23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
15 ŞUBAT 2014 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 İleri demokrasilerde uygulanacak basın ilkelerine göre görev yapacaklara dair personel yönetmeliği: Genel yayın müdürlüğü kurumu kaldırılmış, yerine sepet efendimcilik ikame edilmiştir. Sepet efendimcilerde kişilik aranmaz. Yazı işleri müdürleri, başbakan ve bakanların şamar oğlanları olup enseleri kalın olanlardan seçilir. Haber müdürleri, devlet büyüklerinin emirlerinin ivedilikle yerine getirilebilmesi için haber servisleri Basın Yönetmeliği Otoriter baba baskısı, imam okulunun havası derken egemene “itaat etme”nin, “kul olma”nın, “baş eğme”nin doğal olduğunu içselleştirmiş. İstese de sıyrılamaz. Onun için sık sık “Bana hakaret ediyorlar” diye sinirleniyor. Egemen oldu ya, ona herkesin itaat etmesi, kul köle olması, baş eğmesi, sümme haşa hakkında tek söz söylememesi Ruh Hali gerekiyor. O yüzden, her kim onu eleştirirse, “Bana hakaret ettiler” diye algılayıp hop oturup hop kalkıyor. O yüzden, orayı burayı arayıp muhalif sesleri kısmaya çalışıyor. Ruh hali, kesinlikle demokrat olmaya uygun değil... Sindiremiyor, hazmedemiyor, bağırıyor, çağırıyor, kendini tutamıyor. Durumu hiç iyi değil... Enerji Bakanı Taner Yıldız, Kemerköy ve Yeniköy termik santrallarının satışının ertelenmesinin gerekçesini açıkladı: “Dağıtım şirketlerine teklif veren firmaların bir kısmı şu anda birtakım sorunlar yaşıyor. İşte tapeler mapeler falan görüyoruz. Üretim şirketlerinin ihalesine gireceklerin bir kısmı bu şirketlerdi.” Türkiye Madenİş Sendikası Yatağan Şube Başkanı Süleyman Girgin de Taner Yıldız’a yanıt verdi: “Açıklamadan öğrendiğimize göre, sayın bakan ihalelerin zamanında yapılıp firmaların milletin malı olan termik santral ve kömür sahalarına sahip olamadıklarına üzülmüş.” Oysa, millet çok sevinçli. Çünkü, ihalelerin milleti ne yapmak için alındığını biliyor. arasında eşgüdümü sağlamakla yükümlüdür. Haber müdürleri, Başbakanlık’a bağlı istihbarat örgütü başkanının önerdiği isimler arasından üçlü kararname ile atanırlar. Muhabirler, siyaset ulemalarının “Ulan, bu ne biçim haber?”, “Bu soruyu sana kim sorduruyor hıyarağası?”, “Sen de kim oluyorsun?” gibi çıkışlarına neden olabilecek girişimlerden özenle kaçınırlar. Tersi hareketlerde bulunan muhabirler, Başbakan’ın yeğeni olan koruması tarafından eşek sudan gelinceye kadar dövülür. Kendi Yalanına İnanmak Dürüst olalım, hangimiz günlük hayatımızda bir biçimde beyaz yalanlara başvurmamışızdır ki? İşimize, eve ya da bir randevuya geç kaldığımızda aklımıza ilk gelen “trafik” yalanı gibi… İnanılmasa da söyleyenin yüzüne vurulmayan, çoğu zaman anlayışla karşılanan yalanlardır bunlar. Bir de insanı acıtan, yaralayan, yalan söylenenin kendisini kandırılmış hissettiği yalanlar vardır. Bu tür yalanlar, yalan söyleyen kişiye yönelik duygu ve düşüncelerde olumsuz değişikliklere yol açar, çevresinin o kişiye karşı olan güveninde bir azalmaya hatta duyulan güvenin tümüyle yitmesine neden olur. Yalan söyleme davranışının sürekli bir hal alması durumunda yalan söyleme hastalığı olarak bilinen “mitomani”den bahsedilebilir. Bu hastalığa yakalanmış kişiler çevrelerindeki insanlara sonunun nereye varacağını düşünmeksizin sürekli yalan söylerler. Mitomaninin nedenlerine bakıldığında çocukluk döneminde ebeveynlerinin yalanlarına şahit olmuşluk, dürüst davranıldığında dürüst davranan çocuğun annesi ve babası tarafından katı bir şekilde cezalandırılması, ilgi ve onaylanma ihtiyacı, aşağılık kompleksi gibi nedenler görülür. Narsisist kişilik bozukluğu, histerik kişilik, çocukluk döneminde istismara uğramak bu hastalığa zemin oluşturan etkenler arasındadır. Mitomani hastalığının en vahim yanı ise yakalananın söylediği yalanlara kendisinin de inanmasıdır. Kısacası mitomaniye yakalanmış hasta bir an önce tedavi altına alınmalıdır. HHH Gezi olayları sürecinde 1 Haziran 2013 günü Kabataş’ta “tartaklanan”, “darp edilen”, “üzerine işenen” bebek arabalı, başörtülü kadının içler acısı öyküsünü biliyorsunuz. Kadının kendisi anlatmıştı: “Ne olduğunu anlayamadığım bir anda üzerleri çıplak, elleri deri eldivenli, başlarında tuhaf bantlı 70100 kadar adamın ortasında kaldım. Bebek arabam elimden gitti. Bir kadın, ‘Ne geldiyse bu ülkenin başına bunların başörtüsü üzerinden geldi, vurun şuna’ deyince, bir adam arkamdan tekme tokat vurmaya başladı. Bir taraftan ‘Bu ülkenin gerçek sahibi biziz anladınız mı ulan’ diye bağırıyorlar, bir taraftan tekmeliyorlardı. ‘Kutsal başörtüymüş, görün bakalım kutsalı size neler yapacağız’ diyerek aklınızın bile almayacağı şekilde küfrettiler, vurdular, vurdular. Kendimi kaybettim. Kendime geldiğimde üzerim idrar kokuyordu. Kalktım bebeğimi bulmaya çalıştım.” Başbakan kadına inanmış, iç yakıcı bir sesle ekranlarda, “Benim başörtülü kızlarıma, başörtülü bacılarıma saldırdılar” diye haykırdıkça, “şöyle bir ağlayıp boşalma” isteğiyle yanıp tutuşan yandaşlar salyasümük, hüngürşakır ortaya dökülmüşlerdi. HHH Aradan geçen aylar içinde yapılan onca araştırma, soruşturma ve sorgulamaya karşın AKP’li Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu’nun 25 yaşındaki gelini Z.D’nin sokak ortasında başına gelen bu “feci ve elim” olayın ne izine, ne bir tanığına, ne de bir görüntüsüne rastlanabilmişti. Olay nihayet iki gün önce Kanal D TV tarafından açıklığa kavuşturuldu. Kanal tarafından yayımlanan görüntülerde gelin hanım Kabataş’ta durakta birisini beklerken görülüyor. Polis raporuna göre, “Develioğlu saat 19.42’de güvenlik kamerasının görüş açısına giriyor. Elinde bebek arabası, arabada da bebeği var. Genç kadın Kabataş tramvay durağının karşısındaki kaldırıma geçiyor ve eşini bekliyor. Saat 19.43’te, yanından 810 kişilik bir grup geçiyor. Çevrede de olağandışı hiçbir hareketlilik gözlenmiyor. Saat 19.48’de 1015 kişilik başka bir grup geliyor ve Develioğlu’nun yanında 30 saniye kadar duraklıyor. Polise göre burada söz dalaşından dolayı bir hareketlilik oluyor. Grup 19.50’de oradan uzaklaşıyor. Çevrede yine bir olağanüstülük gözlenmiyor. Kabataş iskelesinin güvenlik görevlileri de normal işlerine devam ediyor. Yaklaşık 10 dakika bekleyen D.’nin saat 19.58’de eşi geliyor ve bir dakika sonra ikisi birlikte yolun karşısına geçiyorlar ve kameranın görüş açısından çıkıyorlar.” HHH Büyük olasılıkla genç kadın mitomaninin pençesine düşmüş bir hastadır. Ona öfkelenmek de, kızmak da yersizdir. Yapacağımız tek şey yakınlarını, hastanın derhal tedavi altına alınması konusunda uyarmaktır. Psikiyatrlar ve psikologlar, hastanın yalanları arasında yer alan “üstleri çıplak, başları siyah bandanalı erkekler” ve fetişist bir parafili olan “üzerine işeme” (ürofili) fiillerinin kurgudaki yeri üzerine hiç kuşkusuz bir görüş oluşturacaklardır. Başbakan ise birçok olayda olduğu gibi bu olayda da topa zamansız girmiş, ofsaytta kalmıştır. Sevinç 2. Abdülhamid’in torunları, İstanbul’daki kimi değerli arsaları “dedelerinin malı” olduğu gerekçesiyle geri istiyorlarmış... Aman ellerini çabuk tutsunlar... 3. Abdülhamid’in çocuklarının vakfına dağıtılanlardan geriye bir şey kalmayacak çünkü... Çabuk Bakan ve Başbakan çocukları yem esin de aç mı kalsın? Üç kuruş oradan, beş kuruş buradan , geçinip gidecekler, ne yapsınlar zavallıcıklar... “Ankara’da Kent Müzesi” olarak vaat edilmiş ama yapılmamıştır. 6 Çok amaçlı kongre merkezi projesi; 2009 seçim bildirgesinde “prestij projeler” arasında sayılan “Söğütözü Kongre Merkezi” namı diğer “demir kafes” diye bilinen, yapılıp yıkılan moloz yığınına dönüşmüş, hep söylenmiş ama yapılmamıştır. 7 Çubuk1 Barajı projesi; 2004 ve 2009 seçim bildirgelerinde “Ankara’ya hizmet verebilecek dev bir günübirlik rekreasyon alanı” diye ifade edilmiş, ancak Atatürk’ten miras Çubuk Barajı ve çevresindeki tesisler yıllardır metruk haliyle çürümeye terk edilmiştir. Vah Yavrum! Melih Gökçek’in yeniden belediye başkanı seçilirse yapacağını açıkladığı “18 dev” projenin aslında “7 cüce” olduğu anlaşıldı. İşte, Ankara Belediye Meclisi’nin CHP Grup Başkanvekili Yaşar Çatak’ın belirlemeleri: 1 Gökçek’in “Ankara Boğazı” diye sunduğu proje; 2004 seçim bildirgesinde “İmrahor Vadisi Projesi”, 2009 seçim bildirgesinde “İmrahor Vadisi ve Eymir Gölü Rekreasyon Alanı” diye yer almıştır. Aradan geçen yıllara rağmen, gerçekleştirilme başarısı gösterilmeyen bir projedir. 2 ANKAPARK projesi; 2009 seçim bildirgesinin ilk sayfasında Kopyala Yapıştır “Disneyland” olarak sunulmuş ve 5 yılda bitirilmesi öngörülmüştü. O zaman TOKİ’den tahsis edilen arazi üzerine kat karşılığı yapılacağı, belediye bütçesinden bir kaynak ayrımına gerek olmadığı ifade edilen proje, şimdi belediyenin öz kaynağından milyarlar harcanarak AOÇ arazisi üzerine yapılmaya çalışılmaktadır. 3 Havaalanı metro projesi; 2011 seçim bildirgesinde Ankara projeleri arasında yer almış, “Havaalanı ve fuar alanı raylı sistemle Kızılay’a bağlanıyor” diye sunulmuş, ama gerçekleştirilmemiştir. 4 Fuar alanı; 2004 seçim bildirgesinde “Ortadoğu’nun en büyük fuar merkezi” diye sunulmuş, Etimesgut Şeker Fabrikası alanına yapılacağı bildirilmiş, 2009 bildirgesinde ise Çubuk AkyurtÇankırı yolu olarak alan yeri değiştirilmiş projedir ve o da gerçekleştirilmemiştir. 5 İnanç ve Tarih Müzesi; 2004 bildirgesinde “Ulus Tarihi Kent Merkezi” projesi kapsamında cam küre içinde üç boyutlu Ankara tarihi sinemasını içeren müze, 2009’da da Değişen Algılarla Yalan Dünya SADIK ÇELİK İşlenen hukuk cinayetlerinin haddi hesabı yok, biliyoruz. Hırsızlık çok büyük; gün gelip devran döndüğünde ve hesap verme sandalyesi altlarına çekildiğinde en az zararla sıyrılmak için bugünden tedbir almaları gerek ki yapmaya çalıştıkları tam da bu. Kendileri aleyhinde doğmakta olan bir algıyı silmek, zayıflatmak, değiştirmek için kurgusal yeni algılar yaratılıyor durmadan; işte o, türlü çeşit lobiler hep bu iktidar partisine karşı toplumda uyanan yolsuzluk, hırsızlık, baskıcılık, antidemokratiklik algısını hafifletme çabasının töremeleri. Cemaatin gizli örgütçü zulümleri, faiz lobisinin ekonomiye ihaneti, muhalefetin işbirlikçiliği, ülkenin kalkınmasını istemeyen gizli güçler… Meclis’i, hakaret ettiği gerekçesiyle Kemal Kılıçdaroğlu’na ve halkı birbirine kışkırtmak suçlamasıyla Devlet Bahçeli’ye dair olanların da içinde yer aldığı fezleke yağmuruna tutmaları fakat bu yağmurun içinde bakanların ve oğullarının isimlerinin karıştığı yolsuzlukla ilgili tek bir damla olmaması; tüm bunlar yokmuş gibi davranılması, hep unutturmak için olup biteni. 17 Aralık operasyonundan sorumlu savcıların yerleri değiştirilmeden önce ifade vermeye gitmeyen Başbakan’ın oğlu savcılar değiştirildikten sonra, kimsenin haberi bile olmadan ifade vermeye gidiyor. Üstelik “mağdur” oldukları ilan edilen bakan ve Başbakan’ın oğullarının 17 Aralık operasyonunu yapan o savcılara dava açacakları da bizzat Başbakan tarafından açıklanıyor. Hukukun, adaletin uğradığı bu son feci durum… Belki unutturmayı başaracaklar fakat son kertede önemli olan insanların vicdanında er ya da geç oturacakları sanık sandalyelerinden nasıl kalkacaklarıdır. Yaşananların seçim sonuçlarına nasıl yansıyacağı konusunda, yolsuzluğu hukuksal bir sorun, oy kullanmayı ise siyasi bir mesele olarak görerek bu ikisini birbirinden ayırmaya çalışanlar aslında bir şeyleri es geçiyorlar. Yok olan kuvvetler ayrılığı sonucu görevini, işlevini yerine getiremeyen yargı mekanizması… Müslüman bir ülkede hırsızlık en büyük günah olması gerekirken ismi yolsuzlukla müsemma olan partiler, hâlâ iktidarlarını koruyabilmelerini, tek elde toplanan güçlere, kilitlenen adalete, işlemeyen hukuka ve bu sayede yargısal düzlemde kendilerine hesap sorulamamasına, aklama görevi gören yargı mekanizmasına borçlular. Biraz da yeni yolsuzluk tanımlamalarına… Ne de olsa “Devletin kasası doğrudan soyulmuyorsa orada yolsuzluk yoktur”a inanmamız isteniyor. Sanki siyasetten gelen iktidarın kullanılarak, şahsi çıkar ve menfaatler karşılığında birilerine yeni kaynaklar sunulması, yeni musluklar açılması, devlet olanaklarının keyfi olarak birilerine dağıtılması, adrese teslim ihaleler, Kamu İhale Kanunu’nda yüzlerce kez yapılan değişiklikler yolsuzluk anlamına gelmiyormuş gibi. Algılar değişiyor, değiştiriliyor. Başbakan’ın emriyle televizyon yayınlarının durdurulması, zengin işadamlarının paralarıyla oluşturulan havuzlarda kanalların yüzdürülmesi, bu paraları verenlerin milleti bilmem ne yapması hep “Türkiye’nin AB üyesi ülkelerin hemen hemen tamamına yakınından çok daha özgür olduğunun” göstergesiymiş gibi… Dünyada birinciliğe oynadığımız yolsuzluk ve rüşvet yerine daha önce de çok sayıda örgüt ve kuruluşun ve son olarak Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün hazırladığı raporlara göre 154. sırada olduğumuz basın özgürlüğünü koymaya çalışmak. Algılar ters yüz ediliyor, değiştiriliyor. Başbakan yaptığı medya müdahalesini reddetmiyor bile; aksine bazı şeylerin gazetecilere, televizyonculara “öğretilmesi” gerektiğini öne sürerek yaptığının haklılığını savunuyor; bunu savunabiliyor. Dünyanın en normal şeyi ve bir Başbakan’ın en doğal hakkıymış gibi… Böylece “Alo Fatih Hattı” medya baskısının bunca normalleşmesinin, meşrulaştırılmasının simgesi haline geliyor. Algılar şiddetle ve geride akıldan, izandan eser bırakmadan değiştiriliyor. Senede iki üç kez gidilen “bir yakınının villasında tadilat yaptırmak isteyen misafir” profili olağanüstü normalmiş, Anadolu misafirperverliği yeni ve üst bir boyuta geçmiş de bundan bir tek bizim haberimiz yokmuş gibi… Algılar değişiyor, değiştiriliyor. Bir zamanların hayalleri, daha doğrusu kâbusları şimdi birer birer gerçek oluyor. Diğer tarafta CHP, yaklaşan seçimlerde yarışacak adayları belirleme sürecini son dakikalarda da olsa tamamladı. Süreç sancılı geçti; ne yazık ki bir tür kaos, kargaşa ve tartışma ortamı hâkim oldu. CHP’nin kaleleri olarak bilinen ilçelerdeki başkanların çok büyük kısmı değiştirildi; buralara yeni adaylar gösterildi. Kızgınlıklar, kırgınlıklar ve istifalar art arda geldi. Kılıçdaroğlu’nun grup toplantısında kendisini eleştiren kişiyi dışarıya attırması gibi talihsiz anlar, partinin kendi tabanında yaşanan çatışmalar, örgütlenme problemleri, adaylar belirlenirken önseçim ve demokratik yöntem eksikliklerinden doğan sorunlar acı biçimlerde su yüzüne çıktı. Yine de tüm bu yaşananları sol ve sosyal demokrat ideolojinin olmazsa olmaz kuram, kural ve ilkeleri: biat yerine özgür düşünce, ifade hürriyeti, parti içi demokratik seçme seçilme hakkı, fırsat eşitliği; durağanlık, değişmezlik yerine değişimin sürekliliği unsurlarının gerekleri olarak okumaya çalışıp yaklaşan seçimlere umutla bakmayı deneyelim. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA HARBİ SEMİH POROY SEDAT YAŞAYAN UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Kırmızı renkli 1 bir elma cinsi. 2/ 2 Anlaşma, uyuşma... Yayla fır 3 latılan ucu sivri 4 çubuk. 3/ Hitit... 5 Karışık renkli. 4/ 6 Soluk yeşil renk. 5/ Mezopotam 7 ya’da kurulmuş 8 en büyük si 9 telerden biri... İzmir’in Men1 2 3 4 5 6 7 8 9 deres ilçesinde an 1 B R A İ L L E O tik bir kent. 6/ Sür 2 R E V A U L A K yanilerde aziz sayı 3 R lan kimselere verilen 4 U G A R İ T K A N E Ş K A T san... Brezilya kökenA S A B A li bir dans ve müzik. 5 S İ S A R A R A T 7/ Çabuk davranan, 6 İ P 7 Z A T E R İ N A çevik... Bir topluluğu simgelemek için 8 M A R A T O N M düzenlenmiş müzik 9 N A Ş S E V İ parçası. 8/ Belirti, ipucu... Gürcistan’da bir kent. 9/ Güldürü türünde kısa oyun... Yapraklarından kokain çıkarılan bitki. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ İnce kabuklu bir mandalina cinsi. 2/ Tunus’un plaka imi... Cinsel zevkleri çağrıştıran, cinsel istek uyandıran. 3/ Kırık kemikleri bir arada tutmak için kullanılan nesne... Bir ilimiz. 4/ Güneydoğu Asya’da yetişen ve mobilya yapımında kullanılan bir cins kamış. 5/ Datça Yarımadası’nda ünlü bir antik kent. 6/ Köpek... Bitkilerden elde edilen ilaçlarla bir hastalığı iyileştirmek. 7/ Bir parçanın canlı çalınacağını anlatan müzik terimi. 8/ Futbolda sayı... Huni biçiminde çukur yer. 9/ İnsanların kalabalık oldukları yerlerdeki hareketlilik.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear