25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 22 ŞUBAT 2011 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Kanuni Sultan Süleyman (14941566) Yaşamları ve ortaya koydukları eserlerle, ABD yasalarının temelinin şekillenmesine ilham kaynağı olduklarından, bu tarihi şahsiyetlerin anıları için hazırlanan rölyeflerin, 1950 den beri parlamento binasının Temsilciler Meclisi bölümünde sergilenmekte olduğunu görevli rehberimiz açıklamıştı. Latif MUTLU İstanbul Bilgi Üniversitesi Kurucusu ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Konuşmanın, Yazmanın Tam Sırası! “Artık yazmayacağım. Allahaısmarladık” diyor! Oysa yıllardır gazetesinde nice yazılarla okurların dikkatini çekmiş, boyuna uyarmış, yol göstermiş, şaşkınlıkla ya da özel çıkar hesabıyla yanlışlıklara düşenlere seslenmiş... Ama bakmış ki, sözün de yazının da bir etkisi yok, şu sözlerle son yazısını bitirmiş: “Sözün bittiği yer olan Silivri Cezaevi’nde avukatlar cüppelerini çıkartacaklarmış! Ben de şu satırları bitirdiğim an kalemimi kıracağım ve Sözcü’deki yazılarıma devam etmeyeceğim. Çünkü yazarak hiçbir şeyin düzelmediğini ve düzelmeyeceğini anladım?” Kim bu satırları yazan? Emekli Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş!.. Benim “Susmak mı, Konuşmak mı?” adlı bir kitabım vardır. Susmanın da konuşmanın da belli anları vardır, demiştim. Ama şimdi konuşmanın tam sırası... Birkaç yıldır iktidarda olan bir parti ve onun “tek adam” yerindeki lideri, konuşanları, yazanları, kendisini eleştirenleri, doğru yolu gösterenleri susturmak istiyor! Konuşmayı sürdüren, hatta eleştirilerinde daha da ileri giden olursa, onu türlü yollardan susmaya, o da olmazsa, bir yolunu bulup susmak zorunda bırakmaya bakıyor. Basın özgürlüğü, yazar özgürlüğü, demokrasinin baş koşuludur. Partiler, iktidarlar, liderler gelip geçer ama yazarın, gazetecinin, sanatçının etkisi yıllar yılı sürüp gider? Halk bir süre anlamaz, bir süre yanılır, bu arada bazı gazeteciler, yazarlar da türlü yollardan susturulur ya da çıkar hesabıyla yandaş yapılır, ama gerçek yazar, gerçek gazeteci zorluklar, korkutmalar karşısında susmaz, kalemini kırmaz. En umutsuz anda bile aydınlıklar yaratmak ister. Değerli hukukçu dostum Vural Savaş’ın umutsuzluğunu en iyi anlayanlardan biriyim. Ama kalemini kırmasını istemiyorum. Neden susmayı seçmek, neden savaşımdan çekilmek? Ben bunca yıl yaşadım, yazdım, kimi zaman başımı dertlere soktum, ama doğruları, bağlandığım ilkeleri, en başta da Atatürk devrimlerini her şeye karşı savunmaktan vazgeçmedim? Değerli dostum Vural Savaş’ın hukuk savaşımında en önde direneceğini biliyor, yeni yazılarını güvenle bekliyorum. B ugünlerde “Muhteşem Yüzyıl” dizisi Kanuni Sultan Süleyman’ın, Hürrem Sultan’la olan aşklarını ön plana çıkarırken bir yandan da tarih kitaplarına ilgiyi uyandırdığını görüyoruz. Ama ne dizi ve ne de basında Kanuni’nin “ muhteşem” yönü üzerinde gereği kadar durulmadı. “Muhteşem Yüzyıl” dizisini hazırlayanların, Sultan Süleyman’a neden “kanuni” dendiğine hiç dikkat etmediklerini görüyoruz. Biz Türkler Kanuni Sultan Süleyman’ın muhteşemliğini görmesek de dünya görüyor ve ona gerekli değeri vererek onun muhteşemliğini duyuruyor. Bu önemli padişahımızın, aşkından çok daha ilginç ve heyecan verici yaşam biçimi ön plana alınmalıydı... Uzun süren seferlerinden 13. sü olan, Zigetvar Seferi’nde savaş alanında öldüğünü senaristler dikkate almadı. ABD Kongre sarayında, temsilciler meclisinin üyelerinin toplandığı büyük salonun duvarlarında 23 büst bulunuyor. 70 cm çapında beyaz mermere oyulmuş bu büstler dünyada evrensel nitelikte kanun yapmış olan önemli kişilere aittir. Başta Hammurabi, Hz. Musa, Jefferson, Napoleon ile birlikte Kanuni Sultan Süleyman’ı görüyoruz. Yaşamları ve ortaya koydukları eserlerle, ABD yasalarının temelinin şekillenmesine ilham kaynağı olduklarından, bu tarihi şahsiyetlerin anıları için hazırlanan rölyeflerin, 1950’den beri parlamento binasının Temsilciler Meclisi bölümünde sergilenmekte olduğunu görevli rehberimiz açıklamıştı. Kongre sarayı yönetiminden yapılan açıklamaya göre, Sultan Süleyman, askeri ve sivil alanda evrensel nitelikte kanuni düzenlemeler yaptığı için bu paye verilmiştir. Süleyman’ın Kanunları Tarihçilerimizin pek önem vermediği bu evrensel kanunların neler olduğunu birkaç örnekle anımsayalım. Türk imparatorluğunun 10. Padişahı Sultan Süleyman döneminde imparatorluk, en geniş sınırlara ulaşmıştı. Afrika’da Nil’den Asya’da Dicle’ye, Fırat’tan Avrupa’da Tuna’ya kadar 20 ayrı ırktan 21 hükümet İstanbul’dan yönetiliyordu. Karadeniz’in her iki yakası Akdeniz’in doğusu ve güney sahilleri içinde kalan Medine, Mekke, Bağdat Mısır, Suriye Mezopotamya Tuna ağızları, Eflak Boğdan Sırbistan, Erdel Hırvatistan, Arnavutluk, Mora, Macaristan ve Lehistan’ın bir kısmı imparatorluk sınırları içine girmişti. Farklı din ve mezheplere tabi bu geniş ülkede 20 milyon insan yaşıyordu. Hristiyan, Müslüman Katolik vs. bunları bir arada tutmak, fetih kadar kolay değildi. Ordular sınırları genişletirken kurumların devam ettirilmesi gerekiyordu. Sultan Süleyman ülkenin geleceğini sağlama almak için reformlar gerektiğini fark etti. Bunun için seferlere iki yıl ara vererek kanunların hazırlanmasına nezaret etti. Kanunlar derlenip hazırlanırken Edirne’de Yargıtay’ın yerini alabilecek bir dairede çalışılmıştı. O zamana kadar keyfi olan cezalar kadıların uymaları için yazılı hale getirildi. Dini, ahlaki, mülki, adli, idari, mali askeri ve ekonominin, mevcut yasaların tamamı Kuran’dan alınmıştı. Ulema sınıfı onu tefsir etmekle görevli idi. Fakat kararların makul ahlaki ve otoriter olması için hukukçulara ihtiyaç vardı. Devletin sivil idari sorumluluğu ulemaya ait idi. Kadınların dokunulmazlığı öne çıkarıldı, suçların cezaları ağırlaştırıldı. Geleneklere karşı işlenen suçların cezaları hafifletildi. Herhangi bir Osmanlı’nın karısına veya kızına sarf edilen söz veya anlamlı bakış için para cezası vardı. Kız veya oğlan ve köle kaçırılması ölümdü. Hırsızlık, gasp, haydutluk için ağır cezalar vardı. Sadece hırsızların eli kesilirdi. Yalan yere şahitlik, sahte imza kalpazanlık yüzde 11’den fazla faiz alan tefeciler, hayvanlara kötü muamele edenlerin cezaları vardı, şarap yeniden yasaklandı. Kaynağı ve dayanağı padişah iradesi olan örfi kanunlar, padişah fermanı şeklinde çıkarılmakta ve geçerliliği sadece çıkaran padişah dönemini kapsayıp, sonraki padişah döneminde o dönemin padişahının iradesine kalmaktadır. Fatih, çıkarmış olduğu bu kanunların atası ve dedesi kanunları olduğunu, bunun yanında kendisinin dahi kanunu olduğunu belirtmiş ve ayrıca kendisinden sonra gelenleri de bu kanuna bağlamak istemiştir. Yürüyen Merdivenler... Olabilir… İnsan dalgınlıkla çıkan merdivenle inmeye kalkabilir… Eğer bunu Tayyip Erdoğan yapsaydı, şöyle başlıklar okuyacaktınız büyük medyada: “Muhteşem iniş…” “Ters inmeyi de başardı…” “Geri geri ileri gitti…” Ama aynı şeyi Kılıçdaroğlu yapınca farklı oldu, tersine gitmeyi Türkiye’yi yönetme yeteneğine bile yorumladılar yalakalar… Türkiye’yi AB yerine ters yöne bindirip de Arabistan’a çeviren Başbakan bu kadar ilgilerini çekmemişti oysa… Ayrıca iniyorum diye çıkan merdivene binmek insani bir durum… Binersin, baktın tersine gidiyor, inersin… Yok olmadı, baktın ki indiğin halde çıkıyorsun, o zaman koşacaksın ki merdivenler bitsin… Kim ne derse desin… İnsanlar Kılıçdaroğlu’nu sevdiler… Ona dokunmak, elini tutmak, göz göze gelmek istiyorlar… Kimi deneyimli gazeteciyazar arkadaşlarımız, onun gezilerine katıldıktan sonra “1977’deki Karaoğlan rüzgârı” gibi diyorlar… Tertemiz bir insan… Dürüst… Kamburu yok… Hırsız değil… Yalan söylemiyor… Eleştirecek bir sürü şey bulabilirsiniz ama, kimse ona “sahtecilikten sanık” diyemez… Yürüyen merdivenlerden inmek için çıkanına binmiş… Binsin… İnsanın inmek isteyeni ile, merdivenin çıkartmak isteyeni arasındaki mücadeleyi yaşamış birisi olarak… Baktın durduğun yerde geriye gidiyorsun, demek ki çıkanına binmişsin… Dönersin arkanı, efendi efendi geldiğin yere dönersin, inenine binmek üzere… Kılıçdaroğlu’nu halk sevdi… Toplama kalabalıkları yasaklamasına rağmen, CHP meydanları son yıllarda ilk kez bu kadar kalabalık oluyor… Oy vermeyenler bile, bu küçük sakarlıkları ile onu sevimli, samimi ve içten buluyorlar… Zaten Başbakan olacak olan yürüyen merdivenler değil, kendisi… Artık siz bilirsiniz… bcoskun@cumhuriyet.com.tr Erensel nitelikteki kanunlar İkinci kanunname olan reâyâ kanunu da teşkilat kanunu gibi daha eski kanunları içermektedir. Dört kısımdan oluşan bu kanunnamenin ilk üç kısmını ceza, dördüncü kısmını da vergi kanunları oluşturur. Vergi kanunları, imparatorluğun değişik yerlerinde ve farklı zümreler üzerinde değişiklik göstermesine karşın ceza kanunnamesi imparatorluğun her yerinde ve her sınıf üzerinde geçerli olan bir kanundur. Uzayıp giden bu ceza ağırlıklı kanunlar Kanuni’den sonra 300 yıl kadar, küçük ilavelerle Tanzimat’a kadar toplumu yönlendirmeye yetmişti. Şeriata rağmen, evrensel nitelikte kanunlar hazırlatıp yürürlüğe koyan Kanuni Sultan Süleyman’ı önce anlamaya ve tanımaya çalışmalı ve şanını gölgeleyecek girişimlerden sakınmalıyız. ABD Kongre Sarayı’nda Mısır ve ‘Müslüman Kardeşler’ ışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu geçenlerde Mısır olaylarıyla ilgili, “Müslüman Kardeşler olaylara el koymalı, yönetimi üstlenmeli” dedi. Ardından Müslüman Kardeşler’in temsilcisi Türkiye’ye geldi ve “Laiklik bizim kültürümüzde yoktur” diyerek şunu söylemek istedi: “Bize, Atatürk’ün laik cumhuriyeti değil, AKP’nin totaliter, ılımlı ‘İslam Cumhuriyeti’ne doğru yol alan...” Bu kişinin üyesi olduğu Müslüman Kardeşler nasıl bir örgüttür? Bir kitaptan (*) özetin özeti: Liderleri Hasan El Banna ve Seyit Kutub (19061966). Her ikisi de amansız bir Mustafa Kemal düşmanı. 1943 yılında 1000 kişilik bir vurucu grup oluşturarak solculara, milliyetçilere, Hıristiyanlara, laiklere suikastlar düzenlediler. 1948’de ünlü yargıç Ahmetel Hazidar ve Başbakan Muhammet Nukrasi’yi öldürdüler. 1954 yılında Nâsır Süveyş Kanalı’nı devletleştirince İngilizlerle işbirliği yapıp Nâsır’a karşı suikast ve darbe teşebbüsünde bulundular. 1990’da, çağdaş değerleri savunan haftalık El Musavva’nın başyazarı, 1992’de, yine laikliği savunan Farac Foda öldürüldüler. 78 bin tirajlı El Dava adlı yayın organları kendileri için dört ‘Düşman’ı şöyle sıraladı: Atatürk’ün laikliği, siyonizm, Komünizm, Batı Hıristiyanlığı” 1997’de Luxor’da 58 turisti ve 4 Mısırlıyı D Metin DEMİRTAŞ katlettiler. Tarih profesörü Nasır Abu Zeyd 1996’da cinlerin var olmadığını söyleyince yargılandı, dinden çıktığına karar verildi. Müslüman Kardeşler, “Evet ama yetmez” dediler, “Müslüman olmadığına göre Müslüman kadınla evli kalamaz” fetvası verildi; kadını kocasından boşanmaya zorladılar. Abu Zeyd, kendisi gibi üniversite profesörü olan karısı ile Hollanda’ya kaçarak canlarını zor kurtardılar. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Mısır’da yönetime davet ettiği örgütün fotoğrafı budur. Pek çok kez seçim kazandığı halde ‘Müslüman Kardeşler’in baskı ve tehditleriyle iktidar olması engellenen, laik ‘Halk Partisi’nin (WAFD) başına gelenler ayrı bir öykü... Ünlü romancı Amin Maalouf, “Çivisi Çıkmış Dünya” kitabında, bir türlü karanlıktan çıkamamış İslam âlemini betimledikten sonra, “....Özel hem de çok özel, hatta belki de İslam âleminde bir eşine daha rastlanmamış bir örnekten, halkını yıkımdan kurtarmayı başarmış.... halkını yeniden gururlandırmış Atatürk’ten söz etmek istiyorum...” diyor ve onun devrimlerini hayranlıkla... Bugün ülkemizde ise, o güzel insana ve devrimlerine sövmek itibar kazandırıyor. Bu utançla yaşamak zor. ............. (*) “Uluslararası Sermayenin Egemenliği ve İslam” Vahap Erdoğdu, Onur Yay. Ankara. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear