23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
23 ŞUBAT 2011 ÇARŞAMBA CUMHUR YET SAYFA 15 T ürkiye’nin Trablusgarp yılın Büyükelçiliği’nin, geçen değil, bu şubat ayının 16’sında RÖVEŞATA MİNE G. KIRIKKANAT arasına karışamamışlardır. Pazara gönderilen aşçı yamakları ya da şoförler vb. etin, sütün yanında haber getirmemişlerdir. Ya da rezidansın ihtiyaçlarını karşılayan bir bostancı vardır, ona sorulmuştur. Hıyarlar ve patlıcanlar nezdinde asayiş berkemal, cevabı alınmıştır. Velhasılı insanlık halidir: Osmanlı’nın ağdalı hariciye jargonunu taklit uğruna sakız gibi çekile çekile, ne yazık ki gerçeğin yanına bile ulaştırılamayan “muhteşem sülümanca” dilinde yayımlanan böyle bir duyuruyla.... Zaten ve ancaaaak duyuranın Türkçesinde “yanılınmış olunabilinir”, başka bişicik olunabilinemez, imdat! yayımladığı “Libya’da İstikrar Var” başlıklı duyuru, gelişmelerden endişeli içlere şöyle (güllü) su serpiyordu: “...Libya’da halihazırda güvenlik ve istikrar bakımından bir sıkıntı yaşanmamaktadır. Bu konuda, vatandaşlarımızın müsterih olmaları tavsiye olunur. Vatandaşlarımızın can ve mal güvenliklerine ilişkin konular ve gelişmeler, Büyükelçiliğimizce yakından takip edilmektedir. Libya’da iş yapan şirketlerimizin faaliyetlerinin geleceğine yönelik endişe duymalarını gerektirecek bir durumun bulunmadığı, mevcut ortamın, Libya’da gerçekleştirilmesi düşünülen ticaret, yatırım ve müteahhitlik faaliyetlerinin hayata geçirilmesinde bir engel teşkil etmediği değerlendirilmektedir.” Şaka gibi değil mi? Saygın Türkiye’nin pek saydığı Libya’ya saygılı Büyükelçiliği yukardaki değerlendirmeyi yaptıktan hemen sonra bile değil, bir gün önce başlamıştı ayaklanma. İnternet henüz kesilmemişti ve bırakın uluslararası haber ajanslarını, 15 Şubat’ta YouTube’a yüklenen amatör videolar bile 14 kişinin öldüğü Bingazi’de başlayan isyanın durdurulamayacağını açıkça ortaya koyuyordu. Niyetim, asla ve kat’a diplomatik bir temsilciliğin bunca geriye dönük ileri görüşlü mütalaasıyla dalga geçmek değil. Büyükelçiliğin mazgallarından bakarken dürbünü ters tutmuşlardır; tebdili kıyafetleri yoktur, halkın Asayiş Berkemal, Ortalık Yangın tuttuğu ülkeye “Fransız” kaldığının göstergesidir. Bizim “okullu” diplomatlar, böyle hataları çok az yaparlardı, eskiden. Acaba AKP’nin aktif dış politika sabırsızlığı içinde “acul alaylıları” temkinli okulluların önüne geçirmesi olabilir mi, yanlış diplomatik değerlendirmelerin kaynağı? Ama yiğidi öldür, hakkını yeme: AKP hükümeti ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun özenle geliştirdiği aktif (bazen de saldırgan) dış politika, Türkiye’nin dünyadaki önemini arttırdı ve küresel ticarette yeni pazarlara ulaşmasını sağladı. Türk diplomasisinin Libya örneğindeki gibi düştüğü açmazlar, Batı diplomasilerinin debelendiği paradoks havuzlarından daha derin değil. Demokratik özgürlükler anlamında koptuğumuz özelinde AB, genelinde Batı ölçülerini hiç olmazsa “ikiyüzlü çıkarcılık” politikasında yakaladık. Başbakan Erdoğan, Arap ülkelerinin diktatörleriyle kucaklaşırken de ABD, AB liderlerinden ne fazla, ne eksik “ticaret” yapıyor; birkaç ay sonra aynı diktatörleri istifaya çağırırken de ABD ve AB liderlerinden daha az “samimi” değil. Küresel ekonomik dünyada, böylesi “samimiyet”e dış politika deniyor. Türkiye’nin farkı, ayaklanan Arap ülkelerinde daha dün kucaklanan “diktatör kardeşler”i bugün “demokrasi” uğruna çekip gitmeye çağırırken, bizzat diktatörlüğe dönüşmesi. “Demokrasilerde, halkı kendini yönettiğine ina ndırmak sanatına politika denir .” LOUİS LATZARUS PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU TSK, Darbeler ve Mağdurlar Üzerine Ne zaman bu köşede Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerini eleştirmesi, bunu da kamuoyu ile paylaşması gerektiğini yazsam bazı okurlarımdan eleştiriler alıyorum. Bu okurlarım Türk Silahlı Kuvvetleri’ni AKP tarafından temsil edilen siyasal İslama karşı bir güvence olarak değerlendiriyorlar, yazdıklarımı yersizzamansız buluyorlar. Bir adım daha ileri giderek “emperyalizmin giderek azgınlaştığı bu dönemde” TSK’yi eleştirmeyi onu güçsüz düşürmeye yönelik bir saldırı olarak görüyorlar. Türk Silahlı Kuvvetleri değişmez bir organizma değildir ki sürekli değişim içinde olan bir yapıdır. 1920’lerdeki, 1930’lardaki, 1960’lardaki, 1980’lerdeki TSK’ler birbirleriyle “aynı” görülebilir mi? Bu durum tüm kurumlar için geçerlidir, çünkü her kurumun başat niteliği içinde bulunduğu tarihsel, siyasal, ekonomik, kültürel koşullarca belirlenir. Bu açıdan baktığımızda 1920’lerin bağımsızlık bağlamında “kurtuluşçu”, cumhuriyet bağlamında da “kurucu” ordusuyla 2000’li yılların NATO ordusu aynı nitelikleri taşıyabilir mi? Fakat bu niteliksel farklılık günümüz Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı öfke duymak, husumet beslemek, saldırmak için bir neden değildir, olmamalıdır. Öte yandan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 tarihlerinde gerçekleştirdiği darbelerle ülkeye çok büyük zararlar verdiği, yüz binlerce yurttaşa büyük acılar çektirdiği de tarihsel bir gerçektir. Her iki darbe de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en üst komuta düzeyi tarafından planlanmış, emirkumanda zinciri içinde uygulanmış, parlamenter demokrasiye ara vermiş faşizan müdahalelerdir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin her iki dönemdeki en üst düzey komuta heyeti tarih önünde suçludur. Bu köşede istenen, günümüzün Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı’nın geçmişte işlenen bu vahim suçları eleştirmesi, suçluları da kulaklarından tutup bünyesinin dışına atmasıdır. Böylesi bir davranış Türk Silahlı Kuvvetleri’nin saygınlığını da, gücünü de azaltmayacak, tam tersine arttıracaktır. Benim Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bakışım “tarafsız”dır. Dünya insanları ordularına nasıl bakıyorlarsa ben de öyle bakıyorum, ordumuzu dış tehditlere karşı mutlaka var olması gereken bir kurum olarak görüyorum. Doğal ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin geçmişte gerçekleştirdiği darbeleri ve darbe benzeri girişimleri şiddetle eleştiriyorum. Fakat bu, sözgelimi, son Balyoz davası tutuklamalarında olduğu gibi muvazzaf ve/veya emekli 163 subayın savunmaları alınmaksızın tutuklanmalarına tepki göstermemem anlamına gelmiyor. Çünkü demokrasi ve özgürlük kavramları gibi hukukun da “parçalanamazlığına”, bu kavramların “bana”, “sana”, “ona” göre değerlendirilemeyeceğine, özellikle de “kin”, “nefret”, “intikam” gibi öznel duygularla bağdaşmazlığına inanıyorum. Bugün bir kez daha yineliyorum. Eşleri, babaları, oğulları Balyoz davası kapsamında tutuklanan asker yakınlarının Anıtkabir’e yaptıkları yürüyüş beni çok etkiledi. O insanlar, bende çok başka davaların tutuklu yakınlarını çağrıştırdı. Gözlerimin önüne 1960’lardan bu yana görülen, hukuksuzlukların zirve yaptığı sayısız toplu davada yargılanan on binlerce tutuklunun cezaevi önlerinde, mahkeme salonlarında, kent alanlarında hakaret gören, itilen, kakılan, dipçiklenen yakınları geldi. Faili meçhul cinayetlerde eşlerini, babalarını, çocuklarını yitirmiş binlerce insanın çığlığını duyar gibi oldum. Cumartesi Anneleri’ni düşündüm. Tüm bu insanlar hukuksuzluğun mağdurlarıydı. Onları birleştiren ortak bir bağ vardı aralarında: Gerçek bir hukuk devleti özlemi. Hukuksuzluğun sillesini yemiş/yiyen tüm mağdurları el ele, omuz omuza bir alanda toplanmış görmek, bir ağızdan ortak özlemlerini haykırdıklarını duymak... Hayali bile heyecanlandırıyor beni. Eleştiri konusu olan bu özlemimdi. Tanrı aşkına, neresi yanlış bunun? dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com ve Maşrık’ta Mağrip örnekArap ülkeleri, ayaklanan Türkiye’yi alıyormuş. Doğrudur. Bugün Türkiye’deki gibi “İslami demokrasi” için ayaklanan halklar, tarihte dün diyebileceğimiz kadar yakın yarım yüzyıl önce de Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’nı örnek almışlar, Türkiye gibi bağımsızlıklarını kazanıp Türkiye’deki gibi “cumhuriyet” kurmuşlardı. Cezayir’in bağımsızlık savaşçıları Bumedyen, Bin Bella ve arkadaşları, Tunus’ta Habib Burgiba, Mısır’da Nâsır gibi pek çok Arap ülkesinin cumhuriyetçi devrimcileri birer Atatürk hayranıydılar ve bazılarının “asker” kökenli olması raslantı değildi. 1969 yılında Libya Kralı Muhammed İdris el Senusi “Türkiye’deki yıllık tatili”ni geçirirken devrilmişti Kaddafi tarafından. Bu ülkelerin eski efendileri Türklere sevgi ya da nefret duygularıyla, ama hiçbir zaman kayıtsız kalmadıkları kesindir. Ne var ki şimdi, daima özendikleri Türkiye’nin onların geride bırakmak istediği baskıcılığa özendiğinden henüz haberleri yok. Fotoğraf: DANİEL COLAGROSSİ Vallahi ve billahi, alay etmek değil niyetim. Hangi ülkenin büyükelçiliği olursa olsun, 25 bin yurttaşının çalıştığı, hele başbakanının daha birkaç ay önce ödül aldığı bir ülke için, “Aman gelmeyin, durum vahim!” demek kolay değildir. Ne var ki diplomatik jargonun bir araba laf edip hiçbir şey söylememek üslubu da böyle zamanlar için geliştirilmiştir. Libya’daki Türkiye Büyükelçiliği’nin acemiliği, olayların başlangıcında bu jargonu “asayiş berkemal” derken, “temkinli olmak gerekir” şifresi içeren bir açıklamada kullanmak yerine, “müteahhitliğe de devam edebilirsiniz, yatırım da yapabilirsiniz” güvencesi vermesidir. Böyle bir güvence, Türkiye Büyükelçiliği’nin Libya’da sokaktan bile haber alamayacak kadar toplumdan kopuk ve iş kirikkanat@mgkmedya.com www.minekirikkanat.com ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I behicak@yahoo.com.tr ‘Kentsel Dönüşüm’e Yargı Soruşturması Hükümetin, “şehircilik mucizesi” olarak tanıtılan “kentsel dönüşüm” uygulamalarının “anayasaya aykırı”lığı yargı tarafından da desteklendi… Şehir Plancıları Odası’nca (ŞPO) açılan bir davada yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurma kararı alındı. Medyamız, ülkenin ve kentlerin talan edilmesiyle değil, bu gerçeği gündem dışına iten siyasi “atışma”larla ilgilendiğinden, gazetelerde ve TV’lerde yer alamayan 10 Şubat’taki ŞPO açıklamasında özetle deniyor ki: “Ankara 3. İdare Mahkemesi, Belediye Kanunu’nun kentsel dönüşümle ilgili 73’üncü maddesinin ‘anayasaya ayları” yaratılmasına olanak sağlıyor. Ülkemiz kentlerinin önemli bir bölümünün plansız ve kaçak yapılaştığı, bu alanlarda elbette ki bir yenilenme ve dönüşüm gereksinimi olduğunu da belirten ŞPO basın açıklamasında özetle diyor ki: “Ancak aynı gereksinimin anayasada yer alan temel hak ve hürriyetleri kısıtlayan düzenlemelerle ve rantın yandaşlara aktarımı temelinde, zor kullanarak gerçekleştirilmesi kabul edilemez.” ŞPO şunu da ekliyor: “TBMM’nin gecegündüz çalışarak(!) yasalaştırdığı bu düzenlemelerin anayasaya aykırı olduğu ilgili komisyonlara rapor edilmiş, alt komisyon toplantısına katılarak konu hakkındaki endişelerimiz milletvekillerimizle paylaşılmıştı. Gerek ŞPO, gerekse ilgili diğer kesimlerin karşı görüşlerine rağmen yasa değişikliği Meclis’te kabul edilmişti.” ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com Karar ‘oybirliği’yle Anayasal direniş... kırı’ olduğu savlarımızı yerinde buldu.” Başvuru haklı bulunursa, sakinlerinin zorla tahliye edildikleri semtlerde “kentsel dönüşüm” adına devreye sokulan yağma projeleri duracak; özellikle TOKİ’ye ve kimi inşaat firmalarına “kent merkezlerinde satılık lüks konut arsası yaratma” oyunlarına devam edilemeyecek... Ankara’daki örnek Mahkemenin bu kararına neden olan “dava konusu” uygulama ise özetle şöyle: Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi 16 Temmuz 2010’daki kararıyla “Ballıkuyumcu”da “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı Sınırı” belirliyor. Bu sınırın “şehircilik” yerine “kentsel talan”ı hedeflediğini saptayan ŞPO, açtığı davada “ilgili yasa”nın da “anayasaya aykırı” olduğunu vurguluyor... Çünkü anayasa, özellikle “konut hakkı”yla ilgili hükümlerinde, “çevreyi ve kentsel özellikleri gözeten bir planlama”ya dayanılmasını zorunlu kılıyor. Belediye Yasası’nda getirilen “kentsel dönüşüm” kurallarıysa bu hükmü hiçe sayarak, planlama bütünselliğini gözetmeyen “yağma alan ekinci@cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B İstanbul’daki Sulukule ve Tarlabaşı örneklerinde olduğu gibi semt sakinlerinin adeta “evlerinden kovularak” gerçekleştirilen kentsel dönüşüm projelerinin sağlıklı çevre adına yandaşların emlak pazarına hizmet ettiğini de artık herkes biliyor... ŞPO işte bu gibi tespitlerle yargıya giderken, uygulamayı sağlayan yasanın anayasaya aykırılığını da anımsatınca, buna “oybirliği”yle katılan idare mahkemesi, yasanın “hukuk devleti”ne, “mülkiyet hakkı”na ve “yerel yönetim” ilkelerine aykırılığını vurgulayarak iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurma kararı aldı. ŞPO, “Bu kararı, kentsel dönüşüm adı altında mesleğimizi rant tüccarlarının oyun alanına dönüştüren hukuksuz girişimlere karşı umut verici bir gelişme olarak görüyoruz” diyor. Umarız yüce yargı konuyu kısa sürede irdeler ve kentlerimiz üzerindeki “talan siyaseti”ne gereken hukuk dersini bir an önce verir... (Konuyu bugün 20.30’da ULUSAL KANAL’daki İMAR DOSYASI’nda da ŞPO Başkanı Necati Uyar’la konuşacağız.) BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Gösterişsiz, sade bir yaşamı yeğleyen, alçakgönüllü kimse. 2/ İri taneli bezelye... Kırmızı. 3/ Sözsüz oynanan köy seyirlik oyunlarına verilen genel ad... İnsan derisinde herhangi bir nedenle ortaya çıkan ufak ve içi su dolu kabartı. 4/ Bir gazete ya da dergi beraberinde ücretsiz olarak verilen parça... İyi dokunmuş halı. 5/ Boş yere yapılan, yararsız... Bir renk. 6/ Bir cismin bir noktasından öbürüne ısı ya da elektrik geçişi. 7/ Çıkarma işlemini göstermede kullanılan işaret... Damızlık dişi sığır. 8/ Satrançta özel bir hareket... Elverişli, kolay, uygun. 9/ Cisimler tarafından yansılanan ışığın gözde oluşturduğu duyum... Laos’un para birimi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Kâğıdı perdah 1 lamakta kullanılan makine. 2/ Ke 2 silmiş ekşi sütten 3 yapılan bir tür ra 4 kı... İyice yanarak ateş durumuna 5 gelmiş kömür ya 6 da odun parçası. 3/ 7 Parlak kırmızı renkte bir süs ta 8 şı... İki parmak 9 ucuyla tutulabilen 1 2 3 4 5 6 7 8 9 miktar. 4/ İlave... İffetli, namuslu. 5/ Fazladan kı 1 Ç A R P A N A K lınan namaz ya da tutu 2 Ö Ğ E K A Y I R lan oruç... Halk dilinde 3 M I S K A L N E ayrana verilen ad. 6/ Bit 4 Ç T A B E L A kilerde suyun ve besin 5 E P O P E E K O lerin taşınması. 7/ Ucu 6 A R A A Y I N yanık odun... Argoda N İ çok çalışan öğrenciye 7 İ Ç E R İ K O L A N A K verilen ad. 8/ Güney Ko 8 F A T A S re’nin plaka imi... Uy 9 A L A Z gulamalı, pratik. 9/ Pokerde aynı cins beş karttan oluşan ve “floş” da denilen el... Uygun, tıpatıp gelen.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear