16 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
4 AĞUSTOS 2012 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 Sosyal Devlet Yerine amazanla birlikte yardım, yemek çadırlarında yarış R başladı. Kayseri Bez Fabrikası ümerbank Kayseri Bez Fabrikası’nın bugüne varan öyküsünü TMMOB’nin yayımladığı “Mühendislik ve Mimarlık Öyküleri” adlı kitapçığında, Yard. Doç. Dr. Burak Asiliskender’in “Son Sümerbanklı” başlıklı yazısından öğrendik: Fabrikanın en önemli özelliği, cumhuriyetin ilanından sonra devlet tarafından gerçekleştirilen ilk sanayi yatırımı olması. İlk sanayi planı kapsamında Sovyetler Birliği’nden alınan 8.5 milyon liralık krediyle kurulmuş ve 1935’te hizmete açılmış. Halk tipi, ucuz, pamuklu kumaş üretecek olan fabrika, ilk açıldığında 2 bin 100 işçi ile 155 memur çalıştırıyormuş. Fabrika 1999’da işletmeye kapatılmış ve Erciyes Üniversitesi’ne etin Turan’ı tanıyanlar bilir, tek M kelimeyle “iyi insan”dır. “FolklorEdebiyat” dergisini çıkarır, yayın yapar, S devredilmiş. Türkiye Ulusal Çalışma Grubu’nun başvurusu üzerine, 2003’te işletme alanı içinde kalan yapıları, 2004’te de lojmanları Kayseri Kültür Varlıkları ve Anıtları Koruma Kurulu tarafından koruma altına alınmış. 2005’te üniversite rektörlüğü, lojmanlardan bir kısmını Kayseri Emniyet Müdürlüğü’ne devretmiş. Emniyet müdürlüğü ise korumaya alınmış çamaşırhaneleri ve usta lojmanlarını “güvenlik sorunu oluşturuyor” gerekçesiyle yıkmış! 2006’dan başlayarak, yerleşke çevresindeki yeşil alanların büyük bir kısmı yerel yönetime devredilerek imara açılmış! Atatürk’ün kurduğu fabrika yok artık. Yerleşke, bu yıl başında Abdullah Gül’ün adı verilmiş olan üniversiteye devredilmiş... Elektrik mühendisi Fatih Kaymakçıoğlu, 20032008 yılları arasında ortalama 3 milyar liranın üstünde bir kaynağın yardım adı altında kömür dağıtımına ayrıldığını ortaya koyan “Enerji Sektöründe İpotekli Yaşam” adlı kitabında “Yoksullaşmaya karşı sosyal devlet devreye girmesi gerekirken, yerine ne konulmaktadır?” diye soruyor ve şu yanıtı veriyor: “Türkiye’de kurdukları dinsel vakıflarla bu boşluk doldurulmaya çalışılmaktadır. Bu vakıflar aracılığıyla sadaka niyetine, yiyecek, giyecek, kömür vb. dağıtımı yapılmaktadır. Bu yapı ile yurttaş olma bilincinin yok edilmesi planlanmaktadır. Böylece dinsel açıdan bağımlılaşmış insan tipi yaratılacaktır. Oysa toplumlar ve uluslar, düşüncelerinde bile Bir Cumhuriyet İmgesi: ‘Küçük Ülkü’ İhap Hulusi’nin tasarladığı Alfabe kapağındaki devrim imgesidir Küçük Ülkü. Yaşı yetenler için, üzerinden Cumhuriyet’e bağlılık ve aidiyet oluşturduğumuz sevimli kız çocuğudur. Gıpta etmişizdir ona. Atatürk’ün manevi kızı olmak çok büyük bir ayrıcalıktır çünkü. Altı yaşında yetim kaldığında neler hissettiğine, kaybetme duygusunun nasıl üstesinden geldiğine, özel konumunun aniden sona ermesinden nasıl etkilendiğine kafa yormamışızdır. Buna karşılık ne çok yargılamışız Küçük Ülkü’yü. İki çocukla ilk eşinden ayrılıp bir Türk Musevisiyle evlenmesinde kıyametleri koparmışız. 1962 yılının Türkiye’sinde çocukları olup da boşanmak her kadın için zaten yeterince büyük affedilmez bir suçtur. Bir de üstüne üstlük Müslüman olmayan bir Türk vatandaşıyla evlenmek! Nitekim Türk basınının bir bölümü Ülkü’ye haddini bildirecektir. Irkçlılık tüten söylemlerle gazetelerde çarşaf çarşaf eleştiri yazıları yayımlanır. Bir Museviyle evlenmesi Ata’ya saygısızlık olarak yorumlanır. Araştırmacı Rıfat Bali’nin bu konudaki çalışmasında yer alan gazete başlıkları bir felaket: “Gençlik Ülkü’yü protesto ediyor”, Milli Türk Talebe Birliği Ülkü’ye “Büyük Atatürk’ten intikal eden imtiyazları geri istiyor” gibi insanın kanını donduran manşetler var 1962’nin ağustos ayının basınında. Yeni Sabah, Gece Postası ve Hürriyet kışkırtıcı yayınlar yapmış o dönemde. Cumhuriyet, Dünya, Akşam, Tercüman ise susarak olayı görmezden gelmeyi yeğleyenler arasında. Manevi kıza yapılan manevi baskı karşısında Ülkü kendini “Atatürk yaşasaydı karşı çıkmazdı, o azınlıklardan yanaydı” diye savunur. Eşi ise “Ben Türk’üm, Türk ordusunda askerlik yaptım. Ben kendimi Türk saydıktan sonra siz beni geri iterseniz, ben ne yapayım?” demektedir. ??? Ülkü’nün ikinci evliliğinde başına gelenler, günümüze de ışık tutuyor. Rıfat Bali’nin de doğru olarak saptadığı gibi, Türklük dendiğinde anladığımız Türk etnisitesi ile İslam dininin bileşkesinden öteye gidemiyor. Üstelik Alevilik olgusunda yaşandığı gibi devletin ve toplumun çoğunluğunun İslam dininin Sünni olmayan versiyonları ile de sorunu var. Müslüman olmayanın “yabancı” görülmesi Cumhuriyet’in ilanından 39 yıl sonra hâlâ değişmemişti. Bugün, 89 yıl sonra değişen ne var? Bu bakış açısı aynı kaldığı gibi, din üzerinden ötekileştirme daha da perçinleniyor. Alevilik konusunda alevlenen tartışma ve tahammülsüzlüğü ortaya koyan olaylar, farklı kimliklerle ortak aidiyet alanı yaratmakta başarısız kalındığının ispatı değil mi? ??? Eşzamanlı olarak herkesin birlikte gördüğü bir Cumhuriyet görseliydi Küçük Ülkü... Büyümesine izin verilmeyen o kız çocuğu, hiç olmazsa bir dönem bizim Cumhuriyet’e olan aidiyetimizi güçlendiren ortak bir imgeydi. O imgeyi çok örselemişiz. Diyeceksiniz ki, 2013 yılının Türkiye’sinde Cumhuriyet’in yerin dibine batırılmadık imgesi mi kaldı? Bu yazıya son noktayı koyup “Küçük Ülkü”nün Teşvikiye Camii’ndeki cenaze törenine koşuyorum. sadaka kavramanın yer almadığı bireylerden oluşmalıdır. Sosyal devlet anlayışında ‘gelir dağılımında, benim de hakkım var’ diye düşünebilen yurttaş olma bilinci vardır.” Yurttaşlık bilinci, hücrelerimizden kazınıyor. Yerine bilinçaltı mezarlığımızı deşip feodal bağlarımızı, kulluğumuzu, köleliğimizi ortaya çıkarıyorlar... Ortak Belleği Unutmayalım dolu eylemin mimarı olan Türkiye insanı, elli yıldır olabildiğince bu geleneğinden yalıtılmış, deyim yerindeyse ‘ar damarı çatlamış’ bir biçimde kasaba siyasetçisinin kalburundan geçirilmiştir. Bugün içerisine itildiğimiz kayıtsızlık kuşatması bunun sonucudur. Her şeye karşın bu coğrafyanın, direnmeye, karşı koymaya, pes etmemeye dayalı ortak bir de belleğinin varlığını unutmamak gerekiyor.” Metin Turan, cumhuriyetin, ciddi anlamda bir uygarlaşma devrimi olduğunun da altını çizerek diyor ki: “Cumhuriyet, ciddi anlamda bir uygarlaşma devrimidir. Ne var ki Türkiye’de kimi aydınlar(!), Mustafa Kemal kazanım ve ufuk genişliği ile Osmanlı artıklarının şoven, ümmetçi cumhuriyet kadrolaşmasını birbirine karıştırıyorlar. Bu gerçekliği göz ardı edip süreci tarihsel bağlarından kopuk olarak değerlendirirsek, sanki bugünün sorumluluları da cumhuriyetçilermiş gibi, korkunç bir yanlışa ve yanılgıya düşeriz. Çünkü, böyle şiir yazar. Ülkeye kattıkları pek görünmez, ama çoktur. Metin Turan’ın tek başına yaptıkları bile varsıl bir kültüre sahip topraklarda karanlık bir sürecin uzun sürmeyeceğini kanıtlar. Metin Turan da bu görüşümüze katılıyor: “Çoksesli bir kültüre sahip Türkiye coğrafyası, sadece yerüstü zenginliklerinin değil, başta ve özellikle bu kültürel çoksesliliğin talan edilmesiyle büyük bir yoksulluğa itildi. Dolayısıyla da geriye dönüp baktığımızda kolektif aklın ürünü bir bir kafa, demokrasi adına iktidara gelen, bütün demokratik uygulamaları rafa kaldırıp tek parti döneminden daha ceberrut bir uygulamaya girişen DP dönemini de 12 Mart faşizminin şekillendirdiği AP Türkiye’sini de 12 Eylül faşizminin zeminini hazırlayan Milliyetçi Cephe hükümetleri dönemini de cumhuriyete mal etmektedirler. Dolayısıyla da bugün haklının yakasına yapışan haksızlarla yüz yüzeyiz.” Dışarıdan baksanız; kişiliği parçalanmış, lime lime olmuş bir toplum görüntüsü çiziyoruz. Bir çılgınlık dönemindeyiz, ancak belleğimiz yerine gelecektir. Mutlaka! Sürgü’de Linç ve Tehcir Girişimi SADIK ÇELİK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Yer; Malatya’nın Sürgü beldesi. Ramazan davulcusu sahur vakti Alevi bir ailenin kapısının önünde “Haydi kalkın” diye bağırarak davul çalıyor, ev ahalisi de burada davul çalma diyor. Davulcu sinirleniyor; “Bunlar oruca, ezana küfrettiler” diyerek mahalleliyi galeyana getiriyor. Bu topraklar üzerinde örneğine sıkça rastladığımız gibi galeyana gelmeye hep hazır 300 kişilik her seferinde “münferit” bir grup da hemen toplanıp İstiklal Marşı ve Türk bayrakları eşliğinde, tekbir getirerek ailenin yaşadığı evin camlarını taşlıyor, samanlığını ateşe veriyor, sizi öldüreceğiz şeklinde tehditler savuruyor. Üstelik aynı tavır 3 gün boyunca sürdürülüyor. Davulcu grubunun başka evlere de aynı sebepten baskın düzenlemek üzere plan yaptığı haberi geliyor. Biriktirilen öfke balonları, zehirli husumet topları bu şekilde patlıyor. Olaylar üzerine Sürgü Belediye Başkanı Faruk Taşdemir ile jandarma komutanı, Alevi aileye sahip çıkmaları gerekirken “Sizin güvenliğinizi sağlayamayız, beldeyi terk edin” diyor. Üstelik saldırgan grubu teskin ederken de aileyi oradan göndereceklerini dile getiriyorlar. Bir başka deyişle ailenin mağduriyetinin karşılığı olarak yaşadıkları evi terk etme cezasını vereceklerini söyleyerek “nefret dilli” saldırgan grubu yatıştırmaya çalışıyorlar… Ve yetkili mercilerden yapılan açıklamaya göre; “olay abartılıyor”. “Olay münferit.” Oysa ki olay, davulcunun “Bunlar oruca laf ettiler” deyip de adeta tetikte bekleyen 300 kişiyi ayağa kaldırmasıyla münferit ve sadece sıradan bir davul meselesi olmaktan çoktan çıkmıştır. Ancak olayın münferit olduğu yönünde yapılan yorum ve açıklamalarda ısrar ediliyor. Ve tüm bu yaşananlardan sonra insanın aklına ancak Madımak geliyor, Çorum geliyor, Maraş geliyor. Ülke idaresinin tutumu bu tür ayrıştırıcı ve toplumda yaşayan azınlık grupların, ötekilerin can güvenliğini tehdit edici faaliyetleri, din üzerinden baskı kurmayı adeta yüreklendiriyor. İktidar ve hukuk seviyesinde alınan birtakım kararlar son aylarda artan benzer olaylara zemin yaratıyor. Bu şekilde ırkçılık ve inanç temelli saldırılar her gün biraz daha normalleşiyor. Arkasından kameralar ikinci olay mahaline dönüyor. İstanbul, Şişli, Ayazağa’ya. Bölgedeki bir inşaata çalışan [email protected] C MY B C MY B Kürt kökenli işçilerle mahalle sakinleri arasında “kızlara laf atma” kisvesi altında çıkan kavgaya. Kavganın büyümesine, yayılmasına. Kürt işçilere yönelik kinin, Kürt halkına karşı birikmiş öfkenin bu şekilde vücut bulmasına. Ve Muğla, Dalyan; üçüncü adres. Henüz Ayazağa’daki olay soğumamışken Dalyan’da Diyarbakırlı Murat Harman tarafından işletilen otel restoranının kalabalık bir grup tarafından basıldığı haberi geliyor. 50 kişilik grup ellerindeki taş, demir ve sopalarla oteli savaş meydanına çeviriyor, Murat Harman taşlanmaya çalışılıyor. Yeni bir linç girişimi daha bu şekilde gerçekleşmiş oluyor. Bektaşi’ye sormuşlar, “En iyi neyi bilirsin?” diye o da cevap vermiş; “Haddimi bilirim.” Aleviler hadlerini biliyorlar, bu topraklarda muktedir olmadıklarını, eşit olmadıklarını. İbadethanelerinin ibadethane olarak görülmediğini, zorunlu din derslerinin mağduru olduklarını… Her şeyin farkındalar ve hadlerini iyi biliyorlar. Bugün var olan hükümet Alevilik sorununu her geçen gün daha da büyüterek içinden çıkılmaz sorunsal yapılar inşa ediyor ve aslında biraz da buradan besleniyor. Ülke yöneticilerimizin Alevilerin katli vaciptir diye fetva çıkaran Ebusüüd efendiyle övündüğü, siyasi parti liderlerinin HSYK’deki Alevileri temizleyeceklerini ya da adalet teşkilatı için sözlerini dile getirebildiği bir dönemde halkın Alevi ailelerin kapısına dayanmaları ne yazık ki şaşırtıcı değildir; olağan karşılanmalıdır. Yüzyıllardan beri gelen şiddetin, nefretin bir sonucu olarak... Ebusüüd efendiden, Kasrı Şirin Antlaşması’ndan, Çorum’dan, Sivas’tan, Maraş’tan bu yana Alevilerin katledildiği, aşağılandığı, hatta Aleviliğin zaman zaman bir küfür olarak algılandığı, Alevileri dışlayan, Alevi inancının inkârı politikalarının hüküm sürdüğü bu coğrafyada dün Aleviler katledilirken bugün artık katledilen Aleviliktir. Bu topraklarda azınlık olmak baştan bir mücadele ortamının içine doğmaktır. Önyargılarla, kinle, nefretle, cehaletle, asırlardır kök salmış bir ötekileştirme güdüsüyle savaşmaktır. 2012’nin Türkiye’sinde sahip olduğu kimliği hâlâ fısıldayarak dile getirmek zorunda kalmaktır. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ Argoda, ka 1 dınla düşüp 2 kalkmaya başlayan toy er 3 keğe verilen 4 ad. 2/ Un eler 5 ken dökülme 6 mesi için yere serilen örtü... 7 Bir göz rengi. 8 3/ Tarih önce 9 sine dayanan 1 2 3 4 5 6 7 8 9 efsane... Suudi 1 T E O S O F İ A Arabistan’ın para bi2 E B R U O P E C rimi. 4/ Çiçek koymak için kullanılan 3 Y O P E R E M E Ş A R M kap... Eski Mısır’da 4 E L A İ K İ güneş tanrısı. 5/ “Al 5 M A L U L tınkökü”de denilen 6 M A L E S T A D R kusturucu bir kök... 7 Ü R Y A N İ 8 M O M İ N A R E Bir kümes hayvanı. 9 K R A K A T O A 6/ Boya ve badana yapmakta kullanılan silindir biçimli fırça... Koca. 7/ Vilayet... Karahindibanın sebze olarak yenen yaprakları. 8/ Yabancı paraların ulusal para cinsinden değeri... Sayıları göstermek için kullanılan işaretlerden her biri. 9/ Güney Amerika’nın tropik bölgelerinde yetişen, armut büyüklüğünde ve lezzetli bir meyve. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bücür, kısa boylu ve sıska kimse. 2/ İtici neden, güdü... Cinsel gücü olmayan erkek. 3/ Su kanalı, ark... Bir nota. 4/ Pamuk, yün gibi şeyleri eğirmekte kullanılan araç... Armoni kurallarına göre üst üste bindirilmiş sesler. 5/ Kimi Türk topluluklarında ve İran’da kullanılan bir soyluluk sanı... Nazilerin politikasında Germen ırkından kimselere yakıştırılan ad. 6/ Jüpiter’in, uzayın en kızgın kayası olan uydusu.... Hollanda’ya özgü, üzeri kırmızı parafinle kaplanan bir peynir. 7/ Doğu Anadolu’da kullanılan bir tür küçük zurna.... Ağır bir yükü kaldırmak için kullanılan araç. 8/ Akdeniz Bölgesi’nde bir akarsu... Yaz yağmuru. 9/ Yüzde ve vücutta oluşan kızartılar.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear