26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
C İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ORHAN ERİNÇ Genel Yayın Yönetmeni: İBRAHİM YILDIZ Yazıişleri Müdürleri: Güray Öz (Sorumlu) Murat Ataş Miyase İlknur (Ek Yayınlar) Haber Merkezi Müdürü: Hakan Kara İstihbarat: Cengiz Yıldırım Ekonomi: Hasan Eriş Dış Haberler: Özgür Ulusoy Kültür: Celal Üster Spor: Arif Kızılyalın Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), İbrahim Yıldız (Başkan Yardımcısı), Cüneyt Arcayürek, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Şükran Soner, Emre Kongar, Orhan Bursalı, Mustafa Balbay, Hakan Kara. Ankara Temsilcisi: Utku Çakırözer Ahmet Rasim Sok. No: 14 Çankaya 06550 Ankara Tel: (0312) 4423050 Faks: (0312) 4423010 ? İzmir Temsilcisi: Serdar Kızık, H. Ziya Blv. 1352 S. 2/3 Tel: (0232) 4411220, Faks: (0232) 4418745 ? Antalya Temsilcisi: Ahmet Oruçoğlu Cumhuriyet Meydanı Yıldız Ap. B Blok No: 80/5 Tel: (0242) 2480057 Faks: (0242) 2430509 ? Mali İşler: Bülent Yener ? Satış: Tunca Çinkaya ? Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden ? Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Tel: (0212) 251 98 74 75 /251 98 81 82 Faks: (0212)251 98 68 Rezervasyon: (0212) 343 72 74 Faks: 212 343 72 53 İmsak: 5.29 Güneş: 6.57 Öğle: 12.25 İkindi: 15.13 Akşam: 17.42 Yatsı: 19.02 Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş, Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2. 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt İstanbul Dağıtım: YAYSAT Doğan Medya Tesisleri Hoşdere 34850 Esenyurt İstanbul 12 ŞUBAT 2012 Aslan, İsrail müzesine kaçırılan, Tanrı’ya adanan tunç şamdan ile buluşmayı bekliyor Van Müzesi’ndeki öksüz aslancık! ÖZGEN ACAR ANKARA “Küçük bir aslancık vardı!” O şimdi Van Müzesi’nde! Ama o öksüz… Yakınları ise İsrail Kudüs Müzesi’nde gurbette… Onun yerinde sahtesi var! Aslancık, bugün tam 2800 yaşında! O küçük, ama görkemli aslancık topu topu 9.7 cm uzunluğunda, 7 cm yüksekliğinde… O sıradan bir aslan değil, başkentleri Van olan Urartuların 79 tanrısının arasında baştanrı dedikleri Haldi’nin aslanı! Van odaklı, İÖ 97 yılları arasında yaşayan Urartular’ın egemenlik alanına Ağrı’nın Patnos ilçesi de giriyordu. Bu ilçemizin Aznavur Tepesi’ndeki (günümüzde Kottepe) Urartu Kale si’nde, baştanrı Haldi’nin tapınağında 5x5 m boyutunda özel bir kutsal alanı var. Mavikırmızı renkli resimlerin de süslediği duvarlarındaki yazılarından, burasının İÖ 810780 yılları arasındaki Urartu Kralı Minua’nın 79 tanrının en büyüğü olan Haldi için yaptırıldığı anlaşılıyor. 1959’da Hakkı Yüksel adlı vatandaş, Aznavur Tepesi’nde “define kazısı izni” istedi, verilmedi. 1960’ta Prof. Dr. Kemal Balkan yöreye gittiğinde Kemal Adlan adlı bir vatandaş “define ararken” çivi yazılı tabletlerin fotoğraflarını gösterdi. Dönemin Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Prof. Dr. Afif Erzen ve Dr. Yusuf Boysal’ı kazıyla görevlendirdi. Bir vatandaşın “define ararken” bulduğu tunçtan aslan heykelciği Van Müzesi’ne teslim edildi. Oturur durumda, kükreyen bir aslanın ayakları altında bir yuvaya perçinlemede kullanılan çivi izleri bulunuyordu. Bu aslan heykelciği Van Müzesi’nin en önemli parçalarından biridir. İsrail’deki Kudüs Müzesi’nde bir insan boyu yüksekliğinde (1.78 cm) tunçtan, üç ayaklı bir şamdan ya da buhurdanlık sehpası sergileniyor. Müze uzmanı Rivka Merhav, bir makalesinde, 72.13.173 numarayla müzeye kaydedilen bu eserin üze rindeki yazıda, kral “Minua’nın” tanrı “Haldi’ye” sunduğunu vurguluyor. Şamdan ayaklarındaki üç aslan heykelciğinden kayıp olan üçüncü parça, ötekilerden alınan kalıptan dökülerek sonradan eklenmiş. Makalede şamdanı “bir hayırseverin eski eser pazarından satın alıp müzeye bağışladığı” açıklanıyor, kişinin adı verilmiyor. İsrail müzesinin Urartu kataloğunda Nev York’lu Jan Mitchell ve Jonathan Rosen adlı kişilerin sergiye maddi katkılarına teşekkür ediliyor. Jan Mitchel’in başta Güney Amerika eserleri olmak üzere, bazı Anadolu parçalarını da Nev York Metropolitan Sanat Müzesi’ne bağışladığı biliniyor. Jonathan Rosen’un adını okurlarımız “Elmalı Definesi” olayından anımsarlar. Bir gümüş Atina “Dekadrahmi’sini (on drahmi)” iki Türk kaçakçısından 225 bin dolara satın almış, sonrasında 275 bin dolara devretmiş, sonuçta aynı sikke “Çarkıfelek” programının yapımcısı Merv Griffen’e 600 bin dolara satılmıştı. Bu rakam, bir sikke için dünya rekoru olmuştu. İstemihan Talay’ın Kültür ve Turizm Bakanlığı döneminde bu sikke geri getirtilemediği gibi, Merv Griffin’in şirketine Türkiye’de “Çarkıfelek’in” her gösteriminde telif hakkı ödeniyor. Bakalım Van Müzesi’ndeki görkemli aslancık arkadaşlarına ne zaman kavuşacak? Sömestr beyazperdeye yaradı ANKARA (AA) Okulların tatile girdiği 20 Ocak5 Şubat arasında sinemalarda 3 milyon 454 bin 42 bilet kesilerek, yaklaşık 34 milyon lira gelir elde edildi. Boxoffice Türkiye’den alınan bilgiye göre sömestr tatilinde en çok ilgiyi Türk filmleri ile çocuk filmleri çekti. Filmler için toplam 3 milyon 454 bin 42 bilet kesilirken, bunun 1 milyon 889 bin 760’ını Türk filmleri izleyicisi oluşturdu. İçim Acıyor Bize yazık, bu güzel ülkeye yazık… Ürkütücü bir kindarlıkla bu ülke yok edilmeye çalışılıyor. Kimse kimseyi aldatmasın, artık ne Twitter’dan kartopu oynamanın neşesini millete gösteren Cumhurbaşkanı’na ne de MİT Müsteşarı’na arka çıkan Başbakan’a kimsenin güveni kalmadı. Ama insanoğlu bir güzelliğe sığınmak istiyor. Ve benim aklıma, Köy Enstitülü Musa Hoca geliyor, beş yıl önce onun filmini çekmiştim. Ve yıllar önce bunu yazmıştım, yeniden okunabilir. O yıl haziran ayında bizim film atölyesinden yedi kişi, farklı bir adamın, farklı bir belgeselini yapmak için, yeşilden ötürü renkli fotoğrafların bile siyahbeyaz çıktığı Karadeniz’e doğru yola koyulduk. Orada Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nün ilk mezunlarından Musa Hoca’yla buluşacaktık. Kimdi bu Musa Hoca? Onu daha önceleri de size anlattım; o yaşadığı köyü değiştiren, Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nde öğrendiği yaşam derslerini herkesle paylaşan, politikayla, sanatla ilgili bir dev adam. Onu Marlon Brando’ya benzettiğimde beni azarlayan, “Boşver Marlon’u, ben Fidel Castro’yum” diyen biri. Ben onu çekim ekibine anlatmıştım ama gözle görmek, Musa Hoca’yla yaklaşık on gün yaşamak çok farklıydı. Musa Hoca her yaptığıyla, özellikle ekibin yaş ortalaması 25 olanlarını pek şaşırttı. Ve çekim bitip Musa Hoca’dan ayrıldığımızda kamerayı kullanan içimizdeki en genç arkadaşımızın şu sözleri hep aklımda kaldı: ‘“Köy Enstitüleri’ni kapatanlar benim geleceğimle oynamışlar. Enstitüler kapatılmasaydı, Türkiye Musa Hocalarla dolardı ve bizler yaşamın iyiden, güzelden, faydadan yana değiştirilebilir olduğunu öğrenerek büyürdük. Umut etmeyi, ütopyalar kurmayı bize öğretirlerdi. Ütopyalarımızı gerçekleştirmek için yola koyulmayı da.” Peki ne görmüştük bu on gün içerisinde? Öncelikle Musa Hoca’nın kendi ustalığıyla yaptığı yedi odalı, geniş mutfaklı evinde konuk olmuştuk. Musa Hoca çekim ekibi rahat etsin diye yepyeni nevresimler almıştı ve her odaya, gece kalkanlar için zorluk olmasın diye prize takılan küçük renkli bir ampul koymayı ihmal etmemişti. Ondan disiplini öğrenmiştik. Çekim için gündoğumu ve ışık önemli olduğundan, içimizde en erken kalkan oydu. Her gün giyinmiş, tıraş olmuş, saçlarını yandan ayırmış, bizi bekleyen oydu. Yaşadığı köyün okulunu yapan da oydu, köye su getirip, milletin doğru dürüst aptes almasını sağlayan da. Bu suyun çok güzel bir hikâyesi vardı. Musa Hoca bakmış, caminin önünde herkes elinde ibriklerle aptes almaya çalışıyor, kimi alıp kimi alamıyor. Bu durum onun ağırına gitmiş, hemen işe koyulmuş. O sırada oralarda satılık bir Rus denizaltı pompası varmış; Musa Hoca pompayı su getirmek için kullanabileceğini düşünmüş, ince matematik hesaplarından sonra bunu başarmış ve suları şırıl şırıl akan bir şadırvan yapmış. Hikâyenin bundan sonrası tam Türkiyeli bir hikâye. Uzun bir süre şadırvanın suları boşa akmış, Musa Hoca Fidel Castro’ya, herkese “Benim ayaklarım da, başım da hep sola gider” diye ilan etmiş ya, ilk başlarda kimseler aptes almaya cesaret edememiş; ne olur ne olmaz, başımıza bir bela gelir mi gelir... Ama sonunda bakmışlar ki su akıp onlar bakıyor, oturmuşlar şadırvanın şırıl şırıl akan sularının karşısına, bir güzel apteslerini almışlar. Musa Hoca koca cüsseli ama yüreği çocuk yüreği. Bakmış ki, kadınlar çay yapraklarını sepetlere doldurup iki büklüm taşıyorlar. Yüreği elvermemiş, hemen bir çözüm üretmiş, okulda öğrendiği teknik bilgiyi kullanarak dört ayaklı bir taşıma makinesinin maketini çizivermiş. Köyde eli bu işlere yatkın, Almanya’dan gelmiş demir ustası da maketi hayata geçirmiş. O günden sonra Musa Hoca’nın çaylarını taşıyan kadınlar pek bir rahat etmişler. Musa Hoca’yı, belgeselimizde onunla birlikte olan Beşikdüzü’ndeki sınıf arkadaşlarını, hiçbirimizin unutması mümkün değil; bu çekim hepimize bir şey öğretmişti: “Bu topraklarda yeryüzünün en başarılı eğitim projelerinden biri gelip geçmişti ve izleri her yerdeydi. Ve biz o izler var oldukça güvendeydik.” Şu anda benim içim acıyor. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear