Catalog
                    Publication
                
                - Anneler Günü
 - Atatürk Kitapları
 - Babalar Günü
 - Bilgisayar
 - Bilim Teknik
 - Cumhuriyet
 - Cumhuriyet 19 Mayıs
 - Cumhuriyet 23 Nisan
 - Cumhuriyet Akademi
 - Cumhuriyet Akdeniz
 - Cumhuriyet Alışveriş
 - Cumhuriyet Almanya
 - Cumhuriyet Anadolu
 - Cumhuriyet Ankara
 - Cumhuriyet Büyük Taaruz
 - Cumhuriyet Cumartesi
 - Cumhuriyet Çevre
 - Cumhuriyet Ege
 - Cumhuriyet Eğitim
 - Cumhuriyet Emlak
 - Cumhuriyet Enerji
 - Cumhuriyet Festival
 - Cumhuriyet Gezi
 - Cumhuriyet Gurme
 - Cumhuriyet Haftasonu
 - Cumhuriyet İzmir
 - Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
 - Cumhuriyet Marmara
 - Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
 - Cumhuriyet Oto
 - Cumhuriyet Özel Ekler
 - Cumhuriyet Pazar
 - Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
 - Cumhuriyet Sokak
 - Cumhuriyet Spor
 - Cumhuriyet Strateji
 - Cumhuriyet Tarım
 - Cumhuriyet Yılbaşı
 - Çerçeve Eki
 - Çocuk Kitap
 - Dergi Eki
 - Ekonomi Eki
 - Eskişehir
 - Evleniyoruz
 - Güney Dogu
 - Kitap Eki
 - Özel Ekler
 - Özel Okullar
 - Sevgililer Günü
 - Siyaset Eki
 - Sürdürülebilir yaşam
 - Turizm Eki
 - Yerel Yönetimler
 
                        Years
                    
                    - 2025
 - 2024
 - 2023
 - 2022
 - 2021
 - 2020
 - 2019
 - 2018
 - 2017
 - 2016
 - 2015
 - 2014
 - 2013
 - 2012
 - 2011
 - 2010
 - 2009
 - 2008
 - 2007
 - 2006
 - 2005
 - 2004
 - 2003
 - 2002
 - 2001
 - 2000
 - 1999
 - 1998
 - 1997
 - 1996
 - 1995
 - 1994
 - 1993
 - 1992
 - 1991
 - 1990
 - 1989
 - 1988
 - 1987
 - 1986
 - 1985
 - 1984
 - 1983
 - 1982
 - 1981
 - 1980
 - 1979
 - 1978
 - 1977
 - 1976
 - 1975
 - 1974
 - 1973
 - 1972
 - 1971
 - 1970
 - 1969
 - 1968
 - 1967
 - 1966
 - 1965
 - 1964
 - 1963
 - 1962
 - 1961
 - 1960
 - 1959
 - 1958
 - 1957
 - 1956
 - 1955
 - 1954
 - 1953
 - 1952
 - 1951
 - 1950
 - 1949
 - 1948
 - 1947
 - 1946
 - 1945
 - 1944
 - 1943
 - 1942
 - 1941
 - 1940
 - 1939
 - 1938
 - 1937
 - 1936
 - 1935
 - 1934
 - 1933
 - 1932
 - 1931
 - 1930
 
                    Our Subscribers Can Login And Read Original Page
                    I Want To Register And Read The Whole Archive
                    I Want To Buy The Page
                
            
                CMYB  C M Y B  SAYFA CUMHUR YET 26 EK M 2010 SALI  2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER  EVET / HAYIR  OKTAY AKBAL  Erbakan Tayyip’e Karşı!  Necmeddin Erbakan iki kişinin yardımıyla  yürüyebilen bir yaşlı adam!..  Beş mi, altı mı parti kurmuş, bir yıl kadar da  Başbakan olmuş!..  Bir Cumhuriyet çocuğu. Bir yargıcın oğlu.  Atatürk Cumhuriyetinin okullarında öğrenim  görmüş... Odalar birliği sekreterliğini,  başkanlığını yapmış, bağımsız milletvekili  seçilmiş. Demokrasiye geçiş yıllarımızın dinci  lideri... Atatürk devrimlerinin can düşmanı bir  politikacı... Ama oldukça başarılı, adı bir türlü  gündemden düşmez! Partisi adına devletten  aldığı milyonların hesabını verememiş, ağır  suçlanma altında! Ama aynı suçun bir ortağı  şimdiki Cumhurbaşkanı’nın bağışlaması ile  yakasını adaletten kurtarmış!..  İşte şimdi bilmem kaçıncı partinin lideri!..  AKP’nin önde gelen tüm kişileri onun  öğrencileri... Çocukluktan, gençlikten  Erbakancı olmuşlar, bu yolda yürüyüp başkan,  bakan, başbakan, cumhurbaşkanı seçilmişler.  AKP gelecek seçimde yine yüzde kırk oy  beklerken Erbakan’ın partisi Saadet de elbet  yüzde onu aşacak bir oy alacaktır. Bu durumda  Tayyip Bey’in iktidarı bir sarsıntı geçirecektir.  86 yaşındaki, usta politikacı bir kez daha  oturduğu yerden gücünü gösterecektir.  İyi, güzel, ama temmuz ayında yapılacak genel  seçimde AKP ile Erbakan partisi Saadet oyları  bölüşünce ne olacak sanıyorsunuz! Bir kopma,  bir ayrılma, dengesel durumda iyileşme mi?  Yoksa tam tersi mi? Tayyip’in partisi ile  Erbakan’ınki bir araya gelip ortaya gericinin de  gerisinde yeni bir partileşme çıkmayacak mı?  Türkiye’de demokrasi adına oynanan bu oyun  eskisinden de beter bir nitelik kazanmayacak mı?  72 milyonluk bir Türkiye’den siyasete  ağırlığını koyacak, gerçek bir Cumhuriyet  yönetimini kurabilecek insanlar, partiler, liderler  niye yok? Niye ortalıkta yalnızca şaşkınlık  içinde birtakım insanlar konuşuyor, söyleşiyor.  Koskoca Türk ulusu bir gerilikler çıkmazında  günden güne gerçek bir batağa saplanıyor?  Nerede Mustafa Kemal’in çocukları,  gençleri, aydınları, çağdaşlıktan, uygarlıktan  yana politikacıları.  Hepsi öldü mü? Hepimiz öldük mü? Bir avuç  gericiye teslim olduk?  Bugün umutsuz bu gidişle yarın çok daha  umutsuz olacağız!  Yok mu kurtaracak, bahtı kara şu Türk  milletini?  PENCERE  ‘İstikrar’?..  “Soğuk savaş” Batı Bloku ile Doğu Bloku  arasında 40 yılı aşkın bir zaman diliminde  sürdü; Sovyetler’in çökmesiyle sona erdi.  Ama dünya rahata ermedi.  Amerika:   Bana, diyor, yeni bir düşman lazım...  Yeni düşman kim?..  Eskiden Sovyetler vardı, komünizm  umacısıyla toplumlar korkutuluyordu.  Oysa şimdi iş daha karmaşık; dünyanın  sanki çivisi çıktı; savaşlar, ayaklanmalar,  istikrarsızlıklar, açlık ve güvensizlik yer  yuvarlağına yayılıyor; üstelik düşman belirsiz...  Tehlike nereden geliyor?..  Bir yeni düşman bulundu:  İslam köktendinciliği!..  Ne var ki yer yuvarlağının belirli bölgelerini  saran İslam köktendinciliğinin itici güçlerini  saptamak gerekiyor; Amerikalılar düşündüler  taşındılar, toplumları çökerten nedenleri  sıraladılar:  1) Ekonomik istikrarsızlık  2) Uyuşturucu salgını  3) Yasadışı silah satışı  4) Çevre kirlenmesi  5) Nüfus artışı  6) Etnik çatışmalar  7) Göç  Dünyanın önemli bölgelerinde ya da  kavşaklarında yaşanan bu sorunlar, kilit  noktadaki bir ülkeyi kargaşaya sürükleyip yıktı  mı, sonuçların Amerika’yı içine alacak bir  deprem yaratmasından ürkülüyor.  Amerikalı, hiçbir zaman yaşanan olayların  kökenine inmeyi düşünmüyor, yüzeysel  görüntülere bakarak kendi öz çıkarlarına göre  önlemler almayı yeryüzü politikası olarak  benimsiyor, statükoyu korumaya çalışıyor;  ABD “Yeni Dünya Düzeni” kavramının  jandarmasıdır.  Bu, onun bileceği iş...  Ama Türkiye’nin de kendine göre bilmesi  gereken işler var; çünkü Türkiye bir büyük  çöküntüyü yaratacak bütün nedenlerin  yumaklaştığı ülkedir: 1) Ekonomik istikrarsızlık  içinde kıvranıyoruz. 2) Uyuşturucu trafiğinin  kavşak yolları üstündeyiz. 3) Yasadışı silah  satışlarını iç savaş boyutlarına varan  çatışmalar körüklüyor. 4) Çevre kirlenmesini  aşırı boyutlarda yaşıyoruz. 5) Nüfus artışından  öte, nüfus patlaması sürecinin içindeyiz. 6)  Etnik çatışmalar TürkKürt sorununu  uluslararası boyutlara taşıdı. 7) Göçler, ülkeyi  allak bullak edecek bir ivmeye ulaştı.  Bütün bu sorunları sırtında taşıyan  Türkiye’de sosyal adaletsizliğin yoğunlaşması,  İslam köktendinciliğini neden körükleyip  azdırmasın?..  Terör neden yükselmesin?..  Amerika, Ortadoğu bölgesinde petrol  kaynaklarını güvenceye alacak bir “istikrar”  istiyor.  Peki, bu “istikrar” neden sağlanamıyor?..  Çünkü Amerika, dünyadaki “istikrar”ı sömürü  düzeni üzerine kurmak istiyor. Toplumlarda  “eşitlik” ve “sosyal adalet” sağlanmadan bu  “istikrar” kurulamaz. Sovyetler yıkılsa da,  “komünizm” yenilgiye uğrasa da, yeryüzünde  rahata erişilemeyecek...  “Yeni Dünya Düzeni” adı verilen deli gömleği  içine sığar mı insanlık?..  Türkiye, ülkede yaşanan istikrarsızlığı aşmak  istiyorsa, toplumda hakça bir düzen kuracak!..  Dünyadaki “istikrar” da eninde sonunda  “hakça dünya düzeni” kurulmasına bağlı değil  mi!.. Amerika “soğuk savaş”ta Rusya’yı yendi;  ama, dünya tarihine göre kazandığı “harp”  değil, ancak bir “muharebe”dir.  (8 Haziran 1996 tarihli yazısı)  Y  ÖK’ten yeni bir yazılı o zamanın  deyimiyle tamim geldi. Türbanlı  ları derse almamamız, haklarında tu  tanak tutmamız buyruluyordu. An  cak bu yazılı iletişimin yanı başında ona ko  şut bir de sözlü iletişim zinciri söz konusu idi.  Kulaktan kulağa oyununa benzeyen ve rek  törlerden dekanlara, dekanlardan bölüm baş  kanlarına, onlardan öğretim üyelerine tenha  odalarda ikili konuşmalar şeklinde sürdürül  mesine özen gösterilen bu iletişim, tutanakların  gevşek(!) tutulmasını ve uzaklaştırma ceza  larının yaz tatillerine rastlatılmasının gerekti  ğini buyuruyordu. Beceriksizlik dolayısıyla mı,  kasıtlı mı yaratıldığını yorumunuza bıraktığım  bu kaos ortamında öğretim üyeleriyle öğren  ci arasında sayısız sürtüşme çıktığını, saygı  nın ilişkilerden tümüyle silindiğini belirtme  ye gerek var mı?..  YÖK ve ülke yönetimlerinin yandaş ya  da kaypak ya da kararsız tutumlar takındı  ğı dönemlerde öğrencinin türban ısrarı  yükselmiş, bir sonraki aşamanın yani kara  çarşafın ilk denemeleri fakülte binaları da  hilinde görülmüştür. Yönetimlerin açık ve  kesin tavırlı olduğu dönemlerde öğrencide  herhangi bir huzursuzluğa ve yeni dene  melere açılma eğilimine rastlanmamıştır.  Fakültemizdeki eğitimin doğası gereği ve  o yıllarda öğrenci sayısının az olması sa  yesinde, öğrenciyi sadece kitle olarak de  ğil, birey olarak da değerlendirme imkânı  nı bulabiliyorduk. Otuz yılı bulan öğreticilik  hayatımda bizzat dinsel metinleri okuyarak,  düşünerek, yani pek moda deyimle “bi  reysel seçimle” başını örtmüş tek öğrenciye  rastlamadım.  Bizim zamanımızdaki esinle örtünenler  bile kalmamıştı. Öğrenci ya bağnaz bir or  tamda doğmuş, büyümüş, bu yeni tarz baş  bağlamayı içselleştirmişti ki bu kızlarda ege  men olan duygu korku idi, Tanrı’dan, ce  hennemden, aileden, çevreden, erkeklerden  evet fakülte idaresinden korku! Bir kısmı  kimi odaklardan düzenli ücret aldıklarını ve  bu ücrete ihtiyaç duydukları için kapan  dıklarını itiraf ediyorlardı. Geriye kalanlar  gözü kara, kelle koltukta militanlardı.  İmam hatip liselerinden mezun olmuşlardı.  İyi birer hatiptiler gerçekten! Demagoji ko  nusunda hayli başarılı olduklarını hatırla  rım. Bu gençlerin hepsi mezun olmuşlardır.  Başörtüsü dolayısıyla fakülteyi bırakan  kimseye kendi deneyimimde rastlamadım.  12 Eylül askeri darbesinin sivilleşme ve  kurumlaşma dönemi olan Özal’lı yıllarda  imam hatip liselerinde doğan ve Doğramacı  YÖK’ü tarafından üniversitelerin başına do  lanan türban sorununun, Müslümanlığın sa  dece bir yorumu olduğu o yıllarda kitlele  re anlatılamadı. Bunu anlatacak olan din bil  ginleriydi. Anlatılamadı, çünkü bu işin  icabına daha en başında bakılmıştı. Mu  ammer Aksoy’un katledildiği yıl (1990),  dine keskin eleştiriler getiren din adamı Tu  ran Dursun da; içtenlikli gerçek bir mümin  olan, ancak İslamiyetin inanç ve ibadetle il  gili hükümleriyle toplumsal hayata düzen  veren hükümlerinin ayrı düşünülmesin  den yana tavır koyan ilahiyat profesörü Bah  riye Üçok da faili meçhullerde katledil  mişlerdi!  Bu cinayetler, diğer din bilginlerinin ku  lağına küpe oldu ve ağızlarını mühürledi  ler. Öyle mühürlediler ki, örneğin bugün  Arap âleminde kol gezen kimi yorumların,  yani kimi Arap din bilginlerinin örtünme  nin dinle değil gelenekle ilgili olduğu,  ibadet dışında baş örtmenin dini bir buyruk  olmadığı konusundaki görüşlerinin benze  ri yorumları Türkiye Cumhuriyeti hudutları  içersinde yetkili bir ağızdan hiç duyamadık.  Ne dün ne bugün...  Hatta sosyal demokrat parti üyesi olan din  bilginlerinin ağzından bile, ne dün ne de bu  gün. Hoş, unutulmuş gibi görünen faili  meçhul kurbanları acı bir ders olarak bel  leklerdeyken, kimseden ortaya çıkıp da böy  le bir yorumu dile getirmesini beklemeye  hakkımız mı var...  Şimdilerde, üniversitede “türbana öz  gürlük” çözümüyle ortaya çıkan solcu ar  kadaşlar yukarıda anlattığım hazin hikâ  yenin aşamalarını bilmiyorlarsa öğrenmek,  unutmuşlarsa anımsamak, ortada centilmen  anlaşmasına varacak olan birbirinin dengi  iki grubun bulunmadığını kavramak duru  mundadırlar. Şu basit sorular yanıtlanma  ya muhtaçtır.  Elbette her türbanlı kızımız militan de  ğildir, çoğunluk herhalde öyle değildir.  Ancak, kararlı ve etkin bir azınlık, sessiz ve  edilgen çoğunluğa her zaman egemen olur.  Türkiye’deki tüm köktendinci odaklar aca  ba tasfiye edilmiş midir? Edilmemişse, te  rörle ilişkili olan ya da olmayan köktendinci  odakların, değişen türban uygulamasıyla de  ğişecek stratejileri üzerine hiç kafa yorul  muş mudur?  Üniversite öğreniminde serbesti ka  zanmış türbanı, “çalışma özgürlüğü” adıy  la kamusal alana, üniversite ve adalet kür  sülerine çıkmaktan, bunun mücadelesini  vermekten kimin, nasıl alıkoyacağına da  ir tek bir makul cümle kurulabiliyor mu?  Başta dokunulmazlıklar konusu olmak  üzere verdiği hiçbir sözü tutmamış AKP’den  alınacak söze mi güveniliyor, yoksa ana  yasaya madde konulmasına mı? Parla  mento aritmetiğinin cilvelerine göre her an  her maddesi yap boz tahtasına dönecek bir  anayasaya?!..  Özgürlükçü sosyal demokratlar, iktidarı  örneğin zorunlu din dersi uygulamasından  vazgeçirebilecekler mi? Güçleri ve müca  dele azimleri buna yetecek mi?  Ve en önemli soru:  Sade ulusal hukuka değil, AİHM ka  rarlarına, yani uluslararası hukuka ters  düşmeyen bir uygulamanın sürmesi nasıl ve  niçin yasakçı sayılabiliyor? Ve kadını gü  nah nesnesi olarak aşağılayan, dışlayan, kı  sıtlayan ayırımcı bir tutumu Tanrı’nın buy  ruğu olduğu iddiasıyla hepten mutlaklaş  tırmak isteyen bir anlayışa verilen ödün,  nasıl ve hangi hakla özgürlükçülük adı  nı alabiliyor?  Prof. Dr. Erendiz Atasü Ankara Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi  YÖK ve ülke yönetimlerinin yandaş ya da kaypak ya da kararsız tutumlar  takındığı dönemlerde öğrencinin türban ısrarı yükselmiş, bir sonraki  aşamanın yani kara çarşafın ilk denemeleri fakülte binaları dahilinde  görülmüştür. Yönetimlerin açık ve kesin tavırlı olduğu dönemlerde  öğrencide herhangi bir huzursuzluğa ve yeni denemelere açılma eğilimine  rastlanmamıştır.  Türban Hikayesi II  Bir Dönemin Tanıklığı  Bellek Yitimi  A  nestezi insanı uyuşturur.  Geçici olarak bilinci or  tadan kaldırır. İnsan bir  süre acı duymaz. “Amnezi”  ise bellek yitimidir. Çok çeşidi  var. Tam bellek yitimi olan  mankurtluktan tıpta “psikoje  nik amnezi” diye bilinen par  çalı bellek yitimine, “laküner  amnezi” denilen tahtası eksik  unutkanlığa kadar... Psikiyatri  uzmanları bunu anılar evinde  ki ampullerden bazısının sön  mesine de benzetirler.  Hüsnü Bey Amca’lar  TRT’nin tek kanal olduğu  yıllarda Gazanfer Özcan’ın  canlandırdığı “Hüsnü Bey Am  ca” diye bir dizi vardı. Sevim  li, cana yakın bir tipti Hüsnü  Bey Amca... Ama bellek yitimi  sorunuyla karşı karşıyaydı.  İsimleri, olayları, mekânları  birbirine karıştırırdı. Bu du  rum Hüsnü Bey Amca’nın iş  yerindeki çalışmasını da olum  suz etkiler, ıskartaya çıkarılması  gereken hurda malları kamyo  na yükleyip en hatırlı müşteri  sine yolladığı olurdu.  Şimdi gazetelerde, dergilerde,  ekranlarda bellek yitimine uğ  ramış pek de sevimli sayıla  mayacak Hüsnü Bey Amca’la  rı sık sık görüyoruz. Bellek yi  timi hem kendi geçmişlerini,  hem de toplumsal yükümlü  lüklerini unutturmuştur onlara...  Şimdi diyorlar ki: “Ortak ta  rihimiz ve mirasımız hatırı  na” birlikteydik, artık “yolun  sonu”na geldik. (Birikim der  gisi, Sayı 258, Ekim 2010)  Toplumsal bellek yitimini  destansı bir dille anlatan Cen  giz Aytmatov’un ‘Gün Uzar  Yüz Yıl Olur’ romanını nasıl  anmazsınız? Aytmatov’a göre  toplumlar tarih bilincini yitirir  lerse belleksiz birer mankurt  olurlar.  Gün Uzar Yüzyıl Olur’da  geçmiş ile şimdiki an, gerçekler  ile destanlar iç içedir. Juan Ju  anlar, Sarı Özek bozkırında ya  şayan Naymanların topraklarını  istila eder. Tutsak aldıkları Nay  man gençlerinin kafalarına yaş  deve derisinden birer başlık ge  çirirler. Güneş altında kurumaya,  gitgide daralmaya yüz tutan de  ri tutsaklara müthiş acı verir.  Dipten çıkan saç deve derisine  nüfuz edemediğinden kıvrılıp  kurbanın kendi kafa derisine gi  rer. Bu işkencenin sonunda tutsak  ya ölür ya da mankurtlaşır; yani  belleğini de, bilincini de yitirir.  İnsanı ortak tarihinden, kendi  geçmişinden kopardınız mı, ar  tık ona her istediğinizi yaptıra  bilirsiniz. Mankurtlaşan tutsak ar  tık efendisinden başkasını tanı  maz. Ne anababasını, ne yerini  yurdunu, ne de geçmişini hatır  lar. Ağzı var, dili yoktur artık; is  yanı ve itaatsizliği hiç düşün  meyen tek varlıktır yeryüzünde.  Mankurt sağını, solunu bil  mez... İçinde bulunduğu sıkışık  durum öylesine acımasızca güç  lüdür ki, direnme söz konusu  değildir.  Parçalı bellek yitimi  Parçalı bellek yitiminin bir tü  rü, “psikojenik amnezi” deni  len ve bedenen sağlıklı insan  larda rastlanan bellek yitimidir.  Burada beyin herhangi bir  çarpmaya uğramamış, hiç hasar  görmemiştir. Ama insan geç  mişinin belirli bir bölümünü  anımsamaz. Nesnelerin eşza  manlılığını, olayların akış sıra  sını yitirir. Yıpranmış bellek, ha  yatının bir dönemini unutur.  Unutmak aynı zamanda bir psi  kolojik korunma yöntemidir.  Anımsanması gereken şey, o  kişi için çok kaygı verici, son de  rece acılı, sıkıntılı, gerilimli bir  olay ise beynin savunma meka  nizması harekete geçer. Kor  kulu anılar bilinçaltına itilir, za  manla unutulur. İnsan unut  makla da kalmaz; kimi kez kim  liğini, benliğini de yitirir. Geç  mişle bağını koparan kişi artık  bir cüdamdır; çöpten adamdır.  Sigmund Freud, bellek gibi  unutkanlığın da sabit değil, dal  galı bir süreç olduğunu belirtir.  Fransız filolog Ernest Renan  1882’de “ulus olabilmek için  salt anımsamak yetmez, çok  şeyi de unutmak gerekir” di  ye yazmıştı. Anımsama ile unut  manın diyalektik birliğinde ulu  sal algılamaya uymayan bü  yük acılar genellikle tarihsel sü  recin dışına itilir.  Kimi insan bugününü haklı  kılmak için kendini bir karaba  san gibi kovalayan geçmişinden  kaçıp kurtulma duygusu için  dedir. Bilinçdışı ya da süpere  go hoşa gitmeyen ayrıntıları  seçerek siler, belirsizleştirir.  Araya giren zaman dilimi bu  başkalaşıma bahane olur; Gre  gor Samsa’nın hamamböcekli  ğine meşruluk kazandırır. Yine  de bilinçaltı ara sıra su üstüne  çıkar, bilince vurur. Geçmişi  çarpıtıp yeni baştan düzenle  meye kalkışır. Unutulan çoğu  kez utanarak anımsanır.  Çok ciddi ruhsal depremler  de, sarsıntı sürekli yaşanırsa, zi  hin bununla başa çıkamaz. O  yüzden de unutmaya yatkındır.  Denir ki, toplumsal unutkanlık  olmasaydı yaşlı kıta Avrupa  İkinci Dünya Savaşı sonrası  toparlanıp ayağa kalkamazdı.  Ne var ki, unutarak kalmak da  iyi bir şey değildir; travma ile  mutlaka uygun bir biçimde yüz  leşmek, bir çözüme varmak ge  rekir. Ama herhalde daha sağlıklı  olan ortaklaşa anımsamaktır.  Toplumsal belleği canlı tutup  yaraları sarmak, yeniden top  lumsal canlanmayı sağlamaktır.  Yaşamak, geleceği nasıl ku  racağını düşünürken geçmişi  de unutmamaktır. Bellek, yal  nızca geçmişe dönük bir anım  sama alanı değil, üzerine sağ  lıklı bir geleceğin kurulabileceği  sağlam bir temeldir de.  Toplumun belleği aşınırsa  ulusal bilinçte oyuklar açılır,  çarpıklık başlar. Bu bakımdan  anımsamak belleğin uyarılma  sıdır; yaratıcı bir eylemdir. İn  san belleği unutur; ama tarih ve  arşiv asla unutmaz.  Ortak tarihi sırtlarında bir  yük olarak görmeye başlayan  lar Cumhuriyetin elde kalan  mevzilerini yobazlığın adım  adım ele geçirmesini demokra  tik kazanım sanacak ölçüde  kendinden geçmiş, İran Tudeh  Partisi’nin acı deneyimini anım  samaz olmuşlardır. Günümüzün  bellek özürlü Hüsnü Bey Am  ca’ları ıskartaya çıkması gere  ken hurda malı hatırlı müşteri  ye yollayacak derecede pusulayı  şaşırmışlardır.  Oysa toplumsal belleğin  önemli bir bölümü mücadele  eden sınıfların tarihidir. Türki  ye solunun tarihi, bütün eksik  liklerine, yanlışlarına karşın  gurur duyulacak bir tarihtir. İş  kencelerde direnenlerin, başta  Nâzım Hikmet olmak üzere  onurunu satmayanların, Türki  ye’nin yüz akı nice binlerce  isimsiz emekçinin tarihidir.  Yıllarca onurlu bir dünya gö  rüşünü savunan insan, ömrünün  son demlerinde güç odaklarının  iğvasına kapılıp görüşlerinden  cayarsa ikiyüzlü olur, yılışık  laşıp yavşaklaşır. Geçmişin ya  şam deneyimlerinden kopan  kişi sonunda kimliksizleşmeye  mahkumdur.  Batacağını sandıkları gemiyi  ilk terk eden elbette salt onlar  değildir. Ortak tarih artık sırt  larında bir yük olduğu için bel  lek yitimine uğramışlardır.  Ömürlerinin son deminde ha  cıyağı kokusunun tutsağı olup  mankurtlaşmışlardır.  Solun ortak tarihinde, ken  di geçmişleri de içinde, anım  sayacakları bir şey kalmadı  ğı için unutacakları bir şey de  yoktur.  Ne denebilir?  Yolları açık olsun! Dileriz  şimdi unuttukları geçmişlerini  yarın çocukları utanarak vurmaz  yüzlerine...  Cavlı ÇULFAZ  Batacağını sandıkları gemiyi ilk terk eden elbette salt onlar değildir. Ortak tarih artık  sırtlarında bir yük olduğu için bellek yitimine uğramışlardır. Ömürlerinin son deminde  hacıyağı kokusunun tutsağı olup mankurtlaşmışlardır. Solun ortak tarihinde, kendi  geçmişleri de içinde, anımsayacakları bir şey kalmadığı için artık unutacakları bir şey  de yoktur. Yolları açık olsun! Dileriz şimdi unuttukları geçmişlerini yarın çocukları  utanarak vurmaz yüzlerine...   
            
    
