23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 26 MAYIS 2014 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AİHM’nin ‘Müebbet’ Konulu Kararı: Ağrı’nın Ağrısı Yusuf NAZIM Cezaları Artırmak Çözüm mü? S S on zamanlarda medya organlarında gördüğümüz çocuk cinayetleri haberleri ve özellikle bunların işleniş biçimindeki bazı nefret uyandırıcı ayrıntılar, toplum genelinde şiddetli tepkilere yol açıyor. Bu da, suçların artmasının cezaların yeterince ağır olmamasından kaynaklandığı yolundaki görüşlerin yayılması için uygun bir ortam yaratıyor. Özellikle bu tür suçları işleyenler için ölüm cezasının geri getirilmesi; bu olmazsa, bir daha gün yüzü görmeyecek biçimde ömür boyu hapisle cezalandırılmaları gerektiği, bazı yetkili çevrelerde bile taraftar bulmuş görünüyor. Özellikle, çocukları vahşice katledilmiş acılı ailelerin çevresinde bu görüşlerin olumlu yankı bulması anlayışla karşılanabilirse de sonuç olarak “hukuksal” ve “bilimsel” nitelik taşıyan bu sorunun sağduyulu bir biçimde değerlendirilmesi gerekmektedir. Çağdaş hukuk anlayışı, en ağır suçlardan mahkum olanların bile, hiçbir çıkış umudu olmaksızın cezaevine kapatılmasını, ceza verilmesinin amacıyla bağdaşmaz saymaktadır. Çünkü, çağdaş hukukta cezanın amacı, suçun öcünün alınmasından çok, suç işleme eğiliminde olanları caydırmak ve suçluyu “ıslah etmek”tir. Prof. Dr. Rona AYBAY olanlar da içinde olmak üzere, hükümlülerin ıslah olup olmadıklarının saptanması için durumlarının ulusal yetkili makamlarca zaman zaman değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirmeler sonucunda, ilgili kişinin hapiste tutulmasının artık gereksiz ve yararsız olduğuna karar verilebilmelidir. Taraf devletlerin yasalarının bu uygulamaya olanak vermesi gerekir. AİHM’nin değerlendirmesi sonucunda, Macaristan yasaları bu konuda yetersiz bulunmuş ve bunun, hapis cezalarını “insanlık dışı ceza”ya dönüştürebilir, nitelikte olduğu ve dolayısıyla AİHS m.3 açından ihlal oluşturduğu sonucuna varılmıştır. Ancak, AİHM verdiği bu karardan, başvurucunun hemen tahliyesinin zorunlu olduğu anlamı çıkarılması gerekmediğini de belirtmeye özen göstermiş; Macaristan’ın bu konularla ilgili yasalarının AİHM içtihatlarına uygun yönde reform yapılması gerektiğini belirtmiştir. Suç işlenmesini önlemek için neler yapılması gerektiği, geniş kapsamlı bir politika ve yönetim sorunudur. Konunun sosyolojik, ekonomik tarihsel vb. çeşitli yönleri vardır. Bu açlardan bakılınca, suçların önlenmesinde “ceza” vermenin başvurulacak araçlardan sadece bir tanesi olduğu görülür. Çağımızın hukuk anlayışı, suça yol açan ekonomiksosyal ortamın iyiye doğru geliştirilmesine önem verilmesini zorunlu kılmaktadır. Cezaların ağırlaştırılmasıyla, suçların azalmasının sağlanıp sağlanamayacağı tartışılırken “kolaycı” çözümlerden kaçınılmasında yarar vardır. Yasama organından çıkacak bir yasayla cezaların ağırlaştırılması, tek başına çözüm sayılmamalı, sorunun karmaşık niteliği gözden kaçırılmamalıdır. Suçların önlenmesinde cezaların ağırlığı kadar ve belki ondan önce etkili olan öğe, cezaların “kaçınılmaz” olmasıdır. Suç işlediği iddia edilenlerden; bağımsız ve tarafsız olduğuna inanılan mahkemelerce ve “düzgün” (adil) bir yargılama süreci sonunda suçlu bulunanların cezalarını çekmelerinin kaçınılmaz bir kesinlik kazanması, çok etkili bir caydırıcılık olacaktır. Türk hukuku açısından yapılması gereken şey, cezalarından artırılmasından önce, kim olursa olsun suç işleyen kişilerin, cezadan kaçamayacakları inancının yerleşmesini sağlamaktır. Bazı devletlerin yasalarında ve uygulamalarında ölüm cezası varlığını sürdürmekte ise de bu cezanın kaldırılması yönünde dünya çapında sonuç veren etkili girişimler bulunduğu gözden uzak tutulmaması gereken apaçık bir gerçektir. Bugünün dünyasında, genellikle “uygar” sayılan devletlerin hemen hepsinde ölüm cezası kaldırılmış durumdadır. Ölüm cezası konusunu, halk arasında duygusallıktan, popülizmden ve demagojiden arındırılmış biçimde tartışmak çok zordur. Bu cezayı kaldıran hiçbir devlette, konu halkoyuna sunulmuş değildir. 2002 yılında hazırlanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 13 sayılı protokol, savaş hali de içinde olmak üzere, her halde ölüm cezasının verilmesini ve uygulanmasını kesin olarak yasaklamakta; savaş halinde bile bu yasağın kaldırılmasının kabul edilemeyeceğini belirtmektedir. Türkiye, AİHS’ye Ek 13 sayılı protokolü de aynı nitelikteki Medeni (Civil) ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’ne Ek İkinci Seçmeli Protokol’ü de onaylamış durumdadır. Buna koşut olarak, ölüm cezasının Türk hukukundan silinmesi amacıyla anayasada ve ceza kanunlarında gerekli değişiklikler de gerçekleştirilmiştir. Ölüm cezasının geri getirilmesi, Türkiye’nin uluslararası Ölüm cezası çözüm müdür? Sonuç yükümlülüklerine aykırı bir davranış olacaktır. Böyle bir yola gidilmesi halinde, uluslararası kamuoyunda Türkiye’nin aleyhine çok olumsuz birtakım gelişmeler oluşması kaçınılmazdır. Bu arada, Avrupa Birliği’ne üyelik şöyle dursun, Türkiye’nin Avrupa Konseyi dışına çıkarılması bile güçlü bir olasılık olacaktır. Müebbet hapis ve AİHM Çağdaş hukuk anlayışı, en ağır suçlardan mahkum olanların bile, hiçbir çıkış umudu olmaksızın cezaevine kapatılmasını, ceza verilmesinin amacıyla bağdaşmaz saymaktadır. Çünkü, çağdaş hukukta cezanın amacı, suçun öcünün alınmasından çok, suç işleme eğiliminde olanları caydırmak ve suçluyu “ıslah etmek”tir. “Koşullu salıverilme” adı verilen uygulamanın temelinde, hükümlüye, kendini “ıslah etmesi” yönünde bir olanak verilmesi vardır. Ceza kanunumuzda “ağırlaştırılmış müebbet” ve “müebbet” hapis cezalarının “hükümlünün hayatı boyunca devam etmesi” öngörülmüş olmakla birlikte; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı konusundaki 5275 sayılı kanun, bu cezalardan hükümlü olanlara da, belli koşullarla serbest kalma umudu veren hükümler içermektedir. Kanun metninde oldukça ayrıntılı biçimde düzenlenmiş olan bu hükümlerin özeti şudur: “İyi halli” hükümlülerden ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükümlü olanlar 30 yılını, müebbet hapis cezası almış olanlar da 24 yılını doldurduktan sonra koşullu salıverilmeden yararlanabilmektedir. Bu ayrıntılı düzenlemelerin amacı, cezaevlerini bütünüyle bir umutsuzluk ortamı olmaktan çıkarmak ve hükümlüleri “iyi halli” olmaya yönlendirmektir diyebiliriz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin çok yeni (20 Mayıs 2014 tarihli ) Laszlo MagyarMacaristan kararı, mahkemenin müebbet hapis konusundaki içtihadının yeni bir örneğidir. AİHM’ye göre, çok ciddi suçlardan hüküm giyenlerin uzun ya da belirsiz süreli hapisle cezalandırılmaları, toplumun korunması için gerekli olabilir. Bununla birlikte, AİHS’nin insanlık dışı cezayı yasaklayan 3. madde hükmü karşısında, hapis cezasının indirilebilmesi umuduna yer bırakılması; müebbet hapse mahkum iyahbeyaz bir pankartta gördüm onu geçende. Beyaz bir bez parçasına siyah harflerle yazılıydı. Gazetecilikte derler ya; sekiz sütun üstüne bir manşet! Ona benziyordu. Bir apartman üzerinde tam üç kat boyunda! Boydan boya asılmış dev pankartın üzerinde “Yastayız! Soma’nın acısı Ağrı’nın acısıdır!” diye yazılıydı. Ağrı seçimden yeni çıkmıştı. Kıyasıya bir yarış hüküm sürmüş, heyecan doruğa yükselmiş, defalarca sayım yapılmıştı. Seçimin şaibeli olduğu ileri sürülmüş, tartışmalar, gerginlikler, itirazlar birbirini izlemişti. Ağrı yorgundu. Sonuçta seçimler iptal edilmiş, haziranda tekrarlanmasına karar verilmişti. Ve Ağrı şimdi yeni bir seçime hazırlanıyordu. Yapılan hazırlıklar, yeni kampanyalar, kalabalıklar, açılan seçim büroları… İşte tam da bu sıradaydı. Soma’dan gelen acı haber Ağrı’nın tam kalbine oturmuştu. Ağrı seçim kampanyalarını iptal etmiş, Ağrı seçimi unutmuştu. Yıl 1999. Zonguldak. Karaelmasla özdeşleşen bir kent. Bu kentin, kömürle hayat bulmuş bir kasabası. Adı, sonradan Kandilli olarak değiştirilen Armutçuk… Bir zamanlar, hayata rengini veren kara taşın, insan yaşamına bulaşmış serüveni… İşte, bir zamanlar Kandilli’de bu serüvenin peşinden gitmiştim. Yapmaya çalıştığım şey, hüzne ve tutkuya dair bir iz sürmeydi. Kömüre bulaşmış hayatların, bir daha geri gelmeyecek olanların, her şeye rağmen umutlarını heybelerinde çaresizce taşıyanların… Yerin beş yüz seksen beş metre altına inmiş, domuzdamı direkleri arasında kömürün tozunu solumuş, zifiri karanlık derinlikleri aşındırarak, küfesinde umudu ve yaşama sevincini taşıyanların yolculuğuna tanık olmuştum. Karanlık kuyulardan başlayarak çoğu kez gizli kalmış hayatların, birbirinden ilginç hikâyeleriyle devam eden esrarengiz bir yolculuktu bu. ŞÜKRÜ KARAMAN Gazeteci S oma’daki facia ile birlikte sendikalar açısından sorgulanması gerekenler de gündeme geldi. Demokrasinin olmazsa olmazı olan sendikalar bu faciadan gerekli dersi çıkarıp özeleştiride bulunabilecekler mi? Ülkeyi yasa boğan Soma faciası sendikaların görevinin sadece üye kaydedip işverenle düşük zamlı toplu iş sözleşmesi bağıtlamak olmadığını bir kez daha ortaya koydu. Salt ücret zammına odaklanan, tabanı işçilerin iş güvenliğini sağlayacak, işverenin baskısını önleyecek, başta maden ocakları olmak üzere işyerlerinin denetimini zorunlu kılacak, işvereni bu konuda önlemler almaya zorlayıcı hükümleri görmezden gelen bir sendikacılık anlayışının iflas ettiği Soma faciası ile açıkça görüldü. Üyesi olan emekçilerin aldığı düşük Sendikalar da Kendilerini Sorgulamalı ücretten kesilen aidatlar ile yaşamını sürdüren sendika ve yöneticilerinin önceliği, işçinin işyerinde rahat, güvenli, huzurlu bir şekilde işverenin baskısına, hakaretine uğramadan işini sürdürmesine olanak sağlayacak ortamı sağlamaktır. Mantar gibi tüm işyerlerini saran taşeron işçiliğin olumsuz sonuçları, acımasızlığı, çirkin yüzü Soma’daki facia ile bir kez daha görülürken sendikalar örgütlü bulundukları işyerlerinde taşeronluğa karşı yeteri kadar mücadele verebildi mi? Bu soruya olumlu yanıt vermek çok da doğru olmaz. Bunları görmezden gelip salt ücret zammına odaklanırsanız, toplumun size yakıştırdığı “sarı sendika” nitelemesinden kurtulamazsınız. İşverenle kol kola sendikacılık yapılamayacağını Soma faciası net bir şekilde ortaya koydu. Nitekim Soma’da işyerinde örgütlü sendikanın şube başkanının işçiler tarafından yuhalanıp uzaklaştırılması işçisendika arasında oluşan güvensizlik adına ibretlik bir örnek. Sendikalar iki yılda bir sözleşme bağıtlayan, göstermelik olarak lüks otel salonlarında seminer düzenleyen değil, öncelikle işçinin güvenliği, huzuru sonrasında ücreti için mücadele eden kurumlardır. Tabanı emekçilerin güvenliğini, sağlığını önceleyen sendikalarımıza söylenecek bir söz yok. Onlar zaten görevini fazlasıyla yerine getiriyor. Ocağa kömür işçileriyle birlikte inmiş, galeride birlikte vagona binmiş, onların küçük bir çıkından ibaret sofralarına ortak olmuştum. Orada, yakından tanımıştım madencileri. Çokça anıları vardı onların. Ve bu anılara bulaşmış ölümleri; Kozlu’da, Armutçuk’ta, Karadon’da, Üzülmez’de, Çaydamar’da... İndiğim Armutçuk Maden Ocağı’nda, 7 Mart 1983’te yaşanan grizu patlaması sonucu 103 işçi hayatını kaybetmişti. Tam yüz üç işçi yerin altına inmiş ve bir daha geri çıkamamıştı! Yanımda emniyet mühendisi, diğer maden işçileri; kazmacısı, barutçusu, oduncusu vardı. Bin bir güçlüğe katlanarak kazmanın değdiği ayağa kadar inmiş, kapatılan kör kuyuları görmüş, sağ girip ölü çıkan madencilerin yürek burkan hikâyelerini dinlemiştim. Onlar, dönüşü olmayan bir yolun çaresiz yolcuları gibi gitmişlerdi ölüme. Kekre hüzünlerle dolu bu öyküleri dinlerken gözyaşlarımı yüreğime akıtmış, sessizce ağlamıştım… Şimdi, on beş yıl sonra, ülkenin başka bir köşesinde, yerin yüzlerce metre derinliklerinde, yine onların acı yüklü hikâyeleri sızıyordu yerüstüne. Yine ölüm çığlıkları yırtıyordu karanlıkları. Yine duvarları delen ağıtlar yankılanıyor, yine toplu mezarlar kazılıyordu. Ölüm, karanlık ve yanık galerilerin isli dehlizlerden çıkarak bir kez daha merhametsiz sayılara dönüşüyordu. Ve televizyon kanalları, prime time’da her gün durmaksızın onları konuşuyordu. Suretleri ama artık yaşamayan suretleri bir bir insafsızca düşüyordu ajanslara. Geçen her gün, daha çok sayıda madenci cesedi haber oluyorlardı manşetlere. Hayata rengini vermek üzere yıllar yılı kara taşın peşinde iz sürenler, bir kez daha mağlup oluyordu. Yaşananlar, acımasız bir ısrarla tekerrür ederken, tarihin cinayet defterine yeni rekorlar kaydediliyordu. Madencilerin, yeraltına her indiklerinde güneşi yeniden görebilsem diye gizli bir tutkuyla gözlerinde parıldayan ışık bir kez daha sönüyordu. Ve hayat, Somalı maden işçilerinin ocağa her girişlerinde onlarla helalleşen eşlerinin, üç tekerlekli bisiklet bekleyen çocuklarının gözlerinde anlamını bir kez daha kaybediyordu. Çokça anıları vardı onların...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear