23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
18 OCAK 2012 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 Siz sandınız ki 19 Mayıs kutlamaları, kızlar etek giyiyor, eteklerinden diz kapakları, tişörtlerinden kolları görünüyor; yanlarında oğlanlar oluyor, karma olmasa da cinsiyet sırasıyla dans figürleri yapıyorlar, diye yasaklandı. Üstelik Guiness Rekorlar Kitabı’na girmek için çiftetelli ya da teke zortlatması oynamak için toplansalar, hadi neyse; ama çarşaf yerine bayrak taşımak, Atatürk’ün kendilerine armağan ettiği bayramı kutlamak için toplanmalarına artık tahammül edilmediğini düşündünüz. Oysa hep yanılıyorsunuz, bu kez de yanıldınız! Art niyetiniz öyle peşin hükümlü ki, kart niyeti taksite bağlayamıyorsunuz, bir türlü. O ademlerin havvaları, ağustos sıcağında bile yerlere kadar mantoyla dolaşır, zavallı kafaları alınlıkla türban arasında yumurta kırsan pişecek kızgınlığa ulaşırken... Bu bademlerin mayıs ayını kıştan sayıp ürpermeleri, hele 19 Mayıs’larda zangır zangır titremeleri, kızlı erkekli bahar çiçekleri gibi açan gençliğin üşütmesinden korkmaları doğal değil midir? Üstelik stadyumlarda, üstelik caddelerde ve sokaklarda. Yani toplu olarak, ortalık yerde, yumurta ile hardal gazının düzenli birlikteliğini akla getiren bir yakınlıkta… ??? Ne demiş Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer? 19 Mayıs kutlamaları “Cumhuriyetin temel değerlerinden biri”ymiş. Stadyumlarda yasaklanan kadar art niyetlisiniz ki… O Yine yanlış anladınız, arkadaşlar. Köşkü açıkladı: “Milli bayramları kutlama esasları yeni bir bakış açısıyla gözden geçirilerek güncellendi ve çağdaş normlara uygun bir yapıya kavuşturuldu. Kaldırılmaları söz konusu dahi değildir!” Son toplantı 14 Mart’ta yapılacak, milli bayramların çağdaş normlara göre nasıl kutlanacağı karara bağlanacakmış. Çankaya Köşkü’nün çağdaş normlarını üniversitelere rektör atadığı bademlerden, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’na atanan, ama istifa etmek zorunda kalan Türköne’nin, kime mümtaz, hangi savaşın eri olmasından, gayet iyi biliyoruz. ??? Yazıklar olsun size, bana. Hâlâ anlamıyoruz: Bugün bu sütunda gördüğünüz fotoğrafı, Maymunlar Cehennemi filminden kaçmış, “mal”ına sarılmış aktör mü sandınız? Yoo!.. O kellenin çağdaş gençliği, modern kadın ve erkeğinin İstanbul hatırasıdır, o fotoğraf. Bu kellenin oyunu şavullayan, bu kellenin oyu ile Çankaya Köşkü’ne kurulan ve selefi de Atatürk Orman Çiftliği’nin ortasına kurulacak Ak Saray’a oturacak olan iktidar, elbette o kellenin haram dediği özgürlükleri kısıtlayacak, eşitliği yok edecek. Elbette milli bayramları ümmi kurallara göre güncelleyecek. Ve modernite diye, kadını kara çarşafa değil de renkli tesettüre sokacak. Çağdaşlığa apartman topuklar üstünde yükseltecek. Amma velakin asla, kat’a erkeklere denk ve bağımsız olmasına izin vermeyecek. “Kadın, kürksüz derisi makbul olan güzel bir hayvandır.” JULES RENARD Oğlan Niyet, Kız Kısmet bayramda, “Çağa uygun, modern bir kutlama şekli” izlenecekmiş. Ak ihrama sarıp tepeden tırnağa, Umre’ye götürüyorlar ya… İşte size çağdaş. Gençlikse gençlik, öğrenciyse öğrenci, 19 Mayıs’ta stadyumlara toplaşıp üşüyeceklerine, 24 Ocak’ta hamamdan çıkmış gibi havlulara sarınıp takunya terliklerle sıcacık havaalanlarında dolaşmaları, modern bir kutlama şekli değilse nedir, sorarım size? Postmodern, dediğinizi duyar gibiyim. Cık, cık! Çok kötü niyetlisiniz, çok. Yanlış yanıt. Doğrusu “modernin daniskası” olmalıydı. Böylece “kefenin patiskası”na uyak düşülür, gençlere yaşamı kutlamak yerine, ölümü kutsamak öğretildiği anlaşılırdı! Allah’ın adını anmadan, cehennemden korkmadan, büyüklerin duasını almadan bayram mı olurmuş? Kızların ilahiler okumadığı, oğlanların saf tutup tekbir getirmediği yerde ne kutlaması yapılırmış? 6 aydır burnundan beslenen 8 yaşındaki bir kız çocuğuna, kutlayamadığı yeni yıla biraz sevinç, biraz umutla girsin diye Noel Baba kılığında armağan götüren doktoru Op. Dr. İlker Şahin hakkında soruşturma açan Kıbrıs’a Yeniden Bakmak B kelleden ne beklerdiniz ki, şaşıyorsunuz!.. O kelle, Noel Baba’nın pagan olduğunu bile bilmez, Hıristiyan azizi sanır, yılbaşını kutlamak haramdır fetvası verir. O kellede, küçücük kızların ak sakallı moruklara çıtır gelin diye satılması helaldir, ırzına geçilince boğazlanması vacip… ??? Siz 19 Mayıs kutlamaları yasaklandı diye dellenirken, meğer 23 Nisan, 30 Ağustos falan da girmiş torbaya. Çankaya ilim ve Gelecek dergisi, Fethullah Gülen’in “bilimsel ecini” açıklamalarını hiç yorum yapmadan yayımladı. Hoca Efendiye bakılırsa, uluslararası istihbaratta en kısa ve emin yol cinleri istihdam etmek. “Telsiz, telgraf veya telefonların şifre ve kodlarının çalınma ihtimaline karşılık, cinlerin kullanılmasında böyle bir riziko söz konusu olmayacaktır” diyor hazret. Anladığım kadarıyla çağdaş Türkiye, bilim insanı değil, ama bilim cini kaynıyor. Porno şantaj kaseti çekmekten, kimi Ergenekon ve Balyoz sanıklarının elektronik haberleşme aletlerine “sehven” kanıt yüklemeye zaten pek çok işe ecinni karışıyordu. Demek ki emniyetten sonra modern istihbarat da cinci hocaya emanet. Bilim ve Gelecek dergisinin ocak sayısını kaçırmayın. Dincilikle cinciliğin afiyetle yediği salataya beyin olmayın. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ‘Marka’ Değil, ‘Kimlikli’ Kent Son yılların “liboşist” söylemlerinden biri de “marka kent” olmak! Kentlerine “pazarlanacak meta” olarak bakan ve imar politikalarını buna göre belirleyen kimi yerel yöneticiler ile yandaşları, koro halinde aynı şeyi söylüyorlar: “Marka kent olacağız.” “Peki, ne yapacaksınız?” sorusuna yanıtlar da aynı: “AVM’ler açılacak, rezidanslar yükselecek, plazalar çoğalacak.” Oysa kentlerin asıl “marka”ları, çağların tanığı olan arkeolojik, tarihsel ve geleneksel zenginlikleri değil midir? AVM’ler kentlerin yüzlerce Ankara’nın kalbi Samanpazarı, AVM’lerin kurbanı.. KÜL Genel Sekreteri Ece Müftüoğlu Narcy’ nin sunduğu “Sürdürülebilir Kültür Turizmi Kılavuzu”nda bakın nasıl vurgulanıyordu: “Son yıllarda benimsenen ‘marka’laşma hevesleri kentleri birer ‘ürün’e dönüştürerek, kültürleri ve tarihi mirası rekabetin öngörülemezliğine ve tüketim iştahına feda ediyor. Kent kimliği kavramı ise markalaşma yerine daha derinlikli bir oluşuma işaret etmektedir. Sürdürülebilir kültür turizmi politikasının kentlere, kültüre ve tarihi mirasa can veren kent kimliğine özen göstermesi gerekmektedir.” Nitekim ev sahibi Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Hacı Bayram’daki restorasyon çalışmaları dışında tarihsel semtleri yaşatmayı hedefleyen bir projesinin olmaması, dahası kentin her yerine yayılan AVM’lere düşkünlüğün “alışveriş turizmini canlandırma” söylemiyle savunulması, tarihi başkentimiz için ne büyük talihsizlikti... Bakalım eski kent dokularının sadece “turistler görsün” diye değil, “kuşaktan kuşağa kimlikli yaşam” için eşsiz zenginliğimiz olduğunu ne zaman kavrayacağız. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın ölümüyle birlikte gözlerimiz yeniden Akdeniz’in bu sorunlu adasına çevrildi. Annan Planı’na muhalefeti ve İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek’e yakınlığı nedeniyle ona sırt çevirenler bile Rauf Denktaş’ın adanın yakın tarihiyle özdeşleşmiş yaşamöyküsünü gözden geçirmek gereksinimi duydular. Gerçekten de 1924 Kıbrıs/Baf doğumlu Denktaş adanın canlı tarihiydi. ??? 1950’li yıllara dönelim. Kıbrıs bir İngiliz sömürgesidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun sıkışık durumundan yararlanarak 1878 yılında Kıbrıs’ı geçici olarak idarelerine alan İngilizler, 5 Kasım 1914 tarihinden itibaren adayı tek taraflı olarak İngiltere’ye ilhak etmişler ve 1960 yılına kadar ellerinde tutmuşlardı. Ada İngiliz valiler tarafından yönetilmekteydi. Son dönem valiler şunlardır: Sir Andrew B. Wright (19491954), Sir Robert Armitage (19541955), Sir John Harding (19551957), Sir Hugh Foot (1957 16.8.1960). İngilizlerin Kıbrıs’ta en çok önem verdiği kuruluşlardan biri polis teşkilatı idi; İngilizler, daha Kıbrıs’ı devralmalarının ikinci ayında özel bir kanunla adada yeni bir polis gücü oluşturmuştu. “Cyprus Military Police” (Kıbrıs Askeri Polisi) adı verilen bu kuruluş, silah ve eğitim yönleriyle askeri bir güç niteliğini taşıyordu. 1936 yılında bu örgütün adı “Kıbrıs Polisi” olarak değiştirildi; çekirdeğini Türkler oluşturuyordu. Denktaş ise o yıllarda, 1941’de Lefkoşa İngiliz Okulu’ndan mezun olduktan sonra Mağusa’da tercümanlık, mahkemede memuriyet, bir yıl da İngiliz Okulu’nda öğretmenlik yapmış, 1944’te British Council’dan burs alarak hukuk öğrenimi yapmak üzere 1947 yılında İngiltere’ye gitmişti. Lincoln’s Inn’den mezun olduktan sonra aynı yıl Kıbrıs’a dönüp avukatlığa başladı. 1948 yılında ise savcılık görevine atandı. ??? Dönem, görünürde İngiliz sömürgeciliğine karşı, adanın bağımsızlığı için kurulan EOKA’nın (Ethniki Organosis Kyprion Agoniston: Kıbrıslıların Milli Mücadele Örgütü) İngilizlere yönelik faaliyetlerini hızlandırdığı 1950’li yıllardı. Görevlilerinin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Kıbrıs polisi EOKA’cıları yakalıyor, Rauf Denktaş’ın önüne getiriyordu. Kafalarındaki asıl amaç olan Enosis (Yunanistan’a ilhak) düşüncesini saklamayan EOKA’cılarda böylece Türklere karşı özel bir husumet oluştu. Hedef artık Türk güvenlik güçleriydi. Örneğin, 23 Nisan 1956 günü bir Türk polisi iki Rum tarafından öldürüldü. Lefkoşa’da sokağa çıkma yasağı kondu. Türk ve Rumlar arasında çarpışmalar buna rağmen sürünce 30 Mayıs 1956 günü Lefkoşa dikenli tellerle ikiye bölündü. Fakat olaylar durmadı, tam tersine yayıldı; ölümler giderek çoğaldı, kıyıma dönüştü. İngilizler iki halkı sürekli olarak birbirlerine karşı kışkırtıyorlardı. 11 Mayıs 1956 tarihli Daily Mail gazetesinde, “Kıbrıs’ın Türkiye’nin kalbini hedef alan bir tabanca” olduğu belirtiliyordu. Kısa bir süre önce 23 Nisan 1956 tarihli Sunday Times gazetesinde eski Kıbrıs valilerinden Richard Palmer’in, Rumların Enosis ülküsünün bir “TürkYunan savaşına yol açabileceğine” ilişkin mektubu yayımlanmıştı. Zaman tam da İngiliz Vali Harding ile Makarios arasında yapılan anayasa görüşmelerinin çıkmaza girdiği, İngilizlerin Makarios’u sürgüne gönderme kararı aldıkları zamandı. ??? Rauf Denktaş 1957 yılında savcılık görevinden ayrıldı, 1 Ağustos 1958 günü EOKA’ya karşı mücadele etmek için oluşturulan Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kuruluş hazırlıklarına katıldı. Burhan Nalbantoğlu ve Mustafa Kemal Tanrısevdi ile birlikte TMT’nin üç kurucusundan biriydi. İnsan düşünmeden edemiyor; acaba Kıbrıslı Türkler 1940’lı, 1950’li yıllarda “bağımsızlık” talebini öne çıkartarak İngiliz sömürgeciliğine karşı tavır alsalardı, Rumlardaki Enosis özlemi Kıbrıs’ı bölünmeye götürecek ölçüde derinlik kazanabilir miydi? Biliyorum, bu soruya verilecek yanıtların günümüzde hiçbir önemi yok; ne var ki Türkler ve Rumlar 70 yıldır birbirleriyle didişirlerken, İngilizler de, İngiliz üsleri de hâlâ adadalar. Fotoğraf: KARA SEVDA ‘ G ’ N O K T A S I BULMACA SEDAT YAŞAYAN yıllık “arasta”larını müşterisiz bırakıp söndürüyorlar; rezidanslar anılarla yüklü eski evlerimizi, konaklarımızı çağdaş yaşamla da buluşturma bilincini köreltiyorlar; plazalar da görmüş geçirmiş hanların, çarşıların yerini alıyorlar... Ankara Büyükşehir Belediyesi, 2324 Aralık’ta Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle düzenlenen “Kültür Turizmi Zirvesi”ne ev sahipliği yaptı. Katılımcı belediyeler “kültürel miras” projelerini tanıttılar... “Ev sahibi”nin “marka kent” takıntısı ise ÇEKÜL Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen’in konuşmasını belirlemiş gibiydi... Yaşamını çevre ve kültür değerlerimize adayan Sözen, turizmin, yöresel değerleri “pazarlamak”la değil; “yaşatmak”la kültürlü olabileceğini belirttiği konuşmasında özetle diyordu ki: “Kentlerin somut ve somut olmayan kültürel ve tarihi değerleriyle yaşamaya devam etmesi için ‘marka kent’ yerine ‘kimlikli kent’ olmak hedeflenmelidir.” Bu sözler, kentlerini AVM’ler, rezidanslar ve plazalarla donatmayı “çağdaş”laşmak sanan kimi “marka düşkünü” başkanlarca nasıl karşılandı bilemiyorum; ancak aynı konu, ÇE özden kaçan’ siluet! Zirvenin haberlerinden konuşmaları okuduğumda, “keşke şu siluet tartışması da ele alınsaydı” diye düşünmüştüm... Çünkü aynı günlerde İstanbul’un “tarihi dokuya özensiz gökdelenler”i medyanın gündemindeydi. Bu “rant azmanları” da kimlikli kentleşmek yerine sözde markalaşmaya tanınan “imar ayrıcalıkları”yla yükselmiyorlar mı? Anımsanacaktır, Zeytinburnu’ndaki kuleleri Tarihi Yarımada’yı “ezer” şekilde gösteren teleobjektif fotoğraflar “infial” yaratınca, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı mimar Kadir Topbaş demişti ki, “arkadaşların gözünden kaçmış”. Oysa fotoğrafı yaratan, belediye meclisi ile başkanın onayladığı imar planı kararlarıydı… Nitekim Mimarlar Odası henüz inşaat izni verilmeden plana itiraz etmiş, ama kimse oralı olmamıştı... Peki, kentlerin kimlik değerleri arasında yer alan “özgün siluet”ler imar sürecinde nasıl gözetilebilir? Yanıtını tartışmak için bugün 20.30’da Ulusal Kanal’daki İmar Dosyası’nın konuğu, belediye ve koruma kurullarında deneyimli mimar hocalarımızdan Prof. Dr. Mete Tapan... ‘G HARBİ SEMİH POROY Yaşamsal uyarılar HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ En makbul pas 1 tırma türlerinden biri. 2/ Bir işi yerine 2 getirme... Bir me 3 kânı örten kemerli 4 yapı. 3/ İnternette, aynı amaçlı web si 5 telerini tek bir ad 6 reste toplayan site... Kenar süsü. 4/ 7 Yapağıdan elde edi 8 lerek eczacılıkta ve 9 parfümeride kulla1 2 3 4 5 6 7 8 9 nılan, sarımtırak renkte yağ. 5/ Kalın ve kaba bir 1 Y E D İ R M E E kumaş... Paylama. 6/ Bir 2 A N O N A Ş A L sayı... Siirt ilinde bir kap 3 Z İ R A E K S İ lıca. 7/ Üç Silahşorlar’dan 4 I R Y A K A S biri... Asker. 8/ Sığırın al 5 L M E C E L L E tı aylıktan bir yaşına kadar A L olan yavrusu... Bütün kut 6 I Ş I T I N ME K K E sal Hint metinlerinin ba 7 M A S 8 T I R A K A K şında ve sonunda yineleŞ U nen mistik hece. 9/ İki 9 K O R U K tarla arasındaki sınır... İnceltilmiş, saflaştırılmış. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Dindar Yahudilerin başlarını örttükleri takke... Süreyya Duru’nun bir filmi. 2/ Kimliği belirlenemeyen uzay cisimlerine verilen ad... Yel, şimşek ve gök gürültüsü ile ortaya çıkan sağanak yağışlı hava olayı. 3/ Ağız kalabalığı yaparak karşısındakini dolandırmaya çalışan kimse. 4/ Uzaklık işareti... Çıkar yol, çare. 5/ Öleceği kesinlikle bilinen bir hastanın, acısını dindirmek için doktor tarafından öldürülmesi. 6/ Toprak ve kireçle karışık taş kırıntıları... Ham ipekten yapılmış astarlık kumaş. 7/ Şöhret... “Benim olmuş dilim / Ne desem yâr incinir” (Türkü)... Bir nota. 8/ Eski Mısır’da ölülerin koruyucusu olan tanrı. 9/ “Fâni ömür biter bir sonbahar olur” (Y. K. Beyatlı)... Dumanrengi. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear