22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 10 MART 2014 PAZARTESİ 2 ÖMER Seyfettin gibi birinci sınıf bir hikâyeci iseniz bütün ortaokul kitaplarındaki “Diyet”teki ustalığınızla, değme psikiyatri profesörünün bile zor anlatabileceği bir ruh halinin sonuçlarını herkesten daha iyi anlatmış olursunuz bazen. Aynı durum, edibin aklını oynattığı herhangi bir olayda tıbbi rahatsızlığı doktora aktarma açısından edebiyatçının da başına gelebilir. Ustalıklara veya becerilere yer değiştirterek başka beceriler, sanatlar, bilimler, kavramlarla oynamaya kalkınca başarısızlık kaçınılmaz OLAYLAR VE GÖRÜŞLER duygularla sevapların ve günahların, yer yer ve zaman zaman ayrılıklar, düşmanlıklar, kavga, cihan savaşları doğurmak gibi yanları da var. Bereket, inançlar yine insandan, daha doğrusu insanlıktan yahut “hümanizm” denen düşüncelerden kaynaklanan birtakım kavramlar var da onların öğretilebildiği ölçüde gerginlikler ve savaşlar önlenebiliyor. e o? Yine dönüp dolaşıp eğitim, içtenlikli temiz inanç, dua, ecdattan, aileden gelen duygular var da “insan gibi” yani “insanca” yaşayabiliyoruz. Başbakan ve Kadınlar GÜLSÜN BİLGEHAN CHP Ankara Milletvekili İnsan T oluyor. uhaf olan şudur: Becerilerin ve sanatların faili insan, başarısızlıkların faili de o. “Tabii, her şeyi yapmaya kalkınca elbet böyle olur, sapıtılır” dersiniz; haklı da sayılırsınız. İsterseniz, “bilimsel açlık, sanatçı hevesliliği” gibi kavramları imdada çağırıp kendinizi kurtarmaya çalışarak kabahati “insan” gibi bir soyutluğa yükleyip kendinizi temize çıkarabilirsiniz. Yine haklı olarak onlar da insan siz de. O zaman? utlaka, mistisizme, tasavvufa, İslami veya başka dinsel inançlara. Ama onlar “bir bakıma insan ürünü” değil mi? Şöyle ya da böyle. Ayrıca inançların, B M N aşbakan, bu yılki 8 Mart’ta da her zamanki gibi “hanım kardeşlerinin Kadınlar Günü’nü” kutladı. İşte onun kadınlarla ilgili sözlerinden bir demet: “Kadınlarımızın cemiyetimize sahip çıkması ve erkeklerle beraber her sahada, her hakta eşit olmaları Cumhuriyetin şerefli olan inkılâplarındandır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün diğer idarelerden, kendinden evvelki idare lerden esaslı farklarından biri, kadınlarımızın cemiyette layık oldukları yeri ve taşıdıkları sorumluluğu temsil eden ve tatbik eden hale konulmalarıdır.” “Medeniyet mücadelesinde kadınlarımızın büyük rollerini gözden uzaklaştırmayınız. Bin senelik, yüzlerce senelik kafes hayatından kurtulan kadınlarımız, cemiyetimizin kudretini en az iki misline çıkarmışlar, siyasi ve içtimai bütün mil let müesseselerinde Türk milletinin kabiliyetlerini değerlendirmişlerdir.” “Sizin hiçbiriniz, benim gözümün önünde hâlâ bir hayalet gibi dolaşan çarşaflılar olduğunu bilmezsiniz. Kadın çarşaf altında, kafes arkasında, saçının teli göründü, omuzu eğri durdu, kıyafeti böyle oldu diye…” “Bir defa gerici zihniyet kadınlara musallat olduğu zaman, onun yapmayacağı yoktur. Buna karşılık cemiyetin sorumluları olarak biz, vazifelerimizi yaparız, yapacağız. Böyle gerici cereyanları cemiyet içinde eritebilmenin en tesirli vasıtası, gene kadınlardır.” “Kadınlar içinden hatta gençlerden türlü kıyafete bürünerek kadınlarımızın hayatını üç yüz sene evveline götürmek isteyen gayretliler de olabilir. Bunun en zararlısı onlardır. Buna karşı sizin sadece uyanık olmanız, tasvip etmediğinizi, beraber olmadığınızı, her sebep le mücadele edeceğinizi söylemeniz, öne sürmeniz kâfidir.” “Kadının topluma girmesiyle, millet bütünlüğü sağlanmıştır. Asırların kapalı hayatı ve bunu sağlayan türlü baskılar kadınlarımızın yüksek kabiliyetlerini meydana çıkarmamıştır. Yarım asır gibi milletler hayatında kısa bir tarihi devrede kadınlarımız en yüksek bilimden en mütevazı ödeve kadar her dalda övünülecek yetki ve başarı göstermişlerdir. Bu sonucu iftiharla milletimizin gözünde belirtiyorum.” ..... Nasıl, şaşırdınız değil mi? Boş yere şaşırmayın, çünkü bu sözler, Recep Tayyip Erdoğan’a değil, onun her fırsatta acımasızca saldırdığı, kendisinden tam 70 yıl önce doğan ve 40 yıl önce aramızdan ayrılan İsmet İnönü’ye aittir. En iyisi sözü sevgili Ataol Behramoğlu’nun dizelerinden yardım alarak bağlayayım: “…Bizler yarının insanlarıyız diye düşündüm…/Onlar ise ölüdür şimdiden.” Öncelikler Önemlidir NUSRET ERTÜRK Ö ncelik, yakaya takılı kimlik kartı gibidir. Sahibini o an tanıtır. Neye öncelik verdiğini söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim. Yönetimin son aylardaki önceliklerine bakalım: 1. İnternete sınırlama. 2. Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nu düzenleme. 3. MİT’e düzenleme. Niteliklerine girmeyelim. Adları bile yeter. Üç soğuk yasa! Hangisi ilgilendiriyor toplumu? Temel günlerce, “Hastayım!” demişse de kimse inanmamış. Sonunda Temel ölmüş. İsteği üzerine mezar taşına şöyle yazılmış: “Hastayim dedim hastayim dedim inanmadiniz, şimdi ne oldi!” Biz her zaman, “Ne oldi” demeye mecbur muyuz? O zaman övünmenin bir yararı yoktur. Birinin önceliği Roma’yı yakmaktır. Ötekinin önceliği sanatıyla, bilimiyle, çağdaş eğitimiyle insanı ileriye götürmektir. 1912’de savaş yıllarında Trabzon’da opera binası yapılmış. O bina 1950’de yıkılmış! Başka söze gerek kalıyor mu? Önemli olan, öncelikleri görmemizdir. Mustafa Kemal, 1921 yılında Polatlı’dan gelen top sesleri arasında Ankara’da Medeniyetler Tarihi Müzesi’ni kurar. Aynı yıl Ankara’da öğretmenler kurultayını toplar. Bir de soran oluyor: “Atatürk niye büyük?” Bunca yıl sonra neredeyiz? Yerin altından çıkan tarihi eserler “çanak çömlek” diye anılıyor! Öğretmenler bir istekle gelirse basınçlı suyla, gazla kovuluyor! Kırgız yazar Cengiz Aytmatov 1970’li yıllarda ülkemize gelir. Mustafa Ekmekçi ile İstanbul yolundan Ankara’ya girmektedir. Aytmatov, Ekmekçi’ye, “Ankara’da işçi evlerini görmek” isteğini iletir. Ankara’da öyle bir yer olmasa da Ekmekçi yaratır. Çiftlik kavşağından Yeni Mahalle’ye doğru ilerlerken, sol yandaki apartmanları Aytmatov’a gösterir: “İşte Ankara’daki işçi evleri!” der. Ekmekçi bunu söylerken, içinden kesin kıs kıs gülmüştür. Aytmatov’un emekçiye saygıda önceliği unutulur gibi değil. Eski Yunan’da mantık, matematik, müzik, spor ve felsefe derslerine önem ve öncelik verilirdi. Şimdi bizdeki dersleri ne siz sorun, ne biz söyleyelim. Engel, yetmezse yasak… Bir zamanlar sıkça sorulurdu: “Issız bir adaya gitmek zorunda kalsanız, yanınıza alacağınız üç şeyi söyleyiniz.” Bireyi, toplumu tanımada en kestirme soru bu olmalı. Kamuoyu yoklamalarının can alıcı yolu. Bilgeler “aydın”ı şöyle tanımlıyor: “Aldatmayan ve aldanmayan.” Tolstoy’un torunu Natalie, Ukrayna’da Ahmed Arif’in oğlu Filinta ile tanışır. Natalie, alçak sesle: “Annemin dedelerinden biri Tolstoy” der. Filinta, “Niye alçak sesle konuşuyorsun” diye sorar. Onun yanıtına bakınız: “Soyuyla sopuyla övünmek bizde çok ayıptır!” O Tolstoy’un müzesinde elli bin obje bulunuyor. Çalışanların sayısı ise 954 kişi. Bizdeki bir bakanlığa eş. Artık kış ortasında bile kuraklığı yaşıyoruz. Nedenini durup bir düşünelim. J.J.Rousseau, “Doğadan başka kitap bilmem” diyor. Sen kalk her yerde dereleri kurut. Bütün ormanları kes, at. Doğanın canını al. Sonra da kuraklık de! Böyle demeye hakkın kalıyor mu? Sen önceliği başka şeylere verdin. Tüm bu geri gidişlerde yüreğiniz yanıyorsa, sorun yok. Eğer yüreğinizde bir cızırtı bile duyulmuyorsa, doktora gitme zamanınız gelmiştir. Sizin, kendinize önceliğiniz de bu olsun.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear