22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Perşembe 19 Kasım 2015 KULTUR Kuçuradi, ‘Bizim işimiz, açıklığa kavuşturduğumuz kavramlara ayaklarımızı basarak, gerçekliğin gözünün içine baka baka, bıkmadanusanmadan ve umutsuzluğa kapılmadan, felsefî bilgi ortaya koymak’ diyor. 140’ncı Bayreuth Festivali’ne davetlisiniz Wagner’in yarattığı ve onun operalarına adanmış Bayreuth Festivali’ne geri sayım başladı. Fest Travel, Türkiye’den ilk ve tek katılımı düzenlediği kültür turizmi kapsamında festivale sınırlı sayıda bilet ve konaklama imkânı taEDİTÖR: CEREN ÇIPLAK TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN nındığını duyurdu. Biletlerinin bulunması adeta imkânsız denilen festival, gelecek yıl 140’ncı yaşını kutlayacak. Wagner’in eserlerinin çalınacağı konserler, 14 19 Ağustos tarihlerinde yapılacak. Bilgi için: 0212 216 10 36 Gerçekliğin gözünün içine baka baka felsefe Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı İoanna Kuçuradi, 20 Kasım Dünya Felsefe Günü sebebiyle yayımladığı mesajını Cumhuriyet ile paylaştı İOANNA KUÇURADİ 15 Dostları, Babıâli’nin ‘Leyla Abla’sını dün alkışlarla son yolculuğuna uğurladı 014 Dünya Felsefe Günün’den bu yana dünyamıza damgasını vuran, daha çok vahşileşen eylemlerin yarattığı terör olayları ve bu terörden kaçanların denizlerde yitişleri oldu. Türkiye ve daha birkaç devlet onlara sığınanları kabul ediyor, bazı sivil toplum kuruluşları yardım eli uzatıyor; bir kısım devlet ise kendi ülkelerinden kaçıp sınırlarına gelen insanlar ülkeye girmesin diye tel örgüler yerleştiriyor, duvar örüyor; birkaç Avrupa devleti de, küçük Aylan’ın resmi dünya basınında yayımlandıktan sonra, belirli sayıda mülteci kabul ediyor. Denizin kıyıya vurduğu çocuğun resminin yayımlanması – bildiğiniz gibi– tartışma konusu olmuştur. Kimilerine göre bu, çocukların resimlerini yayımlamayı yasaklayan etik normun bir ihlaliydi; kimilerine göre ise böyle bir ihlal yoktu. Evet, ihlal yoktu. Bu savın gerekçesi de, bu normu getirmenin amacında bulunabilir: Niçin çocukların resimleri yayımlanmamalı? Bu normun temelinde çocuklara zarar vermemek kaygısı, onları koruma düşüncesi yatıyor. Hangi zararı verebilirdi bu re 2 Kuçuradi, yeni ve farklı bir kültür yaratmanın merkezinde felsefe yattığını söylüyor. Uzun vadeli önlem sim küçük Aylan’a? Üstelik bu resim, bazı devletlerin mülteci kabul etme kararını bir an önce vermelerini sağladı. Şimdi tartışılması, sonra da gerçekleştirilmesi gereken, insanların ölümü göze alarak ülkelerinden kaçmamaları için o ülkelerin ve uluslararası topluluğun alması gereken uzun ve orta vadeli önlemlerdir. Aynı şekilde, insanların terörist olmamaları ve sayısı gitgide artan canlı bombaya dönüşmemeleri için, alınması gereken orta ve uzun vadeli önlemleri tartışmak ve gerçekleştirmek gerekiyor. Ülkemizi ziyareti sırasında Uruguay’ın eski Devlet Başkanı Jose Mujica’nın, Hürriyet’te yayımlanan bir söyleşisinde şu söyledikleri –bu bağlamda ‘kültür’ terimini doğru anlamak koşuluyla– bilgece bir saptamayı dile getiriyor: “Kültürü değiştirmezsen, hiçbir şey değişmiyor ve en zoru da kültürü değiştirmektir. Yeni ve farklı bir kültür yaratmanın merkezinde de felsefe ve etik yatıyor”. Felsefe eğitimi Bizim işimiz, açıklığa kavuşturduğumuz kavramlara ayaklarımızı basarak, gerçekliğin gözünün içine baka baka, bıkmadanusanmadan ve umutsuzluğa kapılmadan, felsefî bilgi ortaya koymak ve amacına uygun gerçekleştirilen felsefe eğitiminin işlevini yerine getirmektir. Bütün felsefe sevenlerin 2015 Dünya Felsefe Günü kutlu olsun. Suadiye Yaşlı Bakım Merkezi’nde önceki gün 88 yaşında vefat eden kıdemli gazeteci Leyla Umar, dün, İstanbul Teşvikiye Camisi’nde öğle vakti düzenlenen cenaze töreniyle Zincirlikuyu Mezarlığı’nda son yolculuğuna uğurlandı. Törene, Küba Büyükelçiliği de çelenk iletti. “Küba Büyükelçiliği, Küba Hükümeti ve Küba Halkı”ndan bir siyah çelengin de dikkat çektiği cenaze töreninde Umar’ın ailesinin yanı sıra Betül Mardin, Halit Kıvanç, Bülent Eczacıbaşı, Refik Erduran, Nuri Çolakoğlu, Ferhat Boratav, Ümit Cem Boyner, TBMM eski başkanı Hüsamettin Cindoruk ve aktör Aydemir Akbaş gibi pek çok isim de hazır bulundu. l Kültür Servisi Küba’dan çelenk Leyla Umar Küba Hükümeti siyah çelenk yolladı KONUK YAZAR PELİN BATU Ödül gecesinde ‘hukuk devleti’ vurgusu 32’nci Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması’nın ödülleri önceki akşam Trump Kültür ve Gösteri Merkezi’nde düzenlenen törenle sahiplerine verildi. Doğan Medya Grubu’nun sahibi Aydın Doğan’ın POAŞ soruşturması kapsamında ifadesi sonrası yapılan törende dikkati en çok, Aydın Doğan Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Hanzade Doğan Boyner’in “Çağdaş Türkiye” vurgusuyla yaptığı konuşma çekti. Boyner, yarışmanın 32 yıldır sürdürülebiliyor olmasını, “Türkiye’de hukuk devleti olsun, şiddet dışlansın, eşitlikçi, hoşgörülü bir ülke olsun istiyoruz. Çağdaş Türkiye’den biz bunu anlıyoruz. Karikatür bizim için hoşgörü demek” sözleriyle açıkladı. Yarışmada birincilik ödülünü, terörün hedef gözetmeksizin insanları hedef alabileceğini anlatan karikatürüyle Arnavut karikatürist Agim Sulaj aldı. İkincilik ödülü İran’dan Mohsen Nouri Najafi’ye, üçüncülük ödülü ise yine İran’dan Jalal Pirmarzabad’a teslim edildi. lEZGİ ATABİLEN 32. Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması ödül töreninden. Sinemada konser, konserde sinema Ortadan ikiye bölünmüş dev sinemaskop bir perdenin altında, komün hayatı yaşayan hippiler gibi serpilmişlerdi sahneye... orlu PSM gibi katkravat bir salonda Godspeed You! Black Emperor konseri yapmanın doğru bir tercih olup olmadığı konusunda bir şüpheyle yürüdüm, metrodan mekâna uzanan uzun ve klostrofobik koridoru. “Hope Drone”un ilk notalarıyla birlikte kaygılarımın yersiz olduğunu fark ettim. Evet, mekân teknik MURAT BEŞER zorluklara sahip bu performansa çok uygundu; tatsız bir sürpriz olmayacaktı. Tek sürpriz anarşist Kanadalı epik postrock topluluğunun habersiz getirdiği Xara adlı şarkıcı bir kızı kendilerinden önce 20 dakika dinletmeleri oldu. Ortadan ikiye bölünmüş dev sinemaskop bir perdenin altında, komün hayatı yaşayan hippiler gibi serpilmişlerdi sahneye. Politik göndermelere sahip, yıkımlarla, eylem ve protestolarla yüklü bazen renksiz ya da tek renk, bazen sepya toplumsal mücadele hissiyatıyla yüklü görsellerle; kasvetli akorlar, gürleyen davullar, amorf pasajlar, canlı doğaçlamalar, meditatif Z You! Godspeed or per Black Em AM ZORLU KŞ ÖNCEKİ A İ PSM’DEYD Sahnede, politik göndermelere sahip, yıkımlarla, eylem ve protestolarla yüklü görsellerle kasvetli akorlar ve gürleyen davullar vardı. sonsuz nota döngüleri ve atonal ses efektlerinden oluşan müzikler bir bütünün iki parçası, bu sahnede. “Gathering Storm”un ardından birbirine bağlı dört parçadan oluşan son albümleri “Asunder, Sweet and Other Distress”i baştan sona çalıyorlar. Evet, sağır edici bir kakofoninin içine yerleştirilmiş bu muhteşem melodileri ve düşük volümde titreşen vızıltıları çoğu sandalyeye çökmüş toplam sekiz kişi üretiyorlar. Sinematik Klasik tabanlı bir akış içinde seyreden bu yüksek hacimli topluluğun müziği, aslında kompozisyon açısından klasik tabanlı. Bir ara gözümüze çarpan arkadaki geyik görselleri de destekliyor; avına topluca tuzak kurup saldıran aslan sürüsü gibi çalıyorlar. Uygun adım ilerleyen davullara tremolo çekerek eşlik eden gitarların hüzünlü melodisi, cırtlak bir keman, zorlayıcı gitar riffleri hassas perküsyonla buluşuyor; ardından ani gelen sert bir kreşendo ile sağır edici bir döngüye giriyorlar. GY!BE’un uzun parçalarının içinde Black Sabbath’tan King Crimson’a uzanan pasajlar da yok değil. Her zaman yoğun ve ciddi; dramatik zirveler yaratan ses manzaraları tuhaf bir soyutluk içinde. Kafkaesk bir umutsuzluk ve sevinç ise politik duruşlarının ayrılmaz parçası. Kapanışı tanınmış parçaları “The Sad Mafioso” ile yaparken, bizi geldiğimiz yere, metronun karanlık koridorlarına doğru itiveriyorlar. (muratbeser@muratbeser.com) Kafkaesk umutsuzluk eyla Umar’ı çocukluğumdan beri tanırım. Belki de ilk fotoğraflarımı o çekmiş olabilir Kıbrıs’ta. 45 yaşımdan itibaren hatırlıyorum Leyla’yı. Ona hep Leyla dedim. Leyla öyle isterdi. Bana ve kardeşim Arda’ya hiç çocuk gibi davranmadı. Hangi ülkeye gitsek, Leyla yanımıza gelir, hayatımıza renk ve heyecan katardı. Prag’ın soğuk sokaklarında, Leyla ile antika ve şapka avcılığına çıkar, New York’ta ünlü ressamlar ve sanatçılarla raks eder, Bodrum’da saatlerce yüzerdik. Karayiplerde çıktığımız o sıkıcı tatili, öyle güzel anlatır ve yazardı ki, yaşadıklarımızı sorgulardık. “Gerçekten öyle güzel miydi yahu?” Leyla anlatınca güzelleşirdi işte. Leyla hayatta tanıdığım en enerjik kadındı. Her gün yüzer, oradan oraya gitmeye hiç mi hiç üşenmezlik etmez, hayır kelimesine boyun bükmezdi. Güçlü bir kadındı. Çok güçlü bir kadın. Duygularından korkmayan, kırılganlığını gösterme cesaretine sahip bir kadın. Ona göre, Arda melek, ben şeytandım. Çünkü Arda, sessiz sakin bir çocukken (ya da öyle gözükmeyi iyi becerebilen bir çocukken) ben her haksızlığa karşı çıkan, istemediğim bir şey karşısında isyana kalkışan bir cadıydım. Belki de ilk kez Leyla bana “cadı” demiştir... Leyla’nın erkek çocuklarını kız çocuklara tercih ettiğini düşünüp içerlerdim. Şimdi anlıyorum ki, onun bana karşı çıkışları, beni hayatın çifte standartları ve zorluklarına karşı hazırlayan en iyi okulmuş. Uzun yıllar boyunca yaptığı meslekte yapayalnız bir kadın olarak en iyi o bilirdi, erkek kompleksini, kadını küçümseyerek onu ezme çabalarını. Ama gördüğümüz üzere, Leyla hiç yılmadı. Kimi onu “cemiyet gazetecisi” olarak küçümsedi, tınmadı. Bir gün, kucağından ayırmadığı süs köpeğine sinir olsa da Elizabeth Taylor’ı konuk ediyor, ertesi gün Kaddafi’ye hiç kimsenin sormayı cesaret edemediği soruları sıralıyordu. Annemle birlikte Castro’nun yanına gittiklerinde, Leyla taa Leyla L İstanbul’dan levrek ve rakı taşımıştı. Üçü mutfağa girmiş, sabaha kadar sohbet etmiş, Fidel’in neredeyse yalnız başına bir büyüğü devirdiğini anlatmışlardı. Leyla’nın tropik renklerle boyanmış yaşamını görünce, vitamin almış gibi olur, utanırdım. Anneannem yaşında bu kadın, benim gibi gri bir melankolikle kıyaslanınca, çok daha hayat dolu ve mutluydu. Bana ne oluyordu ki? Yıllar geçti. Ben bir filmde oynadım. Leyla gururlandı. Cadısının bu işlere bulaştığını görünce, korktu, uyardı. Ama ben dersimi almıştım. Leyla’nın izinde, dik ve korkusuz olmanın önemini anlamıştım. Gel zaman git zaman, Leyla benimle de röportaj yaptı. Kanadalı bir yönetmen İstanbul’a gelmiş, Halide Edip’in hayatını çekmeye karar vermişti. Ben Halide’yi oynayacaktım. Hemen açtım Leyla’ya söyledim. Leyla bizi hemen Ortaköy’deki o zarif evine davet etti. Bu belki de kariyerinde yaptığı son röportajdı. Birkaç sene evvel, kardeşim evlenirken, Arda ilk dansı Leyla ile yaptı. O gece, Leyla yine her zamanki gibi kahkahaları eşliğinde hiç mi hiç sözünü sakınmıyor, yerinde duramıyordu. Yeni yıl geldi. Leyla’nın hafızası gelip gitmekle birlikte, yine harika hikâyeler anlatıyor, odanın en neşeli şeyi olarak ışıldıyordu. Kardeşimin ilk kızı olunca, adı Leyla oldu. Hayatımıza yeni bir cadı girdi. Küçük cadımız, ümit ediyoruz ki Leyla’mız kadar muhteşem bir kadın olur. Onu gururlandırır. Leyla’yı son zamanlarda görmedim. Göremedim. Tanıdığım en renkli kadını o zayıf halinde görmeye cesaret edemedim. Kafamdaki o kırmızı dudaklı, lacivert libaslı kadını, o Akdeniz sularının âşığı, begonvil ruhlu kadını hasta yatağında görmek çok ağır gelecekti. Yapamadım. Bugün, onu kaybettikten sonra Refik Erduran’ın yazısını okurken ağlıyorum. Çünkü Leyla’nın kalbini bin bir parçaya ayırmış olsa da, Leyla onu sevmekten hiç vazgeçmemişti. Hangi ülkeye gitsek, Refik’i ve hikâyelerini yanımızda taşıdık. Keşke, onu kaybettikten sonra söylediği güzel sözleri bir kez duymuş olsaydı. Bu belki ona verilecek en güzel armağan ve hikâye olurdu. Toprağın bol olsun Leyla. Babamın yanına gidiyorsun. Artık birbirinize bakarsınız, babamı dansa kaldırırsın. Zaten bunu yaparsan ancak sen yaparsın. C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear