23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
28 KASIM 2010 PAZAR CUMHUR YET SAYFA DİZİ 9 anayasayı değiştirecek çoğunluğumuz yok” diyordu. Sunalp ise genel affın çıkarılmasına hazırdı. Lakin, “siyasilerin affına gelince bunlar hep zamana, bazı yaraların sarılmasına bağlı meseledir. Bunun tartışılması böyle birkaç dakikaya sığmaz” diyordu. 198687’lerde referanduma kadar geçen süreçte ilerideki bölümlerde göreceğiniz çok renkli gelişmeler birbirini izledi. Yasakların kalkmasına şiddetle karşı çıkan ANAVATAN lideri ve Başbakan Turgut Özal’ın daha sonraki süreçte büyük çabalarına karşın siyasal yasaklar kıl payı oy farkıyla kalktı. Daha önce 1984’teki “bir olaydan” söz etmek gerekiyor. Öyle bir olay ki... Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden kimi olaylarla bugünlere dek çözümlenemedi, gelişti. ‘Yasaklar’ ısınıyor 2427 Ocak 1985 günlerinde TRT’de parlamentoda temsil edilen üç parti, basının sorularını yanıtladılar. Başbakan Özal, hükümetinin iki yıl içinde ekonomik, sosyal ve toplumsal alanlarda yaptığı başarılı hizmetleri anlattı. Halkçı Parti Genel Başkanı Necdet Calp ile Milliyetçi Demokrat Parti Genel Başkanı Turgut Sunalp, ANAVATAN iktidarını her açıdan eleştirdiler. Gazetecilerin soruları artık güncelleşen, günbegün yoğunlaşan “malum konuya” geldi. Genelde “af” diye başladı sorular ve sonra doğal eksenine kaydı, siyasal af üzerinde yoğunlaştı. Liderler eski siyasetçilerin affının anayasal sorun olduğunda birleşiyorlardı... Başta iktidar (Özal) ve muhalefet partileri eski siyasetçilerin affına karşı durmuyorlar.. ne ki pek de istekli görünmüyorlardı. Örneğin Başbakan Özal genel affın memlekete ne getirip götüreceğini iyi hesap etmek gerektiğini söylüyor; ama bu sözünden affın karşısında olduğu anlamı çıkarılmamasını istiyor. Konunun siyasal yönüne gelince Özal; “O da galiba anayasa meselesi. Şunu ifade edeyim; IŞIL ÖZGENTÜRK Balkondaki Leopar Yavrusu (2) Avcı giysileri içinde avladığı bufola ile resim çektirmiş Hemingway’i dehşetli kıskandığım için olsa gerek, seyyah giysilerim üstümde, göz alabildiğine uzanan vadiye bakan balkonun perdelerini çekip (Bu seyahatte yapabileceğim tek aykırı iş bu.) Lake Nakura’da (Afrika’nın en önemli doğal parklarından biri) gün doğuşunu seyretmek istiyorum. Gece elektrikli tellerle çevrili, silahlı muhafızların dolaştığı kampta ateşin etrafında toplanıp; aslanlar, leoparlar ve timsahlar hakkında konuşurken, tellerin az ötesinde vahşi doğada inanılmaz vahşi bir hayat, tüm acımasızlığıyla her gece olduğu gibi yeniden tekrarlanıyordu. Bir ara dişi aslanların ateşin çevresinde oturmuş, anlamadıkları bir dilden konuşan biz insanları hayretle seyrettiklerini düşündüm. Tıpkı hayvanat bahçelerinde bizlerin onları seyrettikleri gibi. İşte Afrika’nın ortasında yer değiştirmiştik. Onlar için oldukça keyifli bir seyir olsa gerek. Bir zamanlar ataları, İngilizlerin denetiminde ilerleyen demiryolu yapımında çalışan 137 insanı geyiklerle karıştırıp hemen oracıkta yemişlerdi. Üstelik insan etini sevmişlerdi ve alışkanlık edinmişlerdi. Bu alışkanlığı çok can yitirerek nihayet unuttular. Arada aykırılar çıkıyor, örneğin bir yıl önce Doğal Park’ın iki bekçisini yiyen bir aslan anında öldürülmüş, atalarının kötü alışkanlığı yeniden başlamasın diye. Neyse gelelim, gün doğumunu seyretmek istediğim ana, perdeyi açar açmaz geniş balkonun bir köşesinde bir kedi görüyorum. Hayretler içindeyim, dört gündür ormanlarda dolaştık, kamplara girip çıktık tek bir kedi görmedim, Hindistan’da olduğu gibi burada da kedi yok. Yok ama işte benim balkonda bir tane duruyor, iyice şaşkın uyumakta olan oda arkadaşıma sesleniyorum, “Hey! Balkonda bir kedi var!” Arkadaşım sıçrayarak uyanıyor: “Sakın cam kapıyı açma, burada kedi ne arar o bir leopar yavrusudur.” Tam isabet, evet bu bir leopar yavrusu balkona çıkıvermiş, ne elektrikli teller, ne silahlı muhafızlar umuru değil. Üstelik annesi onu böyle asla yalnız başına el âlemin balkonuna bırakmaz, mutlaka yakınlarda bir yerdedir. Korkuyla geri çekiliyorum ve bizim büyük kedi şımarık adımlarla balkonda ilerleyip bir çırpıda balkon demirlerinden atlayıp kayboluyor. Bizim macera da burada bitiyor. Artık medeniyete dönme vakti geliyor, Kenya’nın başkenti Nairobi’ye doğru ilerliyoruz. Yol üstündeki zebra, geyik, zürafa sürülerine aldıran yok, dünyanın en güzel kuşlarından flamingoları da pek bir yakından gördük artık onlar çok tanıdık ama medeniyetten önce medeniyeti inkâr eden Masai kabilesinin yaşadığı yerleri görmemiz gerek. Masailer elektrik kullanmıyorlar, su taşıma su, ayakkabılarını kendileri yapıyorlar, medeniyetten aldıkları tek şey üstlerindeki giysiler, bir de yaşadıkları inanılmaz kötü koşullardaki köylerini ve evlerini izlemek isteyen turistlerden aldıkları 40 dolar. Dünyanın en kalabalık sinek filolarının uçuştuğu köyde, bir de gösteri yapıyorlar. Kenya’ya gelmiş bütün turistler orada, kocaman objektifli fotoğraf makineleri, en gelişmiş ses araçlarıyla bir televizyon ekibi de... Bizim gruptan biri “Yahu burası bir sirk gibi!” diyerek fotoğraf çekmeyi bir yana bırakıyor. Ama Masaililer, özellikle de kadınları dans etmeden bırakmak niyetinde değiller, aldıkları paranın karşılığını vermek istiyorlar ve ben kaçıp bir ağacın gölgesinde oturan yüzlerinde sinek orduları gezinen Masaili çocukların yanına ulaşarak, dans etmekten kurtuluyorum. Neyse medeniyetteyiz ve saygıdeğer beyaz yazar Karen Von Blixen’in geniş bir park içinde koloni tarzı yapılmış evindeyiz. Evin bahçesinde çadırlar kurulmuş paralı birilerinin düğünü var. Karen Von Blixen daha çok kendi yaşamından izler taşıyan en romantik aşk filmlerinden biriyle tanınıyor: “Benim Afrikam”. Ev son derece sade döşenmiş, hepsi Avrupa’dan getirilmiş eşyalar, küçücük ama çok küçücük bir daktilo ve Karen bize baron kocasıyla, çok âşık olduğu sevgilisiyle çekilmiş boy boy fotoğraflarıyla başka bir Afrika’yı anlatıyor; Avrupa’nın yıllar yılı sömürdüğü Afrika’da beyazların yaşadığı o tantanalı hayatı. Kara derili uşakların fır döndüğü Afrika’yı. Medeniyette ilerlerken kocaman bir çadır karşılıyor bizi, içerde Kenya’daki tüm etnik gruplar kendi danslarını sergiliyorlar. Okul çocukları; anaokulundan liseye kadar grup grup çadırın içine giriyorlar. Kendi ülkelerinin etnik kültürlerini öğrenmek için, birden gözüme bir grup çarpıyor, bunlar anaokulu öğrencileri ve başları bağlı, uzun entarileri var. Sessizce öylece duruyorlar, onlar Kenya’da yaşayan Müslüman azınlığın öğretim gördüğü okullardan gelmişler, içim bir tuhaf oluyor, kara derili çocuklar neşeyle danslara eşlik ederken onlar yüzlerinde hiçbir gülümseme olmadan öylece her şeyi izliyorlar. Onları böylesine çocuk olmaktan uzaklaştıran başlarındaki örtü mü? Bu soruyla ülkeme iniyorum. isilozgenturk gmail.com Ağustos 1984 günü gece.... Güneydoğu’nun Eruh kentinde bir karakola silahlarla saldırıldı. İletişim organlarına ertesi sabah düşen habere göre bir jandarma eri şehit olmuştu. Yaralılar vardı... 17 Ağustos 1984 günü Genelkurmay bir açıklama yaptı. Haberi doğruladı. Kamuoyu PKK terör örgütü adını ilk kez bu saldırı ile öğrendi. İlk kez terör örgütünün başında adı Abdullah Öcalan olan bir Türk vatandaşının bulunduğunu da... Oysa binlerce şehide ve kadın erkek, aralarında bebeklerin de bulunduğu çoluk çocuğun ölmesine neden olan örgütün başında 1978’den itibaren Abdullah Öcalan vardı. 1984 yılının ağustos ayında Başbakan Turgut Özal’dı. 83 seçimlerinde tek başına iktidara geldiğinden beri ekonomik ve mali kararlar ve uygulamalarla iç ve dış medyanın gözdesiydi. Başbakan, saldırı haberini nasıl yorumladı? Hasan Pulur Milliyet’teki bir yazısında Başbakan Özal’ın saldırıyı nasıl karşıladığını şöyle anlatıyor: Eskilerin vukuatı adiye dedikleri önemsiz bir haber... Oysa Eruh hem PKK’nin hem de Türkiye’nin ‘terorizm tarihinde’ önemli bir nokta... O dönemde Başbakan Özal’a saldırı haberi geldiğinde benim de aralarında olduğum bir grup gazeteciye yarım yamalak açıkladı: ‘Üç beş çapulcunun marifeti!’ PKK’nin Eruh ve Şemdinli baskını.. ondan sonra PKK aldı yürüdü. Gık diyenin ka 15 PKK’nin adını duyurduğu ilk eylem fasını uçuruyor, devlete güvenenler de ‘Akan kan yerde kalmaz, devlet güçlüdür’ ninnisiyle uyutuluyordu. İşte o günlerden bugünlere böyle gelindi. Daha doğrusu kendimizi inkâr etmeyelim, terörle buralara böyle varıldı... Ülkenin manzarası Her ne kadar bazıları hâlâ ‘varılamaz’ deseler de... “Birkaç çapulcunun işi” cümlesi uzun zaman eleştirildi. O günlerde de sonraları da sözünü yalanlamadı. Ülkenin o günlerdeki manzarasına kısaca bakarsak: 19 Ağustos 1984. Hürriyet’in birinci sayfasında bir haber: Eruh’ta Jandarma Komando Er Süleyman Aydın şehit oldu. Siyah beyaz bir fotoğraf. Sadece Hürriyet’te değil, o günün gazetelerinde de olayın hemen ardından şehit erin kimler tarafından şehit edildiğine ilişkin bilgiye yer verilmiyor. Çünkü Türkiye daha PKK adını duymamış. Yıl 1984. Türkiye’nin nüfusu 48 milyon. Kişi başına düşen milli gelir 1200 dolar. Ülke tek kanallı televizyona sahip. Bilgisayar, internet yok. Cep telefonu bir yana sabit telefon.. Türkiye’de sabit telefon bile henüz yaygınlaşmamış. 15 Ağustos gecesi şehit olduğunun haberi iki gün sonra gazetelerde yer alan Süleyman Aydın’ın cenazesi Erzincan’ın Mertek köyünde toprağa verilirken o günün Türkiye gündemi zam haberleriyle dolu. Başbakan Özal dört günlük yurtdışı gezisine çıkmadan önce Kocaeli’nde halka hitaben bir konuşma yapmış, Bilecik’te küçük sanayi sitesinin temelini atmış. Bugünün Başbakanı R.T. Erdoğan, yedek subay olarak yaptığı askerlik görevini bitireli o gün 1.5 yıl olmuş. Genelkurmay başkanlarından Yaşar Büyükanıt o tarihte Kuleli Askeri Lisesi komutanı. İlk şehit haberi geldiğinde Türkiye’de genel manzara böyleydi. Bu şehidin son şehit olmayacağı anlaşılmıştı. Türkiye, o günden sonra yeni bir istikrarsızlık dalgasının etkisine giriyordu. Kenan Evren, “Başlarını ezeceğiz” biçimindeki sert açıklamalarını yineliyor, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Güneydoğu’daki operasyon fotoğrafları gazetelerin sürmanşetlerine çıkıyordu... Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in 1984’lerde “Başlarını ezeceğiz ” dediği PKK terörü bugün hatta giderek güçleniyor, hemen her gün bir veya birkaç askerimizi şehit ederek kanlı serüvenine devam ediyor. Şehit Süleyman Aydın bekârdı. 1984’te evlenseydi bugün 26 yaşında evladı olacaktı. Türkiye o günden bugüne iki kuşaktır şehitler veriyor. 1984’teki Eruh saldırısını “Birkaç çapulcunun işi” diye değerlendiren Turgut Özal’ın anılarında o günlere değinen, yorumlayan ve değerlendiren tek satır yok! Sanki gazetecilere o cümleyi söylememiş gibi... Turgut Özal’ın Anıları kitabında daha sonraki yıllarda göreceğimiz bölümlerde“Güneydoğu’da Çözüm” başlığı altında kimi düşüncelerini, girişimlerini ve Kürt sorunuyla ilgili çözüm yollarını ve düşüncelerini açıklıyor. YILLARA GÖRE TURGUT ÖZAL DÖNEMİNDE TERÖR P 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 KK terörünün 1984 yılından başlayarak Turgut Özal’ın öldüğü 17 Nisan 1993 yılında kadar eylemlerini sayısal olarak gösteren tablo; terörün azalmadığını giderek arttığını kanıtlıyor: Asker Polis Korucu 24 67 40 49 36 111 92 213 444 487 3 3 6 8 11 20 144 28 10 7 34 56 41 167 156 Yıllar PKK Sivil Üyesi 11 100 64 107 103 165 350 356 1055 1699 20 82 74 237 81 136 178 170 761 1218 Terör örgütünün üzerine neden gitmediğini açıklıyor enim tahminime göre Mehmet Barlas, ünlü “birkaç çapulcu” sözünü açıklaması için Özal’a şu soruyu yönetmişti: “Sizin belirli kesimler tarafından en fazla eleştirildiğiniz konulardan biri de Güneydoğu meselesi... Bazıları sizin Güneydoğu’daki terörü adeta teşvik eden davranışlarda bulunduğunuzu iddia ediyor.” Özal yanıtında çapulcu tanımlamasına değinmiyor bile ve sorunun Bakan Aydın ‘cem’i yalanladı İstanbul Haber Servisi Devlet Bakanı Mehmet Aydın, önceki gün Tunceli Hacı Bektaş Veli Kültürünü Yayma ve Yardımlaşma Derneği Cemevi’nde kendisi için özel olarak cem töreni yapıldığı iddiasının doğru olmadığını belirterek, “Hayır ne icraat, ne icra öyle oldu, ne de bizim oradaki varlığımız“ dedi. Aydın, “Zaten İslam, Alevisi ile Sünnisi ile nihayetinde hepimizin büyük şemsiyesi” diye konuştu. B YARIN: CUMHURİYET’İN YASAKLARLA MÜCADELESİ VE... C MY B C MY B ikinci bölümüne verdiği uzun yanıtlara şu cümleyle başlıyor: “Siz bu zırvalıklara kulak asmayın...” diyor ve terör konusuna gerektiği kadar eğilmemesini şöyle açıklıyor: “Bu Güneydoğu meselesine daha önce de el atabilir, siyasi çözüm yollarına girebilirdik. Ama unutmayın... ANAVATAN’ın ilk iktidar devresinde, sivil rejime geçiş mücadelesi vardır. Aşağı yukarı 1.5 2 sene, benim bakanlarım benden çok Kenan Paşa’ya kulak verdiler. Ben den değil, ondan ürktüler. Bir de, öncelikle ekonominin dar boğazlarını ve döviz meselesini aşmak zorundaydık. Askeri rejimden yeni çıkmış bir ülkede, yeni askeri darbeleri önlemek için bunu böyle yapmalıydık...” Şimdi bir an duralım. Özal’ın anılarında yer alan “Bu Güneydoğu meselesine daha önce de el atabilir, siyasi çözüm yollarına girebilirdik” cümlesi... o tarihlerde ve daha sonraki süreçte Başbakan olarak Özal’ın PKK’nin Eruh baskı nından sonra terörle gerektiği ölçüde uğraşmadığını içeren eleştirileri doğrulamıyor mu? Özal’ın daha sonraki cümlesi bu gerçeğin kanıtı: “Ama unutmayın” diyor. Sivile geçiş mücadelesinde terörle gerektiğince uğraşılmadığını gerekçe olarak söylüyor. Nitekim “Turgut Özal’ın Anıları” kitabında Özal’ın terörle ilgili şu görüşleri yer alıyor: “Terör başkadır. Güneydoğu sorunu başkadır. Ama burada elverişsiz bir durum var. Bu iki mesele, birbirleri ile bağlantılı... Çünkü terör silahındaki parmağın sahibi, kendisini Güneydoğu sorununun bir parçası görüyor... Ben, terörle, sonuna kadar, yeninceye kadar, yok edinceye kadar mücadele edilmesinden yanayım. Bu konuda, en sert ve taviz vermez politikacı benim... Ben bu mücadelede en şahinim!” İlerideki bölümlerde Özal’ın PKK terörüne çözüm arayan, tartışmalı kimi girişimlerini izleyeceğiz. Türker, Büyükanıt’ı suçladı İstanbul Haber Servisi DSP lideri Masum Türker eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ı DSP’yi bölmekle suçladı. İstanbul Aydın Üniversitesi’nde düzenlenen konferansta konuşan Türker, “Büyükanıt, DSP’nin bölünmesinde Kemal Derviş ile birlikte aktör olmuştur. İsmail Cem’i DSP’den ayrılıp parti kurmasında teşvik etmiştir. DSP ve SHP’nin 2007 seçimlerine girememesinde rol oynamıştır” dedi. lerin aylık ortalaması nedir?” sorularını yöneltti.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear