25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
22 HAZİRAN 2014 PAZAR CUMHURİYET SAYFA PAZAR YAZILARI 11 Ihlamur Brezilya’yı Belçika’ya taşımak kokulu kent A S uçumuzun cezasını ödüyoruz. Üstelik bu daha başlangıç. Çok daha ağır cezalar yolda. Mayıs yetmemiş gibi haziran ayında da sağanak yağışlara mahkum olduk. Yaz yağmuru gibi okşayarak gelip geçen, ortalıktaki tozu toprağı süpürüp temizleyen cinsten değil artık yağışlar. Bunaltıcı. Hava bir türlü hafiflemiyor. Tersine, külçe gibi omuzlara çöken, ruhumuzu cendereye alan bir alçak basıncın altında bunalıyoruz. “Sera etkisi” denilen bu işte. Günün birinde nefes alamaz hale geleceğiz. Şimdilik refleks olarak kaçıp sığınabileceğimiz bir yer arıyoruz. İşte tam da böyle zamanlarda beklenmedik bir teklif kurtuluş olabiliyor. “Gel seni babamın, dağların yamacındaki oteline götüreyim” dedi, genç kuşağın yetenekli ressamlarından Şevket Sönmez. Babasıyla da tanışmak istiyordum zaten. Bulgar yönetimi Türklerin adlarını değiştirmeye başlayınca 1989’da Türkiye’ye göç ettiklerini, üç yıllık çileli yaşam mücadelesinden sonra geriye döndüklerini Şevket’ten dinlemiştim. Yeni liberallerin zokasına takılan AB üyesi Bulgaristan’daki gelişmeleri, bir zamanlar ayakkabı fabrikasında işçiyken bugün ayakkabı kıralı olarak Filibe’nin vergi rekortmeni Kerim Sönmez’den dinlemek ilginç olacaktı. İnsana cinnet geçirtecek kısır politik kavgaları izlemekten bıkkınlık geldiğinden, doğduğum toprakların havasını soluyup, aydın kafalı Trakyalılarla sohbet de dinlendirici gelecekti. Ve kendimi Filibe’de (Plovdiv) buluverdim. Filibe’yi ilk kez 1970’lerin ikinci yarısında, ikinci kez de 1990’ların başında çok partili seçimin yapıldığı sırada gezmiştim. Aklımda kaldığına göre kent merkezinde büyük bir gül bahçesi olması gerekiyordu. Filibe’yi “gül kokulu kent” diye belleğime kaydetmiştim. Filibeliler mi gül kokusundan bıktı, yoksa güller mi Filibelilere küserek kuruyup gitti ya da benimki mi bir yanılsama bilmiyorum; bu kez kenti ıhlamur kokusu sarmış buldum. Önce yadırgadım ama ıhlamur kokusunun verdiği rehavetten çok hoşnut kaldım. Ve Filibe’yi bu kez belleğime “ıhlamur kokulu kent” diye kaydettim. Ihlamur kokusu kentin tarihi dokusuna da uyumluydu. STOCKHOLM Filibe’de Osmanlı’nın izlerini aramaya hiç gerek yok. Türk hamamı ve Cuma Cami bir zamanlar buralarda kimin hüküm sürdüğünü OSMAN İKİZ gösteriyor. Filibe’de tarih ve kültürün korunmasına özen gösterildiği belli. Şifa hissi yaratan ıhlamur kokulu havayı soluya soluya kentin eski mahallesine gittik. Roma antik tiyatrosuna tepeden bakan kafede oturup soluklanırken Şevket kentin tarihiyle ilgili bilgi verdi. Altı bin yıllık tarihiyle Filibe, Avrupa’nın en eski yerleşim bölgelerinden biri. Kuranlar Trak diye adlandırılan savaşçı bir halk. Ama Makedonların ve Romalıların istilalarıyla tarihten silinmişler. Eskiden söz edip, eski ama bakımlı evlerin bulunduğu sokaklara yöneldik. Bu konaklarda “çorbacı” diye adlandırılan varlıklılar yaşamış. LaMartin de kısa bir süre bu konaklardan birinde kalmış. Filibe turundan sonra Kerim Sönmez’in ayakkabı fabrikasına gittik. 64 işçinin çalıştığı fabrikada lastik ve keten ayakkabı üretiliyor. Ucuz ayakkabı ihtiyacını göz önüne alarak işe başlayan Kerim Sönmez’in yıllarca vergi rekortmenliğini elinde tutarak “Ayakkabı kralı” olarak ün salması başlı başına bir başarı öyküsü. Kerim Sönmez’e göre sosyalist rejim, yöneticiler sosyalizmden saptığı için çöktü. Peki kendisi sosyalist mi? “Vahşileşen kapitalizmde sosyalist işveren olmak hayaldir”, diyor Kerim Sönmez. İşverenişçi ilişkisinde parolası vicdan ve adalet. Rusya’nın taygalarında dokuz yıl orman işçiliği, Türkiye’de pazarlarda seyyar satıcılık yaptığından emeğe saygının ne olduğunu biliyor. Geleceğe ise kaygıyla bakıyor. AB’den alınan yardımların geri ödenme zamanı gelince Bulgaristan’ın da Yunanistan gibi derin bir krize yuvarlanacağını düşünüyor. Peki Bulgar halkı gelişmenin farkında mı? Yeni liberaller Filibe’nin çevresindeki yedi tepeden birinin tepesindeki devasa Alyoşa heykelini yıkmaya kalkışınca halk “Elveda Alyoşa” dememiş. Yıkıcıların, talancıların önüne geçip Alyoşa’ya sahip çıkmış. Kerim Sönmez bunu anlatırken keyfine diyecek yoktu. osman.ikiz@gmail.com tekniklerini de inceleyecektir. 9 Ağustos’ta tekrar İstanbul’a döner. Pek varlıklı olmayan genç gazeteci, yollara düşen bir üniversite öğrencisi gibi kılı kırk yararak uygun fiyata yolculuk etmenin olanaklarını arar; yeme içme konusunda tasarruf etmeye bakar. Ahmet İhsan, Marsilya’dan Paris ve Londra’ya uzanan, daha sonra kendi ifadesiyle “Belçika ve Felemenk pâyı tahtlarını geçerek Hamburg, Berlin, Frankfurt, Bal, Lusern, Ceneve; İtalya’da Roma, Venedik; Avusturya’da Trieste, Viyana, Peúte tarikiyle devam ve Varna hattını takip ederek” İstanbul’da sona eren seyahatini 1891 yılında “Avrupa’da Ne Gördüm” adlı kitapta toplar. Ahmet İhsan, gezdiği yerlerin fotoğraflarını da “seyâhatine letâfet vermek için” eserine eklemiştir. Bu kitap ilk resimli Osmanlı/Türk Avrupa seyahatnamesidir. Kitapta kişisel izlenimler yanında zamanın turist rehberlerinden bilgiler ve genel istatistikler de veriliyor. Ancak ben bu yazımda yazarın Belçika ile ilgili farklı bulduğum birkaç izlenimine yer vermek istiyorum. Devamı kitabın kendisinde! Ahmet İhsan’ın yolculuğunun 911 Temmuz günleri; Oostende, Brüksel ve Anvers’te geçer. Belçika’ya İngiltere’den yanında 3 arkadaşı ile gemi ile gelen Ahmet İhsan, Balıkçılar Rıhtımı üzerinden “doğruca Ostand’ın meşhurı âlem deniz hamamlarına, plaj yani kumluk sahiline” giderler ve “deniz mevsiminde Ostand’ın nasıl âlemlere sahne olduğunu anlamaya” başlarlar. Denize girmeye yeltenirler ancak daha sonra kumların üzerinde yürümekle yetinirler. Oostende’de bir süre yolunu kaybeden kafadarlar daha sonra tren garını bulur ve Brugge ve Gent üzerinden Brüksel’e ulaşmayı başarırlar. Brüksel pek ilginç gelmez Ahmet İhsan’a: “Ekseriya Brüksel’i Paris’e teşbih ederler, hakikatı hal dahi bu merkezdedir. Ben Brüksel’i gördüğüm zaman küçük Paris demiştim; burada çok şeyde Paris’i taklit ediyorlar ve muvaffak oluyorlar. Brüksel’e gelen adam Paris’e vâkıf ise alışık olduğu kahvehaneyi, bahçeleri, Bulonya Ormanı’nı, bulvarları bulur, fakat cümlesi birer ufak numune halindedir. Yani Paris’teki halin Brüksel’de yavrusuna müsadif olursunuz. Brüksel’in tarzı mimarisinde dahi Paris taklit olunagelmiştir.” Midi Bulvarı, Anderlecht Bulvarı (Poincaré Bulvarı’nın eski adı), Kraliyet Sarayı, Palais des Académies, vanların insanlara zarar hudutları içinde kendilerine ücretsiz tahay Bin Kunduz...” Bu Kraliyet Parkı, Loi et Parlement vermeden ve insanlar sis edilen topraklara taşımaktır. Tam da ifadeyi gençliğinde çizTEKSAS Caddesi, Royale Caddesi, Avenue dan zarar görmeden do bu sırada kentin hayvanseverlerini oluşgi roman okumuş olandes Arts, Sainte Gudule ve Botanik ğal yaşantılarına devam turan Hayvan Kurtarma ve Vahşi Tabialarımız hatırlar. Kaptan Swing isimli Bahçesi’ni tramvay ve arabayla etmelerini sağlamaktır. tı Yeniden Canlandırma Vakfı’nın kuruAmerikan özgürlük savaşının hayali gezdiği Brüksel’de kendisini yalnızca Moore da “Biz doğaya cusu Pylar Pinkston bu işe karşı çıkmış kahramanlarından birisinin ve arka(daha önce Ostende’de de gördüğü) saygılı profesyoneliz. ve belediyeyi güç durumda bırakmıştır. daşlarının serüvenlerini anlatan çizgi köpeklerin çektiği sütçü arabaları Deneyimlerimiz vahşi Pinkston, “Tanrı’nın verdiği doğal yaromanda en çok kullanılan bu cümle şaşırtıyor. Durumu “Bir satıcının hayret, şaşkınlık ifade eder. Bu çizgi TEVFİK DALGIÇ tabiattaki tüm yaratık şamı olduğu gibi bırakmak en doğru ufacık arabaya bir iri köpek koşup ları bir tür doğal den harekettir. Bırakın insanlar, bitkiler kahramanın Teksas ile ne ilgisi var didüz yerlerde kendisi de binerek ye sormakta haklısınız. Bugünlerde Dal ge içinde tutmak ve hem şimdiki hem ve hayvanlar ahenk içinde yaşasın” disokak sokak dolaşması garip bir las yakınlarındaki Irwing kenti belediye de gelecekteki hayvan nesillerine gerek yen bir dilekçe vermiştir. Irwing sakinlemanzara teşkil ediyordu” diye si bölge sakinlerinin bahçelerini bozan, li toprak, kaynak sağlamak” demekte rinden Rhonda Thomson dilekçeyi desbetimliyor. ortalığı talan eden kunduzlardan kurtul dir. Kunduz ailesinin bulunduğu yer kun teklemek için imza toplamaya karar veZiyaret ettiği Anvers’te, bir tütüncü mak için bir mücadele başlatmıştır. Ama duzların kendi yaşamını tehdit etmekte ve rir. Şu ana kadar kentin 800 sakini, kundükkânında mükemmel bir Türkçeyle hayvan hakları savunucuları belediyenin insanlarla iç içe yaşamak onların gelecek duzların toplatılıp bir başka yere yerleşyazılmış altın harfli bir ilan görünce, konuyu daha farklı bir yoldan çözmesini nesillerini olumsuz etkilemektedir görü tirilmesini önlemek için imza vermiştir. öylesine heyacanlanıyor ki, dükkâna istemektedir. Irwing Belediyesi Park ve şündedir. Onun tüm amacı kunduz aile En iyisi diyor hayvanseverler, kunduzlagiriyor ve satıcıya Türkçe hitap Bahçeler Müdür Yardımcısı Joseph Mo sinin tüm fertlerini komşu Collin vilayeti rın nehirleri ve kanalları tıkamasını önleediyor. Ancak bayan satıcı “eşinin ses, kent sakinlerinden birisinin mek için onların tıkadıkları yerleOsmanlı’da 10 yıl kaldığını ve evinin önündeki tek ağacı kunri açalım, ağaçları yiyenler oluraptan Swing çizgi romanı İtalyan Esse Gesse Türkçe bildiğini” söylüyor. Anvers duzların yemesinden şikâyetçi sa onları toptan taşımak ve yerşirketinde 1966 yılında yayımlanmaya başladı. Öyküsü şöyle: 1773’te Kuzey Amerika kolonileri, kentine bayılan ve anlata anlata olduğunu bildirerek duruma el lerinden etmek yerine olaylar orİngiltere Kralı’nın adıyla ortalıkta terör havası bitiremeyen Ahmet İhsan, Anvers koymaya karar verir. taya çıktıkça müdahale edelim. estiren İngiliz birliklerine karşı ayaklanırlar. İngiliz limanını “manzarası pek hoş idi. Belediye hayvan tuzağı kurmakta Şimdilerde belediye internet yoaskerleri “Kırmızı Ceketliler”e karşı kendi askeri Bizim Boğaziçi’ni andırıyordu” deneyimi ve sertifikası olan Cliff luyla toplanan imza kampanyabirliklerini kurarlar. Bu askeri birliklerden birisi ve “hem büyük, hem de latif idi” Moore’un Hayvan Hizmetleri sına kaç kişinin katılacağını bekde Ontario Gölü kıyısındaki Ontario kalesinde diye tanımlıyor kitabında. Bugün Şirketi’ne işi ihale eder. Böyleliyor. Eğer çoğunluk hayır derse üstlenmiş bulunan; Kaptan Swing’in yönetimindeki BelçikaRusya maçı var. Brezilya ce evin çevresinde yuvalanmış ihale iptal olacak, evet derse kunOntario Kurtları’dır. Kaptan Swing adına dünyada çekilen tek sinema filmi Türkiye’de 1971 yılında yine bir günlüğüne de olsa Belçika’ya kunduz ailesini yakalayıp yerduz sülalesi başka bir yere taşınagerçekleşmiştir. Yönetmenliğini Tunç Başaran’ın taşınacak! leşim alanı olmayan bir bölgeye cak toptan. yaptığı filmde Swing rolünü Salih Güney, Mister nakletmek amacı güdülmektedir. Blöf ve Gamlı Baykuş rollerini ise usta oyuncular Ali erdincutku@binfikir.be Moses’e göre, amaçları bu haytdalgic@gmail.com Şen ve Süleyman Turan canlandırmıştır. hmet İhsan (Tokgöz) yaşasaydı ve bugünlerde Belçika’yı geziyor olsaydı kesin “Belçikalılar Brezilya’yı Belçika’ya taşımışlar” diye yazardı! Belki de Belçika hakkında ilk Pazar yazısı benzeri notları yazan kişidir Serveti Fünun dergisi yayıncısı ve Jules Verne çevirmeni Ahmet İhsan! 17 Haziran’da Brezilya’da yapılan BelçikaCezayir Dünya Kupası maçı, maç öncesi ve sonrası Belçika’da hayatı felce uğrattı. Belçika’nın 21 kazandığı maç öncesinde, sırasında ve sonrasında Kırmızı Şeytanlar olarak bilinen Belçika ulusal takımına yoğun ilgi gösterildi. Anaokullarında bile çocuklar Belçika renklerine boyanarak maça hazırlanırken genellikle Brüksel Kral Kral Baudouin Stadyumu’nun da aralarında bulunduğu açık alanlarda ve kafelerde dev ekranlarda topluca izlenen maçın bitiş düdüğü ile birlikte sevinç sokaklara taştı. Brüksel’de polisin de “hep beraber, hep beraber” anonsları ile sevince ortak olduğu gözlendi. Maç sonrası Belçika çapında kutlamalar yapıldı. “Herkes Kırmızı Şeytanlar ile Brezilya’ya gidemediği için Brezilya’yı Belçika’ya getirdik. Taraftarlar maçları sanki futbolcular yanlarındaymış gibi dev ekranda ve stadyum atmosferinde izleyecek. Sanatçılarımız maç ERDİNÇ UTKU sırasında ve maç sonrasında eşsiz bir ortam yaratacak” diye tanıtılıyor “Dance with the Devils – Şeytanlarla dans” etkinliği! Belçika takımının maçı olduğunda Brüksel, Anvers ve Charleroi’daki en büyük salonlarda şeytanlarla dans ediliyor. Kanında futbol virüsü olan Belçikalılar salonları dolduruyor. Ahmet İhsan, İstanbul’dan 1891 yılının 15 Mayıs’ında Avrupa’ya “Güzellik ve düzen örneği saydığı Avrupalıları kendi ortamlarında görerek nasıl çalıştıklarını anlamak” amacıyla yaklaşık 3 ay sürecek olan bir yolculuğa çıkar. Seyahati sırasında dergisinde kullanabileceği yeni resimli baskı BRÜKSEL Kunduzların geleceğine oylama “H K M ehmet Sarıtaş bütün gün koşuşturup duruyor. Weiler’deki evinden sabahın altı yaşında gelmiş annesiyle. 1985 köründe çıkıyor, STUTTGART yılında. İnşaatlarda babasının yanında 20 kilometre ötedeki Stuttgart sebze haline iş bulmuş. Önceleri basit işçi olarak. gidiyor, çabucak alışverişini yaptıktan sonra Kısa sürede çalışkanlığı ile dikkati arabasına sandıkları yükleyip tekrar Weiler’e çekmiş, “ustalaşmış.” Para kazanmak dönüyor. Hemen mavi önlüğünü takıp getirdiği uğruna okula gitmemiş. Arada sırada sandıkları açıyor, taze sebze ve meyveleri o yıllarda burayı işleten yaşlı Alman’a tezgâhlara yerleştiriyor. Ardından dükkânın yardım etmiş ve on yıl sonra da yirmi içinde dolaşıp her sabahki kontrolünü yapıyor, AHMET ARPAD altısında, amcasının da desteği ile bakıyor her şey yerli yerinde mi diye. Ne de dükkânı devralmış. Aradan on sekiz olsa Mehmet marketinde dört bine yakın değişik yıl geçmiş. Canla başla çalışan, her mal satıyor. Sebze, meyve, ekmek, süt, tereyağı, müşterisine nazik davranan, alışverişe gelemeyen kimi baharat, her çeşit temizlik malzemesi, şarabından hastaya, yaşlıya siparişlerini evine götüren güleryüzlü birasına değişik içkiler... Sizin anlayacağınız küçük Mehmet’i Weiler’de tanımayan yok. Çoğu kasabalı Mehmet’in büyük dükkânında yok yok! Niçin mi sebze ve meyvesini ondan alıyor. Çünkü sattıkları her küçük? Mehmet Sarıtaş 1.48 boyunda ve çalışkan mı gün taze. “Kendi yemeyeceğim şeyi ben müşterime çalışkan. Pazar dışında her gün çalışıyor. Sabahın dört satamam” diyor. Birkaç yıl önce aniden hastalanıyor, buçuğunda başlıyor koşuşturması. Yorgunluk nedir kendini bitkin, tükenmiş hissediyor. Doktor doktor bilmiyor. Sabah yedide girdiği dükkândan akşam geziyor. “Başarılı bir tedavinin ardından tüm sekizde çıkıyor. Dediğine göre yılda bir hafta izin yaşamımı değiştirdim” diye anlatıyor. Dükkân yapıyor. “Ben burasını açık tutmazsam ne yapar kasabalılar?” diyor. “Hele yaşlılar nereden alışveriş boş, depodan getirdiği sandıktan salataları tezgâha yerleştiriyor. “Yaşamın tadına varmalısın, dedim yapar?” Mehmet Sarıtaş küçük kasaba Weiler’e on Küçük Mehmet’in büyük dükkânı kendi kendime.” O günlerde müşterilerinden birinin önerisi üzerine Mehmet yüzme öğreniyor. Şimdi haftada iki gün yakındaki kapalı havuza gidiyor. “Ara sıra ailemle yemeğe çıkıyoruz” diye mırıldanıyor bakışları tezgâhtaki sebzelerde. “Onları sirke de götürdüm Stuttgart’a. Bir güzel eğlendik.” Mehmet elinden gelse, daha doğrusu daha büyük bir yer bulabilse dükkânı büyütecek. Müşterilerine İtalyan ve Türk gıda malzemeleri de satacak. Fakat Weiler kasabasının merkezinde ona göre bir yer yok. Büyük kilisenin yanı başındaki dükkânında işine devam edecek. Hem banka, lokanta, eczane, terzi az ötede. Kasabalının ayağı alışmış bu sokaklara. Weiler kaymakamı Klaus Beck’in kısa süre önce yerel bir gazeteye, “Mehmet Sarıtaş olmasaydı insanlarımız ne yapardı?” dediğini anlatıyor gülümseyerek. Günün birinde çevreye dev bir mağaza gelse bile hiç umurunda değil. Müşterilerine güveniyor. “Onlar hep benden alışveriş yapacaklardır... Önemli olan namuslu olmak!” www.ahmetarpad.de
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear