29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 21 HAZ RAN 2011 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Seçim Sonuçları Normal mi? Son yazılarıma baktım: Bakın neler demişim!.. “Şu yüzde on seçim barajı kaldırılmadan ikiüç ya da dört parti dışındakilere TBMM’de yer yok. Bu gidişle de hiçbir zaman olmayacak. Yeni kurulan Demokrat Parti bağırıyor, güzel sözler söylüyor, ümit veriyor, seçmenden oy istiyor. Ecevit’ten hatıra DSP’nin başkanı da adaylarını sunmuş, o da oy istiyor. Öteki partiler de... Ama bu partilerin üyeleri, başkanları biliyorlar ki, 12 Haziran oylamasında yüzde on çizgisinde kalacaklar... Yüzde üçdört alsalar da hepsi boşa gidecek!.. İyisi mi, CHP’yi olanca gücümüzle desteklemek gerekiyor. Yüzde onun altında kalacak partilerin liderlerini uyarmak istiyorum. Seçimden çekilin, aklınız varsa, milleti seviyorsanız.” (31 Mayıs) “Çok parti var, DP var, DSP var, sağda solda başka partiler var, ama hangisi yüzde on sınırını aşabilir? Hiçbiri. Çoğu yüzde ikilerde, üçlerde kalacak, onlara verilen oylar da doğru çöplüklere gidecek! Öyleyse oylar havaya gitmesin, bir işe yarasın, yüzde onu geçebilecek CHP’ye, MHP’ye ve Güçbirliği adaylarına vermek en iyisi...” (9 Haziran) Aklın yolu birdi! DSP de, DP de, öteki partiler de seçime adaylarıyla katıldı, sonu ne oldu! Hepsi yüzde üçü bile bulamadı, bir’lerde, iki’lerde kalakaldılar! Aldıkları yüz binlerce oy da doğru çöplüklere... Şimdi başta CHP olmak üzere bütün partilerin bir hesaplaşma yapması gerekiyor. CHP kurultay partisidir, ilk ona düşer hesaplaşmak, CHP’nin Atatürk devrimi çizgisinde Altı Ok doğrultusundan kopar gibi olması yenilginin gerçek nedenidir. Ben hep yazmışımdır, CHP kendi kökünden koparsa yenilgiyi önceden kabul etmiş olur. CHP seçmeni milyonlarcadır. Atatürk ve onun cumhuriyet devrimlerinden yanadır. Şimdi kurultaylar birbirini izleyecek! Dört yıl da böyle geçecek? CHP kendi geçmişine, kendi ilkelerine, kendi temel felsefesine dönmezse daha çok bozgunlar yaşayacak!.. Önceden bir daha söylemesi!.. Önceden Uyardık! Sorunlar açısından değerlendirildiğinde, işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk, kayıt dışı ekonomi, dolaylı vergiler, gelir dağılımında bozukluk, insan hakları ve kadın cinayetleri vb. türlü sorunlarla uğraşan dinamik bir toplumda.. koruyucu (muhafazakâr) değişimi savunan bir merkez partisinin yüzde 50 oy alması, siyasal bilimcilerin ilgisini çekecek düzeyde normalüstü görünüyor ve bir orta sınıf oyuna benzemiyor. Bozkurt GÜVENÇ eçim yapıldı, bitti. Sonuçlar “normal” mi? Yorumlar, görece bir kavram olan “normal”e ve uzmana göre değişiyor. Milyonlarca seçmen, yüzde 87 katılım, yüzde 84 geçerli oy, büyük sayılar. Sonuçları, “Büyük Sayılar Yasası”nın “normal dağılım” kavramına göre değerlendirmeye çalışıyorum. Alınan sonuçlar, sayılar, oranlar ve dağılımlar “ne kadar normal” ya da değil. Liderlik mi, ustalık/çıraklık mı, hitabet mi, bilemiyorum. Sadece üslupla ilgili olmadığını; küreselleşme yanlısı ‘neocon’cuların, yeni milyarderlerin, kayıt dışı ekonomiyi yönetenlerin, “Yüce Divan” söyleminden pek de hoşlanmadığını sanıyorum. Partilerin konumları S Normal dağılım Büyük sayılarla ifade edilebilen boy bos, ağırlık, ortalama ömür, zihinsel yetenek, bedensel başarı beklentileri, iklim ve çevre ölçümleri, toplumlara ve cinsiyete göre kararlı bir düzenlilik gösterir. Napolyon’un ünlü şapkasına benzetilen bu düzenlilik “normal dağılım” olarak bilinir. Ortası yüksek ve kalabalık, uçlara doğru alçalan ve seyrekleşen dağılımlar “normal” sayılır. Örnek olarak, toplamı yüz olan 30+40+30 sayı dizisi normal bir dağılımdır. Ortadaki 40, uçlardaki 30’lardan büyük, uçların toplamından küçüktür. Doğada ve toplumlarda, sağlıklı ve dengeli olaylarda bu örneğe yakın dağılımlara rastlanır. Son seçimlerde, yüzde 87 katılım, yüzde 84 geçerli oy normalüstü oranlardır. İktidar partisinin yüzde 50 oyu normalüstü; muhalefet partilerinin sırasıyla yüzde 26, yüzde 13 ve yüzde 7 oy almaları normalaltı sayılır. Yüzde 10 baraja karşın, seçmen oylarının Meclis’te yüzde 97 (=50+26+13+7) oranında temsil edilecek olması normalüstü bir başarı gibi görünmekle birlikte, partilerin oy oranlarında (simetrik olmayan, katlı ve yarımlı) bir dağılım dikkati çekiyor. Muhalefet partilerinin oyları ikiye bölünerek azalıyor ya da kat lanarak çoğalıyor; ancak toplamda, iktidar partisiyle denkleşiyor. Denkliğin dört partiyle sağlanması, ideal olmasa bile “normal / sağlıklı” bir sonuçtur. Olimpiyat kürsülerinde ikinci ve üçüncüler, ortadaki şampiyonun sağında ve solunda yer alır. Seçim yarışmalarında ise varlıklı ile yoksulun ortancanın iki yanında yer alması beklenir. Seçmen oyuyla değişebilen normal dağılımlar, demokratik yönetimlerin güvencesidir. Bu gerekçeyle sosyal güvenlik politikaları orta sınıfın sorunlarına, sağlığına ve korunmasına öncelik verirler. Meclis’e grup kuracak partilerin merkezde ve merkez çatısı altında toplanmış olmaları, sonuçları sınırların dışına çekmesi bile, itelemiş olabilir. Basite indirgeyerek, A, B, C ve M harfleriyle sıralanan dört partinin seçim yelpazesindeki konum ve ilişkileri şöyle görünüyor: Demokrasinin Sakarlığı... 12 Haziran akşamı AKP kazandı... Ama haftaya TBMM toplandığı gün kaybetmiş olacak... Eksilen 15 milletvekiliyle birlikte: Tek başına anayasayı yapma olanağını... Referanduma gitme çoğunluğunu... Tayyip Erdoğan’ı yukarı taşıma hayalini... Tümünü kaybetti... Oy dediğiniz, milletvekili sayısı için lazım... Normal bir demokraside çok oy alanın milletvekili sayısının artması gerekmez mi?.. Burada azaldı... Ne yapacaksınız, değişik bir şey... Oylar artarken milletvekili sayısı düşebiliyor... Güzel yani... Tabii ki iktidar ve yalakaları bunu demokrasiye uygun görmüyorlar... Nohut verip oy almak uygundu... Milletin bir kişiye oy verip de 550 milletvekilini seçmesi de rahatsız etmedi... Ya da yürütmenin, yasamanın, yargının bir tek kişinin dudakları arasına sıkıştırılması canlarını sıkmadı... Diyelim ki her ağzını açanın başına bir felaket gelmesini de demokrasiye aykırı bulmadılar... Ne yapacaksınız?.. Bu kez böyle oldu; oylar arttı, milletvekili sayısı azaldı... Böyle demokraside normaldir aslında... Ve demokrasimizin bu sakarlığı sürerse, bakarsınız bir genel seçimde Meksikalılara başbakan seçmiş Türkler... İşte: Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı süresinin ne kadar olduğunu, ne zaman sürenin biteceğini bilen var mı?.. Yok... Cumhurbaşkanı görev süresini kendisi biliyor mu?.. Bilmiyor... Niçin?.. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın, kafasına göre yapacağı bir anayasa ile yetkilerini de arttırıp Çankaya’ya çıkıp oturma planı vardı ve Cumhurbaşkanı’nın görev süresini kendine göre ayarlayacaktı... Uygun uzunlukta... Ya da lastikli yapılırdı, uzat kısalt, uzat kısalt... Ama oy artarken milletvekili sayısı azalınca plan tutmadı... Yattı... Sakar demokrasinin marifetidir... Güzel bir şey... Sonuçlar normal mi? Sorunlar açısından değerlendirildiğinde, işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk, kayıt dışı ekonomi, dolaylı vergiler, gelir dağılımında bozukluk, insan hakları ve kadın cinayetleri vb. türlü sorunlarla uğraşan dinamik bir toplumda.. koruyucu (muhafazakâr) değişimi savunan bir merkez partisinin yüzde 50 oy alması, siyasal bilimcilerin ilgisini çekecek düzeyde normalüstü görünüyor ve bir orta sınıf oyuna benzemiyor. Ya seçim meydanlarından yankılanan sorunlar gerçek dışıdır, ya kurumlar ve seçmenler yaşadıkları yüksek refahı ve bolluğu araştırmacılardan gizliyor ya da seçimlerde Atlantik ötesi güçlerin saklanmayan katkıları var. Bu sonucu, ülkedeki petrodolar ve uluslararası sermaye dolaşımıyla açıklamak inandırıcı gelmiyor. Anket ve seçim araştırmacıları seçim sonuçlarını doğruya çok yakın düzeylerde tahmin ederek, bağımsızların yüzde 30 sınırını, kasetzedelerin barajı aşacağını bildiler. Ancak iktidar ve ana muhalefet partileri için verilen bandların sınırlarında bir çelişki görüldü. İktidar kendi bandında tavan yaparken, ana muhalefet tabanda kaldı. Neden? Toplum olarak yeni anayasa ile demokratik bir cumhuriyete yönelmek istiyorsak, parlamentodaki partilerin ideolojik konumları ve göreceli büyüklükleri aşağıdaki gibi dağılmasıyla normalleşebilir: TBMM’de normal sayılabilecek bir dağılımın sağlanması, yeni bir anayasa yapılması, başkanlık sistemine geçilmesi, siyasi partiler veya seçim yasalarının değişmesiyle değil; belki de, yukarda sıralanan a) yapısal sorunların barışçı çözümüyle, b) siyasi partilerin merkezde seçim kazanmak tutkusundan sıyrılıp siyaset meydanındaki yerlerini almalarıyla ve c) lider partilerinin program partilerine dönüşümüyle kalıcı olabilir. Bu gözlemlerin doğruluğu, önerilerin geçerliği tartışmaya açıktır, kuşkusuz. Ancak, demokrasi kavramı ve uygulamamızda sanki bir düzeltme gerekli. Demokrasi, yalnızca seçmenlerin isteklerini yerine getirmek değil, istemesi gerekenleri toplumun varlık bilincine kazandırmaktır. Bu açılımda görev ve sorumluluk, siyasi partilerden çok, Milli Eğitim’e ve medyaya düşüyor. Amasya’dan Yükselen Güneş... Cumhuriyetimizin kurucusu olan Atatürk’e karşı Türk halkında bulunan hayranlık ve saygı duygusu giderek artan bir coşku ile devam etmektedir. Tam bağımsızlık düşüncesi ve eylemini bir ideoloji olarak insanlık tarihine armağan eden, hem bizim hem de dünya tarihinin büyük ve evrensel değeri olan Mustafa Kemal, her sabah milyonlarca Türk evinde, güneşle birlikte doğmaya devam edecektir. Prof. Dr. Metin KALE Osmangazi Üniv. Tıp Fakültesi Üroloji Kliniği “Bir devreye yetiştik ki, onda her iş meşru olmalıdır. Millet işleri de ancak milli kararlara dayanmakla, milletin genel duygularına tercüman olmakla gerçekleşir.” Atatürk Her şey Mondros’un haksız ve adaletsiz uygulamaları ve İzmir’in işgaliyle başlamıştı. Bu durumu Mustafa Kemal’den dinleyelim: “İzmir’in Yunan askerlerince işgali olayı, yakından temasta bulunduğum ulusun ve ordunun kalbini tasavvur edilemez ve anlatılamaz kertede kanatmıştır.” Osmanlı devleti, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile tarihe gömülürken, ulusun ve yurdun içine düştüğü felaket karşısında ciddi ve gerçek bir karar alma zamanı geldiğine inanan Mustafa Kemal, şu değerlendirmede bulunur: “Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da, ulusal egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak…” Mustafa Kemal’in, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğü ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığı karar, bu karar olmuştur. “Türk ulusunun yok olmasını önlemeyi namus ve vicdan görevi” bilen Mustafa Kemal, mütarekenin ağır koşulları altında Batı’nın Türk ulusunu ve onun tarihini cezalandırmaya kalkıştığını görür. Mondros’un sadece bir silah bırakışması değil bir “teslimiyet” olduğunu daha ilk günden gördü ve bunu yüksek sesle dile getirdi. Osmanlı’nın yıkılışının son 20 yılı, Türk ulusunun meşru varlığına tercüman olan Mustafa Kemal’in dehasının da oluştuğu yıllar olmuştur. Mustafa Kemal’den Samsun’da bir tür zaptiye görevi yapması istenirken, onun gündeminde, bizi Mondros noktasına getiren uzun bir tarihsel süreçle hesaplaşma vardı. Mustafa Kemal Samsun’da az kaldı ve Havza üzerinden 12 Haziran 1919’da Amasya’ya geldi. Amasya’da girişimini kişisel olmaktan çıkarıp ulusa ve orduya mal etmek düşüncesindedir. Bu amaçla, mücadelenin esaslarını saptayıp ilgililere duyurmak üzere bir genelge hazırlamaya koyuldu. Rauf Bey, Ali Fuat Paşa ve Refet Paşa ile bir araya gelen Mustafa Kemal, Milli Mücadele tarihimize Amasya Mukarreratı (kararları) adıyla geçen ünlü 22 Haziran 1919 tarihli genelgeyi yayımlar. Amasya’dan İstanbul’daki bazı tanınmış kişilere de telgraf çekerek onları da Anadolu’daki ulusal harekete davet eder. 23 Haziran 1919’da İçişleri Bakanı Ali Kemal vilayetlere ve sancaklara “Mustafa Kemal Paşa Müdafaaı Hukuk Cemiyeti’ne yardımlarından dolayı azledildi, kendisini dinlemeyin” diye emir verirken, Mustafa Kemal sivilasker bütün teşkilata henüz böyle bir şey olmadığını, olursa Anadolu’dan ayrılmayacağını ve “sinei millette bir ferdi mücahit olarak” kalacağını bildirir. “Bağımsızlığını güvencede görmek isteyen ulusun önüne, hiçbir haksız engel dikilemez” sözleriyle kararlılığını dile getirir. Osmanlı ülkesinde, milli kararlara dayanmak ve meşruiyeti bunda aramak demek, padişahı ve halifeyi silmek ve hiçe saymak demekti. Mustafa Kemal, Amasya Tamimi’nden itibaren, Osmanlı meşruiyetini reddeden bir yaklaşımla Anadolu İhtilali’ni başlatmış oluyordu. Milli Mücadele’nin gelişmesinde Amasya’nın önemli bir yeri vardır. Ulusal Kurtuluş’un esasları ilk kez burada bir değerler manzumesi olarak ciddi kararlara bağlanmış ve ilkeleri saptanmıştır. Bu tarihi genelgede başlıca şu hususlar dile getirilmiştir: “Vatanın bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır. Milletin sesini dünyaya duyurmak ve kaderini tayin etmek için her türlü tesir ve denetimden uzak, bir milli kongrenin toplanması şarttır. Bu kongre Anadolu’nun her bakımdan en emin yeri olan Sivas’ta süratle toplanmalıdır.” Amasya Kararları Mustafa Kemal’in ve halkın bir şahlanış kararıdır. Mustafa Kemal, 8 Temmuz 1919’da, Erzurum’da çok sevdiği askerlik mesleğinden ve de müfettişlik görevinden istifa eder. Buna rağmen, ulusun bağrında bir fert olarak açıkça çalışmaya devam eder. Mücadelenin lideri yine odur. Çünkü onun liderliği, rekabet sonucu kazanılmayan, tartışmasız ve doğal bir liderliktir. Erzurum Kongresi’nden, ulusal egemenlik ilkesini benimseyen ve ulusal güçleri etkin ve ulusal iradeyi egemen kılmak biçiminde dile getirilen bir ilke kararı çıkarılır. Daha sonra 4 Eylül’de Sivas’ta, tarihe Kurtuluş Kongresi olarak geçecek olan kongreyi toplar. Genel ve ulusal nitelikteki bu kongrede yurdun bütünlüğünü ve ulusun birliğini kurtarmak için ulusun iradesini egemen kılmak kararı alınır. Sivas Kongresi Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ni ve onun yürütme organı olan Heyeti Temsiliye’yi doğurdu. İlkgençliğinden ve büyük savaş yıllarında yaşadıklarından beri zihninde oluşturduğu büyük idealini Samsun ve Amasya’dan başlayıp, Ankara’da Yeni Toplum ve Yeni Devlet’le noktalayan Mustafa Kemal, bu mücadelesini pek yakından bildiği ve güvendiği Türk halkıyla beraber, adeta bir Anadolu kilimi dokur gibi dokuyarak gerçekleştirmiştir. Cumhuriyetimizin kurucusu olan Atatürk’e karşı Türk halkında bulunan hayranlık ve saygı duygusu giderek artan bir coşku ile devam etmektedir. Tam bağımsızlık düşüncesi ve eylemini bir ideoloji olarak insanlık tarihine armağan eden, hem bizim hem de dünya tarihinin büyük ve evrensel değeri olan Mustafa Kemal, her sabah milyonlarca Türk evinde, güneşle birlikte doğmaya devam edecektir. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear