25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
18 OCAK 2015 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 15 S ansür, 2458 yıl önce Roma Cumhuriyeti’nde ortaya çıktı. İsa’nın doğumuna 443 yıl kala çoktanrılı Romalıların devlet jargonuna soktukları “censora” sözcüğü, devletin toplumsal kuralları ve gelenekleri tartışmaya kapatmasına yarıyordu. Zaten eski çağlarda, antik Yunan’dan antik Çin’e sansür aynı işlevi gördü ve gelenekler ile siyasal yaşamı düzenlemeyi sağladı. Çünkü gerçek devlet ve bekası, şaşırtıcı görünse de değişebilir yasalardan çok geleneklere dayanır. Ve bizim ellerde devletin sürekli sallanır, gıcırdar ve gacurdar olmasında, kuşkusuz hem yasaların yazboz tahtasına dönmesi, ama daha da önemlisi gelenek devamsızlığı vardır! İfade özgürlüğünün geçmişi de karşıtı sansür kadar eskidir. Eski çağlarda ifade özgürlüğünü yaşamı pahasına savunan en bilindik örnek ise Socrates… Gençleri ahlaksızlığa özendirmek, atasal tanrıları inkâr ve yeni tanrılar icat etmekle suçlanan Socrates, yargılandığı halk mahkemesinde “özür dilemeyi ve pişmanlık belirtmeyi reddettiği için” ölüm cezasına çarptırılmış, baldıran zehri içerek kendini infaz etmiştir. İşe bakın ki Socrates zamanında meclis ve mahkeme heyeti anlamında kullanılan “ecclesia” sözcüğü, Hıristiyanlık dini ortaya çıkınca “kilise” demek oldu! HHH Zaten çoktanrılı çağlar bitip Tektanrılı dinlerin “semavi” yayılmasıyla birlikte, sansür kurumu da “Tanrı’yı inkâr” suçuna odaklandı. Yahudiliğin Eski Ahit kitaplarından Leviticus’ta “Her kim ki Tanrı’yı inkâr eder, suçunun ağırlığını çeker: Yaradanın adına Sansürleyebildiklerimizden misiniz? küfreden öldürülür” yazıyordu. Hıristiyanlık ve İslamiyet de aynı kuralı benimsedi. Roma Katolik Kilisesi, yayınları denetlemek için censores librorum, yani kitap sansürcüleri atardı. Bu ilk sansürü aşan kitaplara, Nihil obstat (yayımlanmaİyiliğiniz İçin Sansür sında sakınca yoktur) damgası basılıyordu. Ve eser, geliyordu Ağustos 1789’da yayımlanan “İnbaşpiskoposun önüne… Eğer bu san ve Yurttaş Hakları Bildirisi”nin zat da İmprimatur (yayımlansın) 11’inci maddesinde, en tantanalı damgasını basarsa, kitap sonunüslupla yazılmış şu satırlar yer da çoğaltılabiliyordu. aldı: Michelangelo, 15081512 “Düşüncelerin ve görüşlerin arasında Sistina Şapeli’nin tavan özgür iletişimi, insanın en değerli freski “Son Duruşma” sahnesini haklarından biridir. Her yurttaş, yaratırken, dört yüzden fazla her konuda özgürce konuşabilir, insan suretini, İsa dahil çırılçıplak yazabilir, yayımlayabilir. Bu özresimlemişti. Papa 4. Paulus’un gürlüğün suiistimalinden yasalar bazı suretlerin edep yerlerini önünde sorumludur.” Başka bir uçuşan bezlerle kapatmakla gödeyişle bir ifade ya da yayın, revlendirdiği ressam Daniele da cezalandırılabilecek ama asla Volterra, halk arasında “Braghet engellenmeyecekti. tone” (don giydiren) diye anıldı! Ne var ki 13 Ocak 1791’de 1559’da Engizisyon, yasaklasansür “yurttaşlıkla bağdaşmadığı elyazma ve baskıları, Index yan” tiyatroları kapatmak için Librorum Prohibitorum başlığı cumhuriyetçi kılığında çıkageldi. altında listeledi. 1810 yılında, Napolyon tarafınTebaanın hükümdarlara, dan resmen yeniden yürürlüğe hükümdarların da papaya biat konuldu. ettiği yüzyıllar boyunca sansüre Fransa’da sansürün resmen uğramamış hiçbir sanat eseri, ve kalıcı biçimde ilgası için, 29 hiçbir yayın yoktu. Temmuz 1881’de çıkarılan “Basın HHH Özgürlüğü” yasasını beklemek Derken, Fransa halkı ayaklangerekti. dı. Devrim yaptı. Kralın kafasını Ondan öteye iç ve dış savaşlar kesti, cumhuriyeti ilan etti. Ve 26 birbirini izledi, bu ülkede. Çok kan döküldü. Her dış savaşta sansür geri geldi, her iç savaşın sonunda biraz daha ifade özgürlüğü kazanıldı. 1789’da arzulanan cumhuriyet, özgürlüklerle birlikte dönüş yapıyordu… Ama konuşmak, yazmak ve yayımlamakla ilgili yasakların asılacağı ilmeği, 1905’te devlet işlerini din işlerinden ayıran Laiklik yasası atmıştı. HHH Bu yasanın birinci maddesi, “Cumhuriyet, vicdan özgürlüğünü güvence altına alır. Kamu yararına kısıtlamalar haricinde, tüm inançların serbestçe ifa edilmesini sağlar” biçimindedir. İnsan uygarlığının sansür tarihi çok uzun. Üzerinde binlerce sayfa yazılacak bu konuda, okuduğunuz minicik özet ve örnekleri son günlerde peydah olan bir merakı gidermek için verdim. Çoğu kişi, Fransız halkının nasıl olup da olağan zamanlarda 10 binlik tirajını zar zor satabilen Charlie Hebdo’ya yapılan terör saldırısı ve gaddarca öldürülen “hepi topu” 15 mizah sanatçısı için galeyana gelmesine şaşıyor. Çoğunun bir kez bile alıp okumadığı, hatta adını bile duymadığı bir dergi için bir buçuk milyon insanın sokaklara dökülmesine bir anlam veremiyor. İşte açıklaması: Onlar konuşmak, yazmak ve yayımlamak özgürlüğü için yüzyıllardır savaşıyor. Bu uğurda can verdiler, can aldılar. Bedel ödediler. Bedeli ödenen özgürlüğün değeri bilinir. Cumhuriyet gazetesi de basında özgürlüğün ve bağımsızlığın bedelini tüm benzerlerinden daha çok ödeyerek geldiği yerde, elbette ki kazandığı değerin evrensel ifadesini savunacaktır. “Özgürlükler olabilir. Tümden özgürlük, asla olmam ıştır.” BENITO MUSSOLINI Hoş Geldin ‘Can’ımız! K üçük ailemizin üstüne dün minik bir güneş doğdu, oğlum Gökçe ve Duygu kızımın bir oğlu oldu. Adını, yalnız Türkçede var olan Can koydular. Zaten en eski Türkçede Asya demek olan soyadıyla, Can Asova gönlümüzün efendisi artık… Türkiye’nin en yetkin kadın doğum uzmanlarından Op. Dr. Birgül Sarıkamış, “tüp bebeğin kraliçesi” diye anılmasına karşın “Mine Abla”sının hatırına kolları sıvadı ve doğanın olağan mucizesi Can’ı, olağan doğumla dünyaya getirdi. Yüzü kızardığı için yalan söyleyemeyen, iyi yüreği gülüşüne yansıyan ve tanıdığım en dürüst, en etik tıp uzmanlarından biri olan sevgili Birgül Sarıkamış’a bu satırlarla Can’dan teşekkürlerimi sunuyorum. “Süper Nine”liğimi kutlayan binlerce okuruma yürekten sevgiler! Mona Lisa’nın Gülümseyişi Belli belirsiz bir gülümseyiş: Buğulu, gizemli… İnternetten Louvre Müzesi’ne bağlanıp ona daha yakından bakıyorum. Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sı… O kadar çok şey yazıldı ki bu gülümseyiş hakkında… Hüzünlüyseniz, Mona Lisa da size hüzünle bakıyor. Mutluysanız, onun yüzünde de mutluluğu görebiliyorsunuz. Elimde Umberto Eco’nun “Gülün Adı” kitabı var. Roman Türkiye’de yayımlandığında heyecanla kitabevine koşmuş, hemen orada, gülmekle ilgili tartışmanın yer aldığı bölümü okumaya başlamıştım. Romanda, Aristoteles’in kayıp kitabı “Poetika”nın ikinci cildinden söz ediliyordu. Kitap bir manastırda, labirenti andıran bir kütüphanede tutuluyordu. Poetika’nın ikinci cildinin konusu “komedya”. Kimse o güne kadar kitabı görmemişti, varlığı bile tartışmalıydı, kitap bir efsane, bir “sır”dı. Manastırın kütüphanecisi, kör bir rahip olan Jorge’ye göre bu kitap, kütüphanedeki “sapkın kitap”lar arasındaki en tehlikelisiydi. İnsanların onu görmesine izin verilemezdi. Çünkü onu “Filozof” yazmıştı (ortaçağda Aristoteles’e sadece filozof derlerdi). Batı uygarlığını etkileyen o filozof, kitapta gülmeyi savunmakla kalmıyor, komedyayı, tragedya gibi bir sanat olarak sunuyor ve felsefenin konusu haline getiriyordu. Oysa gülmek Jorge’a göre şeytanca bir şeydi. İsa’nın hayatı boyunca hiç gülmediğine inanıyordu. “Gülmek bedeni sarsar, yüz çizgilerini bozar, insanı maymuna benzetir” diye haykırıyordu Jorge. Fransiskan rahip Baskerville’li William “Maymunlar gülmez; gülmek insana özgüdür. İnsanı insan yapar” diye karşılık veriyordu. Gülmek ile ilgili tartışmalar muhteşemdi. Yine de bana biraz abartılı gelmişti. Gülmek neden bu kadar önemli bir konu olsun ki diye düşünmüştüm. Sonra anladım... “Hazreti İsa yaşamı boyunca hiç güldü mü” diye başlatılan o tartışma var ya, yüzlerce yıl sürmüş. Bu süreçte gülmek kilise tarafından yasaklanmış. İnsanlar özgürce gülebilmek, komik olanı çizmek ya da yazabilmek için mücadele vermişler. Gülmeye karşı olan tepkinin nedeni romanda basit bir dille anlatılıyordu: “Gülmek korkuyu öldürür. Ve korku olmadan inanç olmaz. Şeytan ve cehennem korkusu olmazsa Tanrı’ya ihtiyaç kalmaz.” Totaliter sistemler “korku”yu kullanırlar. Cehennem, şeytan, korkunç katiller, örgütler… Korkunç katillerle başa çıkmak için onlar kadar korkunç savaşçılar bulunur. Düzeni korumak adına alınan önlemlerle özgürlükler rafa kalkar. “Korku toplumu”nda insanlar siner. Diktatörler mizah sevmez. Çünkü bilirler, basit bir karikatür, en güçlü diktatörü madara edebilir. Hitler misiniz? Bir Charlie Chaplin çıkar sizi bütün dünyaya rezil eder. Leonardo Da Vinci’nin çizgilerini inceliyorum. Leonardo’ya bugünkü çizerlerin büyük babası diyebilir miyiz? Ortaçağ sona ereli ne kadar oldu diye hesaplarken Charlie Hebdo’cuların papaya yönelik mesajları dikkatimi çekiyor: “Bu hafta ‘Charlie’ olan Papa Francesco’ya da bir mesaj göndermek istiyoruz. Notre Dame Kilisesi’nin çanları bizim şerefimize çalacaksa, bunu bir tek koşulda kabul edebiliriz: O da zangoçluğu FEMEN grubu yapacaksa...” Mona Lisa’ya bakıyorum. Gülümsüyor. ‘Çadırları yakın gitsin’ CANAN COŞKUN Gezi Parkı direnişi sırasında parkta kurulan çadırların yakılması ile ilgili olarak yürütülen soruşturma tamamlandı. Savcılık, çadırların yakılması talimatını verdiği iddiasıyla dönemin İstanbul İl Emniyet Müdür Yardımcısı Ramazan Emekli’nin “yangın çıkarmaya azmettirmek” ve “görevi kötüye kullanmak” suçlarından 1,5 yıldan 6 yıla kadar hapsini istedi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosu tarafından yürütülen soruşturma kapsamında parka kurulan çadırların yakılması ile ilgili “Çadırları toplamakla uğraşmayın. Yakın gitsin” talimatı verdiği iddia edilen dönemin İstanbul İl Emniyet Mü Gezi Parkı’ndaki protestocu çadırlarının yakılmasına 6 yıl hapis istemi CHP faili meçhul kurbanlarını andı CHP Bağcılar İlçe Başkanlığı Kültür Sanat Komisyonu 16.01.2015 tarihinde Bağcılar Kültür Merkezi’nde faili meçhul cinayetlere kurban gidenleri anma etkinliği ve Ben Ulrike adlı tiyatro gösterimini gerçekleştirdi. Etkinliğe il yöneticileri, 3. Bölge milletvekili aday adayları, çevre ilçelerden gençlik ve kadın kolu başkanları katıldı. Partililerin yoğun katılım sağladığı etkinlikte öncelikle faili meçhul cinayetlere yönelik slayt gösterimi yapıldı. Ardından çocuklar Arda Arancıoğlu ve Cemre Tat, Uğur Mumcu’nun Sesleniş şiirini okudu. CHP Bağcılar Bilişim Sorumlusu Serpil Bal, Alman gazeteci Ulrike Meinhof’un hayatını konu alan Ben Ulrike adlı tiyatro oyununu izleyicilere sundu. dür Yardımcısı Ramazan Emekli hakkında iddianame hazırlandı. İddianamede, Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi kapsamında bazı ağaçların sökülmesini protesto eden bir grubun Gezi Parkı’nı işgal ederek çadır kurdukları kaydedildi. Göstericilerin tahliyesi ve birçoğu turuncu renkli küçük boy kamp çadırının kaldırılması için genel denetim ve koordinasyon sorumlusunun İstanbul İl Emniyet Müdür Yardımcısı Ramazan Emekli’nin olduğu belirtildi. İddianamede, şüpheli Ramazan Emekli’nin Gezi Parkı’ndaki çadırları toplayan zabıta komiseri M.S.’ye “Çadırları toplamakla uğraşma Yakma talimatı verdi yın. Yakın gitsin” talimatı verdiği aktarıldı. Şüpheli Emekli’nin talimatı ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı merkez zabıta amiri A.T., zabıta komiserleri H.A., M.S., merkez zabıta memuru Ş.A., sözleşmeli zabıta memurları O.Ç., H.Y. ve M.Y.’nin zabıta yönetmeliğine aykırı bir şekilde görevlerini kötüye kullanarak bazı kamp çadırlarını ateşe verip bazılarını da yanan çadırların üzerine atarak yangın çıkardıkları belirtildi. Bu şekilde çevrede korku, kaygı ve paniğe neden olunduğu aktarılan iddianamede, şüpheli Ramazan Emekli’nin yasal olmayan talimatı ile görevini kötüye kullanıp parktaki çadırların yakılmasını azmettirdiği ifade edildi. l Hasta tutuklu işkence için suç duyurusunda bulundu KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ‘Doktor görmeden cezaevine götürülüyor’ HİLAL KÖSE PKK’li hükümlü 40 yaşındaki Cengiz Sinan Halis Çelik, mesane kanseri ve epilepsi hastası. İnfaz erteleme talebi, Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) cezaevinde kalabileceğini bildiren raporu nedeniyle reddedildi. Kanserin erken teşhis edilmiş olması, hastalığın İnfaz Yasası’nın 16. maddesinde belirtilen ağır hastalık kapsamında değerlendirilmemesine neden oldu. Avukatı Mustafa Rüzgar, 6 Ocak’ta yaptığı son ziyarette, epilepsi ilaçlarının 13 gündür Çelik’e verilmediğini öğrendiğini anlatarak, “Kanserle ilgili son durumu bilmiyoruz. Rapor 6 ay öncesine ait. Doktora çıkarılmadan cezaevine götürülüyor” dedi. Ağrı’da 1996’da bir çatışmada yaralı olarak yakalanan Çelik, 18 yıldır cezaevinde. Kanser teşhisinden sonra dört ameliyat geçiren Çelik, 4 Nisan 2014’te, infazının ertelenmesini istedi. O tarihte, Muğla E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuluyordu. ATK 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu, 7 Temmuz’da rapor hazırladı. Raporda, kanserin erken evrede yakalandığı, yayılma durumunun söz konusu olmadığı ifade edildi. Hastalık “ağır hastalık ve sakatlık” kapsamında değerlendirilmedi. Çelik’in hayatını yalnız idame ettirebileceğine, tedavisi sağlanarak cezaevi şartlarında infazına devam edilebileceğine karar verildi. İnfaz Bürosu, 21 Temmuz’da tahliye talebini reddetti. Ağustos’tan bu yana Metris R Tipi Cezaevi’nde olan Çelik’in tek sıkıntısı hastalıkları değil. Doktor kontrolleri sırasında, kötü muameleye maruz kaldığını söylüyor. 6 Ocak’ta, kendisini hastaneye getiren ring aracındaki jandarma personeli hakkında suç duyurusunda bulundu. Savcılığa verdiği dilekçede, doktor kapısından geri döndürüldüğünü anlattı: “Ring aracından çekiştire çekiştire indirdiler. Kelepçeler bileğimi sıkıştırıyordu. Hastane binasında ite kaka merdivenleri çıktık. Uyardım, küfürle karşılık verildi. Sevkimin olduğu bölüme götürmeden, tedavimin yapılmasını engelleyerek, hastane dışına çekiştirdiler. Uzman çavuş sırtıma vurdu. Komutana durumu anlattırken, uzman çavuş sürekli ‘hoşt hoşt köpek’ diyordu.” Avukatı Rüzgar, müvekkiliyle yaptığı son görüşmede tanık olduklarını bir tutanak haline getirdi. Hastalığın son durumu hakkında bilgilendirme yapılmadığını belirten Rüzgar’ın tespitleri şöyle: “2 ayda bir hastaneye götürülüyorlar. Ring aracında kelepçeli ve ihtiyaçları karşılanmadan saatlerce bekletiliyor. Kan tahlilleri kaybediliyor. Cezaevi idaresi, 13 gündür alması gereken ilaçlarını vermiyor. Acil durumlarda en erken müdahale 4 saati buluyor. Besinler diyete uygun değil.” Yeniden infaz erteleme başvurusu yapmaya hazrlandıklarını dile getiren Rüzgar, “Tahliye çıkmazsa, Anayasa Mahkemesi’ne başvuracağız” dedi. G NOKTASI BULMACA SEDAT YAŞAYAN ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com ‘İlaçları verilmiyor’ HARBİ SEMİH POROY SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Yaprak ve 1 dallarında su 2 biriktiren bitkilere verilen 3 ad. 2/ Hay 4 van damı... 5 MÖ V. yüz6 yılda kurulan Yunan fel 7 sefe okulu. 8 3/ Tanrı’ya 9 göre insan... Ödenmesi 1 2 3 4 5 6 7 8 9 gerekli bir pa 1 M I C I R I K B ranın ödeme gü 2 A R İ A Ş U R E nünden önce ve 3 I R A K rilen bir bölü 4 N A R A C O T A Ğ ME mü. 4/ Utanma, E S A T İ R hayâ... Yelkenli 5 A D E bir yarış teknesi. 6 R E Y H A N İ 7 B U L R O L 5/ Bir takvim tüB O Y rü... Kütahya’nın 8 T İ K İ Simav ilçesinde 9 A L A D O R L A K bir kaplıca. 6/ Erden çavuşa kadar olan askerlere verilen ad... Bağışlama. 7/ Batman’ın bir ilçesi... Yunan abecesinde bir harf. 8/ Kan pıhtısı... “Ay ışığı renginde kar / Gece çizmelerim / İçimde söylenen türkü / Beni nereye çağırır” (Nâzım Hikmet). 9/ Bağlara zarar veren ve “asmabiti” de denilen böcek. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ MuğlaMarmaris karayolunda, çok güzel bir panoramaya sahip dağ geçidi... Katışıksız. 2/ Afrika’nın en yüksek dağı Kilimanjaro’nun, yerli dillerde “özgürlük” anlamına gelen adı... Yüce, yüksek. 3/ Keçi tüyü... Örnek alınacak söz. 4/ Kripton elementinin simgesi... Akdeniz havzasında görülen, çok kuru ve çok sıcak bir rüzgâr. 5/ Satrançta bir taş... En kısa zaman süresi. 6/ Akdeniz’in doğu kıyısına verilen ad... İskambilde bir kâğıt. 7/ Jüpiter gezegeninin bir uydusu... Madenleri yontmakta kullanılan çelik araç. 8/ Nesne, şey... Tören ve alaylarda padişahın ya da vezirin yanında yürüyen görevliler. 9/ İçine sulu şeyler koymaya yarayan kap... Harman yerindeki tahılın taş ve toprakla karışık kalıntısı. C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear