22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Perşembe 19 Kasım 2015 haber EDİTÖR: CAN DOKER TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ 10 Tribünlerdeki IŞİD yandaşları aşlığın son sözcüğünde duraladım: “yandaşları” diye eklesem mi, yoksa “Tribünlerdeki IŞİD” deyip bıraksam mı? Siz olsanız ne yapardınız? Ben şimdilik okuduğunuz gibi yazmayı yeğledim. Ancak doğru yaptığımdan emin değilim... Anlaşılmıştır, Istanbul’da Başakşehir stadyumunda oynanan, Türkiye Yunanistan dostluk maçından söz ediyorum. Paris’teki IŞID saldırısında ölenler anısına saygı duruşunda tribünlerden yükselen “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” böğürtülerinden, Yunanistan ulusal marşı çalınırken daha da azgınlaşan ıslıklardan söz ediyorum... Bu ilk değil. Daha önce de 13 Ekim’de Konya’da oynanan Türkiye Izlanda milli maçında IŞİD’in Ankara cankırımında can verenlerin anısına saygı duruşunu ıslıklarla protesto eden ve “Şehitler ölmez vatan bölünmez” böğürtüleri yükselten “Ya Allah bismillah, allahuekber” diye tekbir getiren on binlerce “milliyetçi ve Müslüman”ın anısı henüz pek taze... O da ilk değildi. 2007’nin 4 Şubat’ında, yani Hrant Dink cinayetinden birkaç gün sonra Afyon’da oynanan bir maçın tribünlerinde beyaz bere takmış yüzlerce kişi “Hepimiz Ogün’üz hepimiz Türküz” diye böğürüp acımızı ve utancımızı katbekat artırmışlardı. HHH Tek tek kişilerden değil kitlesel eylemlerden söz ediyorum. Hrant için “Ülkenin en iyi evlatlarından birini yitirdik” diye içi kanamak şöyle dursun “Düşündüğünü söylemekte korkusuz üstelik Müslüman da olmayan bir heriften kurtulduk” diye kıvanan kitlelerden... Ankara’da 102 yurttaşımızın can verdiği patlamayı kutsayan, AKP iktidarına karşı yürüdükleri için ölmelerine sevinip bayram eden, sorsan duraksamadan kendilerini Türk milliyetçisi ve Müslüman olarak tanımlayacak Konya stadındaki kalabalıklardan... Önceki günkü maçta “milli düşman” belledikleri Yunanistan’ın milli marşını ıslıklayacak kadar Türk milliyetçisi, Paris’te can veren kâfirlerden dolayı bayram edip, IŞİD vahşetine alkış tutacak kadar Müslüman sayan on binlerden söz ediyorum... HHH Milliyetçiliği Türk olmayanların canını alanlara alkış tutmak, Müslümanlığı IŞİD vahşetiyle özdeş olarak kavrayan ve bunu ilan etmekten ne çekinen, ne ürken yüz binlerin yaşadığı bir ülkedeyiz. Kuşkusuz IŞİD’in onca cinayetinden sonra hâlâ IŞİD’i açık seçik, amasız fakatsız lanetleyemeyen siyaset bezirgânlarının bu “milli ve dini ayıp”ta payı var. Ama bütün suçu ve sorumluluğu bu bezirgânlara yıkıp ötesine geçmeyen bir siyasal duruşun da değeri ve saygınlığı yok... Kendilerini bu ülkenin tek sahibi sayan, bu sapık önkabulün verdiği pervasızlıkla bu milli ve dini ayıbı suç sınırına taşıyan, IŞİD canilerinin kan öğüten değirmenine seve öğüne su taşıyıp kadro kaynağı oluşturanlara karşı sesimizi yükseltmek yükümündeyiz. Bu bir yurttaşlık görevidir; bu bir uygarlık sınavıdır; bu bir insanlık ödevidir. Hrant Dink cinayetinin ardından sel olup akan yüz binlerin bedel ödemeyi de göz alıp sesini yeniden ve mutlaka yükseltmesi gereken günlerdeyiz. O evrensel sloganı hatırlayın: Susma, sustukça sıra sana gelecek... B Yanan kitaplardan doğan bir direniş 8 Eylül’de sahibi HDP’li diye yakılan, Kırşehir’in tek kitabevi, her şeye rağmen başka bir dükkânda açıldı. Gül Kitabevi’nin neyi simgelediğini, kentin bu noktaya nasıl geldiğini anlamak gerekli... iri Barbie desenli bir çantayı tutuşturmaya çalışıyor, diğeri çıkartmaların durduğu rafı devirip üzerinde tepiniyor. Bir genç, onun Pınar da sevdikleri, onu sevenler var hayatÖğünç ta, hasır bir tabureyi kitaplara hınçla vuruyor, vuruyor. Kırşehir’in en büyük, hatta tek kitapçısı Gül Kitabevi’nin 8 Eylül’de yıkılıp yakılışının görüntüleri, insan cinsinin alçalabileceği zaviyelere dair belgesel gibi aynı zamanda. İrkiliyorsunuz. Neredeyse üç ay geçti, bulunduğu altı katlı apartman boylu boyunca duman karası; Gül Kitabevi ise simsiyah bir oyuk gibi, bir utanç anıtı olarak duruyor öyle. Az ilerideki, beşte biri kadar dükkâna asılan bez afişse bir inadın bayrağı gibi: “2. şubemizle hizmetinizdeyiz”. İçeride önlüklü kız çocukları kuş gibi ötüşerek kokulu silgi seçiyor, köşede kitaplara bakan bir genç, bir rafta da üzerinde “Umuda ateş neylesin” yazan bir saksı... Yangından sağ çıkmış bir saksı bu; kader ortağı. 8 Eylül’de “Teröre lanet” mitinginden çıkıp yürüyüş güzergâhından sapan bir grup HDP binasını ve otuzun üzerinde işyerini taşladı, yıktı, yaktı. Ortak noktaları sahiplerinin Kürt olmasıydı. Kimi el kadar yufkacı, biri tatlıcı, biri tantunici; içlerinde AKP’ye, CHP’ye oy verenleri var. Kürt olması yetmiş, kiminin oturduğu apartman dahi taşlanmış. Bir üçgen içinde, bu linç rotasını gezince birkaç şeye inanamıyorsunuz. İlki o üçgenin içinde Emniyet Müdürlüğü’nün, Valilik binasının da yer alması. Doğrudan karşı caddesinde, elli metre yanında olanlar var. İkincisi, serpiştikleri “harita”, öylesi bir kalabalık tarafından ancak önceden listelenmişse gezilebilir. İtfaiye geç gelmiş. Güvenlik Şube Müdürü, Çevik Şube Müdürü ve bir emniyet müdürü yardımcısı izinli. İhmal, kusur, bunlar eksik kalır. Tam altı saat boyunca nedense emniyet güçlerinin bastırmaya takati yetmeyen elliyüz kişilik bir kalabalık bahsedilen. Altı saat! En ağır zararın neden Gül Kitabevi’ne verildiğini anlamak için, üstelik Kürt de olmayan sahiplerinin hikâyesini dinlemek lazım. İki seçim arasında örgütlenen faşizmin kaynakları, Anadolu kentlerinin dönüşümü kadar, ömürlük bir emek direnişi de var bu hikâyede. Gül Kitabevi’nin varlık nedeni olan Eşref Odabaşı ve işi birlikte yürüttüğü yeğeni Sait Akıllı aslen Yozgat Yerköy’lü. Ailenin geçim derdi sırtına bindiğinden, günde 18 saat mesaiyle bir fırında çalışmaya başladığında Odabaşı 11 yaşındaydı. Şimdi gülerek “O zaman sıkı bir antikomünisttim ama” diyor. Abisinin “solcu” olduğunu duyduğunda “Vah vah” diye içi karalar bağlamış; “Solcu dediysem de CHP’nin az solu”... Zaman içinde abisinin arkadaşlarından, okuduğu kitaplardan etkilenmiş, “yoksul bir fırıncının aradığının” solda olduğunu keşfetmiş. Sabaha karşı ekmek hamurunun kabarmaya bırakıldığı o 45 dakikada fırlayıp B NECATİ SAVAŞ ‘Ben MHP’liyim özür dilerim’ Her şeye rağmen onları ayakta tutan şey, destek ve dayanışma. Bir hafta boyunca çuvallarca yanık malzemenin dışarı çıkarılması işini, gönüllü üniversite öğrencileri üstlenmiş. Tanıdık, tanımadık çok insan sayesinde günlerce telefonları susmamış. Yayıncılar Birliği’nden, irili ufaklı yayınevlerinden aldıkları kitap desteğini sergileyebilecekleri mekânları yok, yeni dükkâna saklıyorlar. “Bu, parayla alınamayacak güç” diyor Sait Akıllı. İçerde yanan kitapların dışında, zarar görmüş, ticari değeri kalmamış test kitapları da varmış. Hepsini EğitimSen’e ihtiyacı olan gençlere dağıtılmak üzere vermişler. Ne acayip bir dayanışma ağı... Yağma ve yakma görüntülerini, çoğu çok sonra izleyebilmiş. Bakıyorlar ki dükkândan alışveriş eden de var, biri bildikleri esnaf, tanıdık çırak... Şehrin itibarını savunma refleksiyle “Dışarıdan geldiler” gibi bir görüş vardı ama hayır, sanıkların tamamı Kırşehirli, çevre illerde doğmuşsa bile Kırşehir’de yaşıyor. O günden sonra doğrudan bir tatsızlık yaşamamışlar ama oradan alışveriş edilmemesi için telkinler kulaklarına geliyormuş. Ama şu da olmuş. “Ölüye yatmış bir şehirdi Kırşehir o gün, kimse gördüğünü de görmedi” diyen Sevgi Çankaya, birinin yeni dükkândan kitap alırken şöyle dediğini söylüyor: “Ben MHP’liyim. Özür dilerim.” Türkeş de var, Kuran da Alanya’da ertesi gün: ‘Nokta atışı yapmışlar’ lanya olayları, gazeteci Fevzi Açıkalın’ın yazdığı “Akdenizli Olabilseydik” kitabında da yeraldı. Açıkalın, 8 Eylül olaylarından sonra, kundaklanan yerleri gezen bir tanığın “Vay canına, nokta atışı yapmışlar” dediğini belirtti. Bu sözler, “Olaylar örgütlü müydü” sorusunu beraberinde getirdi. İşte o bölümler: “8 Ağustos günü, Alanya’nın sevilen ismi polis Abdullah Ümit Sercan’ın şehit olduğu haberi geldi. Cenazede ‘kana kan intikam’ isteği tekbirlerle haykırıldı. 3 Eylül’de 13 yıl Alanya’da görev yapan Dargeçit İlçe Emniyet Amiri İbrahim Halil Aksoy’un şehit edilmesi Alanya’yı yine yasa boğdu. 7 Eylül günü için protesto çağrısı yapıldı. Ertesi gün, Atatürk Anıtı önünde yine toplananlar oldu. Bu gecenin Alanya tarihi için bir milat olacağı, sosyal medyadan duyurulmuştu. O gece HDP ilçe binası ile Kürtlere ait 11 işyeri yakıldı. O geceyi en iyi anlatan ifadelerden birisi, arkadaşına seslenen şalvarlı bir adama aitti: ‘Bu sefer oldu birader.’ Ertesi gün, çarşı yanık kokuyordu. Enkaz görmeye gelen yerliler, ‘Vay canına, nokta atışı yapmışlar’ diye fısıldadılar.” l Haber Merkezi diğer fırıncı çıraklarını örgütlemiş 20’lerinde bir genç o. Dört yıl üst üste grev yapmışlıkları vaki. Siyasetle daha doğrudan teması, “kökenim” dediği TİP ve 1991’den sonra HEP, DEP, HADEP hattı üzerinden. Odabaşı, son yerel seçimlerde HDP Belediye Eş Başkan Adayı’ydı. 1987’de ablasının altı bileziğiyle, üç yıl önce açılmış olan Gül Kitabevi’ni devraldı. Kitap deyince gözleri başka parlıyor Eşref Bey’in, fırında çalışırken aldığı Ahmet Telli’leri, satın alamayıp da okşadığı kitapları anlatıyor şimdi. Siyasi faaliyetleri nedeniyle iki yıllık cezaevi arası dışında hep kitabevinin başındaydı. Gelirlerin çoğunun geldiği kırtasiye kısmıyla kitabevini ayakta tuttu. Hiçbir derneğin, örgütün faaliyet gösteremediği 80 sonlarında burası 13 metrekareden 460 metrekareye büyüyen bir sığınak işlevi gördü. “Tipik solcu kitabevi hiç olmadık. İsteyen Türkeş’in kitaplarını da aldı, isteyen Kuran” diyor Odabaşı. İşte onları da yaktılar o gün. ‘Bizi yakacak mısınız yani?’ Peki Kırşehir bu noktaya nasıl geldi? Dayısıyla birlikte büyüyen, Mersin’de turizmotelcilik okuduktan sonra kitabeviyle ilgilenmeye başlayan Komünist Partili Sait Akıllı zaten dükkânda bü A yümüş. Kentteki Kürtlerin 100150 yıllık mazisi olduğunu, yerlisinden daha az yerli sayılmayacağını anlatıyor; Odabaşı da muhafazakârının bile demokrat, kadınların birçok Anadolu kentine göre özgür olduğu Kırşehir’i... “Kürtlük, Türklük meselesi hiç olmadı burada” diyor Akıllı, “Öngöremedik ama naif olduğumuzdan değil, gerçekle örtüşmediğinden. Organize bir plan, yönlendirme olmadan Kırşehir’de yaşanacak şey değildi bu.” Odabaşı, HDP’li yeni süreci işaret ediyor: “Farklı kimliklerin bir araya gelerek alanlarını genişletmeleri egemenleri rahatsız etti. Sadece AKP değil, sistem bütünüyle karşı buna. MHP’yle aynı sayıda milletvekili çıkarılması hazmedilemedi.” Çalışanlardan Sevgi Çankaya “Bizi yakacak mısınız yani?” diye kapının önünde bağırışını, “Gir içeri, sen de yan” diye bağıranları anlatıyor. Bindiği taksi dahi tartaklanmış. İçeride kalanlarsa arkadaki birinci kat camına, esnaf dostlarının dayadığı eski kapıla ra atlayarak, yakındaki bilardo salonuna sığınmış. O pencereyi gösteriyorlar, “Şimdi olsa atlayamayız” diyerek. Bir diğer çalışan Erol Kangal ısrarla “Ya içeride çocuklar olsaydı” diyor. Altısının tutuklu 13 kişinin yargılandığı dava, 15 Aralık’ta Kırşehir Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Amaçları, net olan görüntüler üzerinden sanık sayısını artırmak ve diğer zarar verilen iş yerleri dosyalarıyla birleştirilmesini sağlamak. Tuhaftır, aynı güne ait, sanıkların ortaklaşabildiği dosyalar ayrı görülme gayretinde. Böylelikle örgütlü, organize bir eylem olmaktan çıkacak. HDP binasının Ağustos’ta taşlanmasıyla ilgili dava için gittikleri Adliye’de, tesadüfen o gün saldırılan çay ocağıyla ilgili duruşmanın, mağdurlara haber verilmeksizin görüldüğünü öğrenmişler. Yakında yakılan binada tadilat başlayacak, ellerinde ne varsa Gül Kitabevi’nin eski yerinde tekrar açılması için kullanacaklar. Gerçek bir direniş öyküsü bu. Alanya olayı terör değilmiş! Alanya’da dürümcü dükkânı yakılan Adıyamanlı Kılınç’ın “zararının ödenmesi” talebini Kaymakamlık “eylemin Terörle Mücadele Kanunu kapsamına girmediğini” belirterek reddetti. ntalya’nın Alanya ilçesinde terör protestoları sırasında yüzlerce kişilik grup İstiklal Marşı okuyup tekbir getirdikten sonra Adıyamanlı Hüseyin Sertaç Kılınç’ın dürümcü dükkânını yağmalayarak, ateşe verdi. Kılınç, Terör ve Terörden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Alanya Kaymakamlığı’na başvurarak, zararının ödenmesini istedi. Radikal’den İsmail Saymaz’ın haberine göre Kılınç’ın talebi Kaymakamlık tarafından eylemin Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren eylemlerden olmadığı, yani “terör” sayılamayacağı savunularak reddedildi. Bu saldırının devlet eliyle organize A Alanya’daki olaylarda sahipleri Kürt olan işyerlerine saldırılar düzenlenmişti. edildiğini savunan Kılınç şöyle konuştu: “Mahmutlar’da herkes herkesi tanıyor. Bu devlet eliyle yapıldı. Devlet müsaade etti. Tek suçumuz, 7 Haziran seçimleridir. Lanet olsun. Bir hafta kendimizi parçaladık. Bir hafta öncesinden dükkânınızın yakılacağından haberiniz olabilir mi? Her şehit haberinde, ‘İnşallah Alanyalı değildir’ diye bakar olduk. Bize bu korkuyu saldılar. Jandarma ‘Olayda terör bulamadık’ diyor. Dükkânımıza 1500 kişi girdi. Neyden bahsediyorsunuz? Türkiye bizim; neden ayrılalım? Ayrılacak biri varsa, ülkeyi sevmeyenler ayrılsın. Asıl bölücü, ırkçı insanlardır. Faşist odur, bölücü odur.” l Haber Merkezi C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear