23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
26 MAYIS 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 17 67. Cannes Film Festivali, Türk sinemasına 32 yıl sonra ikinci Altın Palmiye’yi getirdi Yaratıcı sinemasının zaferi u Yılmaz GüneyŞerif Gören’in “Yol”undan 32 yıl sonra, Nuri Bilge Ceylan da, “Kış Uykusu” gibi herkesin hayran kaldığı, kusursuza yakın biçimi ve incelikli içeriğiyle alkışladığı bir olgunluk dönemi filmiyle Altın Palmiye’ye erişiyordu. MEHMET BASUTÇU CANNES JeanLuc Godard Cannes’a gelmediği gibi, kendisine verilecek olası bir ödülü de önceden reddetmişti. “Festivalin bana ihtiyacı var, benim festivallere ihtiyacım yok!” diye özetlenebilecek kibirli provokatif tavrı, yaratıcı sinemasının yenilikçi denemelerine önem veren jüriyi etkileyemedi… Nuri Bilge Ceylan, bu yıl da Cannes’dan eli boş dönmeyeceğini biliyordu. İçin için, ödül listesinin üst basamağına çıkmayı da düşlüyordu herhalde, ama içtenlikle söylediği gibi, Altın Palmiye alabileceğini pek tahmin etmiyordu. En azından, düş kırıklığı yaşamamak için tahmin etmek istemiyordu belki de… Jüri, yeni Türk sinemasının en tutarlı, en yetenekli adını, hele hele “Kış Uykusu” gibi herkesin hayran kaldığı, kusursuza yakın biçemi ve incelikli içeriğiyle alkışladığı bir olgunluk dönemi filmiyle alt sıralara itemezdi… Xavier Dolan, Altın Palmiye’yi açık açık düşlediğini saklamıyordu ama, adayların en kıdemli ustasıyla aynı palmiyenin dallarını paylaşmaktan da gurur duyduğu belliydi. Temelde aynı tutkuyu paylaşmıyorlar mıydı zaten Godard’la? Günümüz sinemasının dehası, 25 yaşına varmadan gerçekleştirdiği 5 filmle Cannes’dan Venedik’e en önemli festivallerde yarışan Xavier Dolan, hedefin her zaman çok yukarılarda, düşlenemeyecek yükseklikte olması gerektiğini savunurken tutkusunu, gözyaşları içinde, “Sinema insanları anlamak, sevmek demektir ve seyircinin de bizi sevmesini beklemektir” diyerek, özetliyordu. Ancak, o kendisini sevmesini dilediği seyircinin “alışık olduğu” varsayılan sinema dilini pek umursamadan, tıpkı Ceylan gibi, kendi anlatım biçimini, inatla, müthiş bir enerjiyle geliştiriyor ve Godard usta gibi, döneminin yerleşik anlatım dilini kırarak sinemayı sorgulayan “Mommy” ile seyircisinin peşini haftalarca, belki de yıllarca bırakmayacak kadar çarpıcı, son derece özgün bir film imzalıyordu. Aslında Cannes çılgın düşlerin, yüksek çıtaların festivali değil midir? “Cannes olmasaydı ben de olmazdım” diyen Jane Campion çok haklı. Festivalin yol haritasını 36 yıl boyunca belirleyen, sanat çizgisinden ödün vermeden değişen dünyaya ayak uydurmayı başaran ve artık görevini devreden Gilles Jacob’un (JeanLuc Godard’ın yaşdaşı) kapanış töreninde ayakta uzun uzun alkışlanması, Cannes’ın sanat sinemasına verdiği desteğin önemini vurgu‘Uzak’ ‘Bu ödüle Türkiye’nin ihtiyacı vardı’ ASLI ULUŞAHİN Sinema dünyasından isimler, Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Kış Uykusu’yla Altın Palmiye kazanmasını değerlendirdi Nâzım Hikmet Akademisi’nde Bir Yıl (2) Yazımın iki hafta önceki ilk bölümünde Nâzım Hikmet Akademisi’nde geçen bir yılımı değerlendirmeye çalışmıştım. Devam etmeden, böyle bir akademiyi çok önemseyişimin iki temel nedenini açıklamak istiyorum. Birinci neden, bir siyasi partinin, yani Türkiye Komünist Partisi’nin bünyesinde “Akademi” adı altında bir kuruluşa yer vermesinin hem büyük önem taşıması, hem de ülkemizde bir “ilk” olması. Sözünü ettiğim önem, TKP’nin böyle bir kurumu bünyesinde açmakla çok temel bir gerçeğe, bugüne kadar dünyada hiçbir ideolojinin cehalet temeli üzerinde inşa edilememiş olduğu gerçeğine çok güçlü bir atıfta bulunmuş olmasından kaynaklanıyor. Herhalde hatırlanacağı üzere, o görkemli Gezi Parkı Direnişi’nin en önemli “ilk”lerden biri de direnişin parklarında kitaplıklar kurmaktı. Kanımca bu olgu, “eylem”in bilgi temelinde ve rehberliğinde geliştirilmesinin onun başarısı bağlamında taşıdığı önemin örneğin yetmişli yıllardan farklı olarakgençlik tarafından da kavrandığının çarpıcı göstergesiydi. Bütün bunlar göz önünde tutulduğunda, TKP’nin gelecekte Nâzım Hikmet Akademisi’nin arkasında daha da çok durması, sanata, kültüre ve eğitime verdiği önemin kamuoyunda daha da somutlaşmasını sağlayacaktır. Akademiyi önemseyişimin ikinci temel nedeni ise bu çatı altında öğrencilerin ülkemizdeki yükseköğretim kurumlarının büyük çoğunluğunda bulunmayan bir düşünce ve ifade özgürlüğü atmosferinde yaşamaları ve çalışabilmeleri. Yarım yüzyıldır Türkiye’de çeşitli üniversitelerde ders vermiş bir hoca olarak böyle bir özgürlüğün öğrencileri nerelere taşıyabildiğine tanıklık edebilmek, benim için başlı başına bir mutluluk kaynağı oldu. Bu yıl, akademinin beşinci yılı; bu, aslında bir akademinin oluşturulması için uzun bir süre değil. Ama kısa bir süre de değil. Özellikle bir “yeniden yapılanma” ve geçmişin deneyimlerini topluca değerlendirme gereği ortaya çıktığında, çok uygun bir zaman. Önümüzdeki akademik yıl başladığında, “Nâzım Hikmet Akademisi” adını büyük bir olasılıkla “Nâzım Hikmet Sanat Akademisi” şeklinde değiştirmiş olacak. Bu ad değişikliği, halen “Edebiyat”, “Tiyatro”, “Müzik” ve “Sinema”olmak üzere dört bölümden oluşan kurumun “Akademi” yapısının, başka deyişle bilimselliği temel alan bir kurum olma özelliğinin daha da kökleşmesini sağlayacak. Yine önümüzdeki yıl, akademide bütün bölümlere ortak ve bir yıllık bir “Hazırlık Sınıfı” düşünülmekte. Bu hazırlık sınıfı, öğrencilerin olabildiğince ortak bir “birikim paydası”ndan yola çıkmalarını sağlayacak. Örneğin hazırlık sınıfı için öngörülen “Felsefeye Giriş”, “Mitoloji”, “Bir Dil Olarak Plastik Sanatlar” ve “Türkiye’nin Siyasi Tarihi” gibi dersler, öğrencilere bütün bölümler için gerekli bir ortak donanım temeli sağlayabilecek. Özetlediğim bu yeniden yapılandırma girişimiyle, kurumun kısa sürede öncelikle “düşünen gençler” yetiştirebilmenin ayrıcalığına kavuşacağından, böylece de ülkemizde genç kuşaklara “nasıl düşünmeleri gerektiğini” öğretmek değil “hangi düşünceleri ezberlemeleri gerektiğini” öğretmek peşindeki kurumlara çeşitli bakımlardan fark atacağından kuşku duymuyorum. Senaryosunu Yılmaz Güney’in yazdığı, Şerif Gören’in yönettiği “Yol” filmi, Türkiye’nin karanlık bir döneminde, 1982 yılında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’ye değer bulunmuştu. Türkiye’de yine benzer bir karanlık hâkimken, bu kez umudu Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Uykusu” filmi getirdi. Ödülü değerlendiren Atilla Dorsay, “Türk sineması, ülkede yaşanan tüm kötülüklere, sanat ve insan düşmanlığına, inanılmaz sömürüye karşı, yaşamın güzelliğini ve acısını sanat aracılığıyla dünyaya sunacak” diyor. “Yol” filminde rol alan, ancak o dönem yasaklı olduğu için Cannes’a gidemeyen Tarık Akan ise Nuri Bilgi Ceylan’ın ödül alışını buruk bir mutlulukla izlediğini söylüyor. lamaktaydı. Cannes Festivali olmasa, hangi yapımcı, hangi dağıtımcı geçen yıl Altın Palmiye alan 3 saatlik “Adèle’in Yaşamı”nın ya da 196 dakikalık “Kış Uykusu”nun kurgusuna karışmadan durabilirdi? Yönetmenin, filmin içeriği ve biçimiyle uyum içinde olacak uzunlukta bir yapıt gerçekleştirme özgürlüğüne saygı gösterirdi? 1982, Yılmaz Güney’in Costa Gavras ile Altın Palmiye’yi paylaşarak Türk sinemasını ilk kez en üst sıraya çıkardığı yıldı. O günlerde festivali 4. kez izleyen genç bir sinemasever olarak “Yol”u nasıl coşku ve heyecanla alkışladığımızı, sadece politik nedenlerle değil, biçimsel nedenlerle de ödüllendirildiğini savunduğumu çok iyi hatırlıyorum. Bir oranda haksızdım kuşkusuz. “Yol” nasıl, ne Yılmaz Güney’in ne de Şerif Gören’in tek başına gerçekleştirdiği bir film sayılamazsa, Altın Palmiye’yi “Missing” ile paylaşması da, o dönemde filmlerin politik içeriğine verilen öneme işaret ediyordu. Bugün, biçimsel olarak klasik ama sağlam sinema dilleri gerisinde, önemli toplumsal ve siyasal konulara başarıyla değinen Dardenne kardeşler, Ken Loach ve Abderrahmane Sissako’nun ödül alamamaları, faklı bir yaklaşıma, belki de bir dönüşüme işaret ediyor. Politik sinema artık belirli bir düşünceyi savunarak kolayca anlaşılabilir hazırlop bir mesaj vermeyi hedefleyen filmlerin çok ötelerinde; insanoğlunu anlamaya, derinlemesine sorgulamaya ve tavır almadan betimlemeye çalışıyor. Bu bağlamda “Kış Uykusu” da incelikli bir politik sinema örneği. ‘Sanat düşmanlığına karşı...’ Atilla Dorsay (Sinema Yazarı) Bu yıl Cannes’da yarışan bir çok usta vardı ama şans bize güldü ve Altın Palmiye’yi aldık. Bu hem Nuri Bilge Ceylan’ın gitgide olgunlaşan ve hele son dönemde büyük bir atılım yapan kendi sineması için, hem de dünyaya iyice açılmış yeni Türk sineması için önemli bir başarıdır. Ardı arkası gelecektir. Türk sineması dünyaca bilinen ve tanınan bir sinema olacaktır: Ülkede yaşanan tüm kötülüklere, sanat ve insan düşmanlığına, her alandaki inanılmaz sömürüye karşı ve belki bunlardan da beslenip, daha önemli mesajlar vererek ve bu toplumda yaşamanın güzelliğini ve acısını birlikte, sanat aracılığıyla dünyaya sunarak... ‘Kış Uykusu ayna tutuyor’ Azize Tan (İstanbul Film Festivali direktörü) Bu film hepimize ayna tutuyor. Keşke hepimiz kendi doğamızı anlayabilmek için casur olmayayı başarabilsek. Bu açıdan da “Kış Uykusu” insanın suratına, aklına tokat gibi işleyen bir film. Nuri Bilge Ceylan kendini kanıtlamış bir yönetmen. Tabii ödüller önemli, motivasyon kaynağı ama o Altın Palmiye’yi almasa da dünya sinema tarihine adını yazdırmış bir yönetmen. 32 yıl sonraki durum… Yerleşik dili kırmak… Politik sinema… Gilles Jacob devrederken… ‘Muhteşem bir başarı’ Tarık Akan (Oyuncu) tearen muh inden itib at etmişti. lm fi k il , Ceylan aten isp Nuri Bilge etmen olduğunu z Palmiye dışında n ın ö lt y A şem bir iye’de. ali’nde, endir Türk ilm Festiv Cannes F ül alan tek yönetm ren de yurtdışı birçok öd de ben de Şerif Gö idemedik, ödülü in g 1982 tarih uğu için Cannes’a o kırmızı halıda a ld o ’d s ız e n ım n ğ a a uri Bilge tı. C yas ney almış büyük bir acıdır. N dim. ü G z a m ıl Y in izle k benim iç ını bu duygularla olamama lış a l ü d ö n Ceylan’ı ‘Vicdan sahibi bir sanatçı’ Tunca Arslan (Sinema yazarı) “Koza”dan beri Ceylan sinemasını yakından takip ediyorum ve bu başarının tesadüfi olmadığını, titiz, disiplinli, alçakgönüllü ve tertemiz bir çalışmayla ilmek ilmek örüldüğünü gayet iyi biliyorum. Ödül konuşmasında söyledikleriyle de vicdan sahibi ve cesur bir sanatçı olduğunu bir kez daha kanıtladı Ceylan. Böyle bir ödüle Nuri Bilge Ceylan’dan çok Türkiye’nin ihtiyacı vardı. Sonsuz teşekkürler. ‘Başarısı kanıtlandı’ Vecdi Sayar (Sinema yazarı) Yarışmada bu yıl yarışma filmlerin düzeyi yüksekti ama aralarında en iyisi gerçekten “Kış Uykusu”ydu. Dolayısıyla çok hak edilmiş bir ödül. Ödül listesinin tümüne katılmasam da bizim açımızdan büyük bir başarı. Cannes’da Türkiye sineması bir kez daha Avrupa’nın iddialı sinemalarından biri olduğunu kanıtladı. MİYE’YE L A P N I T L A IM ADIM D A A L ’ N A L Y CE NURİ BİLGE 4 1995 “Koza”, Cannes Film Festivali Uluslararası Kısa Film Yarışması’na katıldı. 4 1998 “Kasaba”, 17. İstanbul Film Festivali’nde FIPRESCI Ödülü; Berlin Film Festivali’nde Caligari Ödülü; ertesi yıl Köln Film Festivali’nde En İyi Film ve En İyi Görüntü Yönetmeni ödülleri aldı. 4 1999 “Mayıs Sıkıntısı”, 21. SİYAD Türk Sineması Ödülleri’nde En İyi Yönetmen ve En İyi Film; 36. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödüllerini getirdi. 2000’de 19. İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale ve FIPRESCI ödüllerini aldı. 4 2002/2003 “Uzak”, 39. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yönetmen, En İyi Film, En İyi Senaryo ödüllerini getirdi. 56. Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nü alırken Mehmet Emin Toprak ve Muzaffer Özdemir’e En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü getirdi. 24. SİYAD Türk Sineması Ödülleri’nde En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Görüntü Yönetmeni ödüllerini sağladı. 22. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film ve FIPRESCI ödüllerini aldı. 4 2006/2007 “İklimler”, 59. Cannes Film Festivali’nde FIPRESCI Ödülü alırken 43. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yönetmen, 26. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film ödüllerini kazandı. 4 2008 “Üç Maymun”, 61. Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü getirdi. 41. SİYAD Ödülleri’nde En İyi Kurgu ve En İyi Yönetmen ödüllerini aldı. 4 2011 “Bir Zamanlar Anadolu’da”, 64. Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü aldı. 4 2014 “Kış Uykusu”, 67. Cannes Film Festivali’nde, FIPRESCI ödülünün ardından Altın Palmiye’ye değer görüldü. n İstanbul Haber Servisi Büyük halk ozanı Âşık Mahzuni Şerif, önceki gün Avcılar Barış Manço Kültür Sanat Merkezi’nde düzenlenen bir etkinlikle anıldı. Âşık Sefai ve Mahzuni Şerif’in oğlu Ali Mahzuni ile torunu Yiğit Mahzuni türküleriyle unutulmaz ozanı yad etti. Aşık Mahzuni Şerif’in oğlu Ali Mahzuni “Mahzuni Şerif, sadece benim babam değil, halka mal olmuş bir sanatçıdır. Ozandır. Kimsenin Mahzuni’si değildir. O herkesin Mahzuni Şerif’idir” diye konuştu. Âşık Mahzuni Şerif anıldı
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear