23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 20 MART 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 19 GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Devalüasyon Güngör (Uras) Bey, “Devalüasyonu tartışmanın zamanıdır” (Milliyet, 16 Mart) diyor. Kısa sürelerde durum düzelse de uzun yıllar boyunca uygulanan yanlış ekonomi politikalarının yarattığı yüksek oranlı enflasyon dönemlerinde döviz fiyatları baskı altında düşük tutulduğu için, liranın değeri yüksek, yani döviz fiyatları düşük tutulmuş ve bu yüzden ekonomide birçok çarpıklıklar ortaya çıkmıştır. 1970’li ve 1990’lı yıllardaki dönemlerde bu tür uygulamaların açık örneklerini yaşadık. Bu tür akıl dışı uygulama dönemlerindeki bozulmanın boyutları, kolayca düzeltilemeyecek yüksekliktedir. Ekonomik geçmişimizde örnek boldur; bu tür ekonomi politikalarının yarattığı bozuklukların bir özeti verilebilir. Yüksek değerli Türk Lirası, uzun sürelerle uygulandığı zaman, dış ticaret ve cari işlem açıkları artmakta, dışsatım (ihracat) kösteklenmekte, dışalım (ithalat) teşvik edilmekte, devlet bütçesi açıkları artmakta, iç ve dış borçlar yükselmekte, gelir dağılımı bozulmakta, zenginler daha da zenginleşmekte ve fakirler daha da fakirleşmektedir. Faiz hadleri yükseldiği, yatırım azaldığı ya da emek-yoğun alanlardan uzaklaştığı, işsizlik de büyük boyutlara ulaştığı için toplum huzuru bozulmaktadır. Bu tür uygulamaların dünya ülkelerinde de pek çok örnekleri vardır. Son küresel bunalımın öncesindeki dönemlerde birçok ülkede, bu tür politikalar bolca uygulanmıştır. 2007’den önceki on yılda ABD’de uygulanan politikalar da bu alandaki örneklerdendir. Bu kadar kötülükleri olan ve ekonomileri bozan bir döviz kuru politikasını görevli hükümetler neden yapıyorlar? Üzülerek belirteyim ki, neden siyasaldır, duygusaldır, bazı ekonomik politikaların sebep ve sonuçlarıyla ilgili önyargılardır. Devalüasyon deyimi, “ekonomide kullanılan milli para biriminin yabancı paralarla ifade edilen değerinin devlet kararıyla düşürülmesi, yani yabancı para fiyatlarının devlet kararıyla arttırılması” diye tanımlanmaktadır. Çok gerilere gitmeye gerek yoktur; ülkemizin son dört yıldaki durumu, bu açıdan şöyle görünmektedir: Şu sıralar, uygulanmakta olan ekonomi politikalarının, döviz fiyatlarını baskı altında tuttuğu bellidir; çünkü dış ticaretimiz son dört yılda büyük açıklar vermiş ve bu açıklar borçlanmadan sağlanan kaynaklardan karşılanmıştır. 2006’ya kadar uygulanan politikalar, bu konudaki sonuçları biraz düzeltmiş, ama son dört yılda açıklar artmıştır. 2006 ile 2008 arasındaki üç yılda, dış ticaret açığımız, sırasıyla 54.1, 62.8 ve 70 milyar dolara kadar yükselmiştir. Bu açığın bir kısmı, turizm ve yabancı ülkelere sağlanan hizmetlerin gelirlerinden karşılansa da ekonomi yine de önemli cari açıklar vermiştir. Burada örnek verilen üç yılda cari açık düzeyleri, ayni yıl sırasıyla 32.1, 38.6 ve 41.8 milyar dolardır. Bunalım içinde dışalımı çok düşen 2009 yılında bile ekonomimiz, 36 milyar dolar dış ticaret ve 11 milyar dolar cari işlem açıkları vermiştir. Türk Lirası’nın yüksek değerli, yabancı para fiyatlarının düşük olduğunu kanıtlamak için başka bir bilgiye gerek yoktur. 2010 yılındaki ikinci büyük sorunumuz, devlet bütçesi açığıdır. 2006 yılında çok düşük düzeylere getirilebilmiş olan bütçe açıkları, 2009’da yeniden tehlikeli sınırları zorlamaktadır. Geçen yıl 52.2 milyar lira olarak gerçekleşmiş olan bütçe açığı 2010’da da 50 milyar lira olarak planlanmıştır. Önceki dönemlerde, ekonomideki tıkanıklıklar, yüksek oranlı devalüasyonlar ve yüksek vergi artışları ya da IMF destekleriyle açılmaya çalışılmıştır. Ekonomimiz, yüksek açıklar nedeniyle iç ve dış borçlanma olanaklarını kullanmakta ve bazı değerli varlıklarını satmak zorunda kalmaktadır. Araştırmayla bulunabilecek daha iyi bir ekonomi politikaları paketi, daha iyi sonuçlar verebilir gibi görünmektedir. Son yıllarda Çin’in ve Güney Kore’nin başarıyla uyguladıkları ekonomi politikaları bu açıdan incelenebilir. Türk Lirası’nın serbestliğini bozmadan, ekonomi politikalarını düzelterek, iyi sonuçların elde edilmesi sağlanabilmelidir. maysan@cumhuriyet.com.tr maaysan@superonline.com Son birkaç aydır yapılan açık- lamaları bir kez daha alt alta sı- ralayalım: Recep Tayyip Erdoğan: “Asker-sivil ilişkilerine baktığımız zaman, orada da beklenen, ar- zu edilen ordunun konumu net- leştirilmemiş. Bugüne kadar anayasal bir kurum olarak, o da yerine dört dörtlük oturtabilmiş değil. Ama son dönemlerde bu konuda bana göre olumlu gelişmelerin olduğunu da söy- lemeden geçemeyiz. Bizim bu 7 yıllık süreç içinde birçok ku- rumsal değişikliklerin yapılma- sı ve atılan adımlar noktasında, bir defa iktidar-ordu ilişkilerin- de çok daha olumlu bir sürecin içine girdik.” ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey: “AKP hükümeti ve başka unsurların yarattığı demokratik dönüşüm açık. Bu durumda da ordunun içerdeki durumu güçlü biçimde denetleme- si ve gözetlemesine duyulan ihtiyaç azalmış durumda. Orgeneral Başbuğ demokrasiye bağlı olağanüstü bir lider.” Recep Tayyip Erdoğan: “Genel- kurmay Başkanımız olsun, kuvvet komutanlarımız olsun, olaylara yak- laşımda bizim paslaşmamız olumlu bir şekilde gelişiyor.” Orgeneral İlker Başbuğ (Gene- rallerin de tutuklandığı Balyoz so- ruşturması için): “Olay ciddidir ve bu- güne kadar belki yaşanan olayların Türk Silahlı Kuvvetleri üzerindeki et- kisi açısından en önemlilerinden bi- risidir. Ve en ciddilerinden birisidir.” Abdullah Gül (Özel yetkili savcı- lara ilişkin bir soruyu yanıtlarken): “Normal savcılardan farklı özel yet- kileri var. Bu tip konuları didik didik edecek. Her kurum kendi içerisinde yanlış yapanı ayıracak. Çok açık. Büyük kurumların içerisinde tabii ki yanlış yapanlar olabilir, olacaktır. Alacak, kenara koyacak, o kadar.” Bütün bu konuşmalara; dönemin Genelkurmay Harekât Başkanı Kor- general Nusret Taşdeler’in, Ab- dullah Gül Çankaya’ya çıktıktan he- men sonra, Eylül 2007’de ha- zırladığı rapordaki saptamasını ekleyelim: “22 Temmuz seçimleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti için devletin temel nitelikleri açısından bir dö- nüm noktasıdır. Türkiye, demok- rasi ile İslamın bir arada yaşaya- bileceğini ispat etmiş bir ‘ılımlı İs- lam’ devleti olarak tanımlanmak- tadır. Hükümet de, iç kamuoyu, AB ve Avrupa’nın da desteği ile elde ettiği kazançlarını pekiştir- meye kararlı görünmektedir. Bu eğilimi ve ‘İslami demokrasi’ bağlamında kazanılmış olan bir iv- meyi, halen gelmiş olduğu nok- tadan geri çevirmek son derece zordur. Her şeyden önce, yeni şartlar ortaya çıkaran ve yeni tedbir ve uygulamalar gerektiren bir dönem içinde olduğumuzu kabul etmek gerekmektedir. Esas mesele, ılımlı İslam veya demokratik İslam olarak nitelendiri- len yeni devlet düzeni içinde cum- huriyetin temel niteliklerine bağlı TSK’nin, kendisine nasıl bir yer bu- labileceği ve burada nasıl barınabi- leceğidir.” Olup biten çok berraktır aslında: Ordu, kendi içinde, küresel ve ona bağlı yerel iktidara koşut bir tas- fiyeye gitmektedir! CHP lideri Deniz Baykal’ın “iktidar ile Genelkurmay Başkanı arasında pa- zarlık yaşandığı” kaygısı, bu açıdan bakıldığında büyük ölçüde haklılık ka- zanmaktadır. Önemli Değil, Üstü Kalsın Fırsat bu fırsatçı ve de açılımcı Abdullah Gül, “Türklerin soykırımcı” olduğunu karara bağlayan İsveç Parlamentosu’nun girişimini “Önemli değil” diye değerlendirdi. “Ne mutlu Türküm diyene lafını, tutup her yere yaza yaza ve bunu özellikle hiç olmayacak yerlere yaza yaza, Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür” diyenden başkaca bir tepki beklemek?.. Beklememek gerek. Sınır Akıldanelerine uydular, anayasasında Türkleri “soykırımcı” gören ülkeye ödün üzerine ödün verdiler. Türkiye’yi küçücük ülkenin elinde oyuncak ettiler. Baş akıldane “soykırımcı” deyince de apışıp kaldılar. Özlerine döndüler. Irkçı tavırlar sergiliyorlar... Neymiş? Gariban Ermeni kökenli emekçileri sınır dışı edeceklermiş. Siz değil miydiniz, Türkiye’yi “soykırımcı” ilan eden Ermenistan ile protokol imzalayan, sınırı ardına kadar açmaya razı olan? Bu ne sınır, bu ne ırkçılık turşusu şimdi? Prof. Dr. Emrullah Güney, Türkleri soykırımcı kabul eden İsveçli milletvekillerinin Demirbaş Şarl’ı tanıyıp tanımadıklarından, 1709 Poltava Savaşı’nda ne olduğunu öğrenme gereği duyup duymadıklarından emin değil: “Osmanlı tarihinde Demirbaş Şarl olarak bilinen , 1709’da Ruslar karşısında ağır bir yenilgiye uğradı. Kralın piyadeleri Ukrayna steplerinde kayboldu gitti. Donanması yenildi. Krallık, ülke dışındaki mevzilerini yitirdiği gibi, kendi mevzilerini bile savunmada zorluğa düştü. Böylece İsveç’in Baltık Denizi’ndeki egemenliği ortadan kalktı. Demirbaş Şarl, Türklere sığındı. Rusların baskısına karşın, Osmanlı Devleti, kralı Rus Çarı’na teslim etmedi. ‘Türklerin esiriyim. Türklerin konuğuyum. Bu bana ıstırap vermiyor. Türklere sığınmak gurur kırıcı bir hareket değil. Ne mutlu ki dünyanın en alicenap ulusunun tutsağıyım’ diye konuşmuştu. Bu tarihsel gerçeği merak eden arar, bulur, okur.” ‘Tüketici Haftası’nın Farkında mısınız? SADIK ÇELİK Tüketici haftasına girerken tüketicilerin farkındalıklarını arttırmak adına yazdığımız yazımıza gelen mailler, konuyu daha da detaylandırmamızı sağladı. Tüketici haftasında olduğumuz şu günlerde, Tüketici Hakları Evrensel Beyannamesi’nde belirtilen, tüketicilerin 8 temel haklarından biri olan, sağlık ve güvenliğin korunması hakkına vurgu yapmak istiyorum. Maalesef son yıllarda gıda üreticileri tüketici haklarını hiçe sayıp gıdada birtakım hilelere, olanı yokmuş, yoku varmış gibi gösteren aldatmacalara başvuruyorlar. Tarımda topraktan en yüksek verimi alabilmek adına, zirai ilaç ve gübrelerin yanlış kullanımına, gıda tekellerinin insan sağlığı üzerinde oynadıkları oyunlara, genetiği değiştirilmiş tohumlarla yetiştirilen ürünlere karşı ihtiyatlı olmamız gerekiyor. Aynı şekilde hayvancılıkta bazı üreticilerin başvurduğu hileler (kesik ette marinasyon adı altında birtakım kimyasallarla -Zarten, Bradmix- etin hacminin ve ağırlığının büyütülmesi, çiftliklerdeki hayvanların kısa sürede kilo alması için çeşitli usulsüz yem ve besleme teknikleriyle, hormonlarla vb. yöntemlerle sağlıksız, kısa sürede kilo artışı sağlanması) tüketici sağlığını olumsuz etkiliyor. Geçen haftaki yazımızda bahsettiğimiz üzere, süt ve süt ürünlerine uygulanan UHT, pastörizasyon gibi işlemler sonucu kutu sütlerde ve yoğurtlarda sağlığa yararlı bakterilerin öldürülmesinin yanında bu uygulama, ürünlerin raf ömrünü de uzatıyor, ancak tüketicilerin ömründen çalıyor. Üreticiler, tüm bu iddialara karşı çıkıp, yapılan işlemlerin adına sterilizasyon diyorlar. Ancak bundan yaklaşık iki sene önce kaymaklı yoğurtları ile ünlü bir yoğurt fabrikasına ziyaretim esnasında, girmemin istenmediği bir bölüme ısrarlarım sonucu girmeyi başardığımda, yüze yakın çalışanın tezgâh etrafında ellerinde pipetlerle yoğurtların kaymak bağlaması için üfleyerek sütleri köpürttüklerine şahit oldum. Şimdi, pastörizasyon ve UHT gibi işlemlere sterilizasyon adını verenlere, buna ne diyeceksiniz diye ben de sormak istiyorum. Sevgili dostum Yavuz Dizdar’ın bu hafta ve geçen haftaki yazılarında belirttiği gibi homojenize edilen sütte kaymak olmaz. Peki, kaymaklı yoğurtlardaki kaymak nereden geliyor? Tabii ki margarinlerden elde ediliyor. Çünkü dikkatle gözlerseniz kaymak yoğurtla bütün değil, tek bir katman halinde, kâğıt gibi yoğurt üzerinden kolayca sıyrılıyor. Sözde halkı memnun etmek için yapıldığı söylenen kaymaklı yoğurtların margarinlerden yapıldığını, yukarıda söz ettiğim üfleme işlemini, yetkililer ve bu ürünleri kullanan tüketiciler biliyorlar mı? Ayrıca sütte ve yoğurtta raf ömrünü uzatmak için yapılan UHT, pastörizasyon gibi işlemlerle, nasıl ve hangi maddeler kullanılarak yapıldığı bilinmeyen kaymaklar dışındaki bir diğer tehlike de süt ve süt ürünlerinde tespit edilen pestisit kalıntılarıdır. Bilindiği gibi, bitki ve hayvanlara zarar veren canlı organizmalara karşı kullanılan kimyasal ilaçların tümüne pestisit adı verilmektedir. Tarım ürünlerinde hastalıklardan, zararlı ve yabancı otlardan korunmak amacıyla pestisitler, verimin arttırılmasında hızlı ve etkili sonuç vermesi gibi nedenlerden dolayı yaygınca kullanılmaktadır. Bilinçsizce yapılan pestisit uygulamaları sonucunda insan, hayvan ve çevre sağlığı tehdit altındadır. Sağlığa olumlu katkılarından dolayı süt ve süt ürünleri elbette sıkça tüketilmelidir. Ancak süt ve süt ürünlerinin insan sağlığına katkılarının yanı sıra pestisitlerle bulaşık yemlerin hayvanlar tarafından yenmesi sonucu, pestisit kalıntılarının önce süte, oradan da insanlara geçtiği bilinmelidir. Bu durum özellikle bebekler ve çocuklarda oldukça risklidir ve önemli sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Sütteki pestisit kalıntıları krema, peynir, tereyağ gibi ürünlerin işlenmesi sırasında yoğunlaştığından, insan sağlığı açısından daha da tehlikeli boyutlara ulaşmaktadır. Süte uygulanan teknolojik işlemlerle sütte bulunan pestisit kalıntılarını tamamen uzaklaştırmak mümkün değildir. Alınması gereken önlemler için, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Dünya Gıda Teşkilatı (FAO) başta olmak üzere birçok kuruluş konu üzerinde çalışmaktadır. Pestisit kalıntılarına ait uluslararası toleranslar yayımlanmaktadır. Ayrıca her ülke bu konuda sınırlamalar getirmek durumundadır. Ülkemizde pestisitlerin kalıntı sorununa çözüm getirebilmek için öncelikle pestisit bulaşmış kaynakların iyi belirlenmesi gerekir. Pestisitlerin kalıntı sorununun; aşırı doz uygulamaları, son ilaçlama tarihlerine uymama, amaç dışı pestisit kullanımı, ilaçlama aletlerindeki yetersizlik gibi nedenlerden dolayı daha da arttığını uzmanlar belirtmektedir. Pestisit kalıntılarının ve teknolojiyle işlenmiş sütler sorununun çözümü, tüketici ve üreticilerin eğitiminden geçmektedir. Bilinçli tüketiciler, sağlıklı nesiller için öncelikle sağlıklı, doğal süt ve süt ürünlerini tercih edin. Tüketici haftanız kutlu olsun. sadik.celik@keyveni.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com HARBİ SEMİH POROY Mülkiyeliler Birliği Genel Kurulu yarın SBF’de yapılacak. Haydi Mülkiyeliler; Konur Sokak’taki Mülkiyeliler Birliği binasının yıktırılmaması ve o binanın yarattığı demokratik halenin yitirilmemesi için görev başına! Demirbaş Şarl’ı Tanır mısınız? Görev Başına İstenen Tasfiye BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Yurdumuzda da yaşayan göçmen bir kuş. 2/ Genellikle ateşli bir hastalõk sonucu deride fis- keler durumunda beliren kabarcõk... Doğu Anadolu’da bir õrmak. 3/ Çarlõk Rusyasõ’nda zengin köylülere verilen ad... İtici neden, gü- dü. 4/ Kimi Türk lehçelerinde “ağa” yerine kullanõlan sözcük... Kimi işlerden ve eşyadan alõnan vergi ya da harç. 5/ Çok bükümlü iplikle dokun- muş bir tür ince kumaş... Adlarõ sõfat yapan bir ya- põm eki. 6/ Bir nota... Sa- nat, hüner. 7/ “Süsen” de denilen süs bitkisi... Bir burç adõ. 8/ Eğlenmek ve dinlenmek amacõyla ça- lõşmaksõzõn geçirilen süre... İki derenin ya da iki yolun bir- leştiği yer. 9/ İnce bulgur... Borudan kol almakta kullanõ- lan bağlantõ parçasõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Taklitçi. 2/ “Olağandõşõ, ilginç, çõlgõnca” anlamõnda kul- lanõlan argo sözcük... “Tevfik Rüştü ---”: Siyasetçi ve dip- lomat. 3/ Telli çalgõlarda telleri germeye yarayan burgu... Uluslararasõ Tiyatro Enstitüsü’nün simgesi. 4/ Büyük kar- deş, ağabey... Güzel sanatlarõn bir dalõ. 5/ Un, yumurta ve sütle yapõlan bir tür ince gözleme... Lityum elementinin simgesi. 6/ Başõna geldiği sözcüğü olumsuz yapan Arap- ça önek... Destana özgü, destansõ. 7/ Yeşilõrmak’õn antik çağlardaki adõ... Damõzlõk erkek koyun. 8/ Durdurma, ara verme, kesme... Erzurum’un bir ilçesi. 9/ Halka biçimin- de çörek... Bir cetvel türü. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K A Y G A N A F Ö Ğ E D U V A R B I L D I R L A E T İ Y İ L İ K T A L A Y İ Ş E R K M E D A R A S M A A R İ E K O N E K Z Ş I N A S İ T E 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear