23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 11 EYLÜL 2011 PAZAR leyla.tavsanoglu@cumhuriyet.com.tr 8 PAZAR KONUĞU Prof. Dr. Bayram Öztürk: Türkiye bugün başını ağrıtan Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge sorununda geç kaldı İÜ Su Ürünleri Fakültesi’nin önceki dekanı Prof. Dr. Bayram Öztürk aileden Beykozlu. Ömrünü denizleri ve balık türlerini kurtarmaya adamış bir bilim insanı. Bu hafta, yok olmamasına çok çaba harcanan lüfer başta olmak üzere denizlerimizdeki balıkların durumunu konuşuyoruz. Pek çok balığımızı unuttuğumuzu söyleyen Öztürk, lüferin 1920 cm’den küçüğünün tutulmasının yasaklanması kararını olumlu buluyor. Başbakan Erdoğan’ın “çılgın projesi” konusunda da şu çok ciddi uyarıyı yapıyor: “Türkiye Boğazlar üzerine yapılan uluslararası çıkar hesaplarını Montrö ve Lozan’da bozmuştur. Bunun rant sağlayacak bir grubun çıkarı adına bozulması kabul edilmemelidir.” Japonya’daki Fukuşima Nükleer Santralı faciasından sonra hâlâ Akkuyu’ya nükleer santral yapımında ısrar edilmesine de Öztürk şöyle tepki gösteriyor: “Uzmanlara göre fay hattı üzerindeki Akkuyu’ya nükleer santral kurulursa Akdeniz’in en güzel kıyılarına yazık olacak.” Denizlerde neler oluyor? Lüfer kampanyanız mutlu sona ulaştı mı? B.Ö. Evet, ulaştı. Biliyorsunuz İstanbul eskiden beri balıkların lezzeti ve bolluğuyla bilinen bir şehirdi. İlkçağlardan beri İstanbul’un balıkları birçok gezginin dikkatini çekti. Örneğin, P. Gyllius, “Balık denizde o kadar boldur ki çok defa sahilden elle tutulabilir. Kadınlar, pencereden sarkıttıkları sepetlerle balık tutabiliyorlar. Bunlar bütün Asya ile Avrupa’nın büyük bir kısmına yeterlidir” diyor. Ama günümüzde İstanbullu uskumruyu, Boğaz’ın gerçek kralı lüferi, balık dünyasının şövalyelerinden kılıcı, Boğaz sahillerindeki çiroz sergilerini neredeyse unuttu. Şimdilik kıraça istavrit ile idare ediyoruz. Lüfer balığının gençliği olan 1115 cm’lik çinekoplar yıllardır bir defa bile yumurta veremeden avlanıyordu. Çünkü izin verilen av boyu 14 cm ve çok yanlış bir karardı. Lüfer avcılığında önemli düşüşler görülünce 2009 yılından başlayarak bu konuda bilim temelli bir kampanya yapmak aklımıza geldi ve kampanya sonucunda lüfer boyu 20 cm olarak şimdi yeniden düzenlendi. 1920 cm zaten bizim 2010 yılında yayımladığımız öneriydi. Şüphesiz, lüfer balığının avlanma boyunun 20 cm’ye çıkarılması bu balığın tehdit altında olmadığı ve korunacağı anlamına gelmiyor. Başta yaşam alanını yani üreme ve beslenme alanlarını korumak, av yasaklarını tekneden, balıkhaneden ve tezgâhtan başlayarak denetlemek gerekiyor. Ama Bakanlık’ın aldığı bu karar mutluluk verici. Bize destek olan herkese teşekkür ediyoruz. Başbakan Erdoğan’ın seçim öncesi ortaya attığı ‘Kanal İstanbul’ ‘Çılgın Proje’ konusunda ne düşünüyorsunuz? B.Ö. Bu bence seçime yönelik bir öneriydi. Proje İBB Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi’ne iletilmişmiş, mühendislerden oluşan ekip kurulmuşmuş, sızma olmasın diye internet bağlantısı kesilmişmiş! Hem söylentileri pompalayıp, hem de sızmadan acaba niye korkmuşlar? Biri bunu da açıklasa ya! Herhalde uzmanlığı mühendislikle veya mimarlıkla sınırlı olan bu ekip, çok daha fazla disiplinler arası birikim ve altyapıyı gerektiren doğa bilimlerinden habersiz görünüyor. Önerilen çılgın proje gibi megaprojeler, olumlu düşüncelerle yaratılmış olsalar dahi, daha büyük titizlikle ele alınması gerekir. Bir örnek vermek gerekirse 1980’lerde Sovyet Rusya, kuzey denizlerine dökülen nehirleri tersine çevirerek sularını çölleşen Orta Asya bölgelerine aktarmak istedi, yaratacağı tahribat ve iklim değişimi nedeniyle, uluslararası kurumların uyarılarıyla terk etmek zorunda kaldı. Boğazrantakurbanedilmemeli T K SÖYLEŞ P O R T R E LEYLA TAVŞANOĞLU ürkiye komşusu olduğu ve barış içinde işbirliği yaptığı ülkelerle birlikte Boğazlar üzerine yapılan uluslararası çıkar hesaplarını bozmuş, Montrö ve Lozan’daki tutumuyla bunu göstermiştir. Bunun rant sağlayacak bir grubun çıkarı adına bozulması kabul edilmemeli. aldı ki Montrö Sözleşmesi’ne göre Boğaz’dan gece ve gündüz geçiş serbest. Pilotaj zorunlu olmadığına göre gemilerin parasız bir güzergâh varken neden para vererek yapılacak kanalı kullanacağı da ayrı bir sorudur. Konunun stratejik ve güvenlik boyutu ise en az tartışılan noktalar. Evet, egemen devlet olarak tabii ki kanal yaparız ama bütün sonuçları iyi hesaplamak lazım. Prof. Dr. BAYRAM ÖZTÜRK stanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi, eski dekan, Türk Deniz Araştırmaları Vakfı’nın (TÜDAV) kurucusu. Dünya deniz ve okyanuslarında birçok araştırma yürütüyor. Ellinin üzerinde makalesi, beş kitabı bulunuyor. Halen merkezi Monako’da bulunan Akdeniz Bilim Konseyi Yönetim Kurulu Üyesi. Balıkçılık Konseyi bölgeyi korumaya aldı Münhasır Ekonomik Bölge sorunu ile ilgili Avrupa Birliği’nin desteğiyle yayımlanan haritalar utanç vericidir ve bizi Antalya Körfezi’ne hapsediyor. Projede arazi rantı yaratma eğilimi ağır mı basıyor? B.Ö. İsrail’de deniz seviyesinin 400 m altındaki Ölü Deniz ile Akdeniz’i birbirine bağlayarak 100 mw kadar elektrik üretilmesi ilk kez 19. yüzyılda gündeme gelmiş, daha sonra enerjinin desalinasyonda kullanılması, Ölü Deniz’in kurumaktan alıkonması, havzadan kimyasal ve kozmetik üreten tesislerin ve doğanın korunması amaçlarıyla Kızıl Deniz’den bağlantı yapma fikri ağırlık kazandı. İsrail Ürdün Filistin ortak girişimiyle yaklaşık 20 yıldır sürdürülen araştırmalar sonucunda, Kızıldeniz mercanlarına ve yeraltı sularına olası etkileri nedeniyle, projenin yapımına cesaret edilememiş, sadece bir prototipinin denenmesi kararlaştırılabilmiştir. Türkiye komşusu olduğu ve barış içinde işbirliği yaptığı ülkelerle birlikte Boğazlar üzerine yapılan uluslararası çıkar hesaplarını bozmuş, Montrö ve Lozan’daki tutumuyla bunu göstermiştir. Bunun rant sağlayacak bir grubun çıkarı adına bozulması kabul edilmemeli. Öte yandan, Türk Boğazlar Sistemi, dünya denizleri içinde en duyarlı ekosistemlerin geçiş noktasını oluşturmakta ve şu anda zaten olağanüstü çevre baskısıyla karşı karşıyadır. Sadece gemi taşımacılığını rahatlatma ve arazi rantı yaratma amacıyla bu baskıları düşüncesizce arttırmak en son akla gelebilecek bir şeydir ve bu anlamıyla gerçekten de çılgıncadır! Proje bütün havzayı etkileyebilir mi? B.Ö. Evet, etkileyebilir. Türk Boğazlar Sistemi’nin yapısını değiştirecek çılgın proje; İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndaki su alışverişini düzenleyen hidrolik kontrol ve maksimum değişim rejimi saf dışı kalacağından, su seviyesi farklarının azalması ile üst ve alt tabaka akıntılarında önemli değişimler olacak, Karadeniz’in su bütçesi ve dolaylı olarak dikey karışımı, atmosferle yüzey etkileşimi değişecek, bunun sonucunda sadece Türk Boğazlar sistemi değil Avrasya bölgesel iklimi etkilenebilecektir. İstanbul Boğazı’na rakip yeni kanalın varlığı, canlıların göç olanaklarını arttıracak, bu durumda daha fazla Akdeniz kökenli türler Karadeniz’e girecek, halen de gözlenmekte olan Karadeniz’in Akdeniz’leşmesi süreci hızlanacaktır. Birçok göçmen balık türünün Karadeniz’e geçmesi şu an çeşitliliği az ama ekonomik değeri büyük türlere dayalı Karadeniz balıkçılığını olumsuz etkileyebilecektir. Kaldı ki Montrö sözleşmesine göre Boğaz’dan gece ve gündüz geçiş serbest, pilotaj zorunlu olmadığına göre gemilerin parasız bir güzergâh varken neden para vererek yapılacak kanalı kullanacağı da ayrı bir sorudur. Konunun stratejik ve güvenlik boyutu ise en az tartışılan noktalar. Evet, egemen devlet olarak tabii ki kanal yaparız ama bütün sonuçları iyi hesaplamak lazım. Türkiye Ege Denizi anlaşmazlığında nerede? B.Ö. Takip ettiğim kadar, Ege Denizi anlaşmazlığında Lahey Adalet Divanı’na gitmek için hazırlıklar var. Ama Ege’de karasularının genişliği sorunu çözülmeden diğer sorunlar nasıl çözülecek? Bu bakımdan divana gitmeden önce hangi konularda anlaşılacak buna bakmak lazım. Dışişleri Bakanlığı’nın uzmanlarının işi hiç kolay değil. Bu konuda ulusal bir mutabakat ve sorunun nasıl çözüleceği konusunda tartışma gerekiyor. Acaba sorunun çözümü için muhalefet partilerinin öneri ve hazırlıkları var mı? Varsa kamuoyuyla paylaşmaları lazım. Çünkü bu sorun sadece mevcut iktidarın sorunu değil. Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sorunu ne aşamada? 12. parselde doğalgaz ve petrol araması başlarsa ne olur? B.Ö. Akdeniz’deki bu sorun da yeni değil. Sorun, AKP hükümetleri döneminden önce başladı ama o günkü iktidarlar sorunun önemini ve boyutunu ne yazık ki kavrayamadı. 2003’ten sonra olanlar ise bu hükümetin sorumluluğunda. En azından Lübnan ile sorun üzerinde anlaşılabilirdi. Mısır ikna edilemedi. İsrail ise daha sonra devreye girdi ve Güney Kıbrıs’ı desteklemeye başladı. Avrupa Birliği’nin destekleriyle yayımladıkları MEB haritaları ise utanç verici. Bizi Antalya körfezine hapsediyor. Gelinen noktada, MEB içindeki 12. parsel Türkiye’nin de hakkı olan bir yer ve Güney Kıbrıs doğalgaz için Amerikan şirketleriyle anlaştı. Gerçi Türk Dışişleri Bakanlığı bu konuda kararlı açıklamalar yapıyor ama somut bir çözüm yok. Kaldı ki bu bölge ‘Akdeniz Balıkçılık Konseyi’ kararına göre 2006 yılından beri koruma altında. Türkiye’nin bunu dünyaya iyi anlatması lazım. Böyle bir durumda sadece maden ve doğalgaz değil balıkçılık haklarımızı da kaybedeceğiz. Bu konuda da muhalefet partilerimizin çözüm önerilerini kamuoyuyla paylaşmaları gerekir. Son tahlilde caydırıcılık için güçlü bir donanmaya her zamandan daha çok ihtiyacımız var. Osmanlı İmparatorluğu tarihinde bu kolayca görülür. Nükleer santral her şeye zararlıdır Ülkemize yapılması planlanan nükleer santrallar denize zararlı değil mi? Japonya’daki Fukuşima nükleer felaketinden hangi dersleri almalıyız? B.Ö. Eğer Akkuyu’ya nükleer santral kurulursa ki uzmanlar buranın fay hattı üzerinde olduğunu söylüyorlar, olası bir kazada Akdeniz’in en güzel kıyılarına yazık olacak. Çünkü kimse bir süre de olsa denize giremeyecek, balık tutamayacak, satamayacak, tarım bitecek, turist gelmeyecek, gemiler limana giremeyecek, deniz hayatı yıllarca kendine gelemeyecek. Bundan sadece bizim kıyılarımız değil örneğin, Kıbrıs, Yunanistan, Suriye başta olmak üzere bölge ülkeleri de olumsuz etkilenecek. Eğer Sinop ve İğneada’ya nükleer santral kurarsanız bundan sadece bizim balıkçılığımız, tarımımız ve turizmimiz değil bütün kıyıdaş ülkeler etkilenecek. Çernobil’de öyle olmadı mı? Kaza Ukrayna’da oldu ama biz de etkilendik. Evet egemen bir ülke olarak santral kurabiliriz ama işin diğer taraflarını da incelememiz lazım. İşte Japonya örneği önümüzde duruyor. Komşularıyla birbirlerine giriyorlar ve komşuları haklı olarak olup bitenlerden kaygı duyuyorlar. Radyoaktif atıklar denize döküldü Santralı işleten TEPCO Şirketi Sinop için başvurmuş? B.Ö. Bildiğim kadar öyle. Ama geçenlerde Sinop’taki nükleer santral ihalesinden çekildiklerini okudum. TEPCO şirketi bu konuda dünyanın dördüncü büyük özel elektrik şirketi olarak biliniyor ama kâr hırsı pahasına deprem güvenliği adına yapılması gereken rutin kontrol ve bakımlarda zaafiyet göstermişler. Veya gerekeni yapmamışlar. Şirketten daha önce ayrılan mühendisler felaketten sonra bunları kendi günlüklerinde yazdılar. Ayrıca bu bölgede şirket, santraldaki soğutma sorunlarını çözemeyince en sonunda binlerce ton zehirli radyoaktif atık suyu denize boca etti. Şimdi ise santral bölgesindeki milyonlarca ton çöpün ne olacağı tartışılıyor. Evet atıklar temizlenecek ama kontamine olmuş durumda. Birçok belediye kendi alanlarına bu tür çöplerin dökülmesini istemiyor. Aynı durum küçük ölçekli bile olsa bizde de yaşanabilir. Bu nedenle her şeyi iyi düşünmeliyiz. İşin termal kirlenme kısmı da çok az tartışılıyor. Denizleri gençlere tanıtmak istedim “Deniz Yazıları” isimli kitabınızda neler anlatıyorsunuz? B.Ö. Kitabı özellikle gençlere başta Türkiye denizleri hakkında bilgi aktarmak, sorunları tanımlamak ve çözüm yollarını tartışmak için yazdım. Bir yarımada ülkesi olan Türkiye’nin denizlerin korunması ve sürdürülebilir kullanımı konusunda akademisyenlerin, aydınların yol göstermesi gerekiyor. Çünkü başta su canlılarının yaşam alanlarının kaybı olmak üzere, kirlenme, aşırı avcılık, yabancı türler ve iklim değişikliği gibi birçok sorunla mücadele için ulusal koruma planları, ortak çaba ve eylem gerekiyor. Üniversitelerde neler oluyor? B.Ö. Mahalledeki muhtarı kendi oyunuzla seçebilirsiniz ama üniversite öğretim üyeleri kendi yöneticilerini doğrudan seçemiyor. YÖK’ün değiştirilmesi için en ufak bir umut yok. Yeni anayasa tartışmalarında da yer bulmuyor. Evrensel standartlarda bilgi üretmek için özerk ve demokratik üniversite şart. Ülke zaman kaybediyor. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear