Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
7 EKİM 2012 PAZAR CUMHURİYET SAYFA PAZAR YAZILARI 15 yönetimi ele geçirmelerinin daha ilk yılında tüm medyayı çıkarlarına uygun yönlendirmeyi başarmışlardı. Bütün gazeteler hükümetin düzenlediği basın toplantılarına muhabir yollamak zorundaydı. Neyin nasıl yazılacağına da, Hitler’in hemen 1933’ün ilk haftalarında kurduğu ve başına da Goebbels’i geçirdiği ‘propaganda bakanlığı’ karar verecekti. Basından pek karşı tepki gelmedi. Tepki gösterenler de işten atıldı, Almanya’dan kovuldu ya da öldürüldü. Bazıları kendiliklerinden başka ülkelere iltica ederken, birçoğu da toplama kamplarına sürüldü. Bunlardan biri de Münih yakınlarındaki, hemen Mart 1933’te kurulan ve nasyonal sosyalist ideoloji karşıtı gazetecilerin yanı sıra sendikacılarla aydınların da atıldığı Dachau kampıydı. Her türlü nümayiş ve protesto da acımasızca eziliyor, insanlar içeri alınıyordu. Basının devlet tarafından “denetlenmeye” başlanmasının tek amacı Alman halkını nasyonal sosyalist ideolojiye uygun olarak etkilemenin en kolay yol olmasıydı. Seslerini çıkarmak yürekliliğini gösteremeyen gazete sahipleri 1933 yılının Haziranı’nda kurulan medya kontrol meslek birliğinin başına Max Amann adında bir Nazi’nin geçmesine de göz yumdular. Hitler’in 44. doğum günü olan 20 Nisan’da ünlü çizer Emil Stumpp’un yaptığı Führer karikatürünü birinci sayfadan yayımlayan ünlü Dortmund gazetesine hemen ertesi gün el konuldu, mal varlığı ve sermayesi partiye aktarıldı. Çizer Stumpp’un da Almanya’da çalışması yasaklandı. 1935’ten sonra da “yönetenleri küstüren” veya “basının şerefini lekeleyen” herhangi bir haber veren gazeteler meslek birliğinden çıkarıldı. Hitler’in nasyonal sosyalist devleti böylece birkaç yıl içinde medyayı sadece kontrol etmeyi başarmamış, ne türlü yayın yapacağına da karar vermekle onu bütünüyle ele geçirmişti. Aynı süreçte tabii Yahudi azınlığın tüm yayın organlarına da el kondu. Yayınevleri kamulaştırılırken, karşı çıkabilecekleri düşünülenler başkalarına satmak zorunda bırakıldı. Ülkede gücünü pekiştirmekte olan Hitler’in NSDAP partisi zamanla basını amaçlarına uygun yönlendirmeyi başarmıştı. Propaganda bakanlığının başındaki Goebbels’in tek amacı ilk günden başlayarak tüm basını, radyoları ve her türlü yayın organının düşünce ve görüşlerini baştan sonra denetlemekti. Goebbels, “Ben bakan olarak gazeteleri yasaklayamam” diyordu. “Fakat hükümet basınla baş etmek zorunda kalırsa gereken tüm yöntemleri mutlaka bulacaktır! Bizimle çalışmak isteyene kapımız hep açıktır. Biz ona elimizi uzatacağız ve onun da uzattığımız bu eli kayıtsız şartsız tutmasını bekliyoruz...” Nasyonal sosyalist parti çıkardığı yasalarla, “yönetenlerin korkulu düşü” olan medyayı kendi politik çıkarları doğrultusunda standartlaştırmıştı! Naziler savaş yıllarında tüm ülkede gazetelerin yüzde 36’sını kontrol ediyordu. Tirajı yüksek bu yayın organları halkın yüzde 82’si tarafından okunmaktaydı! Ellerine geçirdikleri yayınevleri arasında ünlü Ullstein da vardı. Kitap ve gazete Hitler’in korkulu düşü idi. Hitler Almanya’sında bireye yapılan baskı 10 Mayıs 1933’te kitapların yakılmasıyla başlamıştı. Brecht, Dix, Döblin, Einstein, Freud, Heine, Horvath, Kafka, Lessing, Luxemburg, Mann, Marx, Musil, Remarque, Roth, Seghers, Schnitzler, Suttner, Tucholsky, Werfel ve Zweig ateşi boylamıştı! İnsanların okumaması, düşünmemesi demekti. Führer, gazete ve kitabın silahtan daha güçlü olduğunu çabuk kavramış, basın özgürlüğüne son vererek de tüm demokratik ve liberal güçleri susturmayı başarmıştı!.. www.ahmetarpad.de Yürüyen merdiven töreni icaret Bakanı Zafer Çağlayan Viyana’yı ziyaret etmiş. Çeşitli toplantılar yapmış, görüşmelerde Türkiye’nin ekonomisinin çok iyi durumda olduğunu, Avusturyalı işadamlarından korkmadan Türkiye’de yatırım yapmalarını istemiş. Avusturya sermayesi zaten yoğun bir şekilde Türkiye’de bulunmaktaymış, daha fazla yatırım beklemekteymiş Çağlayan. Zira Avusturya’nın yatırımları garanti altındaymış. Çeşitli ikili görüşmelerden arta kalan vaktinde ise onuruna verilen yemekte bulunmuş. Tabii sadece görüşme ve yeme içme olacak değil ya, gelmişken Viyana’ya bir miras bırakalım demiş olacak ki Bakan Bey, bir de açılışa katılmış. Bu açılış yaklaşık 800 yataklı, 2500 insanın çalışmasını sağlayacak olan ve toplam 825 milyon Avro’ya mal olacak ve 2015 yılında bitecek hastane açılışı değildir. Zira Bakan Çağlayan’ın Viyana kentinin caddelerinin birinde bir açılış törenine katılırken aynı gün Viyana Belediye başkanı tarafından hastanenin temeli atılmış. Bakanın sosyal demokrat belediye başkanı ile ilişkisi olsaydı, hastane temel atma törenine katılması daha hayırlı olurdu. Zira Avusturya’da yaşayan Türkler bakan beyin açılışını yapmış olacağı hastane hizmetlerinden daha fazla faydalanacaklardı. Çağlayan, Viyana kentinin önemli alışveriş caddesi Mariahilfer’de yürüyen merdiven açılışını törenle yapmış. Mariahilfer ismi iki kelimeden oluşmuş birleşik bir isim. Maria ismi ile “Helfen” fiilinden türetilmiş bir cadde adı. Helfen fiili yardım etmek, Maria ise Meryem isminin Almancasıdır. Rivayete göre Osmanlı’nın Viyana’yı kuşatması sırasında saraya acilen bir haber ulaştırılması gerekmektedir. Burada ne kadar Osmanlı diye yazdıysam da Osmanlı Avusturyalıların tarih bilincinde hep Türk’tür. Osmanlı kavramı bulunmaz, onun yerine üst ve alt kimlik tartışması ile gündeme gelen Türk kavramı kullanılır hep. Hikâyemize geri dönecek olursak; haberci dört atın çekmiş olduğu bir at arabasıyla son hızla haberi ulaştırmak için yola çıkmıştır. Mariahilfer Caddesi’ne gelir, yolun ortasında şaha kalkmış atların çekmiş olduğu arabadan habersiz bir şekilde oynayan bir çocuk vardır. Haberci arabayı durdurmak istemez, zira haber çok önemlidir, acilen saraya ulaştırılması gerekir. Yolda oynayan çocuğun VİYANA annesi, çocuğunu ve arabayı görür ve tehlikenin ne olduğunu bilerek yalvarır: “Maria hilf” (Meryem Ana yardım et). Çocuğunun KADİM ÜLKER arabanın altında kalmasını görmemek için ise başını iki avucunun arasına alan anne bir an gözlerini kapar. Arabanın hızla yola devam ettiğini gören anne, gözlerini açar ve çocuğu saray habercisinin arabasının bırakmış olduğu tozun dumanın arasında her şeyden habersizce oyununa devam etmektedir. Meryem Ana yardım etmiştir ve bu öyküden dolayı da bu yolun adı Mariahilfer Caddesi olarak kalmıştır. Günümüzde Mariahilfer Caddesi boyunca küçüklü büyüklü satış mağazaları dizilidir. Önemli bir alışveriş merkezi olarak hizmet vermektedir. Bakan Çağlayan Türkiye’nin de yardımıyla olsa gerek bu caddenin üzerinde bulunan bir alışveriş merkezinde yürüyen merdivenin açılışını yapar. Bir alışveriş merkezinin, yürüyen merdivenin, tamir edilen otoyolun, bir süpermarketin hükümet görevlilerince törenlerle açılışına Viyanalı pek alışık değildir. Sadece kamuya ait hastane, okul ve toplu taşımacılık alanındaki işletmelerin açılışı o kentin belediye yetkililerince törenle açılır. Viyana gibi bir kentte yürüyen merdiven sayısını bilmek önemli olmasa gerek, zira her pasajda, metro girişinde, çıkışında ve iş merkezlerinde bulunmaktadır. Çağlayan’ın yürüyen merdivenin hizmete açılışını ilginç bulmuş olacak ki Viyana gazetelerinden birisi konuyu çok kısa olarak haber yapmıştır. Haber, hem de 800 yataklı hastanenin temel atma törenine ait haberin yayımlanmış olduğu sayfada okura sunulmuştur. 2500 insanın istihdam edileceği hastanenin temel atma töreninde bir bakanın bile olmadığı, sadece kent belediye başkanı ve arkadaşlarının bulunduğu belirtilen haberin yanında, yürüyen merdivenin açılış haberi, haber başlığını da saydığımızda sadece 4 cümleden ibarettir. Fıkra gibi haber, okuyanları hayli güldürmüştür. Ayrıca yürüyen merdivenin yürütülmesi töreni Avusturyalı politikacılar için de uyarıcı olmuştur. Biz neden böyle fırsatları değerlendirmiyoruz diye mutlaka kendilerine sormuşlardır. Gazete yürüyen merdivenin açılışını Türk bakanın yapmasının şaşkınlığını “Komik ama gerçek” sözcüklerinin devamında “Türk bakan yürüyen merdiven açtı” başlığı altında vermiş. “Alışveriş merkezlerinde yürüyen merdivenin bulunması doğaldır” dedikten sonra, özel bir kıyafet mağazasının yürüyen merdiveninin açılışı için “Türk bakan bile geldi, zira yürüyen merdiveni iki ülke ortak yaptı” diye şaşkınlığını belirtmiş gazete. Gazete, bakan beyin bir dernek açılışını yaptığını ve bir derneğin de yemeğine katıldığını öğrenmiş olsaydı, haberin biraz daha uzamasının dışında neler düşünürlerdi acaba! Kadim.uelker@gmail.com 9 T Kasım 1918’de Almanya’ya parlamenter demokrasi gelir. 9 Kasım 1923’te Hitler Münih’te başarısız bir darbe girişiminde bulunur. 9 Kasım 1938 gecesi Almanya’da Naziler binlerce Yahudi işyerini yağmalar, 270 sinagogu ateşe verir, Yahudileri öldürür. 9 Kasım 1989’da Berlin’deki duvar yıkılır. Görüldüğü gibi 9 Kasım Almanya’nın yazgısıdır! “Bizdeki aydın sınıfını gördükçe öfkeleniyorum, fakat yapacak bir şey yok, çünkü onlar gerekli; böyle olmasaydı köklerini çoktan kazırdık!” Hitler 10 Kasım 1938 günü Münih’te yaptığı bir konuşmada böyle söylemişti. İki yıl sonra onunla bir röportaj yapan Hermann Rauschning’e söyledikleri de düşündürücüdür: “Ben akılcı eğitim istemiyorum. Niyetim bilimle ülkemin gençliğini yok etmek değil.” Hitler ülkeyi “teslim aldığı” 1933’ten başlayarak komünistleri, aydınları, sol görüşlüleri, ‘Bizdeki aydın sınıfını gördükçe öfkeleniyorum...’ hemen ardından, 1934 yılının ilk sendikacıları, gazetecileri, STUTTGART günlerinde yürürlüğe giren bilim adamlarını ve yazarları “yazıişleri müdürleri”yasasıyla düşü olan nasyonal sosyalist da gazeteler ve yayınevlerinin misyona karşıt görmeye çalışmalarını daha yakından başlamıştı. Özellikle 1933 denetleme olanağı yaratılmıştı. yılının Mart ve Haziran Gazetelerde yazıişleri müdürü aylarında çıkarılan “halkı ve AHMET ARPAD görevini üstlenecek kişilerin ülkeyi korumak” amaçlı mutlaka “saf kan Alman” ve yasalarla öncelikle basın politik açıdan “çok güvenilir” elemanlar kontrol altına alınmıştı. Hitler’e göre, olması koşulu getirildi. Bu süreçte parti basının toplumu yönlendirme ve etkileme kendi adamlarını sorumlu görevlere gücü büyüktür, o geçici değil, sürekli yerleştirdi. Yeni yasayla Ocak 1934’ten kullanılmalıdır! Bu amaca ulaşmak için başlayarak birkaç ay içinde özgür yayın yayın organları “eşitlenirken”, daha yapan birçok gazete kapanırken, binin doğrusu bütün basın organları birbirine üzerinde gazeteci de işini yitirdi. uydurulurken, basın özgürlüğüne de büyük Nasyonal sosyalistler böylece ülkede bir darbe indirilmişti. Bu girişimlerin Yeniden çarmıha gerilen İsa ovyetler Birliği’nin dağılma yıllarının az öncesinde, Salman Rushdie’nin yazdığı ve Hz. Muhammet’i sorgulayan “Şeytan Ayetleri” kitabı dünyada büyük yankı buldu, çeşitli dillere çevrildi, milyonlarca sattı. “Din piyasası”, sadece politikacılar için değil, yazarlar, çizerler, sinemacılar için de önemli bir pazardı. 2003 yılında, Dan Brown tarafından yazılan “Da Vinci Şifresi” ile bu kez Hıristiyanlık dini ve Hz. İsa hedef alınıyordu. Kitap, dünyada 100 milyona yakın baskı yaptı, filmi dünyanın çeşitli ülkeleriyle birlikte Türkiye’de de eşzamanlı olarak gösterime girdi. “Da Vinci Şifresi”nin dünyada büyük yankı bulduğu günlerde, Christoffer Zieler adlı bir karikatürist, Danimarka’daki Jylanllands Posten gazetesinin kapısını çaldı. Pazar sayfası editörü Jens gerilerek öldürülmemişti. İsa’nın çarmıha Kaiser’le görüştü. Elinde Hz. İsa’yı komik gerilerek öldürüldüğü inancı bir gösteren karikatürler vardır. Jens Kaiser, varsayımdan ibaretti; başka bir yöntemle karikatürleri tek tek inceledikten sonra, öldürülmüş olabilirdi. Ancak, bu ölüm, “Ben bunları yayımlayamam” dedi. “çarmıha gerilme” şeklinde Nedeni sorulduğunda, “Bu karikatürler, gerçekleşmemişti. Samuelsson, savını Danimarka halkı için aşağılayıcı olabilir, açıklarken, Hz. İsa’nın, “çarmıha protesto gösterilerine neden olabilir. gerilme” yerine, “kazığa oturtulmuş Ayrıca, bu karikatürlerin halkın hoşuna olabileceğini” söyleyecek gideceğine inanmıyorum” yanıtını denli ileri gitti: “İsa’nın MALMÖ verdi. Editörün bu davranışı doğruydu. yaşadığı dönemde, Ancak, 2 yıl sonra, aynı gazetede, aynı çarmıha gererek duyarlılık Hz. Muhammet öldürme şeklinde bir karikatürlerine karşı gösterilmedi ve cezalandırma yöntemi Muhammet’i “terörist” gösteren yoktu. İbranice, karikatürler yayımlandı. Gazetenin ALİ HAYDAR Aramice ve Latince kendini savunma gerekçesi basitti: NERGİS kaynaklara göre; “Danimarka’da ifade özgürlüğünün çarmıh, esirleri sınırlarını test etmek istedik...” Bu öldürmek için değil, öldürüldükten sonra bir “çifte standart” ve ikiyüzlülüktü... kazığa geçirmek için kullanılıyordu. Doğaldır ki, diğer ülkelerin yazarları, Roma’nın ilkçağ filozoflarından Genç sanatçıları gibi, İsveçliler de bu “pazar”ın Seneca, savaş sonrasında binlerce esirin dışında kalmayacaklardı. Gunnar Samuelsson, Göteborg Üniversitesi Teoloji öldürüldükten sonra kazığa oturtulduğundan söz ediyordu.” Gunnar Bölümü’nde öğretim görevlisiydi. İbranice, Samuelsson, bir “deli”, ya da “din Aramice ve Latince kaynakları tarayarak düşmanı” değildi. Hıristiyan inancına bağlı yaptığı araştırmanın sonuçlarını açıklarken, olduğunu ve Hz. İsa’nın varlığını Hıristiyan dünyasını şok eden bir sav öne benimsediğini söylüyordu. Ancak, “Dindar sürdü. Samuelsson’a göre, bugüne dek olmam, böyle bir çalışmayı yapmama ve bilinenlerin aksine, Hz. İsa, çarmıha S gerçekleri ortaya çıkarmama engel değildir” diyordu. İkinci örneğimiz yine İsveç’ten: Stig Ramsing, İsveç’te tanınmış bir heykeltıraştır. 5 yıl önce, yonttuğu kaya parçalarını birbirine ekleyerek bir insan heykeli yaptı. Ancak heykel, dört ayaklıydı ve insandan çok bir köpeği andırıyordu. Başında dikenlerle örülmüş bir tacı vardı ve taçtan aşağıya kanlar sızıyordu; boynunda zincir vardı; cinsel organı da açıktaydı. Stig Ramsing’in yaptığı bu “ucube”, bir Hz. İsa heykeliydi. Heykel, Skåne bölgesindeki Fagerhult Belediyesi tarafından büyük bir kavşağa yerleştirildi. Günlük yaşamlarında köpekleri çok seven İsveçlilerden bu heykeli beğenen de oldu, eleştiren de. Ancak, tepkiler ağır bastı, heykel kısa bir süre sonra kaldırıldı. Stig Ramsing, Gunnar Samuelsson’un aksine, “Tanrıtanımaz” biriydi. Hz. İsa’yı bir köpek şeklinde tasarlamasının nedenlerini gizlemedi. Helsinborg Dagbladet gazetesine verdiği demeçte, “Heykele, Tahrik Olmuş Kavşak Köpeği adını verdim. Dinin kalıplarının kırılmasını, topluma egemen olmasının önlenmesini istiyorum” dedi. Demeç, İsveç’in resmi haber ajansı TT tarafından haber değerinde bulunarak bütün abonelere dağıtıldı. Habere, İsveç’in büyük gazetelerinde ve televizyonlarda da yer verildi. Kimi heykeli eleştirdi; kimi de gülüp geçti. Demem o ki: “Müslümanların Masumiyeti” filminden yola çıkarak, ortalığı kırıp dökmeye, yakıp yıkmaya gerek yok. Belki biz duymuyoruz, belki Ortadoğu’da bağırıp çağıranlar görmüyor; ama dünyada böyle şeyler hep oluyor. Her şeyi alıp satan kapitalizm, inançlara da “rant” gözüyle bakıyor. Dinlerin, onların inanç önderlerinin aşağılanması elbette ki onaylanacak bir tutum değildir. Ancak kışkırtmalara kapılarak kırıp dökmek, yakıp yıkmak, en başta inananları haksız duruma düşürür. alinergis@yahoo.se M ünihliler eylülün son günlerini dört gözle beklerler... Zira o dillere destan dünyanın en büyük şamatası olarak tanıtılan bira bayramının heyecanıdır bu. Öyle ya her yıl üç hafta içinde dünyanın dört bir yanından yaklaşık 5 milyon bira severin yarattığı kargaşa, gürültüdür yaşanan. Bu süre içinde ne otellerde yer bulunur ne de lokantalarda boş bir masa. Şehir adeta baştan aşağı bira kokar. Bu yıl da lunapark estetiği içinde herkesi bira içmeye yönlendiren reklamlar haftalarca önce yerlerine kondu ve yine içlerine 10 bin kişinin sığdırıldığı 15 adet dev bira çadırı “Therese’nin çayırına” kuruldu. 22 Eylül günü saat 12’de Theresienwiese’de Münih Belediye Başkanı Ude’nin bira fıçısının tapasını söküp törenle musluğu takması ve ardından ilk bardağı doldururken kameralara karşı “Bira akıyoorrr” diye haykırmasıyla başlayan şenlik bugün sona eriyor. Şenlik 179 yıllık eski bir ‘Therese’nin çayırında’ bira bayramı ziyaretçiler bira ve Bavyera gelenek. Bira bayramı MÜNİH müziği eşliğinde gecenin geç boyunca 5 milyon litre saatlerine kadar eğleniyor. Bu yıl biranın su gibi içilmesi bir 179.’su kutlanan şenlik tarihi yana 800 bin tavuk, 700 bin boyunca savaşlara ve ekonomik sosisin tüketildiği çadırlarda krizlere rağmen yalnızca 25 kez bira fiyatlarına her sene zam yapılamamış. Su gibi para yapılması ise yine eski bir EROL ÖZKAN harcanan bu toplu sarhoşluk alışkanlık! Okteberfest maratonunun en güzel görüntüleri denilen bira bayramının çadırlarda. Beyaz dantelli bluzlar giymiş, tarihçesi 1810 yılında Bavyera Prensi işlemeli önlükleri ve korsajlı yelekleri ile Ludwig ile Prenses Therese’nin dillere Bavyeralı göğüslerini teşhir eden destan düğünlerine uzanıyor. Bu ünlü “Dirndl” giymiş garson kızlar ellerinde düğün bugün bira bayramının yapıldığı on tane litrelik bira bardaklarıyla Therese adlı çayırda 12 Ekim 1810 koşturup durur. tarihinde yapılır ve büyük bir şölen Dünyanın yetmiş iki buçuk millletine olması için düğüne halk da davet edilir. mensup ziyaretçilerin doldurduğu ve Düğün boyunca halka bedava bira ve kucak kucağa oturulan çadırlarda, tüylü yiyecek ikram edilir. şapkalı deri pantolonlu Bavyera İşte günümüzde Oktoberfest’lerin çiftçisinden tutun da rengârenk saçlı yapıldığı Threseinwiese adlı 40 hektarlık punklara ya da şık kostümler içinde zarif alanda kurulan çadırları dolduran erolozkan66@hotmail.com C MY B C MY B hanımlara ve beylere de rastlarsınız... Çadırlarda satılan litrelik bira bardağının adı “Mass”dır ve bira sadece bu bir litrelik bardaklarda satılır. Çeşit çeşit bira firmalarının birbirleriyle yarıştığı bu şenlikte her cins biranın da ayrı bir içme raconu var. “Bira teneke kutuya girmez” diyen ehlikeyif biracılara gülüp geçenler de. Biraya meze olarak Bavyera’ya özgü “Brezn” denilen büyük tuzlu simitlerin servis edilmesi de artık bilinen bir gelenek. Bu kadar içki tüketiminin ardından polisiye olaylarında arttığı şenlik alanında vızır vızır dolaşan ambulanslar da Oktoberfest’lerin bir başka yüzü... Hatıra diye evlere taşınan binlerce bira bardağı da Oktoberfest’in bir geleneği! Kasalarını tıka basa dolduran biracılar, sosisçiler ve tavukçular ise daha şimdiden gelecek yılın hesabını yapıyor...