25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Bir Nokta Gözü Kör Eder! 12 Mart 1971 öncesinin AP’li İçişleri Bakanı merhum Faruk Sükan, bir gece yarısı baskınıyla TBMM’de arama yaptırmıştı. CHP lideri İsmet İnönü de o tarihi sözünü söylemişti: “Eşkıyanın gece ne yapacağı belli olmaz!” Sözde “yasama” diye bir erk var. Ama bu erk, artık sadece kâğıt üzerindedir. İktidar milletvekilleri bile, çoğu zaman kendilerini yürütmenin konu mankeni gibi hissediyorlar. En küçük tartışma kıvılcımıyla muhalefetin üzerine yürümeleri, bir işlev kazanmaya çalışma gayreti nedeniyledir. Bakanlar bile buna dahil olabiliyor. Meclis’teki son arbedede, Sağlık Bakanımızın gözlük çıkararak, ceket sıyırarak rakibinin üzerine savlet eylemesinin nedeni budur. Aşı kampanyası bizzat Başbakan tarafından sabote edilen bir sayın bakanın, kendisini faydalı kılmak için elinde tek koz kalmaktadır: “Ben Başbakanıma söz söyletmem arkadaş!” diye nara atmak! “Dar-ül harp” ve “cihat kültürü”, değiştirilen gömleğe karşın… Yumuşasa yumuşasa, demek ki ancak bu kadar yumuşayabiliyor. “Derin AKP”, siyasal mücadeleyi bir tür “savaş” gibi görüyor. Savaş denilince de akıllarına ilk gelen, herhalde “Savaş hiledir!” yolundaki hadis-i şerif oluyor. Tahrik, oda basmak, yangına körükle gitmek, “Ne sihirdir ne keramet, el çabukluğu marifet!” diyerek yasalardan sözcük ayıklamak… Askerlere sivil mahkemelerde yargılanma yolu açan düzenlemenin, “halinde” sözcüğünün, “hali dahil”e çevrilmesi ile yapıldığı hâlâ belleklerdedir… Üç yıl önce, üstelik fiilen de yaşanmamış bir olayı bahane ederek “Ben başörtüsüne ve eşime laf söyletmem arkadaş!” diye ortalığı toza dumana bulamak neyin nesidir? Yanıtı basittir: Türbanlı değilse bile, halkının yarısından fazlası başörtülü bir ülkede, bu işin istismarını yaparak bol keseden oy ve destek sağlamak ağızlara tat vermiştir. Ki, epeydir istismar edilmeyen başörtüsü konusu bizzat Başbakan tarafından ısıtlıp yine servise sunulmuştur. Elbette yanına, en kestirme “demokrat” görünmenin garnitürü, “asker” düşmanlığı da eklenerek… Eskilerin çok kullandığı bir söz vardır: “Bir nokta gözü kör eder!” (Eski yazıda “r” harfinin üstüne bir nokta konulunca “z” harfine dönüşür. Ve örneğin, “göz” sözcüğü “kör” okunur!) İsmet Paşa’nın muhalefetteki günlerinden kalan o siyasi gerçek, yine ülkenin gündemindedir. “Gece yarısı ne yapacağı belli olmayan eşkıyaya karşı ne yapılabilir?” Yanıtı yine İsmet İnönü vermiştir: “Bir memlekette, namuslular, en az namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur!” MERİÇ VELİDEDEOĞLU Artık her bakımdan iyice Abdülhamit’in “Yıldız Çadır Mahkemesi”ne dönen, Silivri Çadır Mahkemesi’ndeki “Ergenekon Düzeni” davasının, 22 Ocak günlü oturumunda bu benzetmeyi olumlayan konuşmaların sürdüğü görüldü. Terörist suçlamasıyla 20 aydır tutuklu olan bir sanık; “Bizden ne cuntacı olur, ne contacı” diyerek savunmuş kendini. Aynı oturumda konuşan Mustafa Balbay da, “Suç Örgütü” davasında “6 ay” tutuklu kalıp sonra serbest bırakılan, birkaç gün önceki yargılanmasında da “suçsuz” bulunan bir mankeni örnek göstererek; “Biz bu davanın mankeni miyiz?” demiş, ardından da “tahliye”sini istemişti. Balbay’ın bu konuşmasını, yargılamayı izleyenler arasında olan Yağmur Balbay da büyük bir dikkatle, bir bakıma kulak kesilerek dinlemişti. İlkokul üçüncü sınıftaki Yağmur, yarıyıl dinlencesinden yararlanarak, babasının neler yaşadığını belki de neler yaşatıldığını görmek, ama daha çok da ona sarılmak için, Ankara’dan annesi Gülşah Balbay’la birlikte Silivri’ye gelmişti. Oturumda geçen konuşmaları, yapılan çapraz sorgulamayı kendi ölçüsünde değerlendirse de “tahliye”nin ne demek olduğunu çok iyi öğrenmişti. Ama bunun “gerçek” anlamını ancak “o” ve babası bilebilirdi; çünkü “tahliye” babasını alıp Ankara’ya “götürmek”ti. Tıpkı, Ankara’da “53” gündür “eylem”deki ve “açlık” grevi yapan “TEKEL İşçileri”nin çocukları gibi. “Tokat”lı Duran Gündüz “baba”yı, “Diyarbakır”lı Hediye Ercan “anne”yi; “Batman”lı “Malatya”lı, “Hatay”lı, “Eskişehir”li, “Denizli”li, “İnegöl”lü, “Muş”lu, “Adıyaman”lı “anne”leri, “baba”ları Ankara’dan alıp evlerine götürmek isteyen “Caner”ler “Dilek”ler ve ötekiler gibi... TEKEL işçilerinin geldikleri yerlerin adlarını taşıyan eften püften naylon çadırlarda, dondurucu soğuğa karşı “eylem”i sürdüren “baba”larını, “anne”lerini desteklemeye gelen bu çocuklar çok ciddi ve durgunlar; “gelecek” korkusu bütün bedenlerini sarmış gibi. Nitekim bu çocuklardan biri kendisine uzatılan mikrofona; “Babalarımızın hakları geri verilmezse, bizim ilerki eğitimimiz tehlikeye girer; okuyamayız!” dediğinde gözleri dolu dolu olmuştu. “Eylem”ci “anne”sini çadır aralığından giren rüzgârdan, yağmurdan “koruma” çabasında olan bir çocuğa da neden orada olduğu sorulduğunda başını kaldırdı, insanın içini titreten bir bakışla baktı; yalnızca baktı; yeniden başını öne eğdi; belki yanıtı içinden veriyordu, ya da vargücüyle haykırmak istiyordu; ya da yüksek sesle ağlamak... İşte bu sonuncuyu, 22 Ocak’ta Silivri’de duruşmayı izleyen ve “artık” dayancı (sabır) tükenen, zorlanan dokuz yaşındaki Yağmur yapacaktı. O gün, pek uzun süren oturuma, kararı bildirmek için ara verilince yerinde duramayan Yağmur’u, “11” aydır “Ergenekon Düzeni”ne karşı yaptığımız “Simgesel Eylem”e sürekli katılan, gencecik Hazal oyalamaya çalışır. Hazal’ın gazetecilik eğitimi yaptığını öğrenen Yağmur: “Avukat olup seni ben koruyacağım” diyerek -içi içine sığmayan- Hazal’ı belki de “o” oyalıyordu. Gece yarısı saat “01.10”da kararı bildirmek için oturum açıldığında, “Yağmur”un küçücük yüreği göğsünden fırlayacak gibidir. Başkan, Balbay’ın “tahliye” isteğinin “ret” edildiğini bildirince artık dayanamaz; içindeki yanardağ patlar; yüksek sesle ağlamaya başlar; sesi bütün salona yayılır. Aylar önceki bir oturumda salonun tavanının yalnızca yargıçların üstüne gelen bölümünün çökmesini, adeta bir “uyarı” gibi kabullenmişti toplum. Ama şimdi olan, küçük bir yürekten kopup gelen gerçek bir “uyarı”ydı sanırım. Çünkü Yağmur, tutamadığı hıçkırıkları arasında Hazal’a dönüp; “Hayır! Ben avukat değil, yargıç olacağım; yargıç!” diye sesleniyordu... Türkiye’yi “8”lik bir deprem gibi sarsan bu iki büyük olayın çocuklarımız tarafından algılanışının bir tablosu... Not: Açlık direnişindeki işçilerimizle dayanışma içinde olduğumuzu göstermek için yakalarımıza “siyah” kurdele takmaya katılır mısınız? ‘Yağmur’ ve ‘Yağmur’lar m.velidedeoglu@hotmail.com 5 ŞUBAT 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Recep, anlatırsa ülke kaldırmazmış. Anlat, anlat heyecanlı oluyor! Veresiye Soner Önal: “Bakkal amca, Recep’i veresiye defterine yazdı. Merak etmeyin ilk seçimde defteri dürülecektir!” Nasip Necati Cebe “Gasp edilen hakları için direnen işçiyi ‘ajitatör’ ilan eden bir Başbakan, her ülkeye nasip olmaz!” Anayasa Ahmet Önen: “Katil Mehmet Ali Ağca İncil’i yeniden yazarken Recep’in Sayın Apo’su da yeni anayasa yazmaya kalkışırsa hiç şaşırmam!” YağmurDeniz En demokratik seks ilişkileri! DÖNEK oğlu dönek gazeteci Ahmet Altan’ın 12 Eylül döneminde cuntacılara kafa tutmak yerine porno öyküler yazdığından söz etmiştik. Okur dostlardan Anıl Öçal, 1985 yılında Kadınca dergisinde yayımlanan bir röportaj göndermiş. O sıra 35 yaşında olan Ahmet Altan anlatıyor: “İnsanlar seksle, şiddetle ilgimi çekiyor. Sekste tabular, yasaklar aslında kalkmalı. Eski kültürlerde var aslında. İki kardeş arasındaki cinsel ilişki Mısır’da, Roma’da var anne-oğul, baba-kız arasında olan ilişkiler... Tabii... Bunlar yeni teoriler değil. Bu benim fikrim değil. Özellikle araştırmacılar Amerika’da bunu araştırıyor. Birbirini bu kadar seven iki insanın mesela bir erkek kardeşle kız kardeşin, bir anne ile oğlun, bir baba ile kızın... Birbirini bu kadar çok seven insanların, kadınla erkek arasındaki sevginin son noktası olan sevişmeye ulaşmamalarında bir yanlışlık olduğunu iddia ediyorlar. Doğru olabilir... Sekste sınıra inanmıyorum. Evet... İki insan da istiyorsa her şey olabilir... Eğer insan istiyorsa hayvanlarla da seks doğal... Eğer insan istediğini yaşamıyorsa çok acıklı... Cinayet işlemek ister miydim, belki... Ama bazı şeyler sadece fikir olarak çekici gelir. Cinayet işlemek istediğim zamanlar da olmuştur. Somut bir kişiye karşı değil sadece. Günde 8 - 10 kişiyi öldürmek isteyebilirim. Tabii silahı tercih ederdim.” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” DAVOS fatihi; yan cebime koy. Son Osmanlı padişahı; yan cebime koy. İslam âleminin son halife adayı; yan cebime koy. İslam âleminin en güçlü lideri; yan cebime koy. Ortadoğu halklarının kahramanı; yan cebime koy. Yan cebini tıka basa dolduran civan padişahı Fatih Sultan Recep, 10 ay önce Aydın il başkanlığı yapan birinin “O bizim adeta ikinci peygamberimiz gibidir” sözleri hatırlatılınca fena halde celallendi... Sultan hazretleri, türbanlı karısının iki yıl önce askeri hastaneye ziyaretçi olarak alınmamasından yakındığı için MHP Milletvekili Osman Durmuş’un askerlere seslenerek “Siz peygamber olarak anılan bir başbakanın eşini nasıl kabul etmezsiniz” demesini hazmedemedi. Hazımsızlığın sonunda da Meclis Genel Kurulu’nda yumruklar ve küfürler havada uçuştu; sultanın serbülenti Bülent Arınç, oturumu yöneten Meclis Başkanvekili Güldal Mumcu’nun makam odasını bastı. Bu sahnelerden sonra ortaya üç gerçek çıktı. Bir: Yalan ve dolan üzerinden demokrasiyi araç olarak kullanmaya devam ediyorlar. Örneğin Arınç, makam odasını basıp hakaret ettiği Güldal Mumcu’nun çok sevdiği bir arkadaşının kendisine emanet bıraktığı eşi olduğunu söyleyebiliyor. Uğur Mumcu’dan söz edebiliyor. Adama sorarlar; 10 gün önce ölüm yıldönümünde adını anamadığın Uğur Mumcu mu senin arkadaşın? Hadi oradan, şeyini şey ettiğimizin kozmik patatesi! İki: Planlı programlı çalışıyorlar ve zamanlamasını uygun görünce piyasaya sürüyorlar. Örneğin, Recep’in anlattığı, üç yıl önce karısının askeri hastaneye alınmama hikâyesi. Eğer sen başbakan karısı isen, ziyaret edeceğin hastanın yakınına telefon etmezsin hastanenin başhekimini aratırsın. Başbakanlık’ta bir sürü müdür var, protokol müdürü mü, halkla ilişkiler müdürü artık ilgili kimse o, “möhterem hamfendü gelecekler” diye randevunu ayarlar. Başörtülü kadınların rahatça girip çıktığı askeri hastanelere yumurta biçimince sıkmabaş türbanınla giremeyeceğin söylenirse de oturur kocanla ayağı yere basan başka plan yaparsın! Üç: Türkiye hızla sivil diktatörlüğe gidiyor. Örneğin, Recep, “O bizim adeta ikinci peygamberimiz gibidir” diyen Aydın’daki partili hakkında hükmü anında verdi: “İstifasını alın ya da partiden ihraç edin!” Peygamber SESSİZ SEDASIZ (!) KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ 1954’ten bu yana yaklaşõk yirmi filme konu olmuş, beyazperdenin en ünlü cana- varlarõndan bi- ri. 2/ Bering Denizi ile Bü- yük Okyanus a r a s õ n d a k i adalar zinciri... “Mecliste arif ol kelamõ dinle/El - -- söylerse sen birin söyle”(Karacaoğ- lan). 3/ I. Dünya Sa- vaşõ sonrasõnda İtilaf Devletleri ile Os- manlõ devleti ara- sõnda imzalanan antlaşmanõn adõ... “Tarõk ---” :Sinema oyuncumuz. 4/ Ben- zeşim. 5/ Bir nota... Utanç duyma... Salatasõ ve ruleti ünlüdür. 6/ Bir peygamber... Dört Halife’nin sonuncusu. 7/ Bitkisel tellerden yapõlmõş, kaba ör- gülü büyük çuval... Üflemeli bir çalgõ. 8/ Bir tür börülce... Geminin rüzgâr almayan yanõ. 9/ Yu- murtadan yeni çõkmõş civcivin ağzõnõn kõyõsõnda bulunan ve zamanla kaybolan sarõ renk... Divan edebiyatõnõn en yaygõn şiir türü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Mide mukozasõ yangõsõ. 2/ İspanyollarõn sevinç ünlemi... Mantõk. 3/ “Herkes yarasõna derman arõ- yor/ --- belli değil dert belli değil” (Ruhsati) ... Hayvanlarõn kõşlõk yemi. 4/ Nefesli bir çalgõ... Uğ- raş. 5/ Terbiyesiz kimse... Doğu Anadolu’da bir õrmak. 6/ Bir renk... Baryum elementinin simgesi. 7/ Kimi balõklarõn iste kurutularak yapõlan pas- tõrmasõ. 8/ “Maun” da denilen büyük bir orman ağacõ... Güzel kadõn. 9/ Bir adõn ya da sözcüğün baş harfi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Z İ B Z İ B İ O A Y A S U P A P P O T A R E Z E O N U R L U K R T O R A C A R A E S O B İ A S F E R A Y İ Y T E K D E N Y O A R O M A Ç A N 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear