25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 28 AĞUSTOS 2012 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kriz ve Biz! Kendimizin Düşmanı mıyız? Altmış general ve amiral aylardır tutuklu. Yüzlerce subay, sivil tutuklu. Yıllar geçiyor bir sonuç yok. Mahkemeler boşa mı çalışıyor? Ordumuzun üçte biri kendi ülkesine esir düşmüş gibi. Genelkurmay Başkanı bile suçlanmakta! Casusluk, düşmana hizmet etmektir. Oysa bizde casus sayılanlar yıllardır içerde! Akıl alır iş mi? Böyle saçmalık nerde görülmüş? Ama hepimizin gözü önünde yaşanıyor bütün bunlar! Türkiye devleti kendi insanlarını niye suçluyor, tutukluyor, yıllarını elinden alıyor? En ağır suçlamalarla karşı karşıya bırakıyor? Sanki bir savaş çıkmış, yenik düşmüşüz, ordumuz tutsak olmuş, yabancı bir güç, her şeyimize egemen olmuş! Ülkemizde yabancı düşman yok, ama birileri var düşmandan beter! Seçimlerde başarılı olmuş bir yönetim! On yıldır iktidar ellerinde! Silivri’lerde, Hasdal’larda, asker, sivil yargılananlar hep yurttaşımız! Askerler, subaylar, generaller, öğretim üyeleri, yazarlar, gazeteciler, öğrenciler... Hangi yabancı güç gelmiş yurdumuzu ele geçirmiş? Mütareke yıllarında bile bu kadarı olmadı. Tuttular yazarları, bilginleri, generalleri Malta adasına sürdüler! Yurdu kurtarmak için cephelerde savaşan Türk ordusunun erlerini... Ama bizlerin şimdilerde yaşadığı gerçek bambaşka, esir almış gibiyiz kendi insanlarımızı! Adalet önünde hiçbir suçları olmayan insanlarımızı!.. Gerçek suçlu kim? İktidardakiler mi? Yoksa dış güçlerin içteki işbirlikçileri gerçek düşmanlarımız mı? Dost diye görünen, dost diye ülkeyi yönetmeye kalkışanlar mı? Kimin adına yapılıyor bu tımarhanelik işler, tutumlar, davranışlar? Türkiye’de bir rejim değişikliğine gidilmek isteniyor? Bir ülkeyi tepeden tırnağa değiştirmenin yolu, o ülkenin askerlerini, sivillerini bir yana atmakla mı gerçekleştirilecek? Kendi ülkesinin halkına kıymak değilse nedir bu? Yaşlandım! Bir gün son perde inecek. O zaman kurtulacağım ben! Ama ülkem, halkım ne zaman kurtulacak? Bütün bu tutumlardan, anlayışlardan? Ne zaman, kimler kurtaracak şu anda hapislerde yıllardır çile çeken gerçek yurtseverleri? Onları kendi düşmanının elinden kim kurtaracak? Ben bekleyemiyorum! Varın siz bekleyin! Zaman Geçiyor tesi tarafından AB Komisyonu için hazırlanan Dünya Girdi Çıktı Veritabanı kullanılarak yapılan çalışmalardan biri (R.Stehrer, Trade in Value Added and Value Added in Trade, 2012) şu sonucu vermiştir. 2005 yılı itibarıyla bazı ülkelerin katma değer ihracat büyüklükleri milyar dolar olarak şöyle hesaplanmıştır: Çin: 170, AB: 152, Japonya: 132, Rusya: 85, Kanada: 51.9, Güney Kore: 28, Brezilya: 26, Tayvan: 20, Endonezya: 16, Türkiye 30.8, ABD: 582. Görüldüğü gibi Türkiye katma değer ihracatında gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 7.36’sı oranında açık vermektedir. (Bu bıçağın diğer keskin tarafı!) Aynı yıl cari işlemler açığı, yani ihracatla ithalat arasındaki fark 28.8 milyar dolar olmuştur. Katma değer itibarıyla açık veriyor olmamız, üzerinde hayli düşünmemiz ve sadece hükümet politikalarıyla değil şirketlerin stratejileri ile ilişkilendirilmesi gereken bir husustur. Şirketlerimizin stratejilerini, neyi nerede, nasıl, kimin için üreteceklerini belirlerken katma değer üretimine özen göstermeleri gerekmektedir. Bunu yapanlar herhalde vardır, ama rakamlar ciddi soruların varlığını göstermektedir. Japonya 132 milyar dolar katma değer ihraç ederken, ünlü Japon tüketici elektroniği üreticisi SonyPanasonicSharp 2011 yılında 1.6 trilyon yen (18 milyar ABD Doları) zarar etmişler, küresel krizin başından beri %85 değer kaybına uğramışlardır. Sharp’ın gelirlerinin %60’ı TV ve diğer tüketici elektroniği ürünlerinden oluşmaktadır. Hitachi’nin gelirlerinin %10’u bu tür ürünlerden, geri kalanı enerji üretimi, hızlı tren ve madencilik donanımı gibi imalattan oluşmaktadır. MİTHAT MELEN Katma değer itibarıyla açık veriyor olmamız, üzerinde hayli düşünmemiz ve sadece hükümet politikalarıyla değil şirketlerin stratejileri ile ilişkilendirilmesi gereken bir husustur. Şirketlerimizin stratejilerini, neyi nerede, nasıl, kimin için üreteceklerini belirlerken katma değer üretimine özen göstermeleri gerekmektedir. Çelik KURTOĞLU ylül ayına girerken dünya nasıl görünüyor, Türkiye’yi nasıl bir yıl bekliyor? Yunanistan’da ciddi sosyal sorunları tahrik eden, Avrupa’yı tehdit eden ekonomik krizin aşılması için başta Almanya olmak üzere AB’nin patronlarının, başlattıkları mükemmel kurguyu gerçekleştirmek, “tek pazardan oluşan Avrupa Birliği”ni hedefine ulaştırmak için şapkalarını önlerine koymaları gerekmektedir. Sorun kimilerinin iddia ettiği gibi sistem sorunu değildir. Kapitalizmin sorunları olduğu doğrudur, ama yaşanan olaylar sistemin doğru yönetilmemesinin sonucudur. Bu da korkarım demokrasinin cilvelerinden birisidir. (Bkz. D. Acemoğlu J. A. Robinson: Economic Origins of Dictatorship and Democracy) Yunanistan ciddi ekonomik sorunlar yaşarken, on yıllardır bu ülkeye kredi veren, o kredilerin nemasından, o kredilerle yaratılan iş fırsatlarından yararlananlar bu defa sorumluluklarını yerine getirmekten kaçınmaktadır. Gerekçe Yunanistan’ı, İspanya ve diğer sorunlu ülkeleri kendi kendilerini “Alman disiplini” ile yönetmeye alıştırma arzusudur. Almanya’nın yasaları “kurtarma” operasyonlarına imkân vermemektedir. Vakit daralmaktadır, ne Almanya ne de AB’nin diğer patronları E AB modelinden vazgeçemezler, bu model çökerse kendi büyümelerini sürdürebilecekleri alternatif model ufukta gözükmemektedir. Bakalım A.Merkel Alp’lerdeki yürüyüş tatilinden yeterince dinlenmiş olarak dönecek mi, Alman genel seçimleri yaklaşırken kendi mevzuatında, kamuoyunda gerekli düzenlemeleri yaptırabilecek mi? Hükümetler düzeyinde sorunlar devam ederken, ekonominin motoru olan şirketler kendi faaliyetini sürdürmektedirler. ABD’den Çin’e tüm ülkeler, küreselleşme sürecinde katma değer üretebilecekleri, kazanç elde edebilecekleri fırsatları araştırmaktalar. Ulusal ekonomi politikaları ve siyasal liderler aksini söylese de, şirketler rekabet gücünü yitirmemek için üretimi küresel planda organize etmektedirler. N.Sarkozy’nin tüm baskısına karşın, Renault şirketi üretimini Türkiye de dahil olmak üzere Fransa dışında organize etmeyi sürdürmekteler. Çünkü Fransa’nın tasarımı gücü var ama imalatta rekabet gücüne sahip değil. (Bunun iki taraflı kesen bir bıçak olduğunu aşağıda göreceğiz.) Küreselleşme ve üretimin değişik aşamalarının ülkelerin rekabet gücüne bağlı olarak farklı ülkelerde organize edilmesi, ticaretin katma değer itibarıyla hesaplanması ihtiyacını doğurmuştur. Groningen Üniversi İ zlenceleri pazar sabahları olan bir televizyon sunucumuz var. Kendisine pek hayran bu sunucumuz, konuklarına her zaman ya “demek istiyor” ya da “ sormak istiyor”. Sözgelimi, önce böyle sesleniyor: “Size hoş geldiniz demek istiyorum.” Ardı sıra da “Size, bunu sormak istiyorum”, “Bir de bunu sormak istiyorum” vb. ile sürdürüyor sözlerini. Neden sürekli “istiyor” da doğrudan “hoş geldiniz”, “soracağım” demiyor acaba? Yine aynı sunucu, güzel bulduğu ya da beğendiği ‘Demek İstiyorum’ ve Ötesi Adil İZCİ ne varsa hepsini “inanılmaz” sözcüğüyle niteliyor. “Çok güzel”, “nefis”, “olağanüstü”, “görkemli”, “muhteşem” vb. önadlardan (sıfatlardan) birini olsun kullanamaz mı arada sırada da olsa? Yoksa bilmez mi bu sözcükleri? Bilmezse sözlüklere de mi bakmaz? Daha yaygın örneklere geçelim: Bazı kaza haberlerinde de bir “talihsiz” nitelemesi olmadan olmuyor! Adı üstünde, “kaza” bu! “Geçirdiği kaza sonucu” demek varken, neden “geçirdiği talihsiz bir kaza sonucu”? Yine haber bültenlerinde rastgeliyoruz: Yangına uğrayan ne varsa “kül oluyor”. Diyelim bir tekne yanmış, iskeleti denizin ortasında duruyor, görüyorsunuz, ama sunucu “kül olduğunu” söylüyor. Bu durumda hangisine inanacaksınız? “Sessizliğini bozmak” deyimine de değinelim: Bu ülkede nedense pek çok insan “düşüncelerini belirtmiyor”, “görüşlerini açıklamıyor”, “kanaatini dile getirmiyor” da “sessizliğini bozuyor”. Epeyce eski bir inci olan “telefonun acı acı çalması” ile bitirelim: Yakınlarda, bir sunucu/gazete yazarı kullandı bu inciyi de. Meğer bir sabah bakanlardan biri aramış, bir konudaki sitemlerini bildirmiş. İşte o konuşma öncesi bu sunucu/yazarın “telefonu acı acı çalmış”. Bizim bildiğimiz, telefon her zaman aynı tarzda çalar, çünkü sadece bir aygıttır o! rtık hepimizi sarsıyor terör. Devamlı tırmanıyor. Bir bayram gününü bile huzurlu geçirmiyoruz. Genç yaşlı, çoluk çocuk demeden herkesi, her yerde vuruyor. Her gün gelen şehit haberleri hepimizi üzüyor, yoruyor. Eli kalem tutan tutmayan, mikrofonu eline alan veya uzaktan seslenen herkes, yetkili veya değil, bir şeyler söylüyor. Bizim kuşak 40 yıldır, hem söylemlere alıştı hem de acılara. Daha birisi bitmeden öbür acı ile sarsılıyoruz. Nerede ise Türkiye’de her eve artık acı düştü. Herkes işin siyasi yanını, her bildiğini söylüyor ama kimse tam biliyor mu, onu da pek çıkarabilmiş değilim. O işi siyaset ve her TV kanalını dolaşan terör uzmanlarına(!) bırakalım. Biz de biraz bu işin ekonomik tarafına bakalım. Önce bir noktaya açıklık getirelim. İnsanın fiyatı yok, çekilen acıların ekonomik hiçbir yanı yok. Sakat kalanların psikolojik sıkıntılar içinde ölümden daha beter durumda olan terör mağdurları için söylenecek çok söz de yok. Ancak işin insani boyutunun dışında bir maddi tarafı var ki, bunu anlamak çok zor. Bir kere teröre kim finansman sağlıyor? Arada kalıplaşmış sözler ediliyor. Kökü dışarıda, yok şu ülke besliyor, yok bunlar şunu yaptı diye. Önce Türkiye için bir başka açıdan konuya bakmamız gerekiyor. Türkiye’de ekonomiyi kayıt içine alma konusu yıllardır konuşulur. Ekonomi kayıt altında tamamen değilse, siyasetten tutun da teröre kadar her mal ve hizmet hareketinin bu kaynaklardan beslenmesi doğal hale geliyor. Uluslararası birçok örgüt, paranın kayıt altına alınması için çeşitli yasaların ve denetim mekanizmalarının çıkmasına önayak oldular, ülkeler de çoğunlukla bunlara uydu. Uydu da, bu kadar silah, cephane ve mühimmatı kimler veya hangi örgütler nasıl temin ediyor ve teröristlerin eline veriyor? Onları hangi maddi kaynaklarla yetiştiriyorlar? Bir ordu beslemenin maliyetini, savunma harcamalarının yüksekliğinden yakınan savaş karşıtları çok iyi izliyordur? Dünyadaki terörün maddi kaynakları nedir? Son 10 yılı düşünün; Ortadoğu gibi bir bölgede, silah ve örneğin sağlık hizmetlerine ne kadar para harcanmıştır? Resmi verilere bakarsanız çok harcanmadığı, hatta savunma harcamalarının düştüğü söylenebilir. Ancak dünya safi milli hasıla toplamının yüzde 1’i bu işlere yılda yatırılırsa 700 milyar dolar eder. Bu kadar büyük paradan da herkes rantını alır. Ortadoğu’ya gelince bunun yarısı oralara aksa, 10 yılda 33.5 trilyon dolar eder. Bu kazanç için 10 bin kişi ölmüş çok mu, diyenler var mıdır bilmiyorum ama benim sinirim bozuluyor. Arap ilkbaharı, Suriye, Irak, PKK bir tarafta; diğer tarafta ise demokrasi, özgürlükler insan hakları, tüketici hakları... Nasıl bir olgudur ki, 7 milyar insan bu işin çarklarına takılmış, çabalayıp ayakta kalmak için direniyor ve canını bile bazen bilmediği anlamını bile anlamadığı kelimeler uğruna verebiliyor. Türkiye’de gerçek sıkıntı nedir biliyor musunuz? Başta siyasiler ve ülkeyi yönetenlerin sonuçlarla uğraşmaları, nedenleri araştırmak, bulmak zahmetine katlanmamaları. Türkiye nüfusu 80 milyona varıyor. Üç konuda kendimizi hep kandırıyoruz. Birincisi verimlilik alanında; bir türlü çağdaş olamadık. Dünyayı yakalayamadık. İkincisi eğitim alanında; bu çağın gerekleri için insan kaynaklarımızı geliştiremedik. Sanayi Devrimi sonrası eğitim modeli ile elektronik çağın araştırmacı ve sentezci üreten geliştiren ve gelişen insan modelini yakalayamadık. Onunu için her şey, başta ekonomi ve terör, konuları bilimsel anlamda tartışıp nedenleri bulup modeller geliştiremiyoruz. Üçüncüsü ise kurumsallaşma; bırakın siz iş âlemini, Türkiye’de Ankara ve devlet bir türlü kurumsallaşmasını tamamlayabilmiş değil. Meselelere çözüm getirmesi gereken en demokratik kurum TBMM ise kendini yenileyemiyor. Hâlâ hükümet yani yürütme, TBMM’nin önünde. Yukarıda saydığım önemli sorunların hangisi TBMM’de son yıllarda konuşulmuş tartışılmış durumda? Anayasayı değiştirirsek bazı çözümler üretebileceğimiz sanıyoruz. Doğru ama yeterli değil, Türkiye’nin artık dünyadaki değişimle paralel giden ve kapısına kadar gelen değişim hareketi ıskalaması pek mümkün görünmüyor. Siz bazı işleri düzeltemezseniz, sizi düzeltecekler; onun için kararlı olmak gerekiyor. Kimse suçlamadan yapılanları göz ardı etmeden bütün tarafların katıldığı TBMM çatısı altında artık terör meselesini çok ciddi bir masaya yatırmak ve yapılabileceklerimizi yapmak zamanı geldi de geçiyor. A C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear