25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 1 ARALIK 2010 ÇARŞAMBA AÇI MÜMTAZ SOYSAL AKP İktidarının Komşularla İlişkileri ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN İnandırıcılık DİPLOMASİ tarihinin en büyük skandallarından birini yaşamaktayız. Fen Bilgisi kendi kendini yendi ve iletişim teknolojisiyle harikalar yaratılan ülkenin yetenekli birkaç vatandaşı kendi devletlerinin diplomasisini derinden sarsan açıklamalarla müthiş bir kargaşa yaratmayı başarabildiler. Elbet yaygın tutum, kripto belgelerinde yazılı olanların yadsınması, uydurma ve yalan olduğunun ileri sürülmesi olacaktır. Nitekim, Washington’da ya da başka merkezlerde dış ilişkilerin bu kriptolara göre değil, daha sonra ciddi değerlendirmelere göre kararlaştırıldığı resmen söylenmeye başladı bile şimdiden. esmi tepkilerin hep böyle olmasına fazla şaşmadan, diplomaside dünyaya dağılmış misyonlarla merkezler arasındaki bilgi alışverişinin niteliğine biraz daha yakından bakıp birtakım dersler çıkarmak yararlı olabilir. Yabancı ülkede görev yapan, iyi yetişmiş, deneyimli ve başarılı bir diplomat, hangi düzeyde ya da rütbede olursa olsun, elbet kendi devletini yanıltmak istemez. Ama bir yandan da kendi gözlemleriyle, temaslarıyla ya da misyona akan duyumlarla bazı konularda bilgi sahibi olmuş ya da bilgilendirilmiştir. O aşamada, bilgiyi merkeze aktarmadan ilk değerlendirmeyi kendi yapacaktır: İzlenimler, duyumlar, hatta açığa vurulmuş haberler ne ölçüde “doğru”dur? şte tam bu noktada inandırıcılık kavramı devreye girer. Ama durum medyadaki habercilikten farklıdır. Bir gazete ya da televizyon kanalı için, bir duyumu başka kaynaklardan doğrulatmanın yöntemleri çoktur. Diplomaside ise o yöntemlerin rizikosu çok olur. Duymamış, bilmemiş görünmek daha uygun düşer. Hatta, yeni kuşağın çıtkırıldım kızları gibi Amerikan filmlerinden alışılmış bir ifadeyle, “Aman Tanrım, inanmıyorum!” demek yararlı bile olabilir. Ne var ki görev yaptığı yer açısından en kötü durum, o önemli diplomatın, genel ve engin deneyimiyle, doğru çıktığı takdirde ülkeyi yönetenler için yüz kızartıcı olabilecek duyumları kolayca “Olabilir, olmuştur” diyerek tereddütsüz merkeze aktarmış olmasıdır. Galiba bu son olayda bizler için asıl düşündürücü olması gereken yan budur. Ya buraya gönderilen diplomatlar önemsenmediğiniz için kötü, ya da bizler kötüyüz. İkisi de üzücü. ‘Sıfır Sorun’ Balonu Söndü Davutoğlu’nun AKP iktidarının Türkiye’yi bölgesel bir güç ve dünya çapında oyun kurucu devlet haline getirdiği ve Ortadoğu’yu yönlendirip biçimlendirdiği yolundaki endazesiz açıklamalarına artık kimse itibar etmeyecektir. Yaşasın, Bir Ödül Daha... Biliyorsunuzdur; Başbakan’a “Kaddafi İnsan Hakları Ödülü” verildi önceki gün… Bu da iyi bir şey… Belki bir de deve verilecekti; ilgisizalakasız bir şey verme serisini tamamlaması bakımından… Ben en çok insan hakları ödülünü Tayyip Erdoğan’a verirken Kaddafi’nin ne diyeceğini merak ediyorum… Korkum ise; Kaddafi’nin o arada insan haklarını tanımlamaya kalkma olasılığıydı… Tabii ki bir de deve sorunu vardı, neyse ki deveden vazgeçilmiş. Yoksa Başbakanımızın “insan hakları ödülü” yanında bir de deveyle yurda dönmesi durumunda, hadi deve Ankara trafiğine uydurulurdu da, insan hakları ödülünü neyin neresine uyduracaksınız?... Bu ödül iki bakımdan anlamlı: Bir; veren bakımından… İki; alan bakımından… Veren; diktatör… Veren; sorulan soruya kızdığı zaman mikrofonu soranın kafasına attığı gibi, kamerayı da kırıp, kaçan kameramanı yakalarsa, 38’lik zum objektifini… Veren; Trablus’ta yayımlanan “Oya” gazetesini oğluna satın almış birisi… Eski çalışanlarından muhalif olanları kovup gazetenin adını ne yaptılar biliyor musunuz: “Sabah Oya”. Ödülü veren; yoksul bir aileden geliyor, burslu okumuş ama şimdi ülkenin en zengini… En çok kullandığı diniman… 1969’da Kral İdris’i devirdiğinde “Allah’ın izni ile” bunu yaptığını söyleyip “Herkesi Allah yolunda birleşmeye” çağırdığından bu yana yoksul halk büyülenmiş gibi onu alkışlayıpzıplıyor… Veren; kendi anayasasını da yapmış birisi… Bu anayasada her şeyi kendisi belirlediği gibi, belirlediklerini duruma göre değiştirme yetkisi de var… Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na “İnsan Hakları Ödülü” veren: Kaddafi… Alan?.. Artık siz bilirsiniz… bcoskun@cumhuriyet.com.tr İ Şükrü M. ELEKDAĞ CHP İstanbul Milletvekili R mumtazsoysal@gmail.com izbon’daki NATO zirvesinde, nükleer güç olma yolunda ilerleyen, kısa ve orta menzilli balistik füzelere sahip bulunan ve uzun menzilli füze üretimi için çalışan İran’ın, dünya barış ve istikrarını tehdit eden ana tehdit kaynağı olduğu hususunda mutabakata varılmıştır. Üye ülkeler ve Türkiye, ittifak sorumluluklarının icabı olarak, İran’ı söz konusu niyetlerinden vazgeçirmek için caydırıcı yöntemlere başvurma ve İran’dan bir saldırı vukuunda askeri yetenekleriyle mukabele etme hususunda taahhüt altına girmişlerdir. Zirvede, Türkiye’nin de onayı ile NATO topraklarında kurulması kabul edilen füze kalkanı sistemi de ana tehdit algılaması uyarınca İran’a odaklanacaktır. AKP iktidarı, Lizbon’da bu yolda alınacak bir karara katılmasının, İran’la geliştirmek için çaba sarf ettiği siyasi ve ekonomik ilişkilere ağır bir darbe vuracağını düşünerek, NATO ve üye ülkeler nezdinde yoğun girişimlerde bulunmak suretiyle İran’ın bir tehdit odağı olarak saptanmasını önlemeye çalışmıştır. “Ancak Sayın Davutoğlu bu çabasında başarılı olamayınca, bu sefer, gerçekleri Türk kamuoyundan gizlemek amacıyla bir makyaj operasyonuna başvurmuş ve İran’ın isminin göze batacak şekilde kamuya açık belgelerde bir tehdit odağı olarak gösterilmemesi için çalışmıştır.” L NATO üyelerinin büyük bölümü, Fransa hariç, bu makyaj operasyonuna karşı çıkmamıştır. Böylece AKP iktidarının yoğun PR çabası ve Türk basınının büyük çoğunluğunun da desteğiyle, “sanki Türkiye’nin gayretiyle İran’ın bir tehdit odağı olmadığının NATO’ya kabul ettirildiği izlenimi yaratılmıştır”. Buna gerekçe olarak da, yeni Stratejik Konsept belgesinde İran’ın adının zikredilmediği iddia edilmiştir. Oysa, bundan önceki belgelerde de tehdit odağı ismen belirtilmemişti. Zirveden sonra basın organları “Türkiye NATO’da istediğini aldı” şeklinde manşetler atarak AKP iktidarının bu sahte zaferini kutlamışlar ve Türk kamuoyunu büyük ölçüde kandırmışlardır. Neyse ki, Türkiye’nin NATO nezdindeki eski Büyükelçisi ve NATO’nun yeni Stratejik Konsepti’ne temel teşkil eden Akil Adamlar Raporu’nun hazırlayıcıları arasında bulunan Ümit Pamir’in bu hususta Cumhuriyet’e yaptığı bir açıklama (21.11.2010) sahtekârlığı tüm açıklığıyla ortaya çıkardı. Pamir, NATO’nun kilit maddesi olan 5. maddenin uygulanışı bağlamında tehdit odağı olarak İran’ın isminin belgede yer aldığını söylemiştir. Zirve toplantısında, bu konuda basının sorularını cevaplayan Fransa Devlet Başkanı Sarkozy de, İran’ın isminin “kamuya açıklanan belgelerde” belirtilmemiş olmasına rağmen, “biz kediye kedi de riz” diyerek İran’ın NATO açısından gerçek tehdit kaynağını oluşturduğunu vurgulamıştır. ABD tarafından dizayn edilen, fakat NATO çatısı altında uygulamaya konulacak olan füze kalkanı projesine ilişkin belgeler de, sistemin İran’a karşı oluşturulduğunu vurguluyor. Nitekim projeyle ilgili detayların yer aldığı ve Başkan Obama tarafından 17 Eylül 2009 tarihinde onaylanan “Aşamalı Uygulanabilir Yaklaşım” adlı belge, tasarlanan füze savunma sisteminin Rusya’ya karşı değil, İran’dan kaynaklanan balistik füze tehdidine karşı olduğunun altını çiziyor. Sıfır sorun balonunun sönüşü Buraya kadar belirttiklerimiz, AKP iktidarının ilan ettiği dış politika vizyonu ile NATO çerçevesinde kabul ettiği kararlar arasında, uyumsuzluktan da öteye, tam bir çelişki bulunduğunu ortaya koyuyor. Şöyle ki: 1) Türkiye, NATO’nun Lizbon zirvesinde İran’ı dünya barış ve istikrarını tehdit eden ana tehdit odağı olarak belirleyen karara katılmış ve İran’a karşı izlenecek kuşatma ve baskı politikasını kabul etmiştir. Bu gerçek ışığında, AKP iktidarının “İran’la hiçbir sorunum yok” demesi mümkün müdür? Bu durumda iktidarın, hâlâ komşularla “sıfır sorun” politikasını uyguladığını iddia etmesi ciddiyetsizlikten de öteye gülünç olmayacak mıdır? 2) AKP hükümeti BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yaptırım uygulanması kararına “hayır” oyu vermişken ve Başbakan Erdoğan “alayıvala” ile “İran’ın nükleer silah üretmek gibi bir niyeti yoktur, ben buna kefil olurum” demişken, Türkiye’nin, İran’ı nükleer silah üretmekle suçlayan ve İran’ı bu girişimden caydıracak önlemleri öngören bir NATO kararına katılması, ciddi bir çelişki oluşturmuyor mu? Bu durum, AKP iktidarının dış politika atılımlarının hesapsız ve öngörüsüz olduğunu çarpıcı biçimde ortaya koymuyor mu? 3) Türkiye’nin NATO ülkeleri topraklarında kurulmasına onay verdiği füze kalkanı sistemi, otomatik olarak İsrail’i de İran balistik füzelerinden koruyacak bir şemsiye oluşturacaktır. Çünkü İran’ın attığı füzenin radarlar tarafından saptanmasını izleyen saniyeler içinde daha dikey konumda ilerlerken kalkanın füzelerinin otomatik olarak ateşlenmesini sağlayan ve “komuta ve kontrolü” tamamen NATO askeri makamlarının yetkisine devredilmiş entegre bir sistemin devreye girmesi gereklidir. Böyle olunca, düğmeye basarak, “Şu füzeler İsrail’e yönelik, onları durdurmayalım” demek mümkün değildir. Bu durumda, “Türkiye, sistemin kurulmasını kabul etmiş olmakla, Müslüman ülkelere karşı tutum ve eylemlerini şiddetle eleştirdiği İsrail’in savunmasına katkıda bulunan bir konumda olacaktır. Başbakan Erdoğan bu davranışı, önderliğine soyunmak istediği İslam âlemine nasıl izah edecektir?” 4) Füze kalkanı sisteminin NATO topraklarında konuşlandırılması İran tarafından hasmane bir hareket olarak değerlendirecektir. Dahası, İran’ın bu projeyi, kendisine karşı gerçekleştirilmesi tasarlanan bir saldırıya karşı misillemede bulunma imkânlarının elinden alınmasını öngören bir askeri operasyon hazırlığı olarak algılayacaktır. “Yani Tahran projeyi, İran’a karşı ABD ve/veya İsrail tarafından planlanan saldırının ön hazırlığı ve Türkiye’yi de saldırganların suç ortağı olarak görecektir.” Devamı 8. Sayfada 44 44 253 C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear