli hep halklar ödemiş. Ama ne ilginçtir ki yüzyıllar boyunca savaş çığırtkanlıklarının peşine takılıp o kahredici koşuya atılmaktan geri durmamış kalabalıklar. Tarihteki sayısız örnek sonunda asıl kaybedenin kendileri olacağını göstermesine rağmen, boru çaldığında hizaya girmişler saldırganların arkasında. Büyük teslimiyet hali Türkiye’nin önemli bir bölümünde artık örtülü, gizli hali de kalmamış bir savaş yaşanıyor. İnsanlar göç ediyor, kentlerde tanklar dolaşıyor, koca koca yerleşim merkezleri harabeye dönmüş durumda. Savaşın dili her şeyi eziyor, farklı çıkan sesler duyulmaz hale geliyor, barışın sesi zayıf kalıyor savaş tamtamlarının arasında. Yıllardır alıştırıldığımız, adeta zorla kanıksatılan “gerilim siya seti” artık savaş üzerinden yürüyor. Dozajı artırılmış durumda. Bir ihtiras uğruna bütün memleket rehin alınmış gibi. Tarihteki sayısız örnek hepimize asıl kaybedenin bizler olacağını hatırlatmalı, ama olmuyor işte, bu ülkede savaş üzerinden oy hesabı yapılabiliyor. Çünkü savaş boruları çalındığında, akıllar tutuluyor, yüzler sertleşiyor, hizaya giriyor kalabalıklar. Brecht’in “Cesaret Ana ve Çocukları”nda dediği gibi, “Öttü saksağan / Doldu zaman / O katıldı orkestraya / Ve adımını uydurdu / İşte karıştı araya.” Saksağanlar ötünce hayır demek yerine, adımımızı uydurup araya karışıyorsak eğer, suçun büyüğü bizim sayılmaz mı? Zaten Brecht’in bu şarkıya koyduğu “Büyük Teslimiyetin Türküsü” başlığı, durumumuzu gayet güzel özetlemiyor mu? Nesin Vakfı dostları buluştu Aziz Nesin’in 100’üncü yaşı, önceki gece Dedeman İstanbul Otel’de düzenlenen bağış gecesinde kutlandı. Fazıl Say ile Serenad Bağcan, Cihat Aşkın ve Enver Aysever’in özel performanslarıyla sahne aldıkları geceye edebiyat, sanat ve iş dünyasından 400’ü aşkın ‘Nesin Vakfı dostu’ katıldı. Fazıl Say’a sürpriz mektup Gecenin sürprizini yapan Ali Nesin, 12 Ekim 1979 tarihinde şair ve çevirmen Tahsin Saraç’ın Aziz Nesin’e yazdığı Fazıl Say hakkındaki mektubu da Say’a armağan etti. Mektubunda Fazıl Say’ın “özel statüyle yetiştirilmiş, bir harika çocuk” olduğunu belirten Saraç, 9 yaşındaki Fazıl Say’ın Yugoslavya’ya konser vermek üzere davet edildiğini ancak kendisine pasaport verilmediğini söylüyor. İletişim için: (212) 783 63 58 l Kültür Servisi C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear