02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
7 ARALIK 2013 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA DIŞ HABERLER [email protected] 13 Özgürlüğün maraton koşucusuydu MUSTAFA K. ERDEMOL Mandela ve Öcalan… Guardian dünkü başyazısında, MandelaÖcalan arasında benzerlik kurmuş… “20. yüzyılın özgürlükçü liderleri arasında (Mandela örneği gibi) hapishanede itibar kazanan isimleri” sıralarken; Hindistan’ın “bağımsızlık lideri” Cevarhirlal Nehru ve “insan hakları, demokrasi lideri” Aung Sang Suu Kyi ile Öcalan arasında benzerlik bulmuş… “Uzaktan bir benzerlik de, kendi ada hapishanesinden de destekçileri üzerindeki olağanüstü bağını koruyan ve hatta şimdi Türkiye hükümetiyle bir anlamda eşit şartlar için müzakereler yürüten Kürt lider Abdullah Öcalan’la kurulabilir” diyen gazete şöyle devam ediyor: “Ama Öcalan’ı bir kült gibi takip eden yandaşları Mandela’nın şablonuna uymuyor. Öcalan korkulan ve tapılan biri. Mandela ise saygı duyulan, sevilen biriydi.” İlahi Guardian amma abartmış dedim okurken… Masa başında çalakalem siyahbeyaz şablonlarla başyazı yazmak; insanı işte böyle dramatik hatalara sürüklüyor… Cevarhirlal Nehru; “emperyal güç” Britanya İmparatorluğu’na karşı yürüttüğü savaş uğruna kapatıldığı kuş uçurtmayan yüksek güvenlik hapishanesinde dahi, cilt cilt dünya tarihi yazacak denli birikimli, geniş ve yoğun vizyonu/ entelektüel bagajı olan bir adam. Aung Sang Suu Kyi derseniz… “terör”ün hiç yanından geçmemiş, “şiddeti yekten reddeden”, otoriter baskıya karşı daima “barışçı demokratik yöntemlerle” mücadeleyi seçen, bu yönüyle öne çıkan Burmalı kadın direniş lideri… Mandela keza... “Irk ayrımı” bölücülüğüne karşı, “bölücülüğü” kökten yadısıyan… tersine siyasi mücadelesini “kapsayıcılık” üzerine kuran, iç savaş ve çatışma yerine “barış”, “barışçılık” kültürünü temsil eden bir lider. Bu o kadar böyle ki, siyah liderin ardından yazılan yazılar bugün onu; “İç savaşa doğru sürüklenen Güney Afrika’yı bu tehlikeden ve kardeş kavgasından o kurtardı” diyerek anıyor! Bu özelliklerin hangisi acaba Öcalan’ı çağrıştırıyor? Mandela’yı hiç tanımadım ancak Öcalan’la Roma döneminde uzun bir söyleşi yaptım. Bende Öcalan’ın uyandırdığı izlenim bir nevi İbrahim Tatlıses tarzıydı. Başka deyişle “İbo türkücü olmayıp dağa çıkmış olsaydı, herhalde böyle Öcalan gibi olurdu!” diye düşünmüştüm… MandelaÖcalan arası tek benzerlik, belki son kertede ikisinin de ada hapishanelerinde kalmış olmaları. Ama Öcalan’ın Türk siyasetini yönettiği İmralı ile Robben Island hapishanesinin şartlarını karşılaştırmak da bir hayli hayal gücü istiyor. “Apartheid”ın en katı yıllarında Cape Town açıklarındaki “Robben İsland”a kapatılan Mandela; bu tutukevinde gördüğü muameleyi “Özgürlüğe Uzun Yürüyüş/Long Walk to Freedom” isimli otobiyografisinde özetle şöyle anlatıyor: “Gece bekçisi tarafından her sabah 5.30’da uyandırılırdık. Ama 6.45’ ten önce hücre dışına çıkarılmazdık… Hücremizde akar su yoktu. Tuvalet yerine demir kovalar ve içinde yalnız el, yüz yıkayıp traş olacak kadar su bulunduran küçük kaplar bulunurdu… 6.45’ te hücreden dışarıya salındığımızda ilk iş, feci koku yapan kaplarla kovaları boşaltmak olurdu. Sonra bir çeşit lapa ve gevrekten oluşan, yanında kahve niyetine kaynatılmış siyah su olan bir kahvalatı verilirdi. Kahvaltının tam ortasında gardiyanlar bizi hücrelerimizin önünde teftişe başlardı… Teftişten sonra avluda öğlene kadar taşları döverdik. Bu işleme hiç ara verilmezdi. Yavaşlayan tutukluları gardiyanlar ‘hızlanın!’ diye uyarırdı. Gardiyanların acı düdükleriyle öğleden sonra 4’e kadar hiç durmadan çalışırdık. Derken bir teftiş daha yapılırdı ve ancak deniz suyuyla soğuk bir duş almamıza izin verilirdi. Robben Island’da sıcak su yoktu. 4.30’ da da, içinde tek tek parçacıklarını avlayabildiğimiz havuç, pancar ve lahanayla yapılmış çorbayla gene lapadan oluşan akşam yemeği verilirdi. Lapa yanına bir et parçası da konurdu. Bu genelde bir kıkırdak olurdu...” Öcalan’ın “İmralı şartları” tüm Türkiye’nin malumu. Sonuçta nereden tutsanız elde kalan kalan bir benzetme bu. Mandela yaşamının üçte birini yukardaki şartlar altında dehşet saçan “Robben Island”da geçiren, 20. yüzyılın en ilham verici “özgürlük mücadelesi” simgelerinden biri olan isim… Kendisini bu toplama kampına tıkanlara karşı hiçbir zaman kin, düşmanlık beslememiş. Her dem uzlaşma ve barıştan yana olmuş. “Benim düşmanlarım yok. Yalnız muarızlarım/karşıtlarım var!” demiş, zulme hiçbir zaman “silah zoruyla, terörle” karşılık vermeyi düşünmemiş bir lider… Bu sebeple Öcalan şöyle dursun, sade “barışçı direnişi” seçen Gandhi ile karşılaştırılabilir…. Mandela, 20. yüzyılın son büyük efsanesiydi. Guardian, Öcalan ile “uzak benzerlik” ararken dahi desteksiz atmış. Biraz da gazetecilik yahu! Bunca desteksiz atışın da bir sınırı olmalı. üzyılımızın gelmiş geçmiş en büyük siyasal/toplumsal figürlerinden biri olan Nelson Mandela artık yok. Çok uzun bir ömür sürmüş olmasına rağmen ölümü beklendiği anlarda, milyonlarca insan doğa yasalarının onun için işlememesini ne kadar istedi, tahmin etmek zor değil. Çünkü Nelson Mandela, siyah ya da beyaz herkesin hayatına mutlaka dokunup geçmiş, insanlık tarihinin çok önemli ikonlarından biriydi. Yaşamında neyi savunduysa hepsinin karşılığı vardı. AIDS’le mücadele kampanyalarına destek verirken bu mücadelenin gerekli olduğuna en çok o inandı. Oğlu Makgatho’yu bu hastalıktan kaybetmişti. Ülkesinde rekor düzeyde yaşanan trafik kazalarına ilişkin başlatılan her kampanyada oluşunun simgesel değil, sahici bir gerekçesi var. Cezaevindeyken oğlu Thembekile’yi, onca badireyi atlattığı başkanlık sonrası dönemde de on üç yaşındaki torunu Zenani’yi trafik kazasında yitirdi. Trajedilerle dolu uzun bir ömürdü onunkisi. Ömrünün tam 27 yılını, ülkesi Güney Afrika’daki ırkçı rejimi çok ırklı demokratik bir rejime dönüştürme mücadelesi verdiği için hapishanede geçirdi. 1993 yılında Nobel Barış Ödülü aldı, 1994 yılında ülkesinin ilk siyahi cumhurbaşkanı oldu. Uğruna mücadele ettiği her şeyi kazanabilen kaç insan Y Her adının bir anlamı var? O kadar çok lakap takıldı ki Mandela’ya, hepsinin anlamı alt alta yazılsa karakteri hakkında ciddi bir bilgiye sahip olunur. 1918 yılında Güney Afrika’nın doğusunda küçük bir köyde Tembu kabilesi mensubu olarak doğduğunda adı Rolihlahla Dalibhunga’ydı. Ama dünya onu okula başladığı ilk gün İngilizce öğretmeni Bayan Mdingane’nin taktığı adla yani Nelson ile tanıdı. Aslında her adının ya da lakabının özel anlamları, öyküleri var. Rolihlahla, Tembu kabilesinin dilinde “bir ağaç dalını çeken kişi” demek ama halk arasında “baş belası” anlamında da kullanılıyor. Dokuz yaşındayken kaybettiği babasının bu adı koyması için neden ne olabilir? Dünya ne derse desin kabilesindekiler ona tüm ömrü boyunca Madiba diye seslendi. Taktıkları lakapla yani. Kabile adı bir Afrikalı için soyadından daha da önemli. Bu ad 18. yüzyılda Transkei kabilesinin şefinin adı aslında. Tata da adlarından biri. O da kabile kaynaklı bir isim. Anlamı da “baba”. var Mandela gibi? epeleri aştıkça tepeler gördü Ülkesinin ırkçı rejimden kurtarılmasında, kendisinin, haklarını aradığı siyahilere adamasında yıllar önce başlattığı ilk kavga dönemlerinde söylediği “Mücadele benim hayatımdır” belirlemesi etkili olmuştur. Başka türlü bir yaşam seçmesine, istese de olanak yoktur. Çünkü bir kabile “aristokratı”nın oğlu olarak önce kabile mensuplarına, sonra tüm renktaşlarına karşı sorumlulukları vardır. Bu sorumluluk onu bir dünya lideri T yapan ilerletici bir duyguydu. En çarpıcı ifadelerinden biri, “Büyük bir tepeyi tırmandıktan sonra, tırmanılacak daha bir sürü tepe olduğunu göreceksiniz” cümlesidir. Bir mücadelenin çok ama çok uzun olduğu ancak böyle anlatılabilirdi. Her zaman barışı savunmasına rağmen gerçekçiydi de... Karşı taraf için bir anlam ifade etmediği sürece sadece barış demenin gereği yoktu. Böyle düşündüğü için 1961’de kurduğu Ulusun Mızrağı adlı gençlik örgütüyle silahlı mücadele temelli bir hat izledi. Bu örgütle ırkçı rejimin kurumlarına yönelik sabotaj ey lemleri gerçekleştirdi. Asıl çizgisi hep, silaha başvurmak zorunda kalmadığı sürece, “barışçı siyaset” oldu. Mandela, devlet başkanı olarak yeni bir anayasa da yaptı. Toprak reformunu hayata geçirdi, yoksullukla mücadelenin yanı sıra sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi için yeni politikalar geliştirdi. Bu sözleri akıllara kazındı: “Tüm insanların uyum içinde birlikte yaşadıkları ve eşit haklara sahip oldukları demokratik ve özgür bir toplum hayali hiç aklımdan çıkmıyor.” Hiç aklından çıkmadı. Işığını bırakıp giden bir güneşti o. Siyahi, beyaz, sarı... Her renkten insanın içini ısıtıyor sıcaklığı... Mandela 1944 yılında dört çocuğunun annesi Evelyn Mase ile evlendi, 1958 yılında boşandı. İkinci eşi Nomazmo Winifred Madikizela (Winnie) ile 1958 yılında evlendi ancak 1992’de ayrıldı. Mandela’nın üçüncü eşi, kuşkulu bir uçak kazasında ölen Mozambik Devlet Başkanı Samora Machel’in dul eşi Graca Machel’di. Yaşamı boyunca hakkında tek bir olumsuz suçlama yapılmamış olan Mandela en çok en yakınındakilerin yaptıkları yüzünden sıkıntılar çekti. Arkadaşı Boesak hırsızlık ve yolsuzluktan suçlu bulundu. En büyük darbeyi Winnie’nin (resimde) dolandırıcılık ve hırsızlıktan 5 yıl hapis cezasına çarptırılmasıyla yedi. Hangi yönü benziyor? Barışçıl geçişin mimarı lkedeki siyahi hakları mücadelesinde ırkçı rejimi zor durumda bırakan bir karar 1960 yılında BM’de alındı. BM, Apartheid’ı (yani ırkçılığı) insanlığa karşı suç olarak ilan etti. Hemen değilse bile 1970’lerde Güney Afrika’ya karşı ekonomik ambargo çağrısı da yapıldı. 1980’lerde spor başta olmak üzere birçok alanda boykotlar gündeme geldi. ABD’nin 1986’da aldığı yaptırım kararı ise rejim için son darbe oldu. Güney Afrika ırkçı yönetiminin ANC ile görüşmelere başlamaktan başka çaresi kalmamıştı. 941 yılında, yani henüz 23 Irkçı Güney Afrika rejimi 1980’lerin soyaşında Johannesburg’a nundan başlayarak iktidarı ANC’ye bıgitmesinin nedeni, erkenden rakmak için girişimlere başlamıştı asbilincine vardığı ırkçılıkla mücadele lında. Tarafların yaptığı görüşmeler konusunda sorumluluklar almaya karar 90’larda somutlaştı ancak. Dünya kavermiş olmasıydı. Her ırktan öğrencinin muoyunun baskısı öyle bir boyuttaybulunduğu Witswaterand Üniversitesi’nde dı ki, ırkçı rejim, tüm yasak partileyakın arkadaşı Oliver Tambo ile birlikte re izin vermek zorunda kaldı. Dahukuk okumaya başladı. İki yıl sonra Afrika ha da önemlisi ırkçı yasaları birer Ulusal Kongresi’nin (ANC) gençlik örgütüne birer kaldırmaya başladı. 1994 yıkatıldıkları gerekçesiyle Tambo ile birlikte lında da siyahlarbeyazlar, herkeokuldan atılacaktı. İki arkadaş üniversiteyi si kapsayan genel seçimler yapıldaha sonra dışarıdan bitirecek, birlikte dı. ANC’nin açık ara farkla ka1952’de ülkenin ilk siyahi hukuk bürosunu zandığı seçimler sonunda cumkuracaktı. Mandela 1948’de ANC’nin önce hurbaşkanı belli olmuştu artık genel sekreteri, iki yıl sonra da başkanı oldu. Nelson Mandela. Ama sorun1961 yılında Nijerya’ya gitti. Rejime göre gidiş nedeni “askeri eğitim görmekti.” Nijerya’dan; 1962 lar devasa idi. Nüfusu 40 milyılında döner dönmez tutuklandı. 1964 yılında ırkçı yona yaklaşan ülkede 10 milyon rejim tarafından ömür boyu hapse mahkum edildi. yoksul vardı. Nüfusun 25 milYargılanması sırasında yaptığı savunma tarihe geçti. yonu elektrikten yoksundu. Si“Halkımın temsil edilmediği bir parlamento tarafından yahlar arasında okuryazarlık son hazırlanmış yasalara uymak zorunda değilim” derece düşüktü. Bebek ölümleri cümlesi meşhurdur. Özgürlüğüne tam 27 yıl sonra siyahlar arasında beyazlara oran1990’da kavuşacaktır. la 10 kat daha fazlaydı. EN ÇOK YAKINLARI ÜZDÜ Robben Islandİmralı farkı Ü İlk siyahi hukuk bürosu 1 Evren’e hayır, Kaddafi’ye evet andela’nın 250’den fazla ödüle sahip olduğu belirtiliyor. Bir ödül de 1992 yılında Türkiye’den ülkede gerçekleştirdiği darbeden sonra cumhurbaşkanı olan cunta lideri Kenan Evren tarafından verilmek istendi. Atatürk Barış Ödülü olarak adlandırılan ödülü Mandela, insan hakları ihlali yaptığı iddia edilen Türk hükümetinden böyle bir ödülü kabul edemeyeceğini belirterek geri çevirdi. Bu tavrının modern Türkiye’nin kurucusu, reformcu Mustafa Kemal Atatürk’e karşı “hiçbir görüş yansıtmadığını” belirterek tabii. O dönemler kimse Mandela’nın bu tavrına, Türkiye’deki birkaç kişinin dışında, itiraz etmedi. Ancak ülkesinde demokrasi olmayan Libya lideri Muammer Kaddafi’nin kendisine verdiği madalyayı değil reddetmek, bizzat bu ülkeye giderek Kaddafi’nin eliyle boynuna takınca eleştirilerin hedefi haline geldi. Emperyal güçlerin Libya üzerindeki siyasal, ekonomik baskılarına karşı tepkisini söz konusu madalyayı kabul ederek göstermek istemişti. Daha önce de sonrasında da hem Küba’ya hem de Libya’ya uygulanan acımasız ambargoların kaldırılması yönünde defalarca çağrıda bulunmuştu. M 20. yüzyılın son büyük efsanesi Güney Afrika tarihinin ilk siyahi cumhurbaşkanı olan Mandela, aynı zamanda büyük bir diplomasi ustasıydı. ANC’yi yönetiminde ülke siyahilerinin tek temsilcisi durumuna getirmesi, tam 40 yıl boyunca bu örgüte halkın sahip çıkmasını da sağladı. Sivil toplum içerisinde büyük bir güç kazandı. Bu güçle ANC uluslararası planda ırkçı rejime karşı müthiş bir diplomasi yürüttü. Söz konusu rejime yönelik ekonomik, siyasal tecrit uygulaması bu diplomasinin sonucudur. Asıl önemlisi ülkedeki beyaz sermayenin de bu tecrit durumundan hoşnutsuzluk duymaya başlamasıydı. Mandela’nın asla beyazlara önyargılı davranmaması büyük iş çevrelerinde ANC önderliğindeki bir Güney Afrika’da yaşanabilineceği düşüncesini de oluşturmuştu. Dolayısıyla ülkedeki rejim değişikliğine yıllarca uluslararası tecrit altında yaşamaktan memnun olmayan iş çevreleri de ikna olmuştu. ANC, Güney Afrika iş çevreleriyle de bir anlaşma yaptı. Bu anlaşma ANC’nin komünist çizgisinden uzaklaşmasıyla yapılabilecek bir anlaşmaydı, öyle de oldu. Ancak ırkçı rejimin vahşi cinayetleri, haksız infazları, ada Siyahi cumhurbaşkanı letsiz yargılamaları ne olacaktı peki? ANC, ırkçı rejimin tüm işkencecilerini rahatlatacak bir anlaşma yaptı, özellikle beyaz güvenlik kurumlarıyla... En eleştirilen uygulaması budur. ANC dünyaca ünlü rahip, Nobel Barış Ödülü sahibi Desmond Tutu başkanlığında Gerçekleri Araştırma Komisyonu kuracak, bu komisyon, suçlarını itiraf edenleri affedebilecekti de... 21 bin ifade alınmış, oturumlar halka açık yapılmıştı. Suçunu itiraf edenler de affedilmişti. ANC’nin büyük iş çevreleriyle yaptığı anlaşma sol kanadın olduğu kadar, Güney Afrika Komünist Partisi ve ülkenin en büyük sendikası COSATU’nun tepkisini çekti. Güvenlik güçleriyle yapılan anlaşma ise ırkçı devlet görevlileri tarafından yakınları öldürülenler için kabulü zor bir durumdu. Güney Afrika’nın problemleri henüz ortada duruyor. Ayrıca ANC iktidarı, son yıllarda muhalefeti bastırmak amacıy la basın özgürlüğüne ciddi darbeler de vurdu. Dünyaca ünlü Güney Afrikalı yazar Nadine Gordimer, ANC’nin ülkeyi ırkçı dönemin baskıcı ortamına geri döndürmekle suçladı ki yapılabilecek en ağır eleştiriydi bu. ‘Hep Hıristiyanları ve Nusayrileri alıyorsunuz’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Ömer Önhon, Suriye’ye “Türkiye’den bir tane bile radikal örgüt üyesi geçmedi” denmesinin doğru olmayacağını söyledi. TürkiyeAB Karma Parlamento Komisyonu (KPK) 73. Toplantısı’nın açılışında Önhon “Bir kere her şeyden evvel bu yapıdaki örgütler bizim için bir tehdit teşkil etmektedir” dedi. Önhon şöyle konuştu: “Avrupa da Suriye halkına yardımcı olmak için 100200 gibi çok az rakamlarda sığınmacı alıyor. Baktığınız zaman hep belli bir kesimden seçiliyor bunlar. Sünni Arabın mülteci statüsüyle Avrupa’ya gidebildiğini pek göremedim doğrusu. İstatistiklere baktığımızda Hıristiyanların veya Nusayrilerin daha ağırlıkta olduğunu gördüm.” İdris haberleri yalanladı Dış Haberler Sevrisi Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Komutanı General Selim İdris, yabancı basında çıkan “El Kaide’ye karşı Beşşar Esad rejimine bağlı birlikler safında savaşabilecekleri” yönünde kendisine atfedilen açıklamaları yalanladı. İdris, Suriye Ulusal Koalisyonu aracılığıyla yaptığı yazılı açıklamasında, “Bu konuda hiç mülakat yapmadım” dedi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear